kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

DİGER 2011 YILI YAZILARI

Posted by kaniyasor 4 Temmuz 2011

DEVLET VE TOPLUMk.y.
Kani Yado- 05.07.2011

Devlet ve toplum birebiriyle ters orantılıdır. Devlet güçlü ise toplum zayıftır, toplum cüce ise devlet devdir. Devlet ulu ise toplum ölüdür. Tekamül etmede geciken coğrafyamızın içtimaî yaşamında tecelli eden bu talihsizliğe karşı alınacak tedbirlerde demokratik medeniyet çok yorulacaktır.
Geleneksel güçlü liderlikler, güçlü despotluklar, güçlü iktidarlar güçlü devlet olmak içindir. Güçlü devlet güçsüz toplum hakimiyetsizliği demektir. Bu durum toplumun iradesizleştirilmesinde ortaya çıkar. Demokratik yaşamı tanımayan geri toplumlar, diktatörlerin “güçlü devlet-zayıf toplum” tezahürünün kendilerinin esaretiyle ilgili olabileceğini çözemiyorlar.
Anadolu’nun uğradığı barbar istilalarından dolayı yüzyıllarca şeriat karanlığında yaşayarak uğradığı talihsizlikle hürriyet talebi yerine güçlü devlet oluşturma yanılgısında siyasallaştığı için düşürülmüş toplumsal biçimsizliğe asla şaşırmamak gerekiyor.
Bu denli iradesizleştirilen toplumlar kendi katillerine sevdalanırlar.
Türkiye’deki partilerin sempatizanları eğer partilerini güçlü görmek istiyorlarsa, güçlü bir devlet yaratmak içindir. Eğer liderlerini güçlü görmek istiyorlarsa, kendi yarattığı şirklere esir düşmek içindir. “Köleler özgürlükten korkarlar” deyimi bu talihsiz durumdan dolayı söylenmiştir.
Bu güne kadar toplumların yarattığı şirklere insanlar secde etmedi mi? İnsan nasıl esarete sevdalanır? Tanrılar adına savrulan yalanlar insanların kafalarında korkuluklar biçimde hakimiyet kurmuşlardır.
Maalesef köleci toplum sisteminden süregelen bu siyasal yaşam geleneği bu şekilde olmuştur. İlk bakışta insanların kendi katiline sevdalanması düşünen canlı olan insanlığa ters gibi görünse de, doğru tahlil edildiği zaman bu sonuca varılıyor.
O zaman insan esarete nasıl ihtiyaç duyar?
Bu konu maneviyatla ilgilidir. İnsanın ruh halini çözdüğünüz zaman insanın esarete ne kadar eğilimli olduğu ortaya çıkıyor. Aslında bu konu hiç kimse için bilinmez değildir. Her taraf tapınaklar, bostan korkulukları gibi kendilerini Allahın askeri ilan eden din istismarcıları, dini otoriteler, Anitkabirler… Bunlar ne anlama geliyor biliyor musunuz?
Güçlü bir maneviyata sahip olmayan bir insan çok güçsüzdür. (Maneviyatı üfürücülerin anladığı anlamda söylemiyorum) Bunların kafaları küçük gövdeleri büyük olsa da, cengâverlikte şövalye olsalar da korkaktırlar. Maneviyatsız beden bir saman çuvalından farksızdır.
Maneviyatsızlık denen boşluğu, tanrılar yaratarak, şirkler/tabular yaratarak, güçlü devlet , zalim lider yaratarak doldururlar. Bu boşluğu doldurmak, iradesi gasp edilmiş tutsaklar için kaçınılmaz bir gereksinim olarak ortaya çıkıyor.
Mantık olarak insan nasıl kendi katilini, kendi zalimini yaratır? Maalesef yaratıyor.
İnsanın iç dünyası çok gariptir. Yezit kılıcını karanlık ortamda sallarken, kimi kendi yüreğinde büyüttüğü korkulardan dolayı, Selanik Kalesi inşa eder! Tımarhanesiyle ünlenen Elaziz, zalimden daha zalim şirkler yaratmak ister!
Birey olarak özgürleşemeyen insan mutlaka yaratacağı bir tabuya sığınarak yaşama ihtiyacını hisseder. Özgür olmadığı için yaşam güvencesi yoktur. Onun her tarafı korkular, korkuluklar tarafından sarılmıştır. Tabular, kılıçlar, Zülfikarlar, despotlar, diktatörler, tanrı askerleri, Bektaşi Yeniçerileri, şövalyeler, güçlü lider olma hevesleri, bostan korkulukları diyebileceğimiz tüm bu güç vasıtaları zulüm ve istismar gücünün inşa harçlarıdırlar.
Bir insan aile içinde despot ise, aile içinde şiddeti esas alıyorsa, aile içinde otoriter ise toplumun belirleyici öğesi olan bir hücresinde devleti kendi evinde inşa etmiştir demektir. İşte bu maneviyatsız iskeletlerin oluşturduğu güç, devlet gücünü oluşturur.
Demokratik ülkelerde milliyetçiliği, askeri otoriteyi, ekonomik suiistimalleri, toplumun manevi varlığını güçlendirmek için devleti küçülttüler ve sadece bir bürokratik idareye indirgediler.
Özgür olamayan her insan maneviyatsız bir iskelettir. Devlet ve tahakkümcü liderlikler bu iskeletlerin yarattığı bir tahakküm mekanizmasıdır. Bir daha HİTLER’leri , SADDAM’ları, ŞAHLAR’ı ve ŞAH-I ŞAHANLAR’ı yaratmamak için özgür olalım!
Özgür insan özgür ÜLKE demektir. Siyasetle uğraşanlar efendimiz değil, hizmetçimizdirler, unutmayın! Unutursanız iradenizi gasp eder sizi köleleştirirler!

DERİN TÜRKİYE’DE BENZEŞME DE DERİNDİR
Kani Yado, 04.07.2011
Türkiyede her hey derin. Derin devlet, derin örgüt, derin siyaset, derin taktik… “Türkiye’de neden her şey farklı?“ diye sık sık sorulur. Doğal olarak bu sorulara verilen cevaplar da derinlerin özelliklerini taşıdığı için net bir cevap alınamıyor.
Aslında çok basit. Türkiye’de bu güne kadar egemen olan derin güç, her şeyi kendine benzettiği için, her şey dünyadaki benzerlerinden farklı oluyor.
Dünyada muhafazakar partiler var, onun karşısında sosyal demokratlar vardır. Siyasal bilim ölçülerine göre Türkiye’deki muhafazakarlara imamlar denebilir mi? Bilim Türkiye için kendi standartlarına uymayan kavramlar üretmez.
Bir iktidar ve muhalefet komedisine bakın! Gerici imamlar dediğimiz iktidar ilerici misyonu oynuyor, muhalefet gerici politika yapıyor. Yapılmak istenen ne kadar iyi icraatlar varsa onları engellemeye çalışıyorlar.
Muhalefetlerin görevi her şey engellemek değildir. Tam tersine en iyisinin yapılması için görevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. O zaman bu muhalefete Silivri’de bostan bekçiliği yapan derin muhalefet desem uygun olmaz mı?
Farz edelim AK PARTİ muhafazakârdır. Bunun karşısında olan CHP sosyal demokrat mi? Tam tersine CHP faşizmi resmen savunuyor. Uluslararası güç Türkiye Gladio’su olan Ergenekonu tasfiye ederken CHP Gladio’yu savunuyor.
Dünya ‘devlet’ denen beladan kurtulmak için devleti küçültüp, toplumu büyütürken, bunun temel gücü olan devlet iktisadi teşekküllerini özelleştirirken Türkiye solu faşizmin bu ekonomik gücünü savunarak karşı çıkıyor ve faşizmin direniş kalelerini örgütlüyor!
Çok iyi bilmek gerekir ki faşizmin arpalığı olan Devlet İktisadi Teşekkülleri özelleştirilmeden faşizmin gücü kırılamaz. Sol bu gücün yanında yer alıyorsa biz bunun nedenlerini derinliklerde ararız.
Şimdi her kesin gözleri Genel Kurmay Kozmik Odalarındadır. Geçmişte ne yapıldığını, hangi derin sol ve sağ örgütlerin derin devlet tarafından kurulmuş olabileceğinin delillerini burada bulunabileceğini kesinlikle biliyorlar.
Aslında bu bilgiler yeteri derecede deşifre olmuştur ama her nedense ’’odunum odum“ deniyor. Bingöl’de Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, 33 silahsızlandırılmış askerlerini öldürtmedi mi? Bununla siyaset yapmadı mı?
Sivas madımak otelindeki aydınların gerici çapulculara yaktırılması devlet kararı değil mi? Bunu Ergenekonculer planlamadılar mi, CHP Ergenekoncuları desteklemedi mi? Aleviler, Ergenekon’u destekleyen CHP’ye oy vermedi mi?
Komediye bakın! Kimse bu gerçekleri görmek istemiyor. Her kes bu gerçeklerin anlaşılmaması için ortamı bulandırıyor, kirli bilgi üretiyor ve gerçekleri anlaşılmaz kılıyor!
Silivri tımarhanesindeki zır delileri kurtarmak için muhalefet elinden ne geliyorsa yapıyor.
Türkiye’de her şey derin, derin olmayan sadece hiç bir şey bilmeyenlerdir, onlar da derinlerin arkasından yürüyor!
Aleviler, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas Madımak’ta, Gazide vuran gücü savunan CHP’ye tam destek verdi. Alevilere “siz Madımak’ı neden kendi derin patronlarınıza yaktırdınız“ diye sormazlar mı!
Görüyor musunuz Türkiye’de faşizm her şeyi kendine nasıl benzetmiş!
MADIMAKI YAKMAK YARADILIŞA DOKUNMAK
Kanı Yado, 03.07.2011
Günümüzde bir taraftan baş dondurucu olumlu gelişmeler olurken bir taraftan bu gelişmelerin neden olduğu ölümsüzlük büyüyor. Bu durum yeni değildir. Düşüncenin gelişmesiyle beraber müspet ve menfi gelişme karşıt temelde hem birbirini geliştirdi hem de birbirine karşıt gelişti.
Mezopotamyalılar Xwuda’nın(Yaradan Kudret) birliğini ve insanların yaradılışını anlatırken Mekke – Kudüs hattı çamurdan ilahlar ve çamurdan kul-köleler yarattılar, ruh yerine yalan üfürdüler. Erkeğin kaburga değersizliğinden kadın peydahladılar.
Mezopotamya insanlık için hayırlı işler yaparken, Mekke- Kudüs hattı şer vesilesi olmuştur. İnsan beyni o denli Allah adına söylenen yalanlarla, kirli bilgilerle dolduruldu ki, artık bu yükün altından kalkamıyor. Beyin tenekeye dönmüş, çok ses çıkarır ama Madımak’ı kuşatan çapulcuların sesi gibi asab bozucu ve kalitesiz bir ses!
1967’de en kapsamlı şekilde İsrail-Arap yalanlarının rekabetinden kaynaklanan savaş patlak verdi. Savaş öncesi günlerde dünyadaki tüm Müslümanların yüzü gülüyordu. Onlara göre Kuranları vardı, İslam dini vardı, Allah onlara yardım edecekti, kâfirlerin kurşunları onlara işlemeyecekti! Karşılarında kâfir vardı ve yok olacaktı! Radyolar öyle coşkulu anlatıyorlardı ki! “Tel-Aviv’de buluşalım!“ sloganını hiç unutamıyorum, o ne büyük balonlardı ya Rabbim!
Savaş patlak verdi ve balonları söndü!
Ortadoğu üfürükçülüğünü her kes bilir. Benim vurgulamak istediğim bu yalancıların yalanları insanları olumsuz yönde etkileme biçimleri. Mezopotamyalıların inandıkları Xwuda’nın kimseye zararı yoktu. İnsanlara doğru bir inançsal bakış acısı getirmişti. İnsanlar huzurluydu, mutluydu.
Tek yaratıcı Xwuda idi ve insanlar onun nuruydu, yani kulu-kölesi değildi. Birbirleri gibi güzeldiler. Yürekleri maddeden ziyade mana kaplamıştı. O nur Alev’in ışığı, ışığın aydınlığıydı. Ondandır biz onlara Alevi deriz günümüzde.
Her ilan edilen din Mezopotamya’yı hedef aldı. Sivas Madımak’ı kuşatan çapulculara benzer çapulculardan yarattığı ordularla Mezopotamya’yı kuşattılar. Taş üstüne taş bırakmadılar. Dünyaya ilk uyanış ALEV’i üniversiteleri yakıp yıktılar, kitapları yaktılar. İnsanları öldürdüler, sağ yakaladıkları erkekleri köle ettiler, kadınlar Mekke cariye pazarlarına sürdüler, seks kölesi dediğimiz cariye olarak satıldılar. Bölgeyi karanlıkta bıraktılar! Bu karanlıklar çöl fırtınalarının çamurlu sağanağı oldular. Alevleri söndüre söndüre yayıldı. Sönen her Alev Şiileşti!
O günden beri ALEV’in sıcaklığını taşıyan inançları yok ettiler, yüreklerinde o inançları savunanları yok ettiler. Vura vura kendilerine benzettiler. Onları şeriatçı şiddet zülfikarına sahip çıkacak kadar düşürdüler, benliklerini ruhlarından ve bedenlerinden koparıp aldılar!
Şarapçı Yeniçeri Bektaşileri bir taraftan onların canını alıyordu, bir taraftan kendilerine benzeterek yok ediyordu. Şimdi çoğu Şiîleşti, her gün daha da Şiileşiyorlar. O güzel insanların sayıları azaldıkça kara kafalılar çoğalıyor.
Karakafalilar(!) insanların düşürmekle, Alevleri söndürmekle, ışıkları karartmakla siz de karanlığa mahkum olacaksınız! Karanlıklar ayaklarınıza dolanacaklar. Zifiri karanlıklarda yolunuzu bulamayacak duruma düşeceksiniz, dünyaya ibret-i alem olacaksınız!
Mezopotamyalıların, sonsuz evrenin tek hakimi sonsuz kudreti olan Xwuda’ya inanırlarken; Mekke ve Kudüs hattı yüce rabbe karşı yalandan ve çamurdan yarattıkları İlahlarını yedinci kata çıkardılar ve çamurdan yarattıkları müritlerini yedi kat yerine dibine indirdiler!
Madımak katliamından çok öncelerden günümüze kadar hem teorik yalanlarla hem de fiili müdahalelerle kendileri gibi yaşamayanları, kendileri gibi düşünmeyenleri yok etmek için başvurdukları çirkin şiddet bu nedendendir.
Karanlığa gömülen değerleri yeniden ortaya çıkarmak, Mezopotamya uygarlık Alevi’ni kendi orijinalitesi üzerinden yeniden inşa etmek, gürleştirmek için Alevden ışık, ışıktan aydınlık yaratarak, aydınlıktan çağdaş uygarlığa katkı sunalım.
Alev, alev kaldıkça sıcaklığı vardır. Işık ışık kaldıkça, Alevi, Alevi kaldıkça aydınlığı vardır. Şiîlik karanlıktır, Şiîlik Zülfikar kuşanmış şeriat cehaletidir. Kafamızda karanlık, boynumuzda şiddetin Zülfikar’ı değil, bilimin resmi olsun. Kitaplığımızda olsun, matematik olsun, astronomi olsun, fizik olsun, kimya olsun…
Madımak son olsun!
Yalancıların balonları sönsün!
Suçlular Silivri Tımarhanesinde yargılansın!
Aleviler Alevi kalsın!
BU GÜN ’2 TEMMUZ’ BU GÜN DE KARAGÜNÜMÜZ!
Kani Yado, 2 Temmuz 2011
Katliamdan bir gün önce Avrupa Alevi Dernekleri Federasyonundan bir arkadaşımla Alevilerin içinde bulunduğu tehlikeleri, derinlerin Alevileri kullanmak için başvurdukları yöntemleri, Alevilere oynadıkları oyunları konuşmuştuk. Ertesi gün tüm dünya haberleri bu kara haberi veriyordu:
MADIMAK YEDİ SAAT BOYUNCA ÇAPULCULARIN KUŞATMASINDA
Yine Alevi katliamı, yine CHP iktidarda! Yoksa CHP genel başkanı, hükümet ortağı ve bakanı yedi saat boyunca tuvalette mi mahsur kalmıştı?
Sivas’ta Ergenekon’un tetikçileri, Madımak Otelini Türk Silahlı Kuvvetleri ve Polisin korumasında yaktılar. Çapulcu tetikçi yobazlar korunuyordu. Yedi saat boyunca yobazların can güvenlikleri sağlanarak Madımak’ı yaktırdılar onlara. Bu katliamın faili belliydi.
Tüm failler yakalanmadı, yobazlara Madımak’ı yakmaları için talimat veren derin devlet dediğimiz Ergenekoncular sorgulanamadı. Bir kaç tetikçi ile göz boyanmak isteniyor. CHP bizzat bu canilere Silivri’de sahip çıkarken, tetikçi kara kafalı yobazları mahkemelerde savunanlar bu gün Ak Parti milletvekili oldular.
Böyle yüzsüz politikacılar sanırım sadece Türkiye’de var. Bu Ak Partili milletvekilleri cihat anlayışıyla bu canileri mahkemelerde savunduğu için birilerinin gönüllerini fethediyorlarsa, bunlara ve bu avukatlara insan demek mümkün mü? Bu avukatların çoğu milletvekili oldular haberiniz var mı? Bunların içinde bakanlık görevinde bulunanlar da var!
Bir taraftan Türkiye’nin demokratikleşmesinde misyoner olduğunu söyleyen Ak Parti, diğer taraftan bu canileri savunanları nasıl kendi partilerine uygun görüyor? Alevilerin oylarını almak için CHP neden ve nasıl oluyor da Madımak katliamının talimatını veren Ergenekoncuları savunuyor?
Biz çözmeye başladık, edepsizliğin sağı ile solu arasında fark yoktur! Devletin danışıklı kavgalarına, politikalarına inanmayacağız artık. Derin devletin yapmadığı ne kaldı? Dünyada coğrafyaların sınırları değişirken Kurdleri oyalamak için derin devletin yaptığı cambazlıkları anlamadığımızı sanmasınlar!
Türkiye’de hem politikacılar hem de politikacıların patronu olan Türk Silahlı kuvvetleri artık Alevilerle oynamaktan vazgeçmelidir! Oynadıkları oyunlar anlaşıldığı zaman neler olabileceğini düşünsünler!
Lanet olsun yobazlığın her türlüsüne! Alevileri katleden tetikçileri savunanlar ödül olarak Ak Parti iktidarı oldu, Madımak katliamının talimatını veren Ergenekon’un savunucusu CHP ise Alevilerin oylarını aldı.
Siyasal rantlar için kuru gürültülerde gerçekler saklanıyor. Meselelerin derinliğine inilmiyor. Talimatlarla düşünenlere, marşlarla yürüyenlere, başkaları için koşanlara sesleniyorum! Lütfen kendi beyninizle düşünün, doğruları bulursunuz, katilleri tanırsınız!
Kurdler ve Aleviler hep böyle aldatılırlar, şimdi anladınız mı?
KER Û XOŞAV !
Kani Yado, 01.07.2011
Demokrasi ve Türkiye kavramlarını yan yana gördüğümde hep gülme kirizi tutuyor beni. O kadar bana ters görünüyorlar ki bu iki kavram! Yoksa bana mi öyle geliyor?
Önyargılar insanı çok yanıltır, hatta bazen mahcup duruma düşürür. En büyük dileğim Türklerin bu konuda beni mahcup etmeleridir.

Silivri standartlarına uymayan düşüncelerim için lütfen dostlar bana kızmasınlar! Ben yanlış olsam bile farklı düşündüğüm için düşünce teatisine xoşav sunarak ‘Anadolu mozayik’i gibi düşünce sahasını renklendiriyorum. Kemalist zırhı delmek için başka çare var mı?
Hiç bir olay sebepsiz değildir. Bu durum Anadolu’nun dramından kaynaklanıyor. Osmanlı düzeninin yüzyıllarca insanları karanlık Şeriat mezarlığına mahkum etmesiyle ilgilidir. Geleneksel köleci toplum sistemleri insanlık erdemlerine ters düşürmeye müsait duruma getiriyor insanları. Yaratılan bilinçaltı kirliliğini düşünün!
Ayrıca yüzyıllarca insan iradesi yerine tabuların gülünç iradeleri geçiyor. İnsan donduruluyor, ilahlar yaşam buluyor! Bu koşullarda yaşayan insanlar bireyselleşmezler, tam tersine tabuların itaatkar sadıkları olurlar.
Çağdaş siyasal düşünceye sahip olan sosyalistlerin gelenekçiliğe karşı kitleselleşmemelerinin nedeni bu korkunç durumdur. Ne demokrasi ’xoşavı’ ne de sosyalist yaşam biçimi özümsenebiliyor. İki kişi ile örgütlenilir üç kış olduklarında yıkım başlar! Ve her kes bu işin içinde bir parmak arar! Hayır parmak değil, sen orada olduğun için sosyalist düşünce ve sosyalist örgütlenme olamıyor!
Dünya çağdaşlardan umudunu kesti ve imamlara umut bağladı! Bunun utancı kime aittir dersiniz? Çağın insanları yerine Arap köleci toplum gelenekçileri derin desteklerle Türkiye’yi muasır medeniyete entegre ediyor! Ne komik değil mi?
‘İrademiz Silivri’ deyip oyalanın bakalım! İnsanlık bu gülünç duruma düşenleri affetmeyecek. Tüm dünya Türkiye’de çağdaşlığı şeklen kabul edenleri tanıyor artık. Kimse onlardan bir şey beklemiyor, ama hiç olmazsa doğru olanı sabote etmemelidirler.
Demokrasi farklılıkların tolerans kültürüdür. Bu maldan Türkiye’de var mı? Yoksa ‘ker û xoşav’ da bir arada olmaz!
Bu bir önyargı mı? Ne yapayım(?) on yargı ise önyargı! Kuyruklu Kurd yakıştırması da önyargıdan kaynaklanmıyor mu? Türkiye demokratik devrimini yapsın, önyargıda bir-bir kalırız, ödeşiriz.
Demokratik erdemlerin yeşerme imkânı olmayan coğrafyada bir mucize mümkün mü acaba?
Tuhaf şeyler dönüyor! İktidarda en muhafazakar kesimin desteğinde demokrasi savunuluyor, 12 mart, 12 eylül velhasıl tüm 12’lik tüm mağdurlar Silivri’de mağdur(!) olan kendi işkencecilerini savunuyorlar!
Dersim’in katliam mağdurlarına ne dersiniz! Kemo ile Qemo’nun peşine takılmışlar nereye varacaklarını bile bilmiyorlar. Ya Madımak’ı yakma kararı alan Ergenekon’a sahip çıkan şarapçı Bektaşiler! Bektaşiler Yeniçeri ordusuyla Alevileri katlettikleri halde, Aleviler hiç bir zaman Bektaşilere düşmanlık yapmadılar. Bektaşilerin Alevi düşmanlığı insanlığa sığmıyor!
Özelde Aleviler, genelde Kurdler kime dost elini uzattıysa onlardan darbe aldılar. Bu da Dünyanın bir başka trajedisi! Xwadêo Xwadêo, va çi xoşav e, va çi ker e, va çi qedere?
12 EYLÜLCÜ KARGA KENAN BÖYLE BUYURDU!
Kani Yado, 30.06.2011
Her kes bir şekilde politikayı tanımlar. Kimine göre politika çözüm sanatıdır, kimine göre toplumsal sorunları çözme bilimidir. Türkiye’ye göre politika çözümsüzlük refleksidir desem yanlış olmaz. En azından cumhuriyetin ilanından günümüze kadar siyasal tarihi incelerseniz aynı kanıya varırsınız.
Türkiye neden çözümsüzlükleri dayatıyordu?
Son elli yılın veya otuz yılın tanıkları olarak dünyadaki gelişmelere şahit olduk. Doğal olarak Türkiye’de olup biten hadiselere de şahit olduk. Şahit olduk ama ne anladık?
Meğer Türkiye’nin sorunu Kurdlerin sorunundan daha fazla aciliyet isteyen bir sorunmuş! Devlet kurmuşlar, Cumhuriyet ilan etmişler, millet yok ortada. Bu milleti yaratmak için ha bire proje ürettiler.
Mekke’den deve tüyü, Avrupa’dan çamur, Amerika’dan iki sırık, al sana deve tüyünden saç, Avrupa çamurundan gövde, Amerika bacaklı insan! Bir de Atatürk üretme çiftliğinde üretilen bu insanlar için hayali düşman yarattın mı değme keyfine!
Yunan gavuru, kuyruklu Kurd tehlikesi, dinsiz kızılbaşın din düşmanlığı…Komünist gavur tehlikesi bir başka tango!
1950 yılları “komünizmle Mücadele Derneklerinin istilâsına uğramıştı. Güneşten, kızıllıktan bahsetmek her babayiğidin kârı değildi!
Elbette güneş göz kamaştırıcıdır. Aydınlık bazı canlıların yaşama ortamına uygun değildir, bunu anlıyoruz ama NATO’nun kıçına yapışan kene olurken fazla mide bulundurmadan olmaz mıydı?
İşte meselenin sırrı buradadır. Bir müttefiki yoktan var etmek! Yeniçeri’den arta kalan Selanik çamurundan “rûreş” insan yaratmak gerekiyordu. Bu rûreş öyle bir rûreş ki, sağa çeviriyorsun aynı, sola çeviriyorsun aynı!
Ganimetlerini gasplardan ve ortaya çıkışı tarihi yalanlardan oluşmuş bir toplumsal varoluş! Somut olarak karşımızda duran bu toplum nasıl sağlıklı gelişir?
Her gün intihar ve cinnet haberleri okuyoruz. Sizce şizofrenlerin, külhanbeylerin, aile içine kadar yer bulan dolandırıcılıkların, trafik lambalarına riayet etmemelerin, suça bulaşmış görevlilerin intiharlarındaki artışların bir sebebi olmaz mi?
İnsan kanı üzerinde inşa edilen bir yurt iflah olmaz!
Aklı başında bir insan bu konuda ciddi bir mülakat yapmalıdır. Bunun için doğru bir çözümlemenin güldürü sanatına katkısı olacağına inanıyorum. ”Kim ne kadar insandır?” sorusuna verilecek cevaplarda yüzde yüz müspet sonuç çıkar!
Sonuç: Üstü Mekke altı Washington olan bir tür gelişiyor!
Aslında Türkiye kendi sorununu çözememişti. Bir Türk tanımı ortaya koydular ama pratik anlamda Türk ortada yoktu. Mutlaka tavuk kuluçkasına gizliden karga yumurtası konmalıydı!
Anadolu çok etnisiteli bir toplumdur; bu toplumdan saf kan bir tür yaratmak!
Osmanlı şeriat mezarlığından hortlayanlar hortladı ama tüm Anadolu’yu birleştirmek önemli bir sorundu.
Temel ile Memo Türkçeyi sökemiyorlardı. Elmaya armut aşışı yapmak kadar, Kurdlere ve Lazlara Türklük aşısı yapmak zordu. Mutlaka bir şeyler yapılmalıydı.
12 Eylül 1980’de karga Kenan gak dedi, çık şu dala bak dedi!
Eskiden “Yunan gavuru” tehlikesi tutmuştu, bu sefer bölücü Kurd tehlikesi üretilmeliydi. Kurd gençleri işkencehanelerde canından bezdirilmeliydiler, dağa zorlanmalıydılar, Anadolu çocukları çatıştırılmalıydılar, yoksulların çocukları ölmeliydiler!
Ve öldüler!
Büyük başların, generallerin çocukları tatile çıktılar!
Karga Kenan’ın formülü tutmuştu, her aile askerlik şubesi oldu. Savaşta ölen tüm yoksulların çocuklarının cenaze törenlerinde iki kulaklı sloganlar, annelerinin gözyaşlarından tutkallar ürettiler. Bu tutkallarla insanları birbirine yapıştırdılar.
İşte sana birlik ve beraberlik. İşte sana bööööööööyük Türkiye!
“Karga Kenan’ın devleti sağ olsun, bir evladım daha olsa onu da savaşın tutkal fabrikasına gönderirim!” diyen diyene…
Karga Kenan’ın “Horoz döngüsünde horozların canı incindikçe kavga şiddetlenir” şeklindeki öngörüsü tutmuştu. Kurd vurdukça ölen her yoksul Anadolu çocuğu tutkallaştı. işkencelerde Kurdler kinlendirildikçe er meydanına koştular. Erler kavgaya tutuştular.
Karga Kenan bu kavgaya “düşük yoğunluklu kavga” demişti. Karga Kenan bir taraftan Kurdleri çözümsüzlük sürecine sürüklerken, bir taraftan diğer halkları Kurdlere karşı bileyerek Türkçülük üzerinden ulus-devlet yapılanmasını tamamlamak istemişti.
Generallerin ve diğer büyük başların çocukları izindeyken yoksulların kurban edilen kınalı kuzularının kanıyla Türkiyeyi dağılmaktan kurtardılar. Karga Kenan, Kurdlerin fedakarlığına karşı teşekkür bile etmedi.
İşte böyük(!) Türkiye! Darısı Kurdlerin başına!
YAPAY ZİHNİYET VE YAPAY DENGELER
Kani Yado, 29.06.2011
Türkiye siyasetine akıl erdirmek için Anadolu’nun geçirdiği tarihi belaları iyi bilmek gerekiyor. Siz bakmayan palavralara! Barbarlar Anadolu’ya girerken sanki hiç bir şey yokmuş, sadece ellerinde kılıçlarıyla akıncı talancılar onlara uygarlık taşımışlar. Bir fanatik insan “Anadolu gavurunu imana getirme” konusunda kendini aldatırken, binlerce yıllık emeklerle oluşan kültürlerin yok oluşlarına bir anlam verecek düzeyde olması imkansızdır.
Anadolu’nun barbarlar tarafından istila edilmesi her kesi etkiledi. Ortadoğu köleci toplumlarına güç kattığı gibi bu coğrafyada mevcut olan insanı değerler menfi yönden etkilendiler. Her şeyi özünden uzaklaştırdığını söylesem abartılı olmaz. Anasını süsleyip babasına satacak kadar mahir olan Kayserili Kurdlerden memnun olmadığını söylemeden, önce Kürdleri kendilerine benzettiklerindeki kültür katliamının ne anlama geldiğini düşünmelidir. Kasımpaşa’lı Laz Tayyo da düşünmelidir.
Ortadoğu köle sahiplerinin Allah adına söyledikleri yalanlar ayaklarına dolandı. Bu yetmezmiş gibi Ortaasya palavracıları, cehaletin, zulmün simgeleri olan Arap kılıçlarını, Arap Zülfikarlarını aratmayan vahşi akınlarla kendi bakkallarına ve çakallarına yazdırdıkları tarih yalan şamar olup barbarların yüzüne vuruyor.
Mezopotamya ve Anadolu uygarlığının mümessilleri olan haklara uyguladıkları katliam ve varlıklarına yönelik inkar ve karalama tarihleri çöplüğe atılacaktır. Yarattıkları silik yaşam biçimleri bu çabalara rağmen benimsenmiyor, ters tepiyor yalanlar!
Karanlık yüzlerini inançlara uyarlayarak insanları insanlıktan çıkarma faaliyetleri tutmayacaktır bundan sonra. Karanlığın at koşturduğu zulüm sistemleri bir bir çözülüyor.
Gerçekleri karartmak için Türkiye Cumhuriyeti Özel Savaş Dairesi kendi ahmaklarına yazdırdığı kitapları kamyonlarla şehir şehir, kasaba kasaba, mahalle mahalle, kahve kahve dolaşarak bedava dağıtıyorlardı. İnsanı insandan koparmak için da bedava kazıktı! Şimdi artık kazıklar da kazıkçı oldu, yani Kayserili devletin başında! Kayserili anasını nasıl süsleyerek babasına sattığı dünya fıkra olarak anlatıyor. Biz böyle bir belayı başımıza almışız! Bir de Tayyo emmi kaz olup uçarsa!
Osmanlı balonları insanlığı Avrupa içlerine kadar karanlığa soktuktan sonra sönmüştü ve ölüm döşeğindeydi. Birinci Cihan Harbi yıllarında Osmanlının cenaze merasimi yapılması beklenirken, Avrupalılar Selaniklilere yeni insan tipleri yarattırmak için kendi dengelerinde politikalar oluşturdular.
Osmanlı karanlık mezarlığından hortlayan bu Selanik Yeniçeri bektaşi artıkları, bilimi, tarihi, siyaseti, yozlaştırdığı gibi, tüm dünyayı Türk ilan edebilecek ucube insan manzaralarının doğmasına neden oldu!
Öyle bir ortam oluştu ki, bilimsel doğruların etkileme kuvveti yok oldu. Despotlaşan öğelere anlatılacak hiç bir şey kalmadı. Her kes kendi oluşturduğu kümesinden baksa hiç bir doğruyu kabullenebilecek açık zihni yok. Yüzyıllarca yalanların bombardımanından dolayı kavrama yeteneği felç olmuş . Her kes yarattığı tabuya bağlılık yemininde birey olma hakkını yok etmiş. Kimi inançsal temellerde yarattığı tabulara köle düşmüş, kimi siyasal ortamın yarattığı tabuların kurbanı. Dün ilkel köleci sistemde insanların kendini hiçleştirdiği gibi, günümüzde insanlar yarattıkları siyasal tabularla tutsak düştüler.
Diğer yapay zihniyet ve siyasal denge çalışmaları gibi, Kurd Alevilerinin çeşitli müdahalelerle Kemalizm’e ve Şiiliğe yönlendirilerek Kurd değerlerinden uzaklaşması, bir yapay zihniyet oluşturarak yapay bir dengede tutma olayıdır.
Sonuç olarak yaratılan yapay zihniyetler, birilerinin kurguladığı yapay dengelerin pratiğe geçirilmesinde uygun vasıtalar olabiliyor. Kurdler çözümleyici iradelerini politik dinamizme katma becerisini göstererek bu ortamda kendi lehlerine olabilecek yörüngeyi doğru belirlemelidir. Aksi takdirde kendisinin aleyhine olan bir yörüngeye yerleşebilir.
KAN VE GASP İLE iNŞA EDİLAEN DEVLET KALİTESİZ OLUR
Kani Yado, 28.06.2011
Bir düşününün; bir insan öldürüp ondan gasp ettiğiniz para ile bir hayat kuruyorsunuz! Rahat yaşayabilir misiniz? Bu suçluluğun gizlenmesinde başvurduğunuz yalanların etkisi nasıl olur? Böyle bir kanlı gaspçı yalancın zürriyeti sağlıklı olmaz. Bu kanlı, gaspçı devlet nasıl iflah olur?
Devlet de bir tüzel kişiliktir; doğar, büyür, hastalanır ve ölür.
Özel kişilik dediğimiz insanda olduğu gibi devlet dediğimiz tüzel şahıs da yaşadığı serüvenin niteliği onun kalitesini belirler. İttihat ve Terakki zihniyetinin biçimlendirdiği Cumhuriyet gayri Müslim kanı ve mallarının gaspı üzerinde hayat inşa etti!
Bu marifetlerini(!) ister kahramanlık olarak ilan etsinler, ister dinsel talan esasına dayanan ganimet olarak kabul etsinler, katliamın sonunda gerçekleşen bu gasp hem bu devletin niteliğini belirledi hem de bu olayın bilinçaltı suçluluğunun travmasını yaşatıyor.
Anadolu’nun temel ahlaki, ilmi, hüneri alanda erdemli bir kültüre sahip olan Ermeni toplumunu soykırımına tabi tutmanın yetim bırakılan Anadolu’ya göçmenleri yerleştirmek nasıl bir çözüm olabilir? Bu yeni nüfus yoğunluğu binlerce yıllık emeğe dayalı Anadolu kültürünün yerini doldurabilir mi?
İnsanın bindiği dalı kesmek olayı budur işte! Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu dalı kesti, bu daldan düştü ve rezil oldu!
İttihat ve Terakki, önce Ermenilere ve Kurdlere çok cazip gelebilecek bir taktik politik manevra yaptı. Onun arkasından katliam başladı. İlkin Ermeniler ve diğer gayri Müslimler hedef alındı. Bu olayın etkisi daha toplum üzerindeyken ulus-devlet inşası olan cumhuriyet projesi gündeme geldi. Kurdler Ermeni katliamından sonra İslam olmanın avantajında yaşarken cumhuriyeti desteklememe diye bir düşünceleri olmadı.
Avrupa’nın aktif misyoneri olan İttihat ve Terakki kadroları Ulus-Devlet projelerinde Kurdlerin desteğini aldılar. Kurdistan eyalet azaları olarak toplantılara çağrıldılar. Kurd mirleri bu toplantılarda yer aldılar. Kürdistan Dersim bölgesi azaları da bu oluşumda yerlerini aldılar. 1921 Anayasasıyla Kurdleri oyaladılar, 1924 Anayasasıyla inkara yöneldiler. Bundan sonra ortaya çıkan tepkiler isyan değil cinnettir.
Bu yüzden ben Kurdistan’da yaşanan isyanlar konusunu cinnet olarak adlandırıyorum. Barbarlığın biçimlendirdiği sosyal yaşamın kalitesi ve insan ilişkilerinin nitelikleri üzerinde düşünmelerini öneriyorum. insanı mi? Bu konuda her kesi düşünmeye davet ediyorum! Türkiye’de her kes her şeyden huzursuzdur. Aidiyetlerin yerini tilki pazarları almış. Aile ilişkileri dahi çıkarsal esaslara güdümleniyor.
Kurdler Ermenilerle yaşadığı komşuluk günleri ile şimdiki komşuluklar arasındaki nitelik bakımından farkı düşünebiliyorlar mı?
Kurdlerin yaşam dayanakları bir anda Ermeni katliamıyla yok edildi. Bu dayanaksızlığın toplum üzerinde etkisi çok yüksektir. Kimse bunun nedenini başka yerde aramasın! Haksız gasplalar ve dökülen kanlar üzerinde inşa edilen hayat çekilmezdir.
Soruyorum size kim kime dosttur? Nedenini kapitalizme bağlayıp sıyrılanlar olabilir ama kapitalist Japonya’nın insan ilişkilerinin niteliği bu savı yalanladı. Japonya kapitalizmin zirvesini yaşadığı halde insan ilişkileri doğru ahlaki temeller üzerinde gelişiyor Geleneksel insanı değerler her toplumda kalıcı olur. Bu değerlerden koparılır, dayanaksız bırakılan toplumlar bir karmaşanın içinde yolunu bulamayan sarhoşların durumuna düşerler.
Birey kendini kendi yalanlarıyla saklamakla, siyasal partiler siyasal yalanlarla geçiştirmekle toplumsal rehabilitasyonun gerçekleşmesi mümkün değildir. Mevcut olan siyasal yaklaşımlarda kanla ve gaspla elde edilen bir siyasallaşmanın ürünü olan bir rejimin yansımalarıdırlar.
Yaşamsal değerlere kavuşmak için ne muskalara gerek var ne de siyasi-tanrısal yaklaşım ve nasihatlere gerek vardır. Bu değerlerin tekrar yaşam bulması için binlerce yıllık humuslu bir yaşama ihtiyacı vardır.
KIRKAYAK

Her nedense insan kırkayak gördüğü zaman ürküntüyle bakar. Birden fazla ayakları olduğu için değil, tersine fazla ayaklara sahip olma konusunda kural dışı olduğu içindir. Hareketleri tuhaftır. Bu yüzden kural dışı ortaya çıkan TC’yi kırkayaka benzettim.
Anadolu çok sayıda etnisitelere sahiptir. Nüfus yoğunluğu bakımından en az sayıya sahip garibanlara TÜRK imi verildi. Anadolu’ya ise Türkiye ismi verilirken, kırkayak olarak tanımladığım siyasal yapıya ise Türkiye Cumhuriyet Devleti ismi verildi.
Türk etnisitesi olarak kastettikleri o garibanlar kendilerini farklı isimlerle anıyorlardı. Yörük, tahtacı, Abdallar gibi isimlerle anılan bu topluluklar Türklük kavramına yabancıydılar. Belki Pakistan’ın yapay oluşumuna benzetmek daha gerçekçi olur. Urdu dili de Türkçe dili gibi yapay olduğuna göre devletin şekillenme tarzı da mutlaka benzerlik arzeder.
Cumhuriyet öncesinde Sinsi Arap geleneksel köleci toplum kültür faaliyet sahası olan Anadolu adım adım tanınmaz hale geliyordu. Osmanlıların sürekli aşağıladığı Yörükler, Tahtacılar, Abdallar gibi Orta Asya göçmen toplulukları kapalı yaşama sürüklenmişlerdi. Osmanlılar onları, Osmanlıca deyimle, Etrak-i biidrak (düşüncesiz Türkler) diye aşağılıyorlardı.
Tabi Türk milliyetçi-ırkçılarının, Osmanlı’nın üç hilalini simge olarak kabul edilmesi de ayrı bir idraksizliktir. Karatenizde yaşayan etnisiteler, bunların gazabına uğramış, İslâmlaştırma üzerinden ulusal değerlerinden koparılmaları için önemli projeler hazırlanmış, geçmişleri unutturularak geleceksiz bırakıldılar.
İnsanlara ne olduysa her kes hafıza sorunu yaşadı. Kurdler de bu yozlaştırma icraatından yeteri kadar payını aldı. Kurdler kendilerinden olmayan her kese ‘Türk’ diyorlar! Her kes ağzından çıkan kelimeyi duyuyor mu? Kurd olmayan insanların hepsi nasıl Türk oluyor? Kurdler kendi komşu halkları tanımak zorundadırlar, aksi taktirde Türk ırkçılığını güçlendirecek pozisyonlara düşer!
Kurdler ulusal benliklerinden koparılmak için inanç üzerinden Türk-islam kişiliğine doğru sürüklendi her kes. Selamlaşmalar Arap diline kaymaya başladı. Kaybettiği ulusal değerlerin yerindeki boşluklara kendine ait olmayan yabancı değerler girmeye başladı.
Cumhuriyet dönemi inkara dayalı bir politika ile katliamların yarattığı teslimiyet psikolojisinden yararlanıp, insanlar kendi benliğinden koparılmaya çalışıldı. Kurdler Türk ırkçılığının düşünce iğfaline uğrayarak, “en iyi İslam en iyi Türk’tür” mantığıyla kendi yeni kimliğiyle öğünmeye başlamışlardı.
Kimdir bu Türkler? Nerede yaşıyorlar? Bunun için Anadolu’ya kısa bir tura çıkmak yetiyor. En cahil insan bile etnik özellikleriyle Türkleri fark edebilir. Anadolu’da Türk aramak! Ne tuhaf değil mi? Tabi kendisini bile tanımakta zorlanan toplumlar için her tarafı düz görmek beklenebilir durumdur!
İttihat ve Terakki’nin durumu iyi incelenmelidir. Kırkayak yaratmada ilk paradigmalar bu sinsi yapıya aittir. Görünürde her kes Türklük ülküsünün faaliyeti olarak algılar. Aslında olay o kadar basit nedenlere dayalı değildir. O günden beri politikalar suni operasyonlarla icra ediliyor.
Cumhuriyet tarihinde Selanikli yakışıklı mavi gözlü Avrupalıların siyasal üstünlüğünün altındaki gerçek iyi anlaşılmalıdır. Avrupalılar üretme konusunda dünya piyasalarına hakim oldukları gibi Anadolu’da ‘Kırkayak Türkiye cumhuriyeti’ devletini de ürettiler.
KUZEY KURDİSTANDA SON TANGO
Kani Yado, 26.06.2011
Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar derin yapılar müttefikleriyle birlikte TC’yi Avrupa için hazırlarken dört aşamalı bir mücadele programı uyguladılar.
Birinci uygulama ile bilgi, beceri ve kültür seviyesi Anadolu’nun genel seviyesine göre çok yüksek olan gayri Müslimleri jenoside ve tehcire uğratmak. Jenosit, 1 milyon 200 kişinin ölümüne mal oldu. Tarihe barbarlığın neden olduğu acılar, gözyaşları, tehcir ve soykırım olarak yazıldı.
İkinci adim Osmanlı ordusundan kurtulmak. Bunun için yoksul Anadolu gençleri savaşa sürülüp danışıklı katliamla 250 bin yoksul insan Çanakkale’de katledildi, bu katliama zafer dediler. O yıllardan sonra tavuk hırsızları çocuklarına ‘zafer’ isimleri takmaya başladılar! 90 bin yoksul insan Sarıkamış’ta dağa sürülerek donduruldu. Bir çırpıda toplam 340 bin yoksul insan yok edilerek Osmanlı çökertildi.
Önce Osmanlı diye bir dev yarattılar, sonra bu devin canını bu danışıklı ölümlerle aldılar. Bu dev 1915-1920’lerde sere serpe ölürken meydan kime kaldı? Aynı süreçte katledilen 1 milyonun üstünde Ermeni’yi de düşünün! Bu katledilen 340 bin insan Anadolu’nun yerli halklarından yetenekli dinamik gençlerdi.
Üçüncü aşamada Kurd engelini ortadan kaldırmak, katliamlarla bir daha başını kaldıramayacak durum hasıl etmekti.
1919 dan evvelki süreçte Kurdleri gayri Müslimlere karşı kullandılar ve desteğini sağlayıp cumhuriyeti ilan ettikten sonra 1924 Anayasasıyla Kurdlerin inkarına gidip tepkilere katliamla cevap verdiler.
Dördüncü ve son adım şimdi yaşadığımız süreçtir. Bu süreç Kurdlerin zaferi, Cumhuriyetin mağlubiyeti ile mi sonuçlanacak? Buna inanıyor musunuz? Bunun cevabını size bırakıyorum.
Gördüğünüz gibi bazı güçler çıkarları için hep yoksulların ölümlerine neden olan projeler üretmişler. Türkiye’yi, Kürdistan’ı aile veya grup çıkarları şirketine çevirmeye çalışan siyasetlere geçit vermemek için artık yoksulların da uygulaması gereken politikaları olmalıdır.
Dünyanın çeşitli yerlerdeki mücadelelerin bazıları bir diktatöre ülke kazandırmak ölmüş, bazı yerlerde bir sınıfın kesin hâkimiyetiyle sonuçlanmıştır.
Birinci paylaşım savaşında Anadolu’nun kendi lehlerine göre bir cumhuriyet oluşumuna götürmek için bu denli acıları yoksul insanlara çektiren uluslararası derin güçler, Türkiye’yi kendileriyle uyumlu hale getirmek için demokratik devrimin koşullarını yaratmaya yönelik politika üretiyorlar. Bu sefer bu politika yüzünden kimler mağdur olacak?
Her kes susmuş, her kes bir şeyler saklıyor! Yoksa ben mi anlamıyorum? Türkiye politikası cezaevi hukuk oyunları macerasına dönmüşse bir şeyler söyleyin! 12 Eylül Askeri Anayasası hala meriyette ise topluma ve onun hükümetine ne isim uygun olur?
Secim sonucunda seçilen mahkûmlar ya 12 Eylülcülerdir ya da 12 Eylül mağdurlarıdırlar. O zaman sorun askeri faşist rejiminin kendisindedir. Sağa sola çekmeye gerek yok. 12 Eylül Askeri Anayasası mevcut dört siyasal eğilimin mutabakat partisi olan Ak Parti’nin sürekli iktidarda kalmasına neden olduğu için avantaj sağlıyor.
Din istismarcılarının rahatı için 12 Eylülcülerin Askeri Faşist Anayasasını süsleyip püsleyerek muhafaza etmeye çalışmak birçok acıya neden olabilir. Anadolu, din istismarcıları ile Selanikli şarapçıların mücadele alanı olmamalıydı. Kurdler, Kemalist statüko ile Ak Parti çekişmesinin dışına çıkarak kendi enerjisini pratik anlamda özerk yapılanmaya vermelidirler.
MEZOPOTAMYA VE ANADOLU TUTSAKLIKTAN KURTARILMALIDIR
Kani Yado, 25.06.2011
Dünyaya uygarlık dersi veren Mezopotamya, köleci toplum barbarlığının geleneksel yaşamına tutsak düşerek sorunların düğümlenmesine neden oldu. Başta Kurdler olmak üzere, Mezopotamya’da yaşayan Mezopotamya uygarlığının varisleri olan halklara büyük görevler düşüyor.
Bizim yaşadığımız tabular coğrafyası, şirklere inanmada sınırsız bir özgürlüğe sahiptir. Özgürlük sadece tabulara değer katıyorsa doğru sayılır bu coğrafyada. Bir ışık ezberi bozduğu zaman uykudan irkiliyoruz. Çünkü özgürlüğe susamışız. Bu ışığın, yalanların ürünü olan tabulara iradesini kaptırmış bir toplumu aydınlatması o kadar kolay olmasa gerek.
Tabuları yıkmak en büyük erdemdir. Eskiyi yaşatmaya gayret eden muhafazakar geleneksel politik zevklere gelince, politikacı iğfal ettiği irade gücü kadar mutludur. Egemenler toplum üstünde hakimiyet hakkına sahipken, toplumun sadece onlar için ölme hakkı vardır. İnsanlar buna karşılık Osmanlı ve Arap mezarlığında bir yaşam ve bilinçaltında korkuluklarla dolu arabesk cehennem vaddedilir.
Kürdistan nasıl bu hale geldi? Avrupa cahiliye dönemini yaşadığı zaman Mezopotamya üstün uygarlığı yaşıyordu. Fırat ve Dicle arasındaki yeşil cennet adıyla anılan bu coğrafya Milattan Önce 3000 yıl önceden itibaren çok ileri bir durumdaydı. Milattan sonra 650 yılına kadar uygarlıkta zirvedeydi.
651 yılında Mekke putperest barbarları, Sasaniyan(Zazalar) ülkesini işgal ederek yakıp yıkmıştır. Üniversiteler, kütüphaneler, tüm kültür ve bilim kurumları yakılıp yıkılmıştır. Tüm kitaplar barbarlığa mugayir görülerek yakılmıştır. Bu barbar istilasından kaçabilen bilim ile uğraşanlar, Anadolu’nun içlerine doğru göç etmişlerdir. Barbarlar Anadolu’nun içlerine kadar dayandılar, daha sonra 1071 tarihinde barbar kavimler tarafından Anadolu’nun işgali ve 1453 yılında İstanbul’un ele geçirilmesiyle tüm coğrafyamız karanlığa gömüldü ve bilim bu coğrafyada yaşama olanaklarını kaybedince Avrupa’ya kaydı.
1490 yıllarında Kopernik dünyanın güneşin etrafında döndüğünü iddia etti. O sıralarda Mezopotamya’dan getirilen kitaplar tercüme edilmişti. Bu durum bilimde patlamaya neden oldu. Böylece Mezopotamya uygarlığının meşalesi Avrupa’da tutuştu.
Papa Hıristiyanlığının zulmü altında bunalan Avrupalılar, Mezopotamya ve Anadolu’dan gelen kitapları kısa sürede tercüme ederek bilimin meşalesi yakıldı. Ortadoğu’da, Mezopotamya’da, Anadolu’da kaybeden insanlık Avrupa’da Mezopotamya meşalesini kısa sürede yakarak karanlığı yırtmaya başladı. Rönesans’la başlayan insanlık hareketi Mezopotamya uygarlığının düşünce temeli üstünde yükselen Demokratik Uygarlıkla tüm Dünya için özgürlük ateşi oldu.
Yarasanın ışıktan korktuğu gibi bilimden korkanlar, masal ve efsanelerden baksa dayanakları yoktur. Karanlığın kanıksandığı Anadolu’da ve Mezopotamya’da yaşayan insanların kendini kendi geçmişinde arayıp bulmalı. İnsanın kendini değersiz bir varlık görmesi, kendi iradesini başka bireylere veya şirklere kullandırmasına neden oluyor.
Bireyleşmemek insanın kendini yok saymasıdır. Kendini olduğundan fazla göstermek de başlı başına bir vakadır Taşıdığımız gözler bize aitse kendi gözlerimizle dünyayı görürüz. İnsanı değersizleştiren eski zihniyetin kalıplarından kopan her kes devrim yapmıştır, devrim insanın içinde kopan fırtınadır. Devrimci siyaset bu fırtınanın sonucudur. Güzel olan her insan devrimcidir. Devrimci olmak güzelleşmektir, güzelleşmek bir hünerdir ve devrimin gerçeğidir. Devrimcilik eskiyi reddetmektir. Toplumun maddi yaşamı değiştikçe buna paralel düşünce de değişir, bu değişimin aktörleri devrimcidir.
Despotizmde ve askeri olan her şeyde kan ve gözyaşı vardır. İnsan bazen nerelere sürüklendiğini bile bilmez. İslam toplumları Beyt-ul İslam ganimetlerinin veraseti için Ali ve Muaviye taraftarlığı tuzağında kapışırken, çağdışı siyasetin oluşturduğu kinlerin biçimlendirdiği kişiliklerinde mevcut olan travma diğer halklara da bulaştırılarak daha uzun yıllar tedaviye muhtaç bir durum hasıl olmuştur.
Bir toplumun Aydınları görevlerini yapamazlarsa, kaybettiğimiz zamanı ve boşluğu yalancılar, şarlatanlar, kan emiciler doldurur. Kendi kaderimizi kendimiz belirleyelim. Fırtınalar kopsun içimizde. Güzel dünyalar yaratalım, çocukluğumuza dönelim yeni baştan. Şiddetin barut kokuları değil, içimizdeki fırtınalar bizi devrime savursun. Yeni tarihi devrim, sevdanın rengini kesk û sor û zer ile nakış nakış işlesin. Sevdanın rengi ise mutluluğun rengidir. Mutluluk şiddetten değil, sevgiden beslenir.
YA DEMOKRATİK SİYASET YA FAŞİZM, ÜÇÜNCÜ YOL MUNAFIKLIKTIR
Kani Yado, 24.06.2011
Hükümet kendi varlığıyla çelişiyor. Turgut Özal‘a başlayan geçici sivil mutabakat 1990 ile 2000 yılları arasındaki TSK tarafından dağıtıldıktan sonara Ak Parti ismiyle yeniden toparlandı. Anti militarist sivil legal siyasal dört eğilimin bir çatı partisi şeklinde misyonunu oynamaya çalışırken Bin Ladin hareketi gibi kendi gücünün ihtiras tahrikine kapılarak bilinçaltında yaşayan sultanlığı iktidarlaştırma eğilimi gelişiyor.
Bana göre 12 Eylül Askeri Anayasasının toptan reddedilmemesinin sebebi göz açıklıktır. 12 Eylül Askeri Darbesine karşı sağlanan sivil mutabakat çağımızın sivil demokratik siyaset talebiyle sağlandı. Bir taraftan TSK kendi güdümündeki sağ ve sol direniş kalelerini harekete geçirirken, diğer taraftan köleci toplum muhafazakâr geleneksel siyaseti kendi lehine oluşan ortamı süreklileştirmek için radikal kararlar almak konusunda oyalayıcı olmaktadır.
Sivil demokratik hareket 12 Eylül Askeri Anayasasına karşı bir misyonu icra etmek için sağlanmışsa ilk görevi sivil Anayasayı ve ona bağlı kanunları çıkarmak olmalıdır. Toplumu katakulliye getirmek kimseye onur kazandırmaz. Bir an önce yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Demokratik değişim taahhüdüyle ortaya çıktıktan sonra anti demokratik faşist idarenin yasalarından yararlanmanın ismini söylemeye terbiyem müsaade etmiyor.
TSK bünyesinde yuvalanan Ergenekon denen şer gücü toplumu yeteri kadar gerdi. İktidar partisinin yangına benzinle gitmekteki gayesi nedir? Yoksa yeni güç dengeleri oluştu da bizim haberimiz yok! Dün Silivri’de yargılanan Ergenekon Çetesi elemanları olan subaylar Mahkeme Heyetini tehdit ettiler. “ Vatan hainleri! Yakında siz bizim yerimize sanık sandalyesinde oturacaksınız!“ şeklinde utanmazca tehdit etme cesaretini gerilen ortamdan almaktadırlar.
Despotlar artık “irademiz Silivri’dir“ demeye başladılar. Siviller siyasetçiler despotları ‘kurtarıcı’ gösteren ard niyetlilere karşı uyanık durmalıdırlar. Ergenekon basın militanları ile silahlı güçlerinin tehdit oluşturabilecekleri siyasal ortamlar yaratılmamalıydı. İktidar partisi, 12 Eylül Anayasa’sının kendine sağladığı avantajları toplumun huzuru pahasına kendi lehine çevirmesi çok iğrenç bir politikadır.
Askeri Anayasa ile seçime gitmek ve onun sonuçlarından yararlanmak pek erdemli bir iş değildir. Adım adım demokrasiye geçiş sloganı altında oyalama siyaseti gözden kaçmıyor. Dünya demokratik gücün desteği olduğu halde demokratik gelişmelerin önünü engelleyen tek barikat 12 Eylül Anayasası olduğu halde, sadece yamalarla yetinmek ‘onların deyimiyle’ münafıklıktır. Demokrat gözüküp faşist dönemin yasalarından yaralanma tavrı başka ne anlama gelebilir?
Devletin icra erki olan hükümetlerin kendi vatandaşlarını faşist yasaların tuzağına düşürmesi erdemli bir icraat değildir. Bu durumu bir an evvel tashih etmesi gerekiyor.
Yoksa Ergenekon’la pazarlık konusu yapmak için mi bu tuzağı hazırladılar? Bak Tayyo Emmi! Bu tilkilikler senin başının altından çıkıyor! Ayıptır sarı çocuk ayıptır! Bizi yaralayanlarla bizim yaramızı deşme, bizi o kanlı ellerle incitme!
HUKUKSUZLUĞUN HUKUKU
Kani Yado,23.06.2011
Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi tepkilere neden olurken, bu konuda sağlıklı tartışılmadığı göze çarpmaktadır. Hükümet sözcüleri ve bazı hukukçular bizden saygılı olmamızı istiyorlar! Hangi yasalara saygılı olalım? 12 Eylül askeri faşist anayasasına saygılı olmanın ne anlama geldiğini gayet iyi biliyoruz.
Tarih boyunca hep bizden saygılı olmamızı istediler! Bilim adamlarının bilimsel çalışmaları Vatikan Papalarının Allah’ın işine karışmak olarak suçlayarak ölüm cezaları verilirken, buna karşı gelişen tepkilere de ‘inançların hukukuna saygılı olun!’ diye birileri telkinlerde bulunuyordu!
Yani hukuksuzluk hukukuna saygılı olma nasihatlerinin tarihi de yeni değildir. Erdemsizliklerin yaşandığı her toplumda ve her zaman bu gerici statüyü meşrulaştırmak için savunucuları da olmuştur. Onlar hukuksuzluğun hukukunu savunuyorlarsa biz de insan demokratik erdemlerinin hukukunu savunuruz.
Sadece hukuksuzluktan dolayı mağdur olduğumuz için değil, insan hakları, özgür ifade evrensel hakları için savunulmalıdır. Mehmet Hatip Dicle Kurd toplumunun sorunlarını dile getirdiği için ceza almıştır. Toplumun özgürlüğünü istemek, demokratik erdemleri savunmak, demokratik haklardan yararlanmak istemek suç değildir ve suçu tevsik edici düşünceler değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti önce 12 Eylül faşist askeri anayasasının utancından kurtulmayı esas almalıdır. Devletin idari misyonunu yüklenen Hükümete önemli görevler düşmektedir. Hükümet Turgut Özal’ın sağladığı militarizme karşı toplumsal mutabakatın devamı olduğunu iddia ettiğine göre ivedilikli görevi demokratik siyasetin hukukunu da sağlaması ivedilikli görevi olmalıdır.
Hükümetin Kurdleri, 12 eylül hukukunu benimseyen devlet canavarının önüne yem olarak atmaya hakkı yoktur. Eğer hükümet kendi iktidar partisinin bir milletvekili sayısı kadar bir hukuk dışı avantajına göz diktiği için 12 Eylül Anayasasının savunmasına geçiyorsa, kendi varlığıyla çelişiyor demektir. Bu durum ise çürümenin işaretidir.
Dönemim gerisinde kalan bir sayasal yaklaşım ve icraat bitişin başlangıcı olabilir. Bir an önce bu hukuksuzluğun giderilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapıp ortaya çıkan durumun tashih edilmesi gerekir. Aksi durumda kendi yarattığı hukuk dışı davranışının bedelini çok ağır ödemek zorunda kalacaktır.
Askeri diktatörler Silivri’de yargılanırken onların hukukunu Kurdlere uygulamak ahlaki değildir. Hak, hukuk ve siyasi duruşumuz 21. Yüzyılın insan hakları evrensel ilkeleri ve demokratik ölçülerinin içinde kalmalıdır.
ŞİDDET TOPLUMUNDA HER KES KENDİ MAĞDURUDUR
Kani Yado, 22.06.2011
Şiddetin vazgeçilmez bir yaşam bicimi olduğu kanıksanan toplumda, bireylerde şekillenen bilinçaltı korkunçtur. Her ne kadar tüm olumsuzlukların günah keçisi devlet olarak gösterilse de devletin, toplumun ortalama niteliğini ve kalitesini yansıttığını unutmamak gerekir.
Şi…ddet toplumunun ürünü olan devletin insanlar üzerinde yarattığı etkinin insan kişiliğini nasıl biçimlendiğini ortaya koyabilmeliyiz. Bu nedenden dolayı eski çağlardan günümüze kadar bilinçaltında yaratılan korkulukların neden olduğu ruhsal travmaların etkileri günümüzün çözülmesi gereken sorunlarının başında gelir.
Tutsak irade ile şiddet eğiliminin paralel gelişimi en büyük çelişkidir.
Eski köleci ve feodal toplum devlet yapılarından sonra da 20. yüzyıl ulus-devlet biçiminin insanoğluna maliyeti çok yüksek olmuştur. Kendi tabularını yaratmada mahir olan toplum, ulus-devlet tabusunun korkunçluğunu yansıtan silahlı gücünün etkisiyle şekillenen insanların iç dünyaları incelenmeğe değerdir.
Bu durum özgür olmayan iradenin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunlar genelde toplumsal kader mağdurlarıdır. Şiddeti esas alan yaşam tarzını benimseyen toplumlarda, insan neden kendi iradesini tutsak eden erke benzeme ihtiyacını hissediyorlar? Bu durum dünya genelinde mevut olduğuna göre insanlık için önemli bir sorundur.
Türkiye’de özgür iradenin genelde etkin olduğunu iddia etmek gerçekçi değildir. Cemaat ve sair çağımızın standartlarının gerisinde şekillenen zihniyet daha etkindir. Buna rağmen yüzü batıya dönük olması büyük bir şanstır.
Türkiye’de memnuniyetsizliğe neden olan sorunların kaynağı toplumsal dinamikleriyle ilgili olduğuna göre, toplumu meydana getiren birey iyi incelenmeli ve oradan önemli sonuçlar çıkarılmalıdır. İnsan ayakkabı istiyorsa neyin eksik olduğunu, özgürlük istiyorsa, sivil toplum olmak istiyorsa neyin eksik olduğunu bilince çıkarması gerekiyor.
Hükümet işkenceye karşı sıfır toleransı ilke edindiyse, daha evvel dünya kamuoyuna karşı inkârcı yaklaşımla birlikte işkenceye verilen yüksek toleransın topluma reva görüldüğü ortaya çıkıyor. Birçok travmalara neden olabilecek bu durumda özgür irade, özgür vicdan gelişme şansını bulabilir mi?
Kurdlerin demokratik siyaset çalışmalarında evrensel demokratik mücadele ilkelerini esas almalıdırlar. Türkiye’de maalesef muhalefet güçleri demokratik mücadele yerine militarizmi Türkiye siyasetine egemen kılmayı hedefliyor. Kurdler Hükümetin muhalefeti değildir. Hükümet TC Anayasal devlet varlığının demokratik temsilcisidir. Kurdler kendi mağdurları olduğu gibi devlet politikasının mağdurlarıdırlar.
Kurdler Birinci Dünya Savaşı yıllarında İslamcı görüntülerinden dolayı kaybederken, bu gün İslam toplulukları tarafından yok edilmek istenmektedir.
Kurdler bölge ve Dünya denge sorunlarından dolayı mağdur olmuş bir ulustur. Mağduriyetleri uluslararası nedenlerden kaynaklandığı gibi çözümü de bölgesel ve uluslararası mutabakatlarla çözülmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Kurdler dikkat etmelidir. Kurd sorunu bölge sorunudur, hatta dünya sorundur. Parlamento karşıtlığı, Hükümet karşıtlığı bizim sorunuz değildir. Hükümet karşıtlığı, ırkçı rejimin iç çatışmasıdır. Biz onların iç sorununda taraf olamayız. Silivri kapısında nöbet tutamayız! Silivri için gözyaşı dökenler parlamento karşıtlığında hükümeti yıkıp sevdalarına kavuşmak içindir.
Bizim sorunumuz evrensel demokratik siyaset ve ülkemizdir. Biz zulme karşı çıkarken başkalarına zulmetmek için mevzilenmeyiz. Artık diktatörlere, devletlere tazı olmak tarihe karıştı. Hak ve halk mücadelemiz 21. Asrın demokratik ölçülerinin içinde kalacaktır.
Cumhuriyet tarihi kadar süren devlet terörünün insanlar üzerinde yarattığı bu denli tahribatlardan sonra, insanlardan sağlıklı yaklaşım beklemek ne kadar mantıklı olabilir?
Ayrıca Türkler ve Kurdler asırlarca Arap köleci toplum kültürünün onların yaşam biçimine egemen olmasından ve ulusal özelliklerini kaybedecek noktaya geldikten sonra, farklılaşan toplumun aldığı biçim, toplumun lehine şekillendiğini iddia etmek zordur.
Bundan sonra Ergenekon muhalefetinin tahriklerinden etkilenecek olan Kurdlerin demokratik siyaset ilkelerini tutturması zorlaşabilir. Eğer Kurd milletvekilleri toplumun iradesini temsil ettiklerinin bilincinde iseler, dünya kamuoyunun desteğini alabilecek olgunluğa erişebilirler.
Siyasette vekalet iradeyi toplumun adına kullanmak içindir. Onun için onlara “milletvekilleri” deniyor. O irade ya siyaset hukuku kuralları çerçevesinde kullanılır ya da Türkiye’nin militarizme sadık kalan Kemalist partiler gibi üçüncü erk ile futbol toplu gibi paslaşır. Kurdler dünya camiası içinde 21. Asra yakışan çağdaş siyaseti benimsemek zorundadır. Kurd milletvekillerinin bu olgunlukta olduğuna inanıyoruz.
KARANLIĞIN BEKÇİLERİ
Kani Yado, 21.06.2011
Karanlık denince hep ürperirim. Karanlık adam, karanlık gece, karanlık köşe, karanlık köşe yazarı, karanlık bağlantılar, karanlık oda diye sıralayabileceğimiz tüm karanlıklar ürperticidirler. Tüm ürpertilerin tetikçileri şiddettir.
Karanlıklar varsa karanlıkların bekçileri de olmalıdır elbette…Gece bekçileri denilince ilk akla “Bekçi Murtaza“ gelir. Devlet otoritesi denen bir öcü gücüne sırtını dayamış gündüz uyuyan, gece general kesilen bir tipleme. Bekçi deyip geçmeyin, bir düdüğü iki baklava dilimi çalan bir çocuğun ömründen 9 yılını götürdü! Bekçinin bir düğmesini koparmak devlete karşı isyandır!
Adam Smith, orduları toplumların bekçileri ve parazitleri olarak değerlendirir. Ama her nedense bekçiler hep öldürmüşler, namluları bekçiliğini yaptığı topluma çevirmişler! Hep müdahaleci olmuşlar. Adam Smith Kapitalizmin babasıdır. O böyle düşünüyorsa karanlık kafalıların tuzağındaki yoksul siviller neden bu denli karanlığa sevdalandıklarına da bir anlam verdiğimiz gibi CHP’in Silivri’yi irade olarak dayatmasına da bir almam vermeliyiz.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde yedek subay olarak görev yapan Kurd aydınlarının gösterişli, rütbeli subay elbisesiyle izine geldiğini gördüğümde hep bu konu aklıma geliyordu.“İşte bu insanın gerçeği burdur, gece bekçisi izine çıkmıştır!“ diyordum. Tabi sivil elbiseyle izine çıkanlar ‘sivillik’ sınavını kazanmıştı.
Karanlığın ürünü olan devlet terörünün insanlar üzerinde yarattığı etkinin insan kişiliğinin nasıl biçimlendiğini ve bilinçaltında yaratılan korkulukların neden olduğu ruhsal travmaların etkileri kalıcı olabilir.
Devletin korkunçluğunu yansıtan silahlı gücünün ürkütücü görüntüsüyle şekillenen iç dünyalar insanı bir başka ürkütüyor. Bunlar genelde kader mağdurlarıdır. Neden kendi katiline benzeme ihtiyacını hissediyorlar? Bu durum dünya genelinde mevut olduğuna göre insanlık için önemli bir sorundur.
Nerede bir işkenceci ile karşılaşsanız, o işkencecinin bir dramı vardır. Ya aile içinde ya toplumda dışlanmış ve mağdur olduğu muhakkaktır.
Ezilen insanların savunma ve saldırı gücüne ihtiyacı vardır. Ya devletin himayesindeki bir barınakta, ya da yarasaların mutluluk alanları gibi, karanlıkta yaşamlarını sürdürürler. Bu ruh haline sahip insanın girdiği ilişkiler bir tercih değildir. Önüne çıkan her karanlık ortamı seçebilir. Ezilen insan ezikliğin biçimlendirdiği bir ruh halinin sürükleyici gücünün etkisindedir.
Her fırsatta ezikliğinin intikamını ezerek almak ister. Ezilenlerin ortak sorununa güdümlenmez, aksine kendini ezen gücün yaşam tarzını benimser. Cezaevi yaşamını bilenler bu sorunun pratiğini yaşarlar. Onların teoriye, psikologların tahlillerine ihtiyaçları yoktur. Her gün işkenceci mağdurlarla birlikte yaşarlar, hem işkenceci hem de işkence insanlardan işkence gören insan, yani her kes kendi niyetlerinin mağdurlarıdırlar.
‘İşkenceci mağdurlar’ ifadesiyle belki ilk karşılaştınız. Ben şahsen işkence gören birey olarak işkenceciye acıdım ve onları mağdur saydım. Hem de mağduriyetin maksimum düzeyinde bir mağduriyet! Üstlendiği misyonun gerekçesi ne olursa olsun insanlıktan çıkmış bir mağduriyeti yaşıyorlar.
Devlet-halk uyuşmazlığından dolayı cezaevine düşen siyasi insanlardan başka, adlı suçlardan dolayı cezaevlerinde olanlar yaşamın en çıplak örnekleri olabiliyorlar. Eğitimli insanların bulunduğu siyasi koğuşlarda kolektif yaşamın mutluluğu sergilenirken, adli tutuklular, dört duvar arasında bile ezenini ve ezilenini hemen yaratıyorlar. Yarattıkları canavarın ilkelerine uymayanlar için yaşam çekilmez olur. Koğuş diktatörü olarak birileri koğuşun ’ağası’ olur, diğerleri ‘kerokları’ olurlar. O zaman, insan mağduriyetlerinin altında ahmaklık ve eğitimsizlik sorunu var!
Her kes 12 eylül rejiminin tahribatlarına karşı rehabilitasyondan bahsediyorsa, işkencecileri ve sair topluma karşı suç işleyenlerin rehabilite edilmesi düşüncesi mevcuttur. O zaman böyle düşünen her kes işkencecileri de mağdur saymaktadır. En çok tedaviye muhtaç olanlar onlardır. Her gün o cinslerin intihar haberlerini duyuyoruz. Hele Kurd kanı döken bir ırkçı hiç iflah olmaz.
İnsanlara işkence edemediği için işkence mağduru olan bireyde güç olma eğilimi doğar. Sömüremediği için sömürüye karşı olan kişilikler de kendilerinin, yani bozuk kişiliklerinin mağdurlarıdırlar. Her adımda kendi niyetlerinin pratiğinden dolayı kendi mağduriyetlerini yaşarlar.
O zaman insanın olduğu her yerde, insanlar kendi niyetlerinin mağdurları olurlar. Ezilmekten kurtulmayı ezmek için isterler. Devlet gücüne karşı olduklarında kendileri güç olup devletin yaptığı baskıyı yapmaya eğilimdirler. İnsanların devlet gücünü kendine dayanak yapma istemi ile cemaat, örgüt, yeraltı çıkar gruplarını dayanak yapma eğilimi aynı gerekçeye dayalıdır.
Ezilen bir aileden olan birinin işkenceci sadist eğilimiyle, yerel güç oldukları zaman kendisi gibi ezilen insanların üzerinde tahakküm kurma eğilimi aynı tip insanın farklı yerlerdeki benzerliğidir. İnsanın yaşam gerçekliğinin yansıması olana kişilik bozukluğunun neden olduğu bir çok facia boyutunda olaylar yaşanmıştır.
Kapalı kutu şeklinde gelişen geri cemaatlerdeki çağdışı eğilimler ile diğer sol ve sağ yapılarda yaygınlaşan şizofren eğilimlerin neden olduğu çok acı olaylar vuku bulmuştur . Ezenlerle ezilenleri buluşturan ortak ruh halidir belki. Olumsuzluktaki yarışın neden olduğu acılara karşın bu hastalıklı durumdan kurtulmak için de hem ideolojik hem de siyasal alanda ciddi önlemler alınmalıdır.
KORKULAR VE KORKULUKLAR
Kani Yado, 20.06.2011
Doğa- insan ilişkilerinde insanın doğa güçlerinden korkması çok normaldir. Bunun başında yırtıcı hayvan tehlikesi ile doğal felaketleri sayabiliriz. Bu korkular insanı manen esir alacak nitelikte değildirler. İnsanların doğal özgürlük ortamlarında bazen canavarlara yem olduğu gibi, bazen de canavarları kendi yöntemleriyle yenebilmiştir.
İnsanın canavarlaşması, köleci toplum sistemiyle başlamıştır. Köleci toplum, insanoğlunun evrim süreci mi yoksa Ortadoğu insanı için bir talihsiz bir kader mi olduğu konusunda net düşünceye sahip değilim. Dünyanın diğer yerlerini iyi araştırmak gerekiyor. Köleci sistemi yaşamadan doğal özgürlükleriyle sosyalleşen yerler ilgili antropolojik araştırma gereklidir.
Göründüğü kadarıyla Ortadoğu’da köleci toplum bir taraftan katmerli bir baskıya ulaşırken bir taraftan köleci toplum erkek dinlerini yayarak dünyanın diğer yerlerini de köleci sisteme mahkum edebilmişlerdir. Avrupa’nın en baskıcı dönemi Ortadoğu köleci toplum dinlerinden biri olan Hıristiyanlığın bu coğrafyaya yayılmasıyla başlamıştır.
Kapitalist vahşette hala devam etmekte olan köleci anlayışın sebep olduğu faşizmin de dayandığı mantık aynıdır. Gelenekselleşen köleci toplum inançları gereğinden çok fazla ömrünü uzatabilmiştir. Bireyin ruhsal sorunlarının temelinde yine geleneksel baskı ve bu baskıların inancsal temsilleri vardır.
Avrupa’nın bir parçası durumdaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ruhsal sorunları daha uzun süre toplumu menfi yönden etkileyecektir. Osmanlı köleci toplum şeriat inancını esas alan hukuk sistemi ve idari biçimi Anadolu insanlarının üzerinde yüz yıllarca silinmeyecek etkiler bırakmıştır ve bu etki daha yüz yıllarca devam edecektir…
Türk-İslam sentezinin ırkçı faşizme dayanak teşkil eden Mekke köleci putperest anlayışına ihtiyaç duyulması, bilinçaltı korkuluğunun mevcut oluşundan yararlanmak istemindendir. İnsanı korkularla kontrol altında tutması için bilinçaltında yaratılmış korkuluklar hazır malzemedir. Bunun üstüne çağın korku unsurlarını ekleyerek insanları tutsak etmek kolaylaşmıştır.
Genetik olarak nesilden nesile sirayet eden köleci toplum korkularından yararlanan siyasiler diktatörlüğün zeminini kolaylıkla sağlayabilirler. Basit bir programla insanları “çok yasa liderim, çok yasa padişahım’’ dedirtmek kolaylaşıyor. Eski Tip diktatörlüklerden tutun kapitalizmin vahşi dönemlerindeki faşist idari ve siyasi diktatörlükler zamanından beri siyasiler fırsat buldukça diktatörlüğe soyunmaları gözden kaçmıyor.
Korkuları içselleştiren toplum insancıl kurallara riayetten çok, korkulardan dolayı sadakat gösterirler. Makinadan çıkan bir tavuk civcivi kartalları ve onların saldırılarını hiç görmediği halde üzerinde her hangi bir gölge dolaştığı anda saklanma pozisyonuna girer. Bu örnekten anlaşılıyor ki canlılarda tehlikeye karşı pozisyon değiştirme genetik olarak sirayet eder.
Tarih boyunca Mekke köleci toplumun inancı tarafından İslama mugayir görülerek yok edilme fermanlerini çıkarılmasının Aleviler üzerindeki etkileri hala devam etmektedir. Tehlike ortadan kalktıktan sonra da insanların üzerindeki etkiler uzun yıllar devam eder. Türkiye’de illegal örgütlemelerdeki insanların her şeyi onları izlemekte olduğu şizofrenik yaklaşımların ortaya çıkmasının nedenleri çok derindedir. Genelde Kurdlerde ve özelde Alevilerde mevcut olan alınganlığın, şüpheciliğin, güvensizliğin kişiliğe yansımasının nedenleri talihsizliklerle dolu geçmişleriyle ilgilidir.
12 Eylül Askeri darbesi, ilk icraat olarak Kurdlerin nüfus artışını engellemek olmuştu. Bu sırada pazarlarda satılan gıda maddelerinden bile kuşku duyulmaya başlandı. Süleyman Doğan arkadaşımız yaşanmış bir olayı bana anlatmıştı.
Kadınlar doğum kontrolü için sağlık ocağına çağrılmışlar. Sağlık ocağına giden bir çiftin kuşkuları ve korkuları, üzerinde düşünmeye değer bir konudur. Eşi hemşirenin odasına girerken kendisi kapının arkasında dinliyor. Hemşire spiralin görevini ve nasıl yerleştirileceğini anlatırken, eşi kapının arkasında hemşire anlamasın diye, Kurdçe şarkı makamında “ Keçê keçê wî neke xwe, neke xwe, ew telsıze telsıze!“ diyerek şüphesini dile getirmiş.
Görüldüğü gibi korkular bir taraftan savunma içgüdüsünü geliştirirken, bir taraftan komedi konusu olabiliyor. İnsanların birbirine karşı savunmayı güçlendirmek için savunmaya elverişli dağlık alanlarda konutlarını inşa etmesi insanlık sicilinin ne denli bozuk olduğunu ortaya çıkarıyor.
Sürekli saldırı tehlikesi altında yaşayan toplumlar ne kadar sağlıklı olabilirler? Geçmişe baktığımızda dinler toplumsal barışı sağlayamamıştır. işte demokratik uygarlığın fazileti ve eski sistemlerden farkı burada anlaşılıyor.
Genelde Kurdlerin ve özelde Alevilerin hangi koşullarda yaşadıklarını bilmek zorundayız. Türk ırkçılarının sağından tutun soluna kadar Kurdleri aşağılarken bu durumu göz önünde tutabilecek erdemliliği gösterebildiler mi? Alevilerin haklı olarak kimseye güvenmemelerinin nedenleri vardır. Bu toplumsal yaraları hep birlikte sarmadan ahkam kesmek kimseye bir şey kazandırmaz.
DERSİMIN DAĞLARI YÜKSEK, ORMANLARI YEŞİL, GÜLLERI KIZIL VE SARIDIR
Kani Yado, 19.06.2011
Türkiye’de genel bir sorun olan bilgi kirliliği, Dersim ve çevresinde de ciddi sorundur. Elazığ Müfettişlik, yani Bölge İstihbarat Teşkilatı dünyayı ve toplumu sürekli olarak yanıltan kirli bilgiler üretiyordu. Çelişkileri bileyip toplumun yüreğine hançer gibi saplıyordu. Dolayısıyla şimdi ortaya çıkan sistemin minderindeki kavgalar da bu kirlilikten payını alırlar.
BDP’nin Dersimde yeterli oy alamadığında her kes kendi gerçek niyetiyle saldırıya geçti. Geçmişte Alevilere ne kadar dosttunuz, bir kaç yıllık siyasi yaklaşımınızla kanayan bu yaraya merhem olmayı nasıl düşünebiliyorsunuz?
TC’nin Dersim hakkında yarattığı imajı doğrulamak pahasına yaklaşımlardan önce bölgemizin tarihini iyi bilmek gerekir. TC’nin faşist misyonerlerinin iddia ettiklerinin aksine, Palu ve Dersim coğrafyalarındaki Kurdlerin ulusal taleplerini yansıtan yerlerde eğitimli insanlarımızın fazla olduğunu müşahade ettik.
Türkiye Özal Savaş Teşkilatlarının iddiasının tam tersine, devlet destekçilerinin bu günkü Köy Koruyuculuğunu yapan Kurd bölgelerinde olduğu gibi eğitim düzeyleri düşük veya hiç olmayan kesimden olduğu kesin olarak belirlenmiştir. Olayları, insanları, toplumları tanımak isteyenler geçmişi esas alarak tahlil etmelidirler.
Siyasette elbette karşıtlıklar esas alınır. Savunma ve eleştiri bu esas üzerinde yapılır ama edep ölçüleri göz önünde tutulmalıdır. Kemal Kılıçtaroğlu ile 3 yıl birlikte okuduk. Bu dönem bizim siyasette aktif değildik. Biz dönemin siyasal gençlik modası olarak sosyalizmin hayranlarıydık sadece.
Elazığ Ticaret Lisesi’nin koridorunda Süleyman ve Kemal Kılıçtaroğlu ile sohbet ederken Süleyman’nin ‘’Rabbim Allah, Nebim Muhammed, Velim Ali, Abim Kemal Burkay’dır” şeklindeki esprisini yaparken çok gülmüştük, hiç unutamıyorum.
Süleyman sık sık öğretmenlerimizle sosyalizmi tartışmaktan çekinmiyordu. Üçümüz bölgemizin genelini bütünleştiriyorduk. Süleyman Dersim-Çarsancak, Mestan, Kızılkale yöreleri ile Palu’ya bağlı Alevi köyleri olan Çiftlik, Bulanık-İsabey, Alayağmur akıllı insanlarını, Kemal Kılıçtaroğlu Nazimiye, Kiğı Karêr yörelerinin inatçı özelliğini Taşıyordu. Ben ise malum olduğu gibi Demenan’dan, Cowlig üzerinden Palu’a intikal etmiştim. Mensup olduğumuz aile ilişkilerimizin özellikleri Kurdistaniydi..
Süleyman ve Kemal’i siyasetin görünen yüzlerinde değil, kendilerinin o temiz yüreklerinde olursanız tanıyabilirsiniz ancak. Kemal’in içinde bulunduğu siyasi ilişkileri, Ecevit’in aktif gençlik kadrolarının içinde çalışması bir özgür birey olarak onun kendi sorunudur. Daha sonra biz onu Ecevit’in halifesi olarak isimlendirmiştik. Sanırım öyledir. Ecevit kirli CHP’yi temizleyemedi ve hayatıyla ödedi. Kemal’in sonunu bilemiyorum. Ben sadece Kemal ile, TV’de konuşan Kemal Kilictaroğ’nun biri birine benzemeyen iki insan gibi gördüm. Siyasettir, bilinmezlikleri çoktur!
Seçim sonuçları belli olduktan sonra Dersim’in insafsızca eleştirilmesine çok üzüldüm. Eleştiriye karşı değilim ancak, edep ölçüleri kaçırılmaması gerekir. Biz bu gün varız yarın yokuz, ama Kürdistan ve Dersim bakidir.
Dersim Alevilerinin Sünni İslam anlayışından çektikleri zulüm yüzünden Şiilere yaklaşmasının getirdiği korkunç sonuç hala doğru tahlil edilmiyor. Dersim Kurdleri, İslam öncesi Alewî-Zendî inancına mensup sade bir inanca ve onun yaşam tarzına sahip oldukları için, İslam inancına mugayir görülmüş, sürekli iftiralara maruz kalmış, onlara katliam ve sürgün fetvaları çıkarılmıştır. Osmanlı-Yeniçeri bağlantısından dolayı Bektaşiler de Kurd Alewilerini sevmezler.
Ehl-i Sünnet olarak kendilerini tanımlayan Osmanlı Padişahları ise Arap kültür emperyalizminin şeriatını esas alarak, hem Şiileri hem de Alevileri hedef tahtasına koymuştur. Alevilere yapılan baskı ve katliamları fırsat olarak değerlendiren Şii Hazeriler, Alevilere yaklaşmış ve Şiiliği yayma imkânlarını bulmuştur. Şah İsmail hayranlılığı bu şekilde Kurd Alevilerde yayılmıştır.
Şah İsmail’in Safevi merkezli Erzincan karargahı, Anadolu’daki Osmanlı merkezli Arap-Sünni din ve kültür misyonerliğine karşı Şii İslam misyonerliği şeklinde güçlendi. Osmanlı hanedanları kendi soyundan gelenlere düşman olurken, Dersim Kurd Alewileri de bu karşıtlıkta kendi soyundan gelen Sünni İslam Kurdlerine ters düştüler. Bu terslik hala politikaya yansıyor.
Mekke putperest köleci sisteminin bu denli kardeş kavgalarına neden olabilecek gerekçeleri normal insan standartlarının seviyesinin çok altında görmeseydim normal karşılayabilirdim. Bilim, insanoğlunun düştüğü bu gülünç durumuna ciddi tahliller getirmelidir.
‘Kendi katili CHP’ye oy verdiği için’ Dersimin eleştirilmesi çok basit bir yaklaşımdır. Köleci toplum sistemlerinin din ve siyaset kanalıyla nasıl insanların beynini örümcek ağı gibi işgal ettiğini düşünmeden Alevileri suçlayanları ciddiye alamayız.
Bizi ayak takımı olarak görüp, bizi sadece ‘çok yaşa padişahım’ diye slogan attırmak isteyenlere, bizim irademizi küçümseyerek, irademizi Tanrı-Krallara devretmemizi bekleyenlere diyoruz ki:
Biz artık Tanrı-Kralların bize oynadığı oyunları çözebilecek olgunluğa ulaştık, bizi aldatma girişimlerinden vazgeçin, yoksa daha gülünç duruma düşersiniz!
Kemal Kiliçtaroğlu’nun CHP despotizmini kırmasını bekliyor, yeni neslin mümessili olarak gördüğümüz Selahaddin Demitaş gibi kardeşlerimizin hukuk adamı sıfatıyla aramızda olanlarını ve yeni vekillerimizi iftiharla selamlıyoruz ve diyoruz ki:
Biz artık demokratik uygarlık yürüyüşünde hep birlikte baş olacağız, kendimiz için yürümeği öğrendik ve yürüyeceğiz!
UYANIŞIN AYAK SESLERİ
Kani Yado, 18.06.2011
1900 ile 1950 yılları arasındaki olaylar bizim için henüz taze sayılırdı. Ermeni ve Kurd katliamların etkilerı tazeliğini korurken, başta toplumu umutlandıran, daha sonra hayal kırıklığına uğratan cumhuriyet ve laiklik çok anlatılırdı. 600 yıl Osmanlı Mezarlığında yaşamak kolay olmasa gerek. Bu değişim başta Aleviler olmak üzere Kurdleri çok sevindirmekle birlikte, Cumhuriyet’ten öldürücü darbeyi yiyen Kurdler ve Kurd Alevileri olmuştur.
Dersim- Demenan kökenli olarak yaşadığım Palu –Çabaxçûr mıntıkasındaki yaşanmış gerçeklerle, TC özel Savaş faaliyetlerinin yaygınlaştırdığı gerçek dışı kirli bilgiler farklıdır.
Coğrafyamızda Ermenilerin sayısal olarak fazla olduğu yerlerde her şey daha güzel ve her şey daha ileri olduğu gözden kaçmıyor. Bu nedenle Ermenilerin yaşadığı Palu’da ve Çarsancak’ta katliam ve tehcir yıllarına kadar her şey oturmuş bir uygarlık gerçekliğinde yerli yerindedir. Palu’nun eski Çarşıbaşında bulunan Kilise ve tarihi hamamın yanında bulunan bir tarihi konaktaki hatıralarım bu gerçeğin delili olarak tescil oldu.
Şimdi o konakta ne insanların acılarını bize aktaran yaşlılar var, ne de o konağın kendisi var! O konağın hala ayakta olmayışı TC’nin Ermeni ve Kurd tarihini toprağa gömme faaliyetinin bir sonuncudur. Militarizme inat, Şeyh Sait’in amcasının torunu Şeyh Muhammed Sebdî’nin Palu Belediye Başkanı olarak kendi kişisel imkanlarıyla Palu’yu yeniden inşa etmeye yönelik çalışmaları takdire şayandır.
Çocukluğumuzda büyüklerimiz gelişmeleri evde anlattıklarında ilgiyle dinlerdik. Çowlîg, Bulanık, Oxî ve Palu ile sürekli ilişkide oluşumuz geniş bir alandan haberdar olmamızı sağlıyordu. Kiğı, Sancak, Cowlig’ bölge sınırlarına kadar PALU Özerk Hükümetinin idaresi doğrultusunda yerleşik tarımsal üretime ve mülkiyet düzenlemesinin etkileri vardı. Henüz toplumun beyzadelere söyleyeceği bir şeyleri yoktu ama beyzadelerin söyledikler çok şeyler evlerimizde büyüklerimiz tarafından anlatılırdı.
Sekratlı Ali Bey, yani Ali Demirtaş’ın ismini çok duyardık. Hazeri Şiilerinin Kürdistan işgalini püskürten Kurd beylerinden olan ve halk arasında ’’Qere Cimşit Beg“ olarak tanınan Palu Miri Cemşit Bey’in seceresinden gelenler farklı soyisimler almışlardır. Demirbağ soy ismini taşıyanlar Cemşitzadelerden Demirtaşlarla en yakın akrabadırlar.
Sekrat’li Ali bey’in kendi konağında sohbet esnasındaki “Bir gün gelecek ayak baş olacak, baş ayak olacak“ sözü halk arasında çok konuşulurdu. Tabi kimin nasıl anladığı değil, biz onun ne söylemek istediğini çok iyi biliyoruz. Uyanacak olan toplumların ayak sesleri her saman imtiyazlı sınıflar tarafından ima edilir.
Zengin bir Ermeni köyü olan Palu-Serkrat, ticaret kervanlarının uğrak yeri ve güvenliklerinin sağlandığı yer olarak bilhassa Suriye, ırak ve Kafkas tüccarları yakından bilirdi.
Yerel askeri güçleriyle Hazeri Şiilerini kovarak Osmanlı ile Özerklik anlaşması gereğince Palu yerel Özerk Kurd Hükümetinin yöneticileri olan bu soydan gelenlerin, Cumhuriyetin kuruluşuna katkı sunmalarından sonra, CHP’den sonra Kurd hareketinde yer almaları anlamlıdır. Kapitalizmin henüz girmediği yerlerde üretime katkı sunan toprak mülkiyetine sahip olan mütegalibe ve emeğiyle katkı sunan serfler ve sürü sahipleri toplumun temel üretim güçleridirler. Toplayıcılar ve devletin askeri güçleri parazit olarak topluma yüktürler.
Yöremizdeki dini otoriteler de üretime bağlıydılar veya dini nüfuzlarını kullanarak ticarette başarılı oluyorlardı. Devletin özel savaş kapsamında beslediği Şeyhler sadece Kurd’lerin ulusal taleplerini sulandırarak toplumu ümmetçiliğe ve Türk milliyetçiliğine yönlendirmekle meşguldüler. Daha önce Müfettişlik olarak adlandırılan Bölge İstihbarat Teşkilatının bulunduğu Elaziz’de ciddi bir güç oldular. Son yıllarda Türk milliyetçiliğine destek veren bu unsurların örtülü ödeneklerden beslenen misyonerler olduklarına hepimiz şahit olduk.
Dünyadaki gelişmeler Kurdlerin çağdaş anlamda sorunlarını dile getirmeye neden oldu. Şimdi Mir Ali Demirtaş’ın o sözünü hatırlamamak mümkün mü? Mütegalibenin serflerle eşit düzeyde vatandaş sayılmaları elbette onlar için kabul edilebilir bir şey olmadığı açıktır. Ama toplumsal değişimlerle imtiyazlıların ’ayak takimi’ diye nitelendirdikleri halkın mutlaka uyanacağı mesajını taşıyordu.
Büyüklerimiz Palu Şeyhleri hakkında da çok konuşurlardı. Bu Şeyhler Diyarbakır’dan Palu’ya taşınan Şeyh Ali Sebdi’nin torunlarıydı. Şeyh Ali Sebdi’nin oğlu Şeyh Mahmut’un oğlu Şeyh Said’i ismiyle anılan isyandan dolayı her kes tanır. Şeyhlik misyonuyla Ailece Hınıs’a taşınmışlar ama diğerleri Palu’da yaşamlarını sürdürdüler.
Şeyh Muhammed’in oğlu, yani Şeyh Ali Sebdi’nin torunu Şeyh Ali Rıza Sebdi sohbetlerinde bizi çok güldürürdü. Allahın imtiyazlı kulları arsında sayılan o ruhani sınıf da bizi ayak takımı görmüyordu artık. Bizimle güler, bizimle ağlarlardı. Ruhu şad olsun. Ayrıca benim gibi terakkiperver-laik-demokrat birini damat olarak kabul etmelerindeki mütevazilikleri toleranssız ve nereden beslendikleri belli olmayan gericilerle mukayese edilemez.
Toplumsal tekamül bizi biribirimize yaklaştırdığı açık. Ama ayak seslerimiz ürkütüyor birilerini. Kurdlerin ayak sesleri rüyalara giriyor şimdi. Bir gürültü duyulsa ‘Kurdlerin ayak sesleri’ diye sıçrarlar! Köleci toplum geleneksel yaşamından dolayı birileri hep baş kalmak istiyor, halkı ayak takımı olarak kendileri için yürüyen sessiz ayaklar olarak görmek istiyorlar.
Çok sağ ol Mir Ali Demirtaş, hatırlattığın için! Artık biz kendimiz için yürüyeceğiz. Ayaklarımız bizi taşıyacak, hepimiz için yürüyecek. Biz hep birlikte baş olacağız, kimseye imtiyaz yok!
Kolektif iradenin erdemi, demokratik faziletin ruhudur. Kurd toplumunun kendisi ve seçilmiş meşru demokratik iradesini çözümün tarafı ve iradesi olarak görüyoruz. Kendini Allaha veya malum anlayışlara ve sistemlere yakın görenlere torpil yok, hep birlikte yürüyeceğiz bu yürüyüşte.
ÇÖZÜMLEMEK MUHAFAZAKÂRLIK ZIRHINI PARÇALAMAKTIR
Kani Yado, 17.06.2011
“İnsan soruları kendine sormalı. Doğru cevabı verecek cesareti varsa her şeyi sorgulama yeteneğine kavuşur. Eğer bu cesareti kendinde bulamazsa yarattığı tanrılara iradesini kaptırarak tutsak kalır. Çözümleyici ve sorgulayıcı özgür bilince sahip olamayan bireylerden oluşan toplumun çözüm gücü olabilecek iradeye sahip sahip olamaz; sadece umutların tuzağında beklentilerle ömrünü doldurur, sorunlar çözümsüz kalır veya ertelenir.’’(Kani Yado)
Secimden sonra yapılan değerlendirmeler hakaret boyutunu bile aşarak külhanbeylerin üslubunu bile geride bıraktı. Toplumun tercihlerine tahammül edemeyenler kendilerine başka bir gezegen bulsunlar. Dünya artik despotik yaklaşımlardan arınıyor. Diktatörler fare deliklerinde saklandığı bir süreçte edep ölçülerini bile aşanların kendilerine gelmeleri gerekiyor.
Ne Kurdistan ne de Türkiye bu seviyeyi taşıyanlara teslim edilemez. Demokratik irade ayni zamanda bir uyarıdır. Serseri mayın gibi kontrolsüz kalan Türkiye Gladiosu’nun tüm imkanlarını seferber ederek sivil iktidarlara karşı aldığı tavra karşılık, sağ duyu bir bicimde sivil inisiyatifi güçlendirdi. Ergenekon bunda israr ettikçe toplum mevcut olan sivil mutabakat hükümetinden yana olacaktır.
Ancak müdahalesiz ortamda dengeler farklı şekilde tecelli imkanını bularak kendi eğilimlerinde güç olacaklardır. 12 Eylül rejimi ve tüm bağlantıları etkisizleştikten sonra AK PARTİ’nin misyonu bitecektir. Halk tercihini ideolojik ve siyasal ilkelerine göre oluşacak yeni yapılanmalara göre ortaya koyacaktır.
Mevcut siyasal sonuçlardan memnun olmayanların Dersim’i hakaret boyutunda eleştirmesi doğru değildir. Eleştirmeler, değerlendirmeler siyasal ölçülerin içinde kalmalıdır.
“Dinime küfredenin bari imanı olsaydı” şeklindeki dincilerin bu atasözü bu yaklaşımları iyi ifade ediyor. Aslında bu karşıtlık biraz da putperestlerin rekabetten kaynaklanan gerilimine benziyor. Ha beton Mistoya tapmışsın, ha bir başka betona tapmışsın ne fark eder! Kemo ile Qemo da betonlaşsaydılar bari, bizim medar-ı iftiharlarımız olan betonlarımız artardı. Ege ve Trakya göçmenleri buna izin vermezler.
Muhalefet bas bas bağırıyor: İrademiz Silivri sivri biberi! Türkiye’de muhalefet, demokrasiye muhalefet ediyor, iktidara değil…
Kendi iradesini başkasına devren insanlara iradesiz denir. İradesizleşenler sorunların tarafı olamazlar. Onların kullandıkları oyların kıymeti olamaz. Çünkü o oylar kendi iradesini yansıtmıyor. Faşizmde oylar özgür iradeyi yansıtmaz, demokrasilerde özgür irade tercihte esastır. Bir insan kendisi değilse, bir başkasıdır, bir başkası olanların özgür birey olma şansı yoktur.
Saddam’ın heykelinin sürüklendiği bir süreçte, diktatörlerin saklanmak için delik aradığı bir dönemde iradesizleştirilen bireylerin fiyatı çok ucuz olur. Değerlendirmem geneldir. Keşke böyle kırıcı bir değerlendirme gereğini duymasaydım!
Milattan 650 yıllarından sonra Mezopotamya ve Anadolu’nun Arap köleci toplum barbarlarının işgal etmelerinden sonra katliamlar süreklileşti. İnsanlar iradesizleştirildi. Tutsak bireylelr topluluklarına dönüştü bölge. Birey talimatlarla, marşlarla yürür, talimatlarla düşünür. Tutsak bireye göre artık o ölçülere benzemeyen her düşünce yanlıştır.
Türkiyedeki şabloncu sağ ve sol despotik anlayışlar, köleci toplum geleneksel yaşamından kaynaklanmaktadır. Doğal koşulların özgürlüğünü daha doyasıya tadamayan insanoğlunun güçlü canavara tutsak düşer gibi kendi cinsi olan köleci efendisine tutsak olmasının etkileri daha uzun zaman devam edecektir.
Köleci toplum geleneksel yaşamı, ya kendini inançlarla, ya da siyasal ihtirasların maksimum düzeyde sivrildiği siyasal alanda sürdürür. Despotizmi sistem olarak alan diktatörlükler, değişen koşullarda farklı tarz kullanarak ‘topluma rağmen toplum adına onun iradesini kullanmak’ hilesiyle o geleneği sürdürdüler.
“İrade toplumdur” demeyen her siyasal yaklaşım köleci toplum yaklaşımıdır. Toplumu irade kullanımında yeterli bulmayan her yaklaşım köleci efendilerin yaklaşımıdır.
Sosyalizm, toplumsal iradeyi esas aldığı için “toplumculuk “ anlamında bir sistemdir. Toplumsal iradeyi geçici olarak veya sürekli olarak askıya alanlar sosyalist olamazlar. Toplumu veya onların temsili kolektif gücünü irade ve çözümün tarafı kabul etmeyen her kes köleci toplum sisteminin taraftarları olarak efendilerinin hizmetinde olan bir anlayışa sahiptir. Bu durum bilhassa Kurdler için acilen kavranması gerekir. Aksi takdirde Kürdistan, aşiret reislerinin aile şirketlerine dönerken, Türkiye derinlerin, mollaların çiftliği olur.
CHP POLİTİKA DEĞiL, UMUT ÜRETİYOR
Kani Yado, 16.06.2011
İnsanlar gelecek için hayaller kurarlar. İnsanlar bazen umutlara bel bağlarlar. Umut, insan için varılması güç olan hedeflere kavuşma beklentisi olabilir. Umutlar hayaller gibi pembe değildir. Umutlar aldatıcıdır. Üfürükçülerin, politikacıların toplumu aldatmak için ürettikleri umutlar her zaman sonuçsuz kalmıştır.
Umut insanın karşıdan bir beklentisidir. Umutlar insanın kendine ait değildir. İnsafa kalmış bir beklentidir. Umutlar nasıl yaratılır, onunla nasıl oyalanır insanlar? Oyalamadaki kasıt nedir?
Topluma hizmet etmek isteyen bir parti politika üretir. Güdümlü olmayan bir hareket, bir parti umut üretmeye ihtiyaç duymaz. Hizmet üretmek, politika üretmek için yola çıkan bir parti toplumu umudun tuzaklarına düşürmez. Eğer CHP demokratikleşme sürecine katkı sunmayıp umutlar yaratarak toplumun taleplerini belirsizliğe yönlendiriyorsa amacı farklıdır demektir.
Avrupa Galdio’su tasfiye olduktan sonra kontrolsüz kalan Türk Silahlı kuvvetleri içindeki Türk Gladio’su dediğimiz Ergenekon’un özgürlüğüne güdümlü bir politikanın yarattığı umutlar inandırıcı olmaz. Kimse bundan bir beklentisi olmamalıdır. Böyle giderse, CHP “irade Silivri’dir” diyecektir.
Türkiye değişim sürecindeyken değişim karşıtlığı sadece umut üretimiyle meşgul oluyorsa, bunun bedeli çok ağır olur. Kurd ulusal talebinin muhalefete kattığı dinamizmin ortamında umut üretmek gerçekçi değildir. Sadece Türk Silahlı Kuvvetlerine muhtaç olabilecek bir ortamı yaratmaya yönelik çabanın sivil siyaseti olamaz.
Toplum tuzaklara karşı hazırlıklı olmalıdır. Ergenekon’un temel güvenlik gücü olan militarizm ile sivil iktidar güvenlik gücü olan polis arasındaki tercihe dönüşebilecek durumlardan sakınmalıdır. Demokratik adımlar hızlandıkça bu iki karşıt gücün silahlı dayanaklarında eylemsel refleksler belirecektir.
Sivil toplumun askerden veya polisten taraf olmak diye bir tercihi olamaz. Sivil toplum kendi demokratik kazanımlarını esas almalıdır. CHP’nin Silivri avukatlığına soyunması CHP tabanının talebi olmadığına göre , bu taban kendi siyasal tercihini demokrasiden yana yapmalıdır. Partilerin bağlayıcı kararları partilerin icra organlarını bağlar. Toplum partilerin programlarına göre beğendikleri partileri seçerler.
CHP’in dağılmasını engellemek için Kemal Kılıçtaroğlu bostan bekçiliği gibi geçici görevlendirilmesi Dersim toplumunu yaraladı. CHP’yi destekleyenleri de müşkül duruma düşürecektir. CHP kısmi bir başarı sağladığı halde, Kemal Kılıçtaroğlu’nun uğrunda Dersim toplumunu yaraladığı Ege-Akdeniz göçmenler ayağa kalktılar bile! ‘’Sen bizim bostan bekçiliğimizi yaptın, senin görevin bitti” demeye getiriyorlar!
Sayın Kemal kılıçtaroğlu(!) senin bekçiliğine son verirlerse kendi toplumuna ne diyeceksin? Ya teslim olup başın önde kalacak, ya Ecevit kadar direnebilirsin, sonunda milletvekili yaptığın Ergenekoncu Mehmet Haberal seni felç edecek, ya da CHP’den ayrılırsın.
“İrade Silivridir, irade Kaddafidir” gibi saçmalıklarla gülünç duruma geliyorsunuz! Uzay çağında Saddam Hüseyinlere yer olmayacak artık. Toplumsal iradenin yaratılmadığı her hareket rezil olacaktır. Her sorunun çözüm iradesi toplumun kolektif temsilcileri dediğimiz iradedir. Bireysel iradeye ihtiyaç duymak çok geride kaldı. Faşizm çağı kapandı haberiniz var mı?
Her kes kendine benzeyen tanrılarını yaratarak kendi tanrılarına tutsak düşerken, dünya hızından bir şey kaybetmeyecek. Zaman çağın gerisinde kalanların aleyhine işliyor. Dünyaya yetişin, çok komik duruma düşüyorsunuz! Dünya uzay yolculuğunda roket hızındayken siz Nasreddin Hoca’nın eşeğine ters bindiniz!
Faşizmin son kalesi olan Türkiye de demokratik ortama kavuşuyor. CHP’nin kendini yenilemesinden başka bir seçeneği kalmadı. Silivri’deki mahkumlar döktükleri kanın vebalinin ağır olacağını hesap edemediklerine göre cezalarını çekmelidirler.
Artık Türkiye’de karşıt yapay güçler, karşıt yapay tehlikeler yaratarak toplumu aldatma, yönlendirme oyunları sökmüyor. Çözüm talepleri ortadayken, insanları umutların tuzağında oyalayan her siyasal hareket güdümlüdür ve derin iliksilerin misyonerliğidir.
ÜRETİLAN MALLAR VE MALLAŞAN İNSANLAR
Kani Yado, 15.06.2011
Türkiye önemli bir dönemeçtedir şimdi. Faşizm devri çoktan kapandığı halde, Türkiye daha yeni faşizmi tasfiye hareketini başlattı. Her tarafa bakıyorum sadece partilerin başarıları ve başarısızlıkları tartışılıyor. Dünya sorunu haline gelen Türkiye’nin bu sıradaki devrimsel çıkışını gören yok.
Türkiye kapitalizm ile yeni tanıştı. Kapitalizmde mal ve hizmet üretimi ve pazarlanması esastır. Üretim biçimi olarak geri toplumların aksine özel mülkiyete dayalıdır. Despotik geri toplumsal biçimlerde her şey despot lider tarafından belirlendiği halde, bireyin özgürlüğüne dayalı burjuva demokratik toplumlarda piyasa liberaldir.
Köleci toplumlarda köle kendine fiyat biçemez, yani kölenin kendini satma yetkisi yoktur, kendini satamaz! Mekke merkezli cariye ve erkek köle ticareti inançsal boyutta hala meşru görüldüğü için dünya insanlığı tarafından kabul edilemez görülmektedir.
Buna benzer şekli dünyada yaygın olan insanların kadın dediği kendi annelerini arz ve talep işlerliğinde satılabilir ve alınabilirliliğiyle mal olarak görmesi düşündürücüdür. Tüm dünya insanlığının bu konu yüzünden acil olarak, kendini gözden geçirmek zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Bu erdemsizliğin kaynağı köleci toplum geleneklerine kadar uzanır ve kölenin fiyatını efendileri belirleyebilir ve satabilir. Bu köleci toplum sistemlerini ‘Allahın insanlara bahşettiği imtiyazlar’ yalanının arkasına sığınmak bu erdemsizliğe meşruiyet kazandırmaz.
İşgücünün değerlendiği köleci toplumlarda da mal ve pazar sorununun var olduğu görülmektedir. Liderlik despotizmi anlayışının maksimum düzeyde olduğu köleci toplum ile faşist toplumun farkları asgaridir. Çağımızda hala despot önderlik sevdaları varsa bu köleci toplum geleneğinden süregelmiştir ve faşizm olarak siyasal arenada ortaya çıkar.
Mal ve hizmet üretimi ve pazarlanması üzerinden tüm ilişkilerin biçimlendiği burjuva özgürlüğünde mal ve hizmet arz ve talebi de özgür koşullarda toplumsal yaşam biçiminde ortaya çıkar. Talimatlarla fikir üretilmez, fikir özgür koşullarda üretilir ve pazarlanır.
Özgürlüğün yaşam biçimi olarak esas alındığı bu çağdaş yönetimde her şeyin değeri arz ve taleple gerçekleşir.
Salatalıklar talep ediliyorsa ahzedilir ve pazarlanır. Satılık siyaset talep ediliyorsa birileri kendini arz ederek satılığa çıkarır. Görüldüğü gibi burjuva özgürlüğünde pazarlanan sadece üretilen mallar değil, mallaşan insanlar da olabiliyor. Bundan dolayıdır mal ve hizmet üretimi ve pazarlanması liberal koşullarda kendi liberal piyasa arz ve talep yasalarına göre işler.
Toplumsal gelişme de bu esas üzerinde biçimlenir. Bu biçimde insanlar da mallaşır, politikacılar da…Yani değerlenen her şey pazarlanabilirlilik özelliklerine kavuşur. Despotizmde olduğunun tersine, talimatlarla değil, özgür koşullarda insanlar özgürce mallaşır.
Bu özgür koşullarda erdemli insanların erdemleri korumak için üzerlerine düşmesi gereken görevlerini özgürce yapmak zorundadırlar. Çağın gerisinde kalan değerlerle erdemleri korumak mümkün değildir, çünkü geçmişin sicili daha kirlidir.
Türkiyede kendi merkezinden kopup mafyalaşan Türkiye Galadio’usuyla dirsek temasında olan bazı sağ ve sol siyasal güçler arz ve talebe göre mallaşan insanların yarattığı siyasal tercihlerin oluşturdukları pazar sonucunda ortaya çıkmıştır. İnsanlarımızın tuzaklardan kurtulmaları için devrim konusunu bilmeleri gerekiyor. Devrimler kitlelerin eseridir. Kitle ise beğenmediğimiz, gerici dediğimiz insan topluluklarıdır.
Sanıyorlar ki devrimleri kulakları uzun, ağızlarında prof piposu, seçkin, bilge, karizmatik ve ağızları ishal olmuşçasına kontrolsüz politika konuşan kişiler yapar. Hangi devrimde bu durum görülmüş? Sovyet devrimini yapanlar Dersim’de Kemo ile Qemo’ya oy veren gundiler, işçiler, Kurdistan genelinde sömürgeci politikaya karşı direnişte olan Kurd köylüleridir, emekçilerdir. Anadolu’da Araplaşmış, İslamlaşmış taşralılardır. Bunlar dünyanın tüm geriliklerini üzerlerinde taşıdıkları halde devrim yaparlar. İşte devrimin sırrı budur.
Türkiye’de türbanlı, geri köylü, tespihli hacı, demokratik devrimi gerçekleştiriyor. İster imamların ordusu deyin, isterseniz gerici İslam faşisti deyin, bunlar isçidirler, köylüdürler, emekçidirler… Tüm devrimler böyledir. Silivri mahkumları olan faşist generaller için göz yaşı döken seçkinciler! Sizin darbelerden başka kurtuluşunuz yoktur! Döktüğünüz kanların hesabını vereceksiniz!
Türkiye’nin kuruluş yılları ulus-devlet sürecine denk geldi. O zaman laik cumhuriyet devrimini Kemalist ırkçılar yapmıştı. O zamana göre çağdaştı yani faşizm modasında kazandı. Daha geri tercihleri olanlar kaybetti. Beğenen beğendi, beğenmeyen beğenmedi ama Anadolu tekrar Avrupa coğrafyasına katılarak çağa yetişmek için uygarlık koşusuna katıldı.
Toplumsal kaderleri kimse engelleyemez. Kurdlerin uyanış sürecini kimse engelleyemediği gibi. Sadece düşük yoğunluklu savaşla Kurdlerin zaferi geciktirildi. Bu uyanış potansiyeli sıkıştırılan bu dar kaba sığmayacaktır, gecikmiş özgürlüğe patlayacaktır.
NE OLACAK BUNDAN SONRA, NASIL SÖNECEK BALONLAR?
Kani Yado, 14.06.2011
Komşularımla bahse girmiştim. Ben Demokratik Mutabakat’ın(AKP) % 50’in üzerinde oy alacağı üzerinde bahse girmiştim. Ben bahsimi kaybettiğim için dün masrafa girdim. Kurd cephesinin kazanımları beni sevindirdi. Milletvekili sayısı arttığı için sevinmedim. Artık Kurd toplumunun BDP’ye ağırlığını koyup sevilen insanlarımızın seçilmesini sağladıkları için sevindim. Grup kurmak için 20 ile 36 arasında fark yoktur zaten.
Halkımızın coşkusuna ben de sevindim. İnsanlarımızın yüzlerinde başarının, zaferin sevincini görmek beni sevindirdi. Başarısızlık için dayatılan emrivakilikleri aştıkları için sevindim. Toplumumuz yavaş yavaş kendi öncülerini düzene sokmayı öğreniyorlar. Tolumumuzun sağduyu baskıları artık sonuç vermeye başladı.
Türkiye önemli bir sürece giriyor. Silivri için gözyaşı döken ve buna göre politika yapanlarla çözüm yanlıları arasındaki tercihler, maskelerin düşmesine neden olacaktır. CHP’nin bostan bekçiliğini üstlenen Kemal Kılıçtaroğlu inkara sürüklenerek milliyetini bile kaybetti. Artık ona Tirko Kemo diyeceğiz.
Türk toplumunun sevgisini kazanmak için her kes anasının Türk olduğunu söylerken Kemo ve Qemo tamamıyla Türk oldu. Ayıp be Kemo! İnsan milliyetini kaybedince geride sadece salaklığı kalır!
Erdemli insanlar Aleviliğini terk edip gerici Şii barınaklara, Kurd’lüğünden kaçıp Türk barınaklarına sığınanları sevmez. Onun için kendini, anasını, babasını Türkleştirenler Kurd vicdanında affa uğramazlar.
Bundan sonra Demokrasi fazla tartışılacaktır. Parlamentodaki dengeler gerçek yüzleriyle ortaya çıkacaklardır. Bir kısmı demokrasi karşıtlığında yerini alırken bir kısmı demokrasiyi savunacaktır. 30 yıllık düşük yoğunluklu savaş uygulamasıyla iktidarda kalmayı başaran Türk Silahlı Kuvvetleri, siyasetteki bağlantılarının desteğiyle konumunu muhafaza etmek için direnecektir.
Silivri’nin umudu olan savaşın bu süreçte Türk asker cenazelerinin propaganda alanlari açmazsa kısa sürede mum gibi eriyeceklerdir. TSK bugüne kadar askerlerini vurdurarak siyaset yapmıştır. Bu siyasetten başka bir ikinci planı yoktur. Kurdleri harekete geçirme olanakları da zayıfladı. Bundan sonra ağlama siyasetinden başka bir stratejilerinin olabileceğini sanmıyorum.
Silivri mahkumları, daha evvel ’Silivri sallanır, İzmir allanır, Diyarbakır pullanır“ mitingleriyle moral buluyorlardı. Askeri Anayasa yerine sivil anayasanın mutabakatı çalışmaları kısa süre sonra başlayacaktır. Tahminlere göre bu mitingleri yeniden devreye sokacaklardır. Muhalefetin dirsek teması, CHP’nin ‘Atürkcülük elden gidiyor’ feryadı ile Kurdlerin af kapsamı üzerinde olacak.
Er veya geç 12 Eylül askeri gücü ile bunun mağdurları aynı gerekçede af kapsamına alınacak. Bu durum dünya tarihinde ilginç aflardan biri olacak. Mağdur edenler ile mağdur olanların aynı aftan yararlanma talebi!
Bu seçimde Kurdistan’ın göbeğinde bir Tunceli ile Anadolu’ya dışarıdan getirtilen Trakya, Ege ve Akdeniz göçmenlerinin aynı siyasal tercihlere sahip olması çok tuhaf görünüyor. Dünyanın tüm psikologlarını Tunceli’ye davet ediyorum! Burada bir vaka var!
Buraya gelmişken Dersim’li güzel insanlarımızın konukları olmanız hayatınızda unutulmayacak anılarınız olacak. Antropologlara da büyük işler düşüyor. Alevi olan bu insanlar nasıl Şiileşerek gericileştiler, nasıl kendi halkına ters düşürüldüler?
Elazığ tımarhanesi bölgenin ihtiyacını karşılamıyor artık. Ferhat Tunc’u harcayan bir Tunceli’nin hasta olduğunu bilmemek saflıktır. Kemo’nun yanında Qemo şart miydi?
DÜŞÜCENİN MAĞDURİYETİ
Kani Yado, 12.06.2011
Türkiye’de mağdur olmayan ne kaldı ki! Bilgi kirliliği İstanbul Belediyesinin çöplüğü gibi bir yere sığmıyor artık. Biz kirletilen bilgilerin ne olduğunu yazmaya kalksak ömrümüz yetmez. Yarım mollaların cemaati imansız bırakması misali sadece okuma yazma öğrenerek düşünce üretme çiftliğine fırlayan Kemalist cemaatin bunda önemli payı var. Üfürükçü cemaatlerin sadece kirletme ile ilgili olduğunu sanmayın!
İde, batı dillerinde düşünce demektir. ’İdeoloji’ kavramını düşünce bilimi veya düşünce disiplini olarak anlayabilirsiniz. Nasıl ki nota müziğin alfabesiyse, kavramlar da bilimin alfabesidir. Bilimin kendine ait dilleri vardır. Bu dillerde kavramlar dilin sözcükleri konumundadır.
Türkiye’de Kurd toplumu ve dili nasıl tahribata uğramışsa ve mağdur olmuşsa, düşünce disiplini de mağdur olmuştur. Fizik, kimya, sosyolojinin yabancısı olamayacağı gibi ideolojinin de yabancısı yoktur. Bilimi bilim yapan özellik yer unsurlarına göre değişmemesidir
Türkiye’de kafası bozulan her kes erdemlere ve bilime saldırır. Tüm sorunlarının nedenini dışarıda aradığı gibi, düşünce düşmanlığını da bu şekilde ifade eder. Her şeyin altında yabancı ideolojiyi arar. İdeolojinin, yani düşünce biliminin yabancısı nasılmış, rengi ve kokusu nasılmış ben şahsen merak ediyorum!
Bence rehabilitasyona tabi tutulması gereken toplumların düşünce üzerindeki tahribatlarını asgariye indirmek için tüm kavramların kendi dillerinden seçilmesi veya üretilmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye gibi hasta toplumlarda Sosyalizm kavramı ile toplumculuk kavramının anlaşılma farkları var. Art niyetli rezil siyasilerin neden olduğu bu durumlara karşı önlemler almak şarttır.
Erdemlere kast edilen bir toplumda elbette ideoloji ve sair bilim dallarına da kast edilecektir. Kirli insanın neden olduğu bir kirli düşünce olabileceği gibi, kavramları doğru anlamlandırmamanın neden olduğu ukalalığın gelişebileceğini düşünmek zor değildir. Ukalaların aynı anlamlardaki farklı dillerde kullanılan kavramları birlikte kullanmaları Türkiye’de sıkça rastlanır. Bu durum Dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkmıyor.
Bilhassa siyasal alanda boy veren siyasiler de olduğu gibi ‚ bunlara örnek olarak, “sosyal ve toplumsal, imkan ve olanak, ekonomik ve iktisadi, siyasi ve politik…” gibi kavramları farklıymış gibi aralarına ‘ve’ koyarak telaffuz edilmesi sadece bir komedi konusu olabilir. Bu durum Kemalist sistemin ne denli ezberlerle ayakta kalmaya çalışmasının ispatıdır.
Anlamamanın yarattığı sabit fikirlilik yanlışların süreklileşmesine neden olur. Eğitim sisteminin ve toplumsal ilişkiler alanında ezbere dayalı düşünce ve ezbere dayalı yaşam biçimine her kes herkesi ve her kes her şeyi mağdur eder. Alevilik Aleviler tarafından mağdur edilir. Kurd sorunu Kurdler tarafından mağdur edilir. Siyaset bilimi siyasiler tarafından, bilim bilim adamları tarafından mağdur edilir.
Sıraladığımız bu mağduriyetler bilgi kirliliği yaratarak bu kirliliğin geleceğe taşınmasına neden olurlar. Kurdler Dünyada dengelerin yeniden yerine oturma dönemlerinde hep çağın gerisinde bir duruşla kendi kaderini tayin hakkını kullanma becerisini gösteremeyerek kendilerini mağdur ettiler. Birinci Dünya savaşı dönemindeki dengelerde cumhuriyet siyasetinin gerisinde İslam siyasetine, despotik sistemlerin çökmekte olduğu tarihsel dönemde despotik tarzlardaki örgütlenme duruşlarıyla kendini mağdur ettiler.
Her yeni, eskinin inkârında geliştiği gibi, her eskiyen yeni, muhafazakarlıkta direnirken mücadeleyi kaybeder. Bu durumda her şeyi mağdur eden eskiciler yeniliğe karşı direnirken kaybedeceklerdir. 2011 Türkiyesinde demokrasiye karşı direnen tüm sağ ve sol eskicilerin demokratik uygarlığa karşı sürdürdükleri direnişler yenilgiyle sonuçlanacaktır.
Dünyada bilgi kirliliklerine neden olan sebeplere karşı temiz eller operasyonu yapılmak zorundadır. Bu gün Ergenekon operasyonları ismiyle gerçekleştirilen temiz eller operasyonu sadece sağda ve solda, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yuvalanan çeteler dağıtılacaktır. Bu fiziki olay ile birlikte insan beyni üzerindeki etkilerin temizlenmesi ve her sahada meydana gelen düşünce mağduriyeti sorununun çözülmesi zorunluluğu doğmaktadır.
Artık düşünce disiplininin mağduriyetinin giderilmesi ihtiyacı öne çıkmaktadır. Bu sorun sanıldığı kadar kolay değildir. Toplumları hala köleci toplum gelenekleriyle biçimlendiren dinlerdeki reformlardan tutun, eğitim sisteminin değiştirilmesi, bilgi kirliliğinin neden olduğu çöplüklerden kurtulma gerekliliği ortaya çıkıyor. Tüm dünyanın sorunu olarak Birlemiş Millerler tarafından çözüm takvimine ihtiyaç duyulacaktır.
BU GÜN SEÇİM, YENİ IRKÇI TC DEVLETİNİN TEMELİNİ ATIYORUZ
Kani Yado, 12.06.2011
Devletin memurları kapsamındaki bazı demokrasiye geçiş misyonerleri oy almak için, iktidar olmak için bazen kendilerini aşan konularda gevezelik ederler. Kimi ipi attı, kimi ipi tuttu! Yazarlar ellerine geçen malzemelerle köşe yazılarını inşa ederler. Biz de sadece yönlendirilmesi gerekenler olarak ukala memurlara oy veriyoruz. Köşe yazıları bize heyecan veriyor! Her kes mutludur. Amaç mutluluksa gerisi teferruattır.
Abd-ul Tayyo Emmi ırkçı Türkleri heyecanlandırırken, bizim memurlarımız bizi heyecanlandırıyor, heyecan yaşamın zevkidir. Yarın seçim var, bu yorum seçim atmosferinin heyecanlı sürecinin anısı olarak kalsın. Seçim gününden sonra el alemin meclisinde onlara bağlılık yemini yapılsa da yapılmasa da nasıl oyalandığımızı fark edemeyeceğiz.
Kurdler için birinci fırsatta Diap Axa’nın sadakatinde, ikinci fırsatta biz dünya dengelerinin lehimize döndüğü sırada Türkiye’nin dağılmasını önledikten sonra, yarattığımız Yeni Irkçı TC Devletine iftiharla mı bakacağız?
Bu gün Yeni Irkçı TC Devletinin temelini atacak olan TBMM’nin yeni üyelerini seçeceğiz. Abd-ul Tayyo Emmi iktidarı devam edecek. Kurd milletvekilleri Türklere bağlılık yemini etseler veya etmeseler değişen bir şey yok. Almanya’da bölge hükümetleri ve meclisleri varken Kurdlerin, êl alemin Meclisinde bülbül olması anlamsızdır. Birilerinin evine gidip erkeklik taslamanın gülünçlüğüdür.
Türk illerinde bize gelecek olan toplam Türk oyları 2000’i geçmez. Kurdlerin Türk partilerine verdikleri oy korkunç düzeydedir. Bu oyların sahipleri Türklük sınırlarını aşmış Mekke köleci toplum putperest sevdasına kavuşmuştur.
Geçmişte Bingöl’de yerel seçimde belediyeyi ırkçı Türk faşist partisi MHP adayı kazanmıştı. Öyle anlaşılıyor ki Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar örtülü ödeneklerle gericilik finanse ediliyor bazı pilot bölgelerde. Elazığ’ın da faşist partilere eğilimi bu şekilde değerlendirilmesi gerekiyor.
Geçmişte Kurd milli direnişlerine katılan ailelerin durumu incelenmelidir. Bingöl geçmişte Elazığ’dan Müfettişlik, şimdi MİT Bölge Teşkilatı denen kurumla yönlendiriliyor. Derin siyasiler bu kurum tarafından yaratıldığı gibi derin din adamları yaratıldı.
Örtülü ödeneklere tenezzül etmeyip bu derinliği kabul etmeyen vicdanlı din adamları ezildi. Kurdler milli kimliğinden uzaklaştırılıyordu. Elazığ’daki ucubelerle konuştuğunuzda ‘ dedem Kurd’tür ama ben Türküm’ diyebilecek kadar sürüleşmiş insanlarla karşılaşırsanız şaşırmayın. Elazığ Tımarhanesi delileri de şaşırmıyor bu ahmakların ahmaklığına!
Dikkat edilirse, Dersim, Elazığ ve Bingöl’de MİT Bölge Başkanlıkları Türk Irkçılığını geliştirmek için ideolojik mücadeleyi esas alırken, bazı Kurd bölgelerinde Kurdleri Türkiye’ye yararlı bir sonuç için yönlendirmeyi tercih ediyor. En bilinçli Kurd direniş hareketlerinin vuku bulacak alanları Türkleştirip etkisiz hale getiriyor, diğer yerleri Türkiye’nin lehine yönlendiriyor. Bazen kendi askerlerini Kurdlere kırdırıp, yaptıkları ajitasyon ve propaganda atmosferinde Türklerin birliğini tekrar yapay koşullarda sağlayarak milliyetçiliği Türklerin bilincine perçinleyerek Türkiye’nin dağılmasını engelleyebiliyor.
İçinde bulunduğumuz son durum Kurdlerin yarattığı bir netice değildir. Kurtlere ya devlet yanlısı olmak ya da silahlanmanın dışında düşünmeye zaman ve fırsat verebilecek üçüncü bir seçenek hakkı tanınmadı. İlk iki seçeneğe zorlanan Kurdler Türkiye Cumhuriyeti Irkçı devletinin politik çıkarlarına uyduğu gibi, savaş rantları yaratılmaya neden olup, savaşçı Ergenekon çetesini devlet bütçesini aşan bir miktarda uyuşturucu ve sair sınır ticaretiyle finanse ediliyordu. Böylece Türkiye’nin istediği bir minderde dövüştüğümüz gibi, Türkiye’nin istediği bir sonuca yönlendirildik.
Demokratik zeminde de fazla değişen bir şey yok. Kurdlerin koltuğuna 20 Amed karpuzu vererek seçim heyecanı yaratırken, Mehmet Metiner gibi insanları tırşık sofrasına oturtarak muhabbeti koyulaştırıyorlar.
Bir grup oluşturabilecek sayıda seçeceğimiz milletvekilleri Abd-ul Tayyo Emmi’ye kalsın, özgürlüğümüzü istiyoruz!
BURAYA KADAR SAYIN BAŞBAKAN ABD-UL TEYYO EMMİ!
Kani Yado, 11.06.2011
Türkiye seçim atmosferine girdikten sonra hem siyasi aktörleri hem de toplumu izledim. Toplum Türkiye’nin girdiği sürecin dönemsel önemini fark edemiyor ve militarizm karşıtlığının Turgut Özal dönemiyle girdiği sürece doğru anlam yükleyemiyor.
İnsanlık iktidar karşıtlarının telaşına bir anlam vermelidir. Sadece iktidar karşıtı olmayı marifet sayan basit yaklaşımlar kimseyi onurlandırmaz. Kurdlerin kanı üzerinden diktatörlüğe tırmanan 12 Eylül faşistleri ve 12 Eylülün eserleri olan tüm sağ ve sol despotik yapılanmaların demokratik ortama geçişin korkusuyla kıyamet koparıyor.
Tüm muhalif siyasal aktörler düşük yoğunluklu savaş stratejisi üzerinden politika yapan 12 Eylülcü Genel Kurmay siyasetine göre yapılanmışlardı. Bundan dolayıdır Türkiye’de olabilecek her değişim statükoya ve onun ürünü olan siyasetlere ters düşecektir. Seçim atmosferinde daha önce birbirine ters görünen siyasi partilerin, aynı dengede olmaları şaşırtıcı olmamalıdır.
Sanki Başbakan sayın Teyyo Emmi de diğerlerinden geri mi? O da faşist Türklerden oy almanın Kurd düşmanı olmayı gerektirdiğini çok iyi biliyor. Bu duruma göre hiç bir siyasal eğilim Kurd dostu olamıyor. Kim daha çok Kurdlerin aleyhine bir politik beceriye sahipse oy alabileceğini hesaplıyor.
Bir Türkiye gerçeği var. Eğer Kurdler Türkiye’ye karşı düşük yoğunluklu olarak savaştırılmasaydı Türkiye dağılacaktı. Coğrafyamızda sınırların değiştiği, yeni bağımsız ülkelerin ortaya çıktığı dönemde, Kurdlerin ve Türklerin kanatilip kinlendirilmesi gerektiğini derin güçler planlamıştı. Kurdlerin bu oyuna nasıl geldiğini bilim saptamaz. Siyasal bilimler ortaya çıkan siyasal durumları inceler ve yorumlar. Askeri stratejiler farklı alanlara girer.
Biz ne bu ırkçı fasit Ergenekoncuların, ne de İslamcı köleci toplum tarafıyız. Tarafımız Kurdistan’dır. Her kes pusulasını cebinde taşımalıdır. Bu faşistler çok ince planlarla bizi şaşırtıyorlar, yolumuzu saptırıyorlar.
Başbakan Sayın Teyyo Emmi’ye ateşli olarak muhalefet eden bülbüller Kurdlerin kafasını bulandırmaktan başka işe yaramazlar. Bunlar kaybettikleri arpalıkların peşindeler, bunların erdem sorunları yoktur.
Hz. Ali’nin Şii tarafı ile, Yezit’in Sünni tarafının ortada kalan Hatice’nin miras kavgası gibi bir kavganın içindeler. Biz toprakları çapulcular tarafından gasp edilmiş Güneş;in çocuklarıyız. Bizi Alew’imizden başka hiç bir şey ısıtamaz, Işık’ımızdan başka hiç bir şey bizi aydınlatamaz!
Hatice’nin mirasının barbar Arapların kavga nedeni olabileceğini kimse tahmin edemiyordu. 12 Eylülcü faşistlerin ve İslamcı fasitlerin dışında kimsenin sesinin çıkmaması da ilginç bir olaydır.
Her kes yürüdüğü zeminin kime ait olduğuna bakmalı. Maskeler çok erken düşmeli, yazıktır bu topluma, hele Kurd toplumuna çok yazıktır. Seçim heyecanları onların olsun, erdemimiz bizi en iyi şekilde yaşatacak heyecanı bize yaşatabilir.
Buraya kadar Sayın Teyyo Emmi! Ergenekon’un dış desteği olmadığı için rahat hareket ediyorsun Teyyo Emmi! Genel Kurmay engelini aşıp demokrasiye geçeceksiniz. Sizin düşük yoğunluklu savaşınız nasıl bize yaramadıysa sizin demokrasiniz de bize yaramayacak
Teyyo! ‘Yerel özerklik’ zaten demokrasinin gereğidir. Bizim kazancımız diye bize yutturmayın! Biz Özgürlük istiyoruz, sizin demokrasiniz sizin olsun!
Mezopotamyalı Kurdler tüm dünyaya uygarlık dersi verdir, ‘büyük abi’ rolünüz bize çok gülünç geliyor, akıncı çapulculuklarla öğünenlerin Başbakanı Teyyo! Sizin toplumun yarısının ismi ‘Fatih’tir. Fatih’le öğünürsünüz, fatihlerle ve fetihlerle öğünürsünüz. Fethetmenin çapulcu-işgalci anlamına geldiğini biliyor muydunuz Teyyo?
Her kırıkçı polisleriniz tarafından kırdığınız Kurd çocuklarının kol acısı unutulmayacaktır. Kurd rantçıları çocukların kollarını kırdırıp bunun siyasal sevincini düşünebilirler ama biz bu acıları unutmacağız Teyyo! Her düşen bir gencimiz bir tarafımızı beraber götürdü. Her kırılan kolun, kesilen bacağın acısı derin yaraya dönüştü bizde.
Bak Teyyo siyasal kazanımlar için insan yüreğini hedef almak çok çirkin bir siyasettir! Bunu yapmayacaktın Teyyo Emmi! Türk faşistlerini sevindirmek için Kurdu incitmek vicdanına sığar mi Teyyo? Sen tekrar iktidar olacaksın ama adam olamayacaksın Sayın Abd-ul Teyyo Emmi!
DEĞERLERİN DEĞERSİZLEŞMESİ VE DALKAVUK GELENEKLER
Kani yado, 10.06.2011
Devrimsel yeniliklerle ortaya çıkan birçok değerler yaşamlarını sürdürmek, geri toplumsal yaşam tarzlarına karşı kalıcı olmak için direnirler. Yeni yaşam, muhafazakârlığın maddi ve gayri maddi çıkarlarıyla bütünleştiği derecede değersizleşirler.
Köleci toplum değerlerinin en uzun ömürlü oluşları muhafazakârlıkta dünya şampiyonluğu şeklinde değerlendirmek mümkündür. Tabi uzun ömürleri değersizleşmekten kurtaramaz onları.
Değersizleşmenin tepkisel anları, toplumların maksimum düzeyde kirlendiği süreçlerdir. BU süreç mutlaka reformlara veya devrimlere neden olur. Bunu dünyanın devrimsel çıkışlardaki tarihi tescillerde görmek mümkündür.
Nuh zamanındaki mitolojik anlatımdan tutun, İslam devriminin Mekke Kabe tutkunu putperest kölecilerine ve muhafazakar kölelerine karşı sürdükleri ve hala sürmekte olduğu değerlendirmeler dünyada en fazla karşılaştığımız acı verici örneklerdir.
Kurdlerin Milattan 3000 yıl önceye dayanan tek Rab anlayışına karşı çok tanrılı Mekke ‘nin Kabeci putperestliğindeki tanrı enflasyonu hala devem ediyor. Ortadoğu’nun tüm değerleri ve değersizlikleri bu ikilem ile ilgilidir.
Tek Rab anlayışının dayandığı kâinatın sonsuzluğu ve insana bilgi olarak yansımasıyla bilimin esas alındığı Mezopotamya bilgiçliği ile Mekke putperestliğinin çok tanrılı inancının değersizliği arsındaki çatışmalar, savaşlar, bilgi kirliklerine neden olan olaylar günümüze kadar süregelmiştir.
Bilim geliştikçe, insanlar bilgiye ulaştıkça bir çok gelenekler kendilerini yaşatmak için değersizlik zırhına bürünerek kendilerini sürdürürler. Değerler bilginin, erdemlerin, ilkeli yaşamın gelişmesine paralel olarak ölümlerini geciktirmek için dinsel barınaklarda kendilerini yaşatırlar. Devrimler, değişimler değersizliklere yaşama olanakları tanımaz, tersine yaşama değer katar. Değersizleşen eski gelenekler kendini yaşamakta ısrar ettikçe bireyin dalkavukluk hızını artırır.
Değersizleşen gelenekler kendilerini ancak dinin korumasında muhafaza edebilirler. Toplumda dalkavukluk bir yaşam biçimi halini alır. Her kes ver gülüm-al gülüm çıkar ilişkilerinde çirkinliğin zirvesinde sürdürür yaşamı.
İnsanlar o denli insanlıktan çıkar ki daha ölmeden önce ihtiyaca göre kurulmuş ağlama firmalarında ölümünde ağlayan grupların hizmetini satın alıyor. Ağlama firmalarının kurulması çok komik değil mi?
Yoksul insanların ölümlerinde cenazelerin kaldırılmasında dalkavukluk yoktur. Dalkavuklar yoksulların cenazesine gitmediklerinden dolayı sadece bir kaç erdemli insanın orada olduğunu ibretle seyredebilirisiniz.
Kısa devrimsel süreçler ve peşinden gelen değersizleşmeler ile ilgili dünyada iki örnek yeterlidir. Biri inançsal anlamda İslam Devrimi, diğeri siyasal devrimlere örnek olarak Sovyet Devrimini diğerlerine emsal teşkil edebilecek önemdedirler.
Kirlenme kısa ömürlü devrimsel zamanın son aşamasından itibaren başlar. Tekrar değersizlikler tüm yeni değerleri, onların coşkusunu, anlamlarını kendine benzeterek genel manzaranın rengine girer. Muhammed’in hac günü putperestlerle yaptığı anlaşma ile putperestliği İslamiyet’in bir şartı olarak eklemesiyle birlikte İslam inkılabı anlamını yitirdi.
Bu süreçle birlikte insan ihtirasları İslam’a hakim oldu. Bu ihtiraslar Müslümanları Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt’çiler olarak parçaladı. Hz. Hatice’nin maddi gücü onun İslam İnkılâbı’nın sonunu getiren güç durumuna geldi. Bu malların veraset hakkı için torunlarının kavgası bu günkü Sünni ve Şii İslam kavgaları ve savaşları şeklinde değersizlikleri günümüze kadar intikal ettiriyor.
Çağımızdaki siyasal değersizleşme için en iyi örnek Sovyet Devriminin değersizleşen görkemli devrimci ilkeleridir. İnsan ihtirasının diktatörlük şeklinde bir siyasal tercihe dönüşmesiyle Sovyetlerde eski imtiyazlı sınıfın yerine yeni güçler çıktı.
Mekke cahiliye toplumunda görüldüğü gibi maddi yönden doyurulmamanın yarattığı bilinçaltı, onları değersizleşmede aktifleştiriyordu. KGB, her kesin korkulu rüyası haline geldi. İntiharlarda bile intihar mektuplarında, intihar nedenlerini ve gerekçeleri yazılamayacak derecede korkulara teslim olunmuştu. Toplum bir tarafı iktidar nimetlerinden faydalananlar, bir tarafı korkuluklara karşı tirtir titreyen kurbanları diye ikiye ayrılmıştı.
Ne mutlu değersizliklerin içinde değerleri koruyarak insan kalanlara! Bunlar değersizliklerin içinde gübreli alanlarda yetişen güzel güller gibi boy veren değerlerdir. Günümüzde tüm değerler, demokratik uygarlığa doğru yola çıkan ve değersizliklerin içinde boy verip tüm acıları tadan değerlerdir.
KENDİNİ KENDİNDE GÖRMEK VE GÖREMEMEK
Kani Yado, 08.06.2011
Öncelikle Kurd insanlarımızdan bir ricamız var. Her milletin bir ismi olduğunu biliyorum. Elbette Kurdlerin de ismi olacaktır. Biz kendi dilimizin ses özelliklerine göre kendimizi adlandırmışız. Biz bize KURD deriz. Yani KÜRT demeyiz. Çünkü bizim alfabemizde hatta komşu milletlerin alfabelerinde ‘Ü’ harfi yoktur. Kendi ismini yanlış yazan bir insan gülünçlüğüne girmeyelim lütfen!
Bir asimilasyon politikası sonucu veya sair nedenler mazeret sayılmaz bu konularda. Doğru her koşulda doğrudur. Bir başka millet kendi dil özelliklerine göre ulus ismimizi farklı söyleyebilir veya yazabilir. Ama bizim kendi ismimizi veya ulusumuzun ismini farklı telaffuz etmemiz artık ciddiye alınan uluslardan olmamız durumunda biz de kendimizi ciddiye almak zorundayız. USA’ya ÜSA diyemeyeceğimiz gibi KURD’a KÜRT diyemeyiz. Bunu ısrarla diyenler Selanik’e seyahate çıksınlar. Orada Yunanlıları bile Yeniçeri-Bektaşi ilhamı üzerinden Türkleştirmek başarısı sağlanmıştır.
Şimdi konumuza gelelim. Kurdlerin, Kurd olmayan her kesi TÜRK’ sayması da başlı başına bir vakadır. Bence bunun nedeni gayet açıktır: Kendini tanımamak…
Kendini tanımayanlar, kendini tanımlayamayanlar ne kadar ajitasyonun etkisiyle ateş barut haline getirilirse getirilsin, Türk resmi ideolojinin biçimlendirdiği şekliyle daha aktif olup asimilasyona katkı sunar. Türkiye’de Türklerin nüfusu on milyonu bulmadığı halde tüm halkları metazori olarak Türk saymak akıl kârı değildir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin taktiksel becerileriyle onlar tarafından istenen duruşlara itilmek kadar kötü kader yoktur. Tüm insani özelliklerini , dillerini, kültürlerini kaybeden toplumların asimilasyonunu hızlandırıp çağa uygun seviyeye çıkarmak sorunları dünyada yaşandı ama Kurdler Mezopotamya’da sürekli olarak insanlığa örnek olmuş bir uygarlığın varisleridirler.
Biz örnek alındık her zaman. Çevremizde yaşayan halklar bize emsal teşkil etmez. Onlar hala bizim kültürel, bilimsel, edebi ve felsefi dayanaklarımız üzerinden yükseliyorlar bu coğrafyada. Allahın birliğini bizden öğrenen toplumlar bize inanç dersleri vermeye kalkışmasın ve insanlarımız insanlık dersi verdiği toplumların ihtiraslarına malzeme olmamalıdır.
Bu konu toplumların mütevaziliği, alçak gönüllülüğü şeklinde yorumlamanın aksine psikologların incelemesi gereken bir talihsizliktir. Dünya bunun ikinci örneği yoktur sanırım.
Millattan Sonra 650 yıllarında, Mekke putperest ordularının coğyafyamızı işgalinden sonra maruz kaldıkları mahrumiyetten sonraki ilk basamakla başladı. Daha sonra Ortaasyali muaccirlerin Putperstligin güçlü misyonerliği olarak adlandırdığımız Sünni İslam misyonunu üzerlerine alarak tüm coğrafyayı karanlığa gömmesiyle boyutlandı bu talihsizlik. Tüm bölge insanları gerçekçilik yerine hurafelerin rengini aldı. İslam Türkleşti, Türk İslamlaştı, Anadolu Türkleşti, Kürt Türkleşti ve her kes birbirine benzedi.
Sosyoloji bu ucubeliği kabul etmez, çünkü sosyoloji bilimin bir disiplinidir. Bilimin alaturka, alakurdi rengi yoktur. Bilimin kendi yasaları vardır, bu yasalara uymayan tüm ucubelikleri kabul etmez. Ancak bilgi kirliliğine neden olan çöpçülerin çöplüklerinde bulunur bu artıklar.
Artık bu durumları 1500 yıllık barbarlığın fiili işgallerle ilişkilendirmek lazımdır. Sonuçlarına razı olamayacak erdemler bunun yerine yapılması gereken rehabilitasyonu üstlenecek güçtedir.
Bilim Mezopotamya asaletini taşıyan halklara yeteri kadar ihtiyaç duyduğu gücü vermiştir. Gerçekleri, siyasi yalancıların çıkarlarına kurban etmemek gerekiyor. İslam inkılâbı Mekke putperestlerinin güçlü direnişine dayanamayıp kısa sürede yok oldu. Hz. Hatice’nin evlilik yılları kadar bir süreye sahip olan İslam inkılabı barbarların resmi ideolojisi haline gelerek dünyada büyük çapta zihniyet kirliliğine, uygarlık ve kültür katliamlarına neden olması dünyanın sonu sayılmaz.
Siyasilerin gürültüsünden ve onların ihtirasından dolayı dillerini kaybetmek üzere olan Kurdler toparlanmak zorundadırlar. Kurdlerin dünyaya söyleyecek yarım kalmış icra görevleri ve sözleri vardır. 650 yıllarından sonra yarım kalan ruhta insanlaşmak misyonu tamamlanmalıdır. İnsanlık, Kurdlerin Mezopotamya’da yaktığı Nerwroz ateşinin alevinde ısınmaya hasrettir.
EDEP, EDEPSİZLİK, EDEBİYAT VE ASIK YÜZLÜ KARİZMATİK HAYAT
Kani Yado, 07.06.2011
Aslında edepsizlik denen bir durum yok dünyada. Her kes edepsizliği kendi değer yargılarına göre anlar. Edep de aynı şekilde düşünülmelidir. Edep, yer ve zaman itibariyle değişkendir. Edebiyat, edepsizliği, edebi, edepliliği ve bunların değişkenliğini kendi diliyle işler.
Mekke köleci toplum putperest düzeninde edepli olarak anlaşılan bir durum, Anadolu’da edepsizlik olarak görülebilir. Mesela çok eşlilik Mekke’de çok normal görülürken Anadolu’da ayıplanır. Ayrıca Mekke’li Hz. Hatice çok eşliliği edepsizlik olarak görürken, Mekke Kabe müptelasi putperest cahiliyesinin egemen barbar erkekleri için iftihar vesilesidir.
O halde edep, yer, zaman ve erdemler açısından değişkendir. Despot siyasetin biçimlendirdiği Türkiye’de bu konu için çok ilginç örnekler vardır. Türkiye’de yaşayan Kurdler de bu ilginçliği yaşamaktadırlar. Mesela general yüzlü karizmatik siyasal biçim Türklerin ve Kürtlerin ortak tercihidir. Türkiye’de siyasi öncülerin karizmatik generalliğinde bu ruh hali vardır.
Ezilen toplumların, kendilerini ezen sınıf ve kategorinin özlemini taşımanın çözümlemeleri beni aşıyor. Onu psikologlara bırakmak zorundayız. Psikologlar hem aptalların hem de kafadan çatlakların kahrını çekmek zorundadır. Türkiye’de bunun ham maddesi çok, psikologlara kolay gelsin derim!
Düşüncenin, maddi gerçekliğin yansıması olduğunu bildiğimize göre, Türkiye’ de hakim düşünce de asık yüzlü sivil Kemalist generallerin despot ve çirkin yüzlerinin yansımasıdır. İnsanın asık general yüzü, ancak asık yüzlü karizmatik düşünce üretir.
Gülün, gülümseyin(!) desem yüzleri gül-pembe olmaz. Yüzlerinde gül açmaz, daha fazla diktatörleşir! Bunun aksini iddia eden varsa Genel Kurmay sarayında kozmik devlet sırları katında tartışmaya varım!
Kemalizm’in biçimlendirdiği bir yaşamın ögeleri olan Türkler ve Kudler general yüzlü karizmatik oluyorlarsa bunun nedeni budur. Sizin karizmatik duruşunuza kurban, gadanızı alam, çok komik görünüyorsunuz! General yüzlü liderleriniz, karizmatik general siyasal düşünceniz ve siz çok komik görüntüdesiniz! Neden kendinizi bu zahmetli maceraya sürmüşsünüz?
Her kes efendisini seçmek için bu sırada general duruşunda seçim heyecanını yaşıyor. Biliyorum bu heyecanda beni dinleyen yok. Ben beklerim 13 Haziranı. Sonuçlara bakarım, ama general yüzlü karizmatik duruşumla değil, insan gibi bakarım sonuçlara, insan gibi tahlil ederim. Küfretmem topluma. Çünkü olumlu ve olumsuz halleriyle bizim eserimizdir bu sonuçlar. İnsan dönüp kendi yüzüne tükürmemeli.
Türkiye’nin sivil ve askeri generalleri biri birine benzerler. Hepsi karizmatik, hepsi bir ananın danalarıdır. Şimdi general duruşlu asık yüzlü arkadaşlarımın tepkilerini sezer gibiyim. Ne yapalım çanları sağ olsun. Kızarlarsa kızsınlar bana; ben yine severim general yüzlü karizmatik arkadaşlarımı. Karizmatik olmak da türban modası gibi geçici olduğunu bildiğim için güler geçerim.
Hey be arkadaşlarım! On sene evvel duyduğum tek kalıp fikirlerinizi on sene sonra tekrar duymak bana acı veriyor. Ayıp oluyor, nedir bu ezberleriniz?
Eline tutuşturulmuş ve anlamadığı dilden yazılmış kitaplarla öğünen yobazlardan farkını söyleyin ki anlayayım nedir derdinizi! Siz evrim kazasına mi uğradınız? Bu cansız, imansız, anlamsız kalıplarınız neden size bu kadar doğru gözükmüş? Uyanın bakın biz 21. Asirdaiz! 19. ve 20. Yüzyılı çoktan geride bıraktık. Bakın paralar da değişti. Dolar itibarını kaybederken , şimdi Euro kullanıyoruz benim canlarım!
Ben anlatsam, ben generalliğin şifrelerini çözsem ne değişir ki? Topluma biçim veren general yüzlü karizmatik sivil generaller bir heykeltraş gibi, heykel yaratır gibi general siviller yaratıyorlar. Bize vekil yapıyorlar, bize lider yapıyorlar. Avrupa Birliği misyonerleri bekçi düdüğü çalıyorlar generallere! Generaller hazırolda olmak zorundalar. Kaçacak kapı ve pencere yok artık. Darbe yapma istekleri zirvede olduğu halde takatleri kalmadı artık! Asık yüzlü sivil karizmatik generallerin kursağında kalacak darbe özlemleri.
Bir kaç gün sonra 13 haziran olacak. Muhalefetin umudu, ve Silivri tımarhanesinin umudu olan muhalefet heyecanla sonuca bakacaklar.
Ve tekrar Avrupa Birliğinden bir gündüz bekçisi düdüğü sesi duyulacak.:
– Sonuç ne olursa olsun siz demokrasiye geçmek zorundasınız ey Silivri tımarhanesi delileri, asık yüzlü karizmatik sivil generaller ve tehditkar zırto askerler! Kürtlerle düşük yoğunluklu savaş ganimetleri zamanı değil. 21. Yüzyılın şafağındayız, uyanın artık şafak söktü!
Ve her fırtına sonrası sessizlik! Efendilerini parlamentoya yolcu edenlerin heyecan ibresi düşüyor. Efendiler Mecliste asık yüzlü general olma yeminine hazırlanırken gölgeleri düşünmeye zaman bulurlar.
Sonra, TBMM açılacak ve bir ses yankılanacak:
– Havada, tavada ve her sahada, denizde, karada, barda ve tarlada Türkiye’ye, Türklüğe, asaletine, faziletine kanunlarına… her halükarda bağlı kalacağıma tüm askeri generallere ve general yüzlü karizmatik sivil generallere ve tüm sağ ve sol sivil generallere namusum ve şerefim üzerine yemin ediyorum!
ANILARLA DELİLERİMİZ VE TOPLUM
Kani Yado, 07.06.2011
Oxu’daki delilerimiz bölgenin özetidir. Biz Oxu’yu Palu’nun özerk yerel hükümetinin alanında gördük hep. Oysa ikinci meşrutiyetten sonra Palu Özerk Hükümeti tek taraflı olarak Osmanlı devleti tarafından iptal edilmişti.1924 idari yapılanmalardan sonra yapılan bir çok değişikliklere r…agman 1960 yıllarının ortalarına kadar Özerk Hükümet atamaları olan Palu beylerinin ağırlığı hala hissediliyordu. Genel olarak bu beylerle Arap kültür misyonerlerin ağırlıkları toplum üzerinde görülüyordu.
Toplumlarda, ev sohbetlerinde köy odalarında bu iki sınıfa ait olaylar anlatılıyordu. Yani övülüyorlardi. Beylerin devlet ile ilişkileri ve idari gücü anlatılırken, şeyhlerin akıl almaz uyduruk meseleleri anlatılır. Biri devlet erkinin gücünü, diğeri insanların yüreğine korkular salarak hakimiyeti ve sömürüyü amaçlıyordu. Beylerin sınıfsal varlığı üretimle iligili olmasına rağmen dini sınıf toplayıcılığı esas alıyordu.
Bu koşullarda cumhuriyetin yapılanması kendine özgü sorunlara neden oluyordu. Seçimler Jandarmanın denetiminde yapılırdı. Çok partili döneme geçildikten sonra Seçim sonuçlarının ilanından evvel sandıklar jandarma karakolunda yapılan değişikliklerle istenen sonuçlar ilan ediliyordu. Bu koşulların biçimlendirdiği insanların içinde en dürüst olanları, en gerçekçi olanları delilerdi. Nasıl ki Din adamları beylere rakip durumdaysa , deliler de ekseriyeti teşkil eden ahmaklara muhaliftiler.
Toplum, görünürde yasal kurumlara sahip olmakla birlikte sorunlar şeriat kanunlarına göre çözülürdü. Şeriat yasaklı olduğu için bu uygulama çok gizli yapılırdı. Alvilerin gizli cem yaptıkları gibi Sünniler de gizlilik içinde tüm sorunlarını islami esasları uygulayan dini otoritede cözerlerdi.
Üfürükçüler sınıfı diyebileceğimiz toplayıcı ve istismarcı dinadamları sınıfı ve toprağa dayalı üretim ile iştigal eden mütegalibe, yani feodal sınıfın dışında delileri unutmamak gerekiyor.
Delilerin en fazla sevmedikleri insanlar ahmaklardır. Eşekler bile ahmakların haline gülerken, delilerin bilgiçleri hayrete düşüren dürüstlükleri ve gerçekçilikleri vardır.
Koreli, Koreden döndükten sonra, bir kıza gönlünü kaptırmış ama felek ona çok görmüş, kızı ondan ayırmışlar! Yunus olup dolaşıyor, siyasetçi olup konuşuyor kendi hayranlarına!
Seçim propagandaları dönemi Koreli dediğimiz insanımızın nutuk çekmek için belediye parkındaki heykelin önünde çocuklara ve diğer akıllı meraklılara nutuk atardı. Bazen Korelinin dinleyicileri siyasilerin dinleyicilerinden fazla oluyordu. Koreli battaniyesini her zaman yanında taşırdı. Bir gün yine meraklılarıa nutuk atarken tuvaleti geliyor. Belediye tuvaletine gitmekten başka çaresi yoktur. Yüzünü heykele dönrek:
– Bak Beton Mısto! Benim bataniyem sana emanet, ben beş dakikada çişimi yapıp döneceğim!
Koreli belediye tuvaletine girer ama birileri her tarafa pislemişler, ayak atacak boş yerler kalmamış, mayınsız yerleri arar gibi boş yerler bula bula tuvelete girmeyi başarmış ve kendi kendine mırıldana mırıldana tekrar miting alanına geliyor. Hayranlarından biri Korelinin battaniyesini saklıyor. Hayranları alkışlarla karşılıyorlar. Koreli battaniyesinin yerinde olmadığını görünce köpürüyor! bu sefer ses tonunu yükselterek:
– Bak Beton Mısto! Sana bir battaniye teslim ettim, sen battaniyeme bile sahip çıkamadın. Bundan sonra eşeğimi bile sana teslim etmeyeceğim! Bak Beton Mısto! Milletin efendisi diye kandırıp pohpohladığın vatandaşın hali yaman! Ben tuvalete çişimi yapmak için gittim, gitmez olaydım! Tuvaletin ilk girişinde ayaklarımı basıp geçmek için sıçılmamış boş alan zorlukla buldum. Vatandaş sıçmasını bilmiyor. Size soruyorum! Sıçmasını bilmeyenler seçmesini nasıl bilir?
Bu olaya Korelinin kondisyon danışmanı Qero çok sinirlenmiş:
– Hakim dereden getirdi, tuvalete sıçtı! Bu ne biçim memleket sıçmasını bilmez, seçmesini bilmez, geçmesini, yemesini, içmesini bilmez!
Korelinin en yaşlı hayranı Deli Sabo isteklerini sıraladı:
– Karı isterem, karı isterem, kârı hoştur kârı hoştur!
Deli Sabonun hikayesi çok acıklıdır. Sabonun dramı gericilerin hanesine gelecek nesiller için ibret belgesi olarak anlatma ile sınırlı kalmayacaktır, gericilerin hanesine kara leke olarak kaydedilecektir. Meyer Palu’da ahmak bir mümin üç dalak üzirine karısnı boşuyor. Sonra pişman oluyor. Mümin Şeyhe gidiyor. Şeyh hülle yoluyla ancak yeniden karısıyla evlenebilir diyor. Yani karı başka biriyle evlenecek, en az 24 saat birlikte olacak, sonra o oevlendiği adam da onu boşayacak ve ancak eski kocasıyla yeniden evlenebilecek demiş. Bu hülle evliliğini Deli Sabo’ya teklif etmişler:
– Sabo sen evlenmek istiyor musun?
– He valla!evlenmek isterem! Kârı hoştur, kârı hoştur ! der
Kadını getirirler, nikâhını yaparlar. Deli Sabo hayattında belki ilk defa mutlu oluyor. Kadının etrafında dört dönüyor. Mutluluktan uçuyor sanki. Ertesi gün ahmaklar geliyorlar. Sabo’ya diyorlarki: – Sabo bu karıyı boşa! Bu karı başkasının karısıdır!
– Valla karı hoştur! Karı benimdir, karı nikahlımdır! Vermenem vermenem, karı hoştur, karı hoştur!
– Başlarlar Deli Sabo’ya yalvarmaya. Rüşvet teklif ediyorlar, kabul etmiyor. Deli Sabo Nuh diyor peygamber demiyor! Artık hüllesiz işkence yöntemi devreye girer. Başlarlar Deli Sabo’ya işkence etmeye! Deli sabo ölüm sınırına yaklaşınca karıdan vaz geçmek zorunda kalır. Sonunda gördüğü işkencelerden dolayı, ‘’karı üç dalak üzerine benden boştur’’ söyleyebilecek takati kendinde bulur.
DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ASKERİ TOSPAĞA DÜSKÜNLÜĞÜ
Kani Yado,06.06.2011
Toplum Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar olan süreçte faşizmi o denli içselleştirdi ki 1990 yıllarının Türk Silahlı Kuvvetlerinin en muktedir olduğu haliyle Türkiye’ye en fazla hakim olduğunu fark edemedi. Resmi ideolojiye bağlı faşistlerin faşizmden memnuniyetsizliği onursal düzeyde tepki değil, sadece eleştirel düzeydedir bu ortamda.
Bu gün demokrat sandığınız profesyonel yazarlar, yani para karşılığı düşünenler o gün faşizme tam destek vermişlerdi. Bu durum değişik koşulların paralelinde insanın değişimi kapsamında düşünülemez. Pazarladığı onurunu değişen koşullarda yeniden fiyatlandırma olarak anlamalıyız.
1990’ların başı, faili meçhullerin zirvede olduğu tarihtir. Düşük yoğunluklu savaşın tırmandırıldığı düşkünlük yıllarıdır. Aynı zamanda derin devletin hazırladığı minderde güreşen Kurdlerin en fazla öğündüğü yıllardır. Düşkünlüğü bir erdem olarak sunan düksünler bunun hesabını Ergenekon davalarıyla ödeyecekleri bedelle ödemeleri insan vicdanını rahatlatacak düzeyde olamayacağı çeşitli belirtilerle ortaya çıkıyor.
Yine Kurdlerle gizli pazarlıkların pis kokuları etrafı sarıyor. Bir ulusun ölümüne karşılık kişisel kurtuluş teraneleri! Yeni dengeler, yeni dengesizlikler, yeni dengesizler ve yeni densizlikler ve yeni densizler! Ergenekon yörüngesinde dönmeler ve eylemler, yine akan gözyaşı özlemleri…
Köleci toplum düzenlerine karşı geçmişte Avrupalılar Ermenilerin yok oluşuna neden olacak planlar uygularken, dünya faciaları içinde yer alan bir ulus katliamı ortaya çıktı. Galiba bundan ders alanlar şimdi Kurdleri Kurdlerle aldatma yöntemini daha insaflı buluyorlar. Biz bu olaya yabancı değiliz. Bu yok oluşun yeni versiyonudur. Erdemler kansız da muhafaza edilebilir. Erdemsizliği dayatarak yok oluşu dayatmak kanlı olsa, kansız olsa ne fark eder? Bu öldürme tarzı daha incitici değil mi?
Toplumu suni operasyonlarla yönlendirmenin ne denli iğrenç olduğunu biliyoruz. 1993’te Kurdlerle derin eylem planları şeklinde 33 silahsızlandırılmış askerlerin katledilmesi, derin devleti sorgulamak isteyen Uğur Mumcunun, bu günkü AK PARTİ Hükümeti demokratik misyonerliğinin başlatıcısı olan Turgut özalın katledilmesi, Madımak katliamı bu günkü gibi derin iliksiler ve derin planlarla yapıldı.
Tarih tekerrür ediyor sanki. Ama dünyadaki gelişmeler Ergenekonun ve Ergenekon makamındaki tempolarla dans eden güdümlü sivillerin, Kurd ve Türk işbirlikçilerinin aleyhine gelişiyor. Çıplak görülen krallar, soytarılar, palyaçolar hızlı dönen dünya karşısında başları döndü. Yeni taktikler, yeni soytarılıklar, yeni paradigmalar peşindeler…
Turgut Özal’la başlayan anti militarist halk mutabakatı, derin militarist güçler ve onların gölgelerinin kıvrak zekâları sayesinde rayından çıkarılmak isteniyor. CHP, MHP ve diğer eskiciler onlar için hazır nimet. Şimdi kancayı o mutabakata atmak istiyorlar. Pazarlıklar, danslar, kirvelikler ve gizli görüşmelerin ne düzeyde olduğunu bilmiyoruz ama el altından Hükümete gözdağları verildiği görülüyor.
Çeşitli oyunların oyunların ciddiye alınmadığını tahmin etmek zor değil ama Silivri tımarhanesine girmeyip, serbest haldeki tospağaların sıkı bir diplomaside oldukları gözden kaçmıyor.
Sonuç olarak belirtmek istediğim şekliyle askeri tospagalar savaşsız yaşayamazlar. Mutlaka birilerinin el atması gerekiyor. Yaşam haklarını savaşta kullanmak isteyen bu canilerin Kurdleri kendi danslarında oynatma berecilerinde her zaman başarılı olabilirler ama Dünya demokratik güçleri karşısında başarılı olabileceklerini düşünemiyorum.
Düşkün düşük yoğunluklu düşkün askeri tospagalara sesleniyorum: Kurdlerle oynamayın, yeter artık! Toplumu kullandığınız o sağ ve sol ellerinizde patladığımız zaman siz kendiniz yok olacaksınız! O zaman ne savaş rantları ve de OYAK’ınız kalacak!
FIRTINADAN SONRA İSYANA KALKAN VİCDAN VE YUMUŞAKÇALAR
Kani Yado, 05.06.2011
Yıl 1980, 12 eylül günüydü. Benim için Türkiye’nin özetiydi o gün. Ayrıca o gün hem istemediğim darbe olmuştu, hem de hayatımda en fazla istediğim bir kız çocuğum. Yıllarca önce ismini bile hazırlamıştım. Evren ismini kim sevmez ki! Nüfusa kaydedemedim ama. O isim güme gitti. Ben askerliğimi yaparken yedek subay eğitim devresinde Kenan Evren’in ismini duymuştum. Dindarlar kızıl dinsiz general, dinsizler zalim general demişler ona! Yani kimsenin sevmediği ucube bir diktaör…
Her askeri darbenin arkasında yeşil bir ortam doğar diyor her kes. Kimi bu gercegi deneylerinden çıkardı, kimi düşünsel tahlillerden. 1960 yıllarindan sonraki gerici arabesk makamında siyasal çizgi mümessilleri olan kerlerin ve onların partilerinin gelişim tarihine baktığınızda bu nu farkedersiniz.
Bu durum kerligin nedeni midir yoksa sonucumudur(?) bunun cevabı çok önemli değil ama kerliğin çekilmezliği insanı kahrettigi gibi CHP faşizminin müzminleşmesine neden oluyor. Ya kerlik gerekçe edilerek toplum tahrik edilir ya da kerlik gerekçe gösterilerek askeri darbe heveslileri tahrik edilir. Oysa her kesin bilmediği gibi kerlik de askerlerin kurgusudur. Bu derin planlarla militarizm hem iktidarını kalicilastiriyor hem de müdahale gerekçelerini her zaman gündemde tutuyor.
Duyumlarimiza göre yedekte tuttukları silahlı sivil itirafçılardan oluşturulmuş kontr-gerilla silahlı birliklerini yedekte tutuyorlar. Genellikle Kürt kökenli ülkücülerden oluşturdukları İslamcı kerlerden oluşturulmuş. Bu oyunlara yabancı değiliz. Hizbullah’in kurcusu Türk Silahlı Kuvleri’in bünyesindeki JİTEM bu konuda çok maharetlidir.
12 Eylül’den sonra huzursuz olmak için devlet sofrasından mahrum olmamak için maaşlıların katkılarının etkileri çok ama kokusuz olduğu için hiç gündeme gelmedi. Sessiz şehir veya kasaba korucuları diyebileceğimiz bu sınıf hala sessizliğini sürdürüyor.
Kurdlerin özgürlüne karşı kendi bireysel huzuru için nelerin yapıldığını saptamak istatistiklerle sapmamak mümkün değildir ama tesiri çok kötü yansıyor. Kürtleşme yerine Türkiyelileşme, kararlılık yerine teslimiyet, ciddiyet yerine sululuk ve dalkavukluk gelişti.
Sanki benim yaptığım iyi miydi? Hayır, hep küstüm, ihanete karşı tepkilerin göz yaşı oldu aktı yüreğime. Sevmelerim, sevdiklerim gözlerimin önünde eriyorlardı.
Mazlum’lar hayatları pahasına zindanlarda işkencelere, işkencecilere karşı direnirken bu yumuşaklar “ Mazlum beni kandırdı, ben aslında Atatürkçüyüm“ diyenlere karış işkencehanenin cehennem zebanileri dediler ki:
– Bizden olun ne olursanız olun, yeter ki bizden olun! Bizim solumuz, bizim dincimiz, bizim sağımız, bizim Kurdümüz olun yeter ki olun!
Evet yumuşakçalar çok yumuşaktılar. Efendilerine karşı çok hürmetkârdılar! Onların sağı oldular, onların solu oldular, onların Kürdü onların dışkısı oldular! Her toprağa düşen bir gencimizin acısı vicdanlarını nasıl huzursuz ettiğini onların bozulan dengelerinde fark edebiliriz ama affetmek yok bizde!
Onları erdemli duruşumuzla yargılarız biz de! Onlar çirkinleştikçe biz güzelleşiriz, onlar yumuşadıkça keçi inadı tutar bizde.
Onların patronları Silivri’de çığlık çığlığa onlardan medet ummaktalar! Veli, Yalçın, Doğu ve diğerleri…Yumuşakçalar sertleşir hukuka! Doluşurlar Silivri tımarhanesinin kapılarında, hukuku protesto ederler o kirli paslı duruşlarıyla….
Haftaya bu gün 12 Eylül değil, 12 Haziran. 12’leri gördüğümde ürperirim. 12, uğursuz 13 ün arifesidir. 12, katledilen Kurd çocuklarının yaşıdır, Bir gün sonra nelerin kopacağının habercisidir. 12 Haziranda demokrasinin zaferiyle son olsun uğursuzluklara, satılmışlıklara, yumuşaklıklara, yumuşaklara, irade karşılığı bedeva makarnalara ve 12’lere…
12 haziranda Silivri mi yoksa insanlık mi sevinecek daha belli değil. Her kes meydanlarda kendi sesiyle bağırdığını sanır ama borular ve borazanlar ve her şey Silivri’ye odaklıdır.
Silivri’nin kurtuluşu savaş rantlarının kurtuluşudur. Mafyanın selamete kavuşmasıdır. Diktatörlerin özgürlük bayramıdır. Cenazeleri kendi rantları için kullanmanın özlemidir.
Gürültüler beş dakika düşünmeye fırsat vermiyor ki size çok şeyler yazaydım. İhaneti, ihanetin rengini, maskeleri, maskelerin altındaki gerçekleri…Tanrılar çok beceriklidir hem insan yaratmada hem de insanlara istedikleri ruhları üfürmekte…
Muammer Kadafi bas bas bağırıyor:
– Ey insanlık bana yaşama hakkı tanıyın! Libya’nın yarısını Libyalılara vermeye hazırım, yeter ki canımı bağışlayın!
Diktatörlüklerin aile firması olduklarını bu musibetler olmasa aklımıza bile gelmez. Çünkü bir erdemlere odaklıyız. Bizim aklımızdan geçmez yavşaklıklar, yumuşakçalar ve yumuşaklıklar! Size baba nasihatı edeyim! Ama Türkiyelileşmeyi esas alan devlet baba nasihati değil!
Kendi iradesini kaptıranların, kaptırabileceği başka hiçbir şeyi kalmaz. Kaptırmışsanız siz yok sayılırsınız. Kaptırmışsanız gölgeleriniz bile ağırlıksızdır. Ya hepimiz birlikte iradeyiz ya da yokuz. Var mı bundan başka izah tarzı?
NEDİR BU PATIRTILAR!
Kani Yado, 04.06.2011
Birey kendine ait olmadığı zaman seçimler, gösteriler, yarışlar çok gürültülü geçer. „Çok yasa padişahım“ toplumlarında coşkular had safhada olur hep. Bu talihsizliğin zirvesi bu gün Türkiye’deki seçim atmosferinde gördüğümüz olaydır. İnsanlar kimin için bağırıyorlar? Bu kimler kimdir? Türkiye’de insanlar inandığı için değil, inandırıldıkları iknada yönlendirilmiş iradelerini kullanır.
İnsan kendi tercihiyle beyan ettiği irade değerlidir. Özgür irade yanlış kullanılsa bile değerlidir. Yönlendirilmiş irade doğru olsa bile yapaydır, cansızdır, kötü kaderdir.
Burada aidiyet konusu incelemeye değer bir konudur. İnsan neye aittir, kime aittir, iradesini kime, özgürlüğünü neye ve kime kaptırmıştır?
Bu soruların cevapları dünyanın tüm sorularının cevaplarını taşırlar içinde. Söz aramızda despotlar duymasın! O kerkerin aldatma yöntemlerinin cevaplarını içerir bu konular. Tazının avcıya sadakatini göklere çıkaran despotlar topluma beş dakika için düşünme imkânı ve zamanı tanımazlar.
Belki seyahate çıktığım adada ben düşünmeye zaman bulabildiğim için düşünebiliyorum! Sormak gerekir psikologlara. Neden insanlar düşünmemeye zorlanıyorlar ve düşünmemeleri için onlar adına birileri düşünürler? Neden tilkinin tavuğu tuzakladığı gibi insanları tuzaklarlar. Neden tazının sadakatini göklere çıkarırlar bu avcılar? Balon gibi şişirilmiş tanrıların yarattığı korkulukların korkusunda yaşarlar bu insanlar! Kandırıkçı boncuklarla süslenmiş aldatma cazibesi var siyasi cambazlarda. İshal olmuş ağızları bitmez tükenmez bir volkan gibi patlıyor. Üfürükçü köşe yazarının kalemi, avcinin planı gibi icraya amadedir…
Daha ne diyem kurban! Kimse dağ ile nokta kadar birbirinden farklı değildir ağırlıkta. Salaklığın kilosu hafiftir. İnsan yüreğiyle birlikte tartıdadır. Yüreğin ve vicdanının ağırlığında yürü canım benim!
Bu ağırlık gaspının sırrını çözmek gerekir. Nedir bu cambazların korkusu? Toplumun sivilleşmesi, sivilin insanlaşması, insanın tefekkür etmesi neden bu kadar korkunç gösteriliyor?
Türkiye bir denizdi askerler için, cambazlar için, despotlar için. Yemeyeni domuz kabul ettiler domuzlar! O denizdeki saltanat yıkılacak, bu diktatörlük yıkılacak üzerlerine. Enkazdan kaçanlar Silivri’ye tatile çıkacaklar. Kurtuluş yok artık.
İnsanlık kirlenmiş, kirletilmiş, karartılmış, uygarlıklar mezarlina çevrilmiş Anadolu’yu sırtında taşıyamadı. Değişecek iklim, değişecek bu orman. Asker potinleri, yamyam marşları, faşizmin dansları olmayacak artık. Silivri’den bir imdat düdüğü yükseliyor. 12 Haziran onların ölümüdür! Bu çaniler ölülerin ölümünü, canlıların canını, öldürmenin yöntemini çok iyi bildikleri için ölümden korkuyorlar. Demokrasi ölümüdür onların. Yarasanın ışıktan korktuğu gibi korkarlar demokrasiden.
Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiyenin yarısını topluma geri vermek pahasına olsa bile toplumla CHP ve MHP aşhanesinde anlaşmaya hazırdır. Rahmetli avcıbaşı babalarının partisi CHP’nin babayasa komisyonunda bu sefer baba kazığı babayasa hazırlanıyor. Bu toplum baba kazığı yiye yiye kazık oldu ne diyeyim!
Oy verin demokrasiye, makarna yemeden oylarınızı kullanın! O gün makarna yemeyin ki minnetsiz ve tereddütsüz olarak oylarınızı kullanabilesiniz.
Bir seyyar satıcının sesiyle irkildim: Satılıklar var, salatalıklar var!
-Ne bağırıyorsun be kardeşim? Daha seçime bir hafta var!
SAHTEKARLIĞIN YÜZSÜZLÜĞÜ
Kani Yado, 03-06-2011
Seçim çalışmalarını her kes kendi partisinin zaferi için izlerken ben izleyenleri izledim. Öyle bir coşku var ki sanki dünyayı kurtarma yarışına girmişler. Tabi insanları talimatla düşündürenlerin aklına onları yine talimatla uyarmak gelmiyor. Yani Kurdler 550 vekil parlamentoya soksalar sorun çözülür mü? O parlamentonun ismi TBMM’dir. Yani Türkiye Büyük Millet meclisidir. Bu büyük millet, Hitler’in de büyüklük ölçeğinde beyan ettiği Alman ırkının büyüklüğü gibi bir büyüklüktür.
Hem de oraya seçilen vekiller istisnasız Türkiye Cumhuriyetine bağlılık yemini ederler. Yani büyük Türk milletine, onun kanunlarına, anayasasına, babayasasına, kara kanunlarına, deniz kanunlarına, hava kanunlarına yerde ve gökte, havada ve tavada bağlı kalınılacağına yemin edilir.
Hele Biraz düşünün? Hem onlara bağlı kalacaksın, hem de Kurdlere bağlı görüneceksin! Bu ne biçim iş, anlayamadım! Toplumu aldatmak için oyalama mı, yoksa göz boyama mi? İnsan ırkçılığı tahrik etmemek için ulusal haklardan bahsetmeyebilir ama değerlerimizi unutturmak için küçük pazarlıklara girmek bir küçülmek, küçültmek anlamına gelir.
Dersime gideceksin biraz kızıl rengi ağırlıklı makyaj, Bingöl’e gittiğinde Türk-İslam resmi ideolojisi atmosferinde Zaza tonunda baygın İslam, Elazığ’a gittiğinde biraz faşizm ağırlıklı İslamcı, Yozgat’ta gittiğin zaman biraz yoz olacaksın! Trabzon’da biraz Laz, biraz da kaz olmakla siyaset yapmanın ismi nedir?
El cevap: Sahtekârlığın yüzsüzlüğü!
Ey dünya, ey yüzlüler, ey yüzsüzler! Türkiye’ye bakın ve gülün! Türkiye’nin ve Türkiyelinin seviyesini görün!
Siz bu konu ile ilgili bir ölçme memuru olsanız hangi ölçü aletini kullanırsınız? Ben şahsen geri ve ileri adımları, sosyolojiyi temel, siyasal bilimleri kaynak kabul ederek siyasal spor ölçüleriyle ölçerim. Ben boşuna eşeklerin eşekliğini referans kabul etmiyorum. Gördüğünüz gibi kullandığım tüm ölçü aletleri isabetlidir.
Sahtekâr olmayan siyasilere ve makarna karşılığında onurunu satmayan seçmenlere bu ölçüleri Türkiye’yi tanımak için kullanmalarını tavsiye ederim. Doğrularda inatçı olun! Bilseniz ki doğru düşünme yüzünden Düyada yalnız kalırsınız bu inadınızda direnin. Kaybetmezsiniz, aksine dünyada doğru düşünen tek adam olarak Dünya şampiyonu olursunuz.
Canım pirim kemal Kılıçtaroglu’nun CHP Genel başkanı olarak seçim propagandalarındaki konuşmalarını televizyonda seyrettiğimde çok gülüyorum. Allah da seni güldürsün pirim! Baban Kamer bey, o güzel insan senden beklentisi büyüktü. Aslında seni tiyatrocu yapmak istemişti ama bir aksilik oldu. Güzel rol yapıyorsun.
Zeten okuldaki yeteneklerini çok iyi biliyorum. O denli ağırbaşlı bir insanın siyasi sahtekârlığı taklit etmesi çok zordur. Okulda öğretmenler onun ağırbaşlı duruşuna hayran kalmışlardı. Zaten o yönünü sevdiğim için arkadaş olmuştuk. Kemal, Pirim sahiden sen ‘siyasi şarlatan’ rolünü nasıl beceriyorsun? Ben çok merak ettim!
Bak ben siyaseti rezil etmek için komediler hazırlıyorum, ama kimse beğenmiyor. Beceremiyorum, güldüremiyorum işte! Ama sen beceriyorsun! Okulu birincilikle bitirmeyi de becerdin. Seni hiç kıskanmadım ama ben hep birincilerin ikincisi oluyordum.
Allah göstermesin, ben siyasetin ne birincisi ne de ikincisi olmak istiyorum. Ben aldatma yüzsüzlüğüne tenezzül etmeyecek kadar beceriksizim! Siyasete girenler benden kopmasalar ben onlardan koparım… Çünkü ben insan kaldığım için hep kopuktum siyasetten. Siyaseti komedi konusu yapmaktır benim siyasetim. Ben kopuklukta mutlu olacağım.
Devlet, hükümet, siyaset, her şey insan içindir. İnsanlar onlar için değildir. Yanlışlar yapılıyor bu konuda. Her şey vatan, her şey devlet, her şey teşkilat, her şey eşekbaşı için(!) sloganlarıyla büyüyen insanlar için bu konulara doğru bakmak zordur, ancak bu zorluğu başarmalıdır. Daha bebe iken okula başladığında Türklük yemini eden insanlar büyüdüğü zaman beyin kusurlu olmak zorundadır. Her kes Atatürkçülük, Atakürtçülük edebilecek kadar beyin kursurludur. Çok kötü bir kaderdir, Allah kimsenin başına vermesin ama Kurdler ve Türklerin başına verdi bir kere!
Ahmaklara bakın! Atatürkçü veya Atakürtçü olmayanları adam saymıyorlar, onlara kız vermiyorlar! Bu ne biçim kerliktir, daha anlamadım! Belki bu süpermanlara göre beyin özürlü olanlar aksini düşünenlerdir.
Muhammedin ve Atatürkün şefaatine, Allahın selavatine, rahmetine nail olan Mekke hayranı putperest bir mümin, günaha girmemek için yazılarımı okumaya cesaret edemiyormuş! İmanı zayıflar diye korkuyormuş. Siz siz olun imanınıza mukaat olun. İmanınız zayıf ise yazılarımı suret-i katiyette okumayın benim güzel canlarım!
Özgürlükten daha değerli hiç bir şey yoktur. İnsan kendine ait olduğu koşullarda özgürdür. Yüce yaradan bizi kullara kül olmak için yaratmadı. Türkeşçi, Erbakancı, Kemalci, Apdulmuttalipçi, Maocu, Stalinci, Hitlerci Ebu Sufyancı, Alici, velici, olmak ne demek biliyor musunuz? Başkaları için KER olmak demektir açıkçası. Bir kusur eyledimse affola!
KERBAKAN’IN KERLİĞİ VE TAYYİP’İN AYIBI
Kani Yado, 03.06.2011
Rahmetli Kerbakan bir başka kerbakan. Gladio’nun sivil misyonerliğinin 1960 yıllarının versiyonu. Kurdçe ’’ker“ eşek demektir, ‘’Kerbakan“ eşek bakanı anlamına gelir. Yani eşeklerin seroku demektir. Rahmetli sağ olsaydı onun mitinglerinde “Bijî Kerok Kerbakan!“ sloganını atmaktan kendimi geri tutamazdım. Rahmetli kusura bakmasın! Arakasında konuşmak gibi olmasın ama onun gözlerine meftundum.
61 Askeri Anayasası dini esaslara bağlı partilerin kurulmasına izin vermiyordu ama NATO’nun ricası üzerine bizim Kerbakan’a Milli Nizam Partisi kurduruldu. Daha önce belirttiğim gibi eşeklerin eşekliğini referans alamayanlar doğru düşünemezler. NATO bu kerliği referans aldı. Kerbakan amatör artistler gibi önce bir kurumu işgal ederek medyatik oldu. Ona parti kurduran derin babaları öyle buyurmuştu!
Bizim Kerbakan başka bir kerbaban. Onun kerliği bir misyonerlikti. Bu gün Tayyip’in yaptığı ayıbı o yapıyordu. Teyyo Emmi Kurdlerin uyanışına karşı din hususunda iradeleri zayıf Kurdlere karşı görevlendirtirken, Kerbakan 1960 yıları ortalarında moda halinde hızlı bir şekilde gelişen sosyalist düşünceye karşı görevlendirilmişti.
Sol düşünceye karşı islam köleci toplum değerleri sürekli işlendi. Sosyalizmden önce İslamın faizi yasakladığını doktrin olarak sunmaya başladılar. Beyt-ul Mal sistemiyle kamu mülkiyetinin komünizmden evvel İslamiyet tarafından uygulandığını yeni çağdaş siyasal literatürle ile açıklıyorlardı. Dolaylı yoldan “en iyi komünist biziz“ demeye getiriyorlardı.
Diğer taraftan Türkeş’in devlet güdümlü çocuklarını paralel düşüncelerle bir üst rütbe olan milliyetçiliği da ekleyerek işliyorlardı. Dikkat ederseniz Kerbakanin kerliği ile Tayyib’in ayıbı aynı amaca yöneliktir. Bir uyanışı engellemek!
Tabi her kesin kerliği kendi somut koşullarına göredir. yükselen devrimci düşünceye ve pratik ilerici örgütlülüğüne karşı Sünnileri Yezidin kanlı kılıcıyla, Alevileri kanlı zülfikarla tanıştırmak için yoğun bir çaba içine girdiler. Amaçları insanların beynini masallarla işgal edip düşünemez hale getirmekti. Gerçekten amaçlarına da ulaştılar. Müslümanlar yezitleşti, Aleviler Şiileşti. Onlar tarafından katledilen Aleviler bugün Türk milliyetçiliğinde şampiyonluğa soyundular. Pratikte Kurd düşmanlığını İslamın şartlı haline getirdiler.
CHP iktidarı döneminden miras kalan Hitler hayranlığı milliyetçilikle buluşmayı kolaylaşıyordu. Bu yüzden Türkeşçi -Türkçü İslamcı milliyetçilik ile Erbakancı İslamcı-Türkçü milliyetçilik çizgileriyle faşistlik yarışı hala devam ediyor.
İnsanlar bu insanlık dışı anlayışlarla kirletildikçe sol demokratik anlayış marjinalleşmeye doğru sürükleniyordu. Sayın Ecevit’in demokratik çizgisi de CHP;nin faşizmine çarparak darmadağan oldu. Ecevit’in tasfiyesini bu şekilde anlamak gerekiyor.
Radikal sol köylü gençlik ağırlıklıydı. Köleci toplum inançlarıyla kuşatılmış durumda olan sosyalist gençlikte kişilik sorunundan kaynaklanan kimlik arayışı ağır basıyordu.
12 Eylül faşist darbesinden sonra ateist Kenan Evren’in Suudi Arabistan-Rabıta’dan karşılıksız yardım alarak Türkiye’de islamcı örgütlenmeye maddi kaynak yarattığı deşifre oldu. Kürtlerin karakterinden kaynaklanan ciddiyet olmasaydı belki Türkiyede solun ismi bile anılmayacaktı artık.
1984’ten sonraTürkiyede anti militarist halk mutabakatı ile Avrupadaki NATO değişim süreci paralel yürüyordu. Burada da görüldüğü gibi demokratikleşme Türk toplumunun siyasal tercihi değil, Avrupa demokratik programı çerçevesinde Avrupa Birliğinin tercihidir.
1990 yılları içinde Özal’in yarattığı halk mutabakatı Ergenekon tarafından dağıtıldı. !2 Eylül faşist Askeri darbesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye’yi haraca bağlayınca paranın sıcaklığından çok memnun kaldı. Artık Türkiye’yi sivillere vermek istemiyordu. Ergenekon sürekli Kurdlerle savaşı sürdürmek ve TSK’yi sürekli iktidarda görmek istiyordu. Daha sonra Avrupa’nın ciddi müdahalesiyle Özal mutabakat hareketi Ak Parti’de o süreci devam ettirdi.
Türkiye’deki siyasal fırtınalar hala demokratik değişimi engellemeye yöneliktir. Demokrasi Türk toplumuna ters olan bir erdemler sistemi olduğu gerçeğiyle değişimin uluslar arası boyutlu olduğu ortaya çıkıyor.
Ancak Kurdlere karşı ne Kerbakanin kerliği ne de Tayyib’in ayıbı son buldu. Bu kerlikler ve ayıplar hala devam ediyor. Kurdler değişen Dünya koşullarına ve dengelerine göre politikalarını doğru saptamaları gerekiyor. Önemli olan Kurtlerin bu süreçten kazançlı çıkmasıdır. Kürtler birliklerini bozmadan demokratik ağırlıklarını koymaktan başka bir siyasal tercihleri olamaz artık.
MUTLULUĞU AMAÇLAMAYAN HİÇ BİR ŞEY KABUL GÖRMEZ
Kani Yado, 02.06.2011
İnsanın mutluluğunun esas alınmadığı her din, her siyaset, her düşünce yanlıştır. 20. Yüzyıl insanı yarım yüz yıl içinde iki tane Dünya Savaşı’nı gerçekleştirmişlerse insan mutluluğunu esas almayan somut koşulların yansıması olan düşünceler yüzündedir.
Bunların temelinde gerici din felsefeleri ve ona bağlı olarak gelişen despotik sağ ve sol yaşam biçimi ve onlara ait düşüncedir. Bu despotik eğilime göre savrulan insanın psikolojik durumlarını, bunların öncü şövalyelerinin bilinçaltı kirliliğini psikologlara bırakıyorum.
Günümüzde despot lider olarak ortaya çıkan legal ve legal olmayan şövalyelerin durumu da o eskicilerin uzantılarıdır. Bu talihsizlik insanın sosyal konumuna göre ya sağa ya sola meyilledir. Bu iki düşüncenin diyalektik karşıtlığı ve birbirini güçlendiren birlikteliğinin sonuçları tarihe talihsiz bir vaka olarak düşecektir.
Köleci toplum dinsel ümmetçiliğinin çağımızdaki aldığı son biçim ve görüntüsü milliyetçiliktir. Gördüğünüz gibi bu iki durum iç içe yapılanmasıyla gerici, baskıcı, gayri insanı olarak siyaset sahnesinde parti ve hareketler olarak hala geriliklerini sergilemektedir. Bu ideolojik temelde toplumu askerileştirmektedirler. Sağda ve solda politikleştirilmiş askeri stratejiyle sivil toplumu dejenere etmiştir.
Aynı tarihsel süreçte gelişen bilim ve teknik bu zihniyete hizmet eden silahların üretilmesine neden olmuştur. Tüm dünya orduları insanları, Allah’ın kullarını öldürmek için adeta ona karşı cihat ilan etmiştir. Köleci toplumlarda yamyam orduların kullandığı kılıç kalkan yerine, faşist orduların kitle imha silahları geliştirildi ve kullanıldı. Faşist güçler arasındaki egemenlik yarışı büyük savaşlara neden oldu.
Faşizmin ekonomi politikası, Cumhuriyet Türkiyesinde olduğu gibi İktisadi Devlet Teşekküllerini güçlendirerek, sivil sektöre karşı hakimiyetini sağladı. Hala sol adına özelleştirmeye karşı çıkan, zihniyette askerileştirilmiş zihniyet sahibi Türk Sendikaları faşizmin ekonomik gücüne sahip çıkarak sektörlerin topluma mal olmasına karşı direnmektedirler.
Kamu mülkiyetinin kutsallığı bu yüzden solda ve sağda benimsenmiştir. Krallıklardaki, Osmanlıdaki devlet mülkiyetine sadakatin kendini solda ve sağda hala yaşatması şaşırtmıyor beni. Buna bağlı olarak Türkiye’de sağın ve solun derin devlete sahiplenmede ortak hareket ettikleri gözden kaçmıyor.
Kanıksanmış bu fasişt zihniyet yüzünden demokratik gelişmeler düğümleniyor. Her koşulda bu gün yargılanan Ergenekon mahkûmlarının özgürlüğü pazarlık konusu yapılıyor. Topluma karşı suç işleyen tanınmış faşistlerin yargılanması yaş sınırına takılmak isteniyor. İnfazcılar, tetikçiler Ergenekon yazarlarının fikir özgürlüğünden bahsetmeye başladılar. Caniler özgürlükten ve demokrasiden bahsettiler. Dünya Demokratik Uygarlığının gücünün başlattığı operasyona karşı taraftar bulamayan Türkiye siyasal muhalefeti tekrar darbe çağrıları yapmaya, darbenin koşullarını terörle oluşturmaya başladılar.
Dünyada benimsenen hak arama yöntemlerini bırakıp ortamı tahrik eden serseriliğin altında hala 12 Eylülcüler vardır. Ne fasitler ne de kendine sol diyen gruplar bu açıdan güdümsüz değildir. Dünya sivilleşmemeyi insanlaşma olarak tanımlıyor. Türkiye’de tam tersine sivilleşmemek, insanlaşmamak için büyük çaba var. Erdemler insanlaşmada hayata heyecan yaratırken, demokrasi düşmanı militarist sağ ve sol despotizm demokrasiyi engelleme eylemlerindeki heyecanla yaşama dinamizm katmaya çalışıyor.
Tercihler insanın niteliğini belirler. Demokrasi tercihi insani erdemlerin öne çıktığı koşullarda talep edilir. Demokrasi talebi ne bilinçli olarak destekleniyor, ne de bilinçli olarak karşı çıkılıyor. Bu gün dış demokratik dinamizmin isteği üzerine demokrasi programını önüne koyan hükümet taraftarları genellikle cemaat tavsiyesi olarak desteğini sunuyorlar. Yani bireylerin yaşam erdemlerine bağlı demokratik talepleri yok. Türkiye’de demokratik erdemlerin bilincinde olan insan sayısı çok azdır. Türkiye genelinde % 10 civarındadır.
Kurdler kendi ulusal ve siyasal talepleriyle bu konuda kendilerini çözümün tarafı olarak ilan etmelidirler. Komisyoncu misyonerlik siyasal çözümlerde bu günkü dünyamızda mümkün değildir. Dünya, demokratik ölçülerde yansıtılan iradeyi esas alır. Sadece bu demokratik iradeye saygı duyar. Dünya Kuzey Kürdistan Kurd sorunuyla ilgilendiği halde, konuşabilecek muhatabını bulamıyor. Ne Türkiye, ne de Türkiye’nin güdümlediği Kurdler bu sorunu dünya gündemine almak istiyor.
Türkiye’de din ve siyaset alanı sadece karanlıklarda saklanabildikleri birer barınak olarak bilinçaltına yerleşmiştir. Arkalarına karanlık güçleri alanlar güçlü görünür. İnsanlar bu karanlık mezarlıkta iyi saklar. Sağın ve solun bilincine kazılmış bir kere. Toplumsal rehabilitasyon sorunu nasıl çözülebileceğini şahsen benim için hala muammadır.
ADAM YERİNE KOYMAK VEYA KONMAK
Kani Yado, 01.06.2011
Adam nedir? İlkin ’adam’ kavramının anlamını koymak lazım. Adam, Yahudilerin dilinde insan demektir. Tabi insan ne kadar insandır(!) o ayrı bir konudur. Kimi adam kavramını erdemler açısından pozitif değerlere sahip insan anlamında kabul eder, kimi adamlık açlığından dolayı karnını doyurmak babından değersizliğe duyduğu özlem olarak algılar.
İnsanların içinde bulunduğu uygarlık değerlerine göre siyasal nitelik öne çıkar. Ortalama yargıya göre güç sahibi olana adam deniyor. Detaylarına inmek için iyice incelemek gerekir. Demokratik ortamların dışındaki yaşam biçimlerinde en güçlü zırtokraklar, zırto olarak en güçlü zırtokrat adam sayılır.
Adam nedir? Şah mi, Şahı Şahan mi? Bir insan adam yerine konsa ne anlama gelir? Demek ki fiziki varlığı kast edilmiyor ki adam, adam yerine konulur veya konulmaz. Bu adam başka adam! Hiç düşündünüz mü? Farz edelim siz adam yerine kondunuz! Kendinizi nasıl hissedersiniz? %98 adam yerine konan eşek başı Kenan Evren mi hissedersiniz kendinizi?
Peki sizi adam yerine koyan biri eşek ise, kendinizi nasıl hissedersiniz? Cevabını söylemeyin, sadece aklınızdan çarçabuk geçirin, kurtulun! Ben şahsen kerler tarafından adam yerine konmak istemem. Zaten böyle bir talebi olan ker oğlu kerdir. Bir ker sizi adam yerine koyarsa adamlığınızdan şüphelenin!
Bir Diyarbekir’li qirix Sur’un altın oturmuş, dalmış düşünüyor. O sıralarda faili meçhul, yani faili çok belli bir çok cinayetler işleniyor. Bir kaç çok sevdiği Qırıx arkadaşını da kaybetmiş faili bellide! Onların acısını hiç unutamıyor. Yoksa O şen şakrak Qırıx bu şekilde görmek mümkün değildi.
O sırada daha yeni korucu olan eski bir arkadaşı karşısında belirir:
– Nedir Qırıx, gemilerin mi batmış ?
– Benim gemilerim batmaz tazı! Acım var.
– Bak Qırıx kimse seni adam yerine koymuyor! Gel sen de devletin şefkatine sığın kurtul! Hem de seni her kes adam yerine koyar o zaman.
– Ulan tazı eline almışsın devletin soykasını, kendini adam mi sanıyorsun?
– He valla beni adam yerine koyuyorlar artık.
– Ulan Hizbul Şeytan! Jitem, Köy korucuları ellerine bu soykaları aldığında eşekler onları kendinden saymış. De gêt seni qıbrax seni! Uyuz tazı! Sahibine git, kuyruğunu iki arka ayaklarının arasın almayı unutma! Devletin, örgütlerin gücünün arkasına sığınıp kendini adam sayıyor bu ahmak, tövbe tövde! Ker oğli ker!
Bizim Qırıx, qırıx mırıx ama kitap gibi adam! Her musibet onun için bir bilgi kaynağı oluyor. Devletin tazısı gereken cevabı alıp oradan ayrıldıktan sonra derin derin düşünmeye başlıyor. Elinde soykalarıyla din için, devlet için savaştığını sanan bu ahmakları acaba adam yerine konmadıkları için mi bu maceraları göze alıyorlar?
Belki öbür dünyada kendilerine huriler hazırlanmıştır diye düşünmüş olabilirler. Yahudilerin örgütlediği soykalı Filistinliler de vardır. Görünüşte Filistin için savaşıyorlar ama İsrail’in onu terörize edip Filistin davasını dünya kamuoyunun gözünden düşürmek için el altından finanse ettiğini anlamadan ölecekler.
Ölümden korkmazlar bunlar! Çünkü ölmek yaşamaktan daha avantajlıdır onlara göre. Bu dünyada daha elini tuttuğu bir yavuklusu yok. Öteki dünyada sıra sıra huriler onu bekliyor, şehit olup onlara kavuşacak! Yakışıklı Türk İslam gençleri Marmara gemisinde güzel hurilere bir an evvel kavuşmak için şehadet kararı almadılar mi?
Paravana soykalılar hiç bir zaman düşük yoğunluklu olarak savaştırılıp lanetlik terör kapsamına itildiğini kavrama kapasiteleri olmaz. Onlarda kerlik dünyaya ilk gözlerini açmakla beraber başlar. Dünyaya gelir gelmez kılıçları, zülfikarlari çekmek için hazırlık karanlığında tünele konur. Gençlerinin boyunlarında kılıç veya zülfikar denen vahşet araçları var. Kanla tanıştırıla tanıştırıla kanlı olur bunlar. Canlı olur, Konyalı, Batmanlı, Vanlı olur bunlar!
Artık dini imanı için yapamayacağı bir çılgınlık kalmaz! Mısır’a, Ürdün’e, İsrail’e gittiğinizde bir canlı kerin bombasında her an ölebileceğiniz korkusuyla gezersiniz. Üsküdaristan’dan Pakistana kadar bu cins kerlerin nasıl ıslah olabileceğini kimse tahmin edemiyor. Kerliği tutmuş, beyinler felç olmuş. Adam yerine konmak için ne maceralara katlanmazlar ki!
Psikologlar tahlilde acze düşmüş. Bilim onlar tanımakta zorlanıyor! Tüm insani görevler Dünyanın jandarması NATO’ya devredilmiş, sopayla adam olmaya kim inanır ki? Bir çare bulmalı Dünyanın bu kör düğümüne. Muska sökmez, tedavi zor, hep birlikte çözmek gerek. Çözmek için adam gerek. Adam olmak için insan olmak gerek!
Morlukta sevdayı gördüm
El ele tutuşup koşamadığımız yasaklı coğrafyada
Bacı diye hitap ettik sevgilimize
Kedinin ciğere bakışı gibi hayata dışarıdan baktığımız,
İçine giremediğimiz dünyalara karşı cinnet getirdik,
Saldırdık gölgelerimize…
Bizden hızlı koşanlar bizden evvel öldüler,
Biz ölülerden daha ölüydük tabutluklarda
Ölümlerden ölüm seçtik Osmanlı mezarlığın karanlığında
Göz tahmininde yürüdük bir keçi yolunda
Gözler bağlıydı işkencede..
İşkence de karanlıktı
Kızıl kan pıhtılaştı
Kararan kan kızılı da karanlıktı
Ölümün gölgesi hep karanlık,
Hep karanlıktı karanlıklar o mezarlıkta…
Benim fidanlarım, benim genç neslim!
Tertemizsiniz temiz dünyalarınızın temizliğinde
Yaktığınız alevin aydınlığında kutluyorum sizi!
El ele sevgilinizle koşun
Yıldızlardaki başarılarınızda coşun
Üstünde özgürlüğün resmini yaptığım
Yado çeşmesinde yıldızlara takılı uçurtmamın ipine tutun
Gök mavisinin çöktüğü yerin kızıllığında seyret
Karanlıkları yırtıp gelen aydınlıkta morluğu
Sevdanın rengini görün ışıkta
KANi YADO
31.05.2011
EVRİM KAZASINA UĞRAYANLARDA TÖLERANS YOKTUR
Kani Yado, 31.05.2011
Genelde ekonomik ve toplumsal gelişmelere paralel olarak her alanda gelişmeler olmaktadır. 1960 sonrasında militarizmin yönlendirmesine takılan siyasal biçimler toplumun aleyhinde bir biçim aldılar. Avrupa’da meydana gelen 68 kuşağı siyasal dinamizmi, hem Avrupa’da hem de Türkiye’de ciddi önlemler alındı. Avrupa soğuk savaş stratejisi doğrultusunda önemli önlemler aldı.
Türkiye de bu konuda acayip taktikler geliştirildi. Kemalist yasaklara rağmen laiklik delinerek Ergenekon’un sivil gediklilerine Milli Nizam Partisi kurduruldu. Her tarafta Kuran kursları kuruldu, toplum uyanış hareketlerine barikat olabilecek gerici yapılanmaya sürüklendi. Kısa dönemde itibarı artan sol siyasal düşünceler ve yapılar itibar kaybetmeye başladı.
Ne derecede teorik tahrifatların yapıldığını bilmiyorum ancak o dönemi yaşayanlar solun sağlıksız bir çizgiye ve duruş şekline sürüklendiği gözden kaçmıyordu. Daha önce sağlıklı gelişen sözlü halk edebiyatı ve geleneksel espri becerileri yavaş yavaş despot Kemalizm’in talihsizliği olan toleranssız biçimlere terk ediyordu.
İslami ve sol despotik yapılanmaların kötü etkisi olmadan önce insanı ilişkiler daha ileriydi. Bu durum eşyanın tabiatına aykırı olmasına rağmen bu talihsizliğin ortaya çıktığını üzülerek söylüyorum. Çocukluğumu yaşadığım coğrafyada kendilerini Alevi ve Sünni olarak ifade eden insanlar karışık yaşıyorlardı.
Bir bakarsınız elinde sazıyla gelen bir seyit tıngır mıngır sazıyla cemini yapıp hediyesini alır gider. Arkasından Arapları andıran cübbeli şeyh öncü müfrezesinin elindeki tef ile tam tam sesleriyle köye doğru geldiğini görürsünüz. Cübbeliyle gelenlerle beraber semerleri hazırlanmış boş eşeklerin olmasına bir anlam vermek gayet kolaydır. Şeyh-ul İslam keyfine bakarken, insanları Araplaştırırken birileri eşeklere yüklenmek üzere buğday, yağ, peynir toplamak için çalışmalarını sürdürür. Şeyh köyden ayrıldıktan sonra eşekli elemanlar topladıklarını eşeklere yükleyerek arkalarından yollara düşerler.
Seyitler ehl-i beyt olduğunu ve peygamber soyundan geldiğini iddia ederek cem yaparken, Şeyh de ehyl-i sünnet nebi soyundan olduğunu iddia eder. Velhasıl ikis de Arap soyundan geldiğini iddia ederek insanların beynine harici fikir enjekte ederler. Bu durumda bu iki misyonerlik akraba sayılırlar. Tabi biz bunun köleci toplum geleneğinden kaynaklanan üretim gücü dışındaki parazitlerin dilenme yöntemi olduğunu bilmek zorundayız ama inanç olarak var olduklarını da kabulleniyoruz.
Bir de bu Allahın torpilli şahsiyetlerinin dışında halkın kendi aralarında inançlara bakışı vardır. Kimi fanatik olarak Türkiye’deki sol ve sağ radikal zihniyetler gibi ölümüne bağlıdır, kimi gayet liberal bakış acısına sahiptir. Yöremizde inançlara dayalı olarak sözlü edebiyat gelişmiştir. Bunların çoğunu kitaplarda bulmak mümkündür.
Kültür bakanlığı elemanlarının çalışmalarıyla Kurd folklorunu ve müziğini toplayarak Türkçeleştirdi ama sözlü halk edebiyatına fazla ilgi duymadı. Çünkü sözlü edebiyat geliştiği dildeki orijinal haliyle caziptir.
Yöremizde Tahir Polat isminde bir öğretmenin kirve olduğu Maho islimdeki dayımdan dolayı Maocu suçlamasıyla soruşturma geçirdikten sonra ismi duyulan Maho dayım son derece toleranslı davranışlarıyla dikkatleri çekiyordu. Maho çevremizin Sünni ve Alevi insanlarımızın hocasıydı. Bu köylerin karışık durumu aynı zamanda kendine özgü toleransı yaratmıştı. Teyzem yani Maho dayımın Kızkardeşi Besra Ali isminde bir Aleviyle evliydi.
Yöremizde bu tür evliliklere sık sık rastlanır. Bu toleranslı durum Hazreti Necmettin
Erbakan’ın toplumu İslamlaştırmasına kadar devam etti. Ama bu durum dayım Maho ile fırça Ali’nin birbirine olan bağlılıklarına ve aynı zamanda aralarındaki zıtlığa son veremedi.
Maho dayım Hz. Ali’nin nebi değil, Veli olduğunu savunuyordu, damadımız fırça Ali Hz. Alinin İlah olduğunu söylüyordu. İlah olan Ali El İlah yani kısa yazılışı olarak Allah olmaz mi? Fırça Ali her sırası geldikçe Ali’nin Allah olduğunu ilan etmekten geri durmuyordu.
Tartışmalar kırıcı olmayacak şekilde yıllarca devam ediyordu. Bu tartışmalar Kürt dilinde sözlü edebiyatın tüm güzelliklerini yansıtıyordu. Tartışmalar esnasında yapılan esprilerin güzelliği bir başkaydı. Bu tartışma ve espri kaynı Maho’dan önce ölüm döşeğinde olan Fırça Ali ile devam etmişti.
Teyzem Besra haber göndermişti ağabeyi Maho’ya. Ali ölüm döşeğindedir, bir kuran okumasını istemişti Ağabeyinden. Maho kuranını alır, atına biner ve kaynı Ali’nin köyüne gelir. Çarçabuk iner atından, kaynı Ali daha ölmeden kuran okumak için odaya dalar ve hemen başlar Kuran okumaya.
Ali sağlıklı bir insanın çevikliğiyle başını kaldırır ve:
– Maho, sen beni bırakmayacak misin ben rahat öleyim!
– Fırça dur! Allahın kelamını, Yasin okuyorum! Allahın huzuruna gidiyorsun Kuransız ölme!
– Ah ulan Maho, canım sağ olsaydı seni boğardım burada, kendi yerime seni öbür dünyaya Yezit’in yanına gönderirdim!
– Fırça rahat dur, ölmek üzeresin, İmam Ali’nin yanına göndereceğim seni, Kuran okuyoruz burada!
Ali tekrar ölüm pozisyonunda ve kendiden geçer. Maho sesini yükselterek tekrar başlar okumaya:
– Yasiiiiiin. El Kuranı kerim… diye başlar .
Ali tekrar başını kaldırır ve sinirli sinirli Maho’ya bağırır:
– Ulan Maho, ben senin inadına ölmeyeceğim, var mi bir diyeceğin?
– Maho Kuranını kapatır, torbasına koyar ayağa kalkar ve:
– Ulan Alo! Aha kuranımı kapattım. Fırça de haydi Kuransız öl! öl ki öbür dünyada Allah seni…der.
Ali erkekliğin simgesi olarak tanımladığı o kocaman bıyığının ve kalın kalın o kocaman kaşlarının görkemiyle vefat eder. Kaynı Maho ona espri yapamaz artık, hiç bağıramaz. Sanki hiç uyanmayacak şekilde derin bir uykudadır. Maho ile sürekli zıt ve birbirinden hiç kopmayan ikizler gibi beraber olan, tartışan, ağlayan, gülen bu iki güzel insan artık yok aramızda. Maho’nun kardeşi değerli Alirıza Kaya da artık yaşlıdır, gözleri görmüyor. Bu güzel insanların yerini doldurabilecek kendi dilinden, kültüründen uzaklaşmamış, esprili mekteplilerin olabileceğini sanmıyorum.
Sevdiği « imansız Fırça Ali »sinin vefatından bir süre sonra Merhum Tahir Polat’ın kirvesi ve Mao’su, çevre köylerimizin imamı, sözlü edebiyatçısı, espricisi, muhtarı, köyün büyüğü yok artık aramızda. Her ikisinin yeri cennet, toprağı bol olsun.
Hayatta olan emekli öğretmenler Tahir Polat ‘in kirvesi Maho’yu yani Muhtar Mehmet Kaya’nın ismini duymayan yoktur Türkiye’de. Tahir Polat hocanın geçirdiği siyasi bir soruşturma Türkiye’nin medyasına yansımıştı. Şöyledki :
Tahir Polat’in arkadaşlarından biri kendisinden daha kıdemli olduğundan onun sicilini bozup ilçe Milli Eğitim Müdürlüğünü garantilemek için Maocu olduğunu ve Mao ile ilişkisinin olduğunu ihbar eder. Müfettişler gelir, onun ifadesini alırlar.
Müfettişler sorarlar :
– Hocam sizin Mao ile ilişki içinde olduğun şeklinde iddia var, ne diyorsun, doğru mu ?
– Evet efendim doğrudur, Maho ile uzun süredir ilişki içindeyim
– Sen Mao’yu seviyormuşsun ?
– Evet o da beni çok seviyor. Dedelerimizin ilişkileri de birbirleriyle vardı.
– En son ne zaman Mao ile görüştünüz ?
– Maho ile en son bu geçen Cuma günü görüştük. O bazen Cuma günleri atıyla ilçeye gelir. Cuma namazına katılır, alışverişini yapar ve köye döner. Onun babası da, ve babasının ölümünden sonra kısa bir süre analigi Zeloş muhtarlık yaptı, Zeloş ananın 1950 yılında vefatından beri Maho Tacik köyünün muhtarıdır.
……….
Gördüğünüz gibi bizim Kurd Maho ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin Mao’sunu karıştıran öğretmenler ve TC’nin Miilli Eğitim müfettişleri vardır.
Bu olaya benzer çok olaylar oldu Türkiye’de. Türkiye basınına veya öğretmenlerin yayın organlarına yansıyordu.
BİZE ‘KÜRT’ DİYORLAR
Kani Yado, 30.05.2011
Özel isimler orijinal şekliyle yazılmalıdır. Nasıl ki USA’ya ÜSA diyemiyorsak, KURD’e de KÜRT diyemeyiz. Bize “kart kurt“ dediklerinde aslında biraz daha yaklaşmışlardı bize. Şimdi daha kötü telaffuz ediyorlar bizi. Bize KÜRT diyorlar. Belki incelterek sosyete diline yaklaşmışlar. Bilmiyorum, belki de…Ben şahsen KURDlüğümden vaz geçmem. Ne KURD Kürt olacak, ne DERSİM Tunceli olacak!
İki Çorumlu İstanbul’a gitmişler. İkisinin de ismi İbo. Zaten Corum’da kimi görseniz İbo diye seslenin, dönüp size bakar. Bunlardan küçük İbo daha evvel İstanbul’u ziyaret ettiği için İstanbul hakkında daha fazla bilgiye sahip. Her iki İbo İstanbul’da dolaşıyorlar. Karınları acıkıyor ve lokantaya gidiyorlar. Dolaştıkça gözler camekanda cehennem ateşinin etrafında kızaran tavuğa takılır, gözler mideden daha aç, karın isyanda ve bağırmakta patırtılar var. Bu koşullarda bir şeyler yememek olur mu? En ucuz yemek kuru fasulyede karar kılmışlar. O esnada kızaran tavuğun kokusu yeter de artar. Tabi fasulye yemeli, fasulye bağırsakta Nato bombardıman uçakları gibi sortiler yapmalı, İstanbul sokaklarını bombalamalı!
Küçük İbo büyük Küçük İbo’ya dönerek:
– Bak İbo! Burası İstanbul oğlum! Kibar konuşacaksın. Pot kırma! İnce olacaksın. K harflerini kullanırken dikkat et. Araplar gibi boğazında kediler ve köpekler boğuşurcasına konuşma!
– Tamam, ayıp ettin adaşım, ben zaten her zaman kibarım.
Komi geliyor ve:
– Hoş geldiniz, ne yersiniz efendim?
– Kuru fösülye, yanına pilav
– Bana da aynısından
– Buyurun yemeğiniz…
Ve her iki İbo kuru fasulye ve pilav yiyip çıkıyorlar. Büyük İbo adaşına dönerek:
– Helal be adaşım, sen tam sosyate olmuşsun, çok ince konuştun. Fasulyelere de helal olsun, köyden çıkıp şehre gelmişler çok kibarlaşmışlar, belki bu kibar halleriyle fazla gaz da yapmazlar.
Gel zaman git zaman Küçük İbo ile Avrupa’da görüştük. Çorum’da, Ankara’da hesap sormak kolay değildi. Avrupa’da elime düştü İbo, yakasına yapıştım! Boyu ufak tefek, gücüm yetiyor nasıl olsa.
– De haydi simdi konuş Ibo! Kahraman Çorumda, Gazi Ankara’da senin dilin uzundu, hadi burada da konuş! Sen neden bana KURD olduğum halde KÜRT demiştin? Çorumda cemevinde neden “Hüüüüüüüüüüüüü“ diye horozlanmıştın? Hü’nün anlamı nedir İbo? Orası ibadethaneydi, horozhane değildi, sen neden horozlar gibi hüüüüüüüüüüüü dedin? Nedir sizin elinizden çektikleirmiz? Hergelehaneye karhane, salatalığa soyha, Dersime Tunceli, MUHAMMED’e Muhammet veya Memet, El Aziz’e Elazığ, Amed’e Diyarbakır dediniz…Bak İbo, bu gülünç durumunuz devam ederse dünyanın tüm kargaları karşınıza çıkar kahkaha atarlar, siz rezil rüsva olursunuz!
Ben Şırnaklı, İbo Kahraman Çorum’lu olduğu halde biz birbirimizi çok severiz. İbo Alevidir, Çorumun katliamcı kahramanlığından sorumlu değildir. Türk aydınlar Türklerin gerçekleştirdikleri katliamlarla öğünürler veya üstünden es geçerler ama İbo can köyde eşeğin sırtında, şehirde cansız eşek seyahatlerinde bisiklet sırtında hep kitap okuduğu için gerçekleri biliyor. Okuduğu kitap sayısını bilmek mümkün değil, çünkü bisiklet sefer sayıları da belli değil.
Hep birbirimize takılırız. Çorumun leblebisi elimde zar ağlar! Şirnak’ın ayılarına, armutlarına, palamutlarına laf ettirmem! Biz genellikle komedi konuları için ele geçmez olan Türk aydın tipleri üzerinde çok tartışıyoruz. Üslubumuz yüreğimizden kopan bir fırtına, yaklaşımımız bisiklet üstünde okuduğumuz kitaplardan kaynaklandığı için yanlışlara af yok bizde.
Türk aydın tipleri incelemeye değer bir konudur. TC’nin yapay kuruluşundan olacak ki her şeyi yapaydır. Hangi konuyu ele alırsanız çirkinleştirme ile karsılaşırsınız. Doğayı, insanları, bilimi, eşya isimlerini, yerleşim birimleri isimlerini…
Anadolu’yu tanınmaz hale getirdiler. 12 Eylül faşizmi tarihi yerlerin ismini değiştirirken daha rezil durumlar yaşatmış insanlara! Turistler bir çok zorluklarla karşılaştılar. Efes’e giden turistler Efes’te Efes’in adresini sormuşlar.
Hele kendi peygamberlerinin ismini bile yanlış MUHAMMET olarak yanlış yazmaları bir başka acayip olay. Birbirine selam verirken tam bir komedi. Selamüüüüüüüü aleyküüüüüüüüüüüüüüüüüüm! Be salak bizim coğrafya ‘Ü’ harfi yoktur, Arapçada da yoktur. Selamlarını kendi dilinde ver, kendi dilinde al, insan ol! Senin dilin yok mu? Neden el alemin diliyle selam veriyorsun? Yoksa Allah’ın Arapçadan başka dil bilmediğini mi sanıyorsun? Yoksa seni yaratan farklı mı? Bizim yüce Rabbimiz her şeyi bilendir ve kendi cemalinden yarattığı tüm insanların dillerini bilir.
Bizim ulusun ismi KURD; hangi mantıkla KÜRT olarak yazıyorlar? Kendilerini kirlettikleri yetmiyor, bizi de kendilerine benzetmeye çalışıyorlar? Biz Anadolu’yuz, Mezopotamyayız bir yolunu bulur temizleniriz. Ahmed Arif Üsküdar’dan bu yanda kaldı, biz o yana da geçtik. Birlikte çok şey götürdük, çok şeylerle döneceğiz.
AMPULLER VE SİMGELER
Kani Yado, 29.05.2011
AK PARTİ’nin simgesi ampul. Ampul argoda çok komik anlam taşıyor ama gerçek anlamı insanlık için heyecan vericidir. Ampul karanlığı aydınlatan bir araçtır. Bu araç elektron hareketlerini en dar alandan geçirilerek korlaşmasının ışığını yansıtır.
Tabi Türkiye için anlamlıdır. Neydi bu hareket, hangi dar alandan geçti, engel teşkil eden yalıtkan nasıl bu enerjiyi korlaştırdı! Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan etti.
AK PARTİ neden ampule ihtiyaç duydu? Çünkü karanlıktaki toplumun ihtiyaç duyduğu birincil araçtır apul. Simgeler, sloganlar bir ihtiyaçtan dolayı tespit edilir. ihtiyaç duyulan slogan, muhtaç olan insanda yok olan bir şeydir. Despotların sosyalizm talebi de öyledir. Kendilerinde olmayan toplumsal meziyettir sosyalizm. Aynı zamanda despotu saklayan bir maskedir de…
Ampul her ne kadar AK PARTİ’ye uygar batının misyonerlik olarak sunduğu bir araç ise de, aynı zamanda karanlıktakilerin bilinçaltında özlemini duyduğu ışığı temsil eder.Bu tür simgeler hayvan simgelerden daha isabetlidir. Mesela İranlılar aslanı simge olarak kabul etmişler ama sanırım onlar Arap kedisine benzerliklerini aslan ile maskeliyorlar. Türk toplumu kurtu simge olarak kabul eder genellikle.
Türkiye’deki faşist partiler Kurtu resmen simge olarak kullanıyorlar. Aslında kurt doğal duruşuyla dağların özgürlüğünü temsil eder. Doğa bilimlerinde köpekgiller familyası olarak isimlendirlen kurtlar ile köpekler akraba oldukları halde birbirine düşman olmuşlar. Köpekler insanlara biat ettikten sonra vahşi kurtlar bunu dağların özgürlüğüne ihanet olarak görmüşler. Kurt, köpeği gördüğü zaman genelikle kurt kaçar, köpek kovalar. Çünkü köpeklerin insanlara duyduğu sadakatten dolayı onu parçalayacağını bilir, avcının tazısıdır artık. avcı sahibi için koşar. Sivas kangalının mümin insanlara sadakatini madımakla tüm dünya duydu.
Nerede karşılaşsalar hemen kapışırlar. Köpekler insanlara biat etmişler ve suçları büyüktür! Faşizme biat eden Türkler gibi, Türklere biat eden Kürtler gibi, Araplara biat eden diğer toplumlar gibi…
Aslında canlıların insanların kirli siciline sembol seçilmesi ahlaki değildir. Her ne kadar bilimde eşeklerin eşekliğini referans alınmazsa bilimsel gerçekler ortaya çıkmaz ama her canlı kendi cinsine sembol olmalıdır. İranlılar aslanı sembol seçtiler ama Arap kedisi olmuşlar. Türkler Kurt sembolüyle öğünüyorlar ama çakallara fazla benziyorlar. KÜRD’ler Selahaddini Eyub’den bu yani hep kendi katillerinin standart gece bekçisi olmuşlar. Türkiye’de yaşayan Aleviler de kendi katillerine olan bağlılıkları ve sevdaları ayni konuda incelenir.
Yeni neslin bilncaltı temizliği onları daha sağlıklı düşünmeye itiyor. Onlar kendilerini sembollerin arkasına saklamazlar. Daha özgür düşünme olanakları vardır. Kalıplara, tabulara bağlı kalmazlar. Eskiden krallar tanrı olarak topluma hitap ederlerdi. İnsanlar kuldu, köleydi, düşünmeye gerek yoktu. Onlar adına Tanrı-Krallar düşünüyordu. Daha sonra kralların maskesi düştükten sonra krallar Tanrı vekilleri, yani tanrı elçileri olduklarını iddia ederek köleci toplumun sistemlerini devam ettirdiler.
Toplumun iradesini topluma rağmen kullanan erkler o köleci toplum gelenekçileridir. Bize özgür düşünmek yakışır. Eskiciler, eski sosyalistler, eski Müslümanlar, eski muhafazakarlar ve eski liberallerdir. 21. Yüzyılın tüm yenilikleri yeni nesile yansımıştır. Eskiciler yavaş yavaş enselerinin kökünü kaşıyarak orak çekiçlerini, aslan, çakal , gül, güvercin sembollerini alarak ortadan kaybolacaklardır. Her anlayış kendini kendinde simgelesin. Hele bu uzay çağında emekçilerin simgeleri orak çekiç mi olmalı? Eskiciler gerici yüzlerini kendi bilinçaltı karanlığında saklasınlar, dünyamıza ait güzellikler dünyaya aittir.
ÇIPILDAK OLMAK YA DA İNSAN OLMAK
Kani Yado, 28.05.2011
Bazen hiç tahmin edemeyeceğimiz birinden çok önemli bir konunun tek kelimelik özeti çıkabilir. Önemli olan insanlara kulak vermek ve o tek kelimelik özeti yakalayabilmek.
Evde çağdaşlık üzerine konuşurken söz giyim kuşama gelmişti ki annnem “ilericilik çıpıldak olmaksa bizim ahırdaki… çıpıldaklar hepsi ilericidir“ demişti.
Türkiye’de her şey o kadar farklı ki insan hayret ediyor. Olayın tarihi derinliklerdeki yalanlar yetmiyormuş gibi son yüz yılın kuyruklu yalanları insanları çok komik duruma getirmiş.
Önümüzde bir seçim var. 12 Eylül askeri rejimine son verme aşamasındayken bu seçim takvimini yaşıyoruz. Sanki Türkiye’nin sorunları unutulmuş herkes sarhoşluğun etkisiyle amigoca çılgınlık içinde. Generaller rejiminin Diyarbakır zindanı işkenceleri ve katliamları unutulmuş vaziyette faşistlerin oluşturdukları dengede olduklarını bile fark edemiyorlar Kurdler.
Alevileri sürekli kanatan CHP, Aleviler için yine umut gösteriliyor. Türk milliyetçi-ülkücüleri sürekli generallerin tazısı muamelesini gördüklerini unutmuş gibiler. İmamlar cemaati sanki cihattadır gibi ha bire hava atıyorlar. Nedir bu telaş, neden böyle gururlanıyorsunuz ki? Birileri kulağınızı çekti ve dedi ki:
– Demokrasiye geçin, yoksa yok olacaksınız!
– Hünkarlik babadan oğula geçemez, yasaktır.
– Bin beş yüz yıl geri gitmek yasaktır.
– İsteseniz istemeseniz bile uzaydan izleneceksiniz.
Evinizdeki konuşmalar bile duyulabiliyor. Neden tepki gösteriyorsunuz? Karanlık işlerle uğraştığınız için size ters mi düşüyor? O zaman insan olun ve kurtulun!
Emir ve talimatla insan olmak, demokrat olmak! Ne tuhaf bir şey!
İlericisi gericisi ve her kes bu talimata göre seçim yapıyor:
CHP’liye soruyorsunuz: Neden CHP’yi tecih ediyorsunuz?
El cevap:
– Büyük babam Yeniçeri- besktaşidir. Rakıyı çok severim. Biz kapalı giyinmeyi sevmeyiz. İmamlar ordusu yıkılmalıdır, Türkiyenin şanlı ordusu gelmelidir.
Tamam anlaşıldı, senin erdem sorunun yok, rakı sorunun var, Silivri’deki mağdur faşistler kurtulacaklar ve kurtuluş festivalinde rakı içilecek!
BDP’liye soruyorsunuz: Siz neden BDP’yi tercih ediyorsunuz?
El cevap:
– Kurd sorunumuz var, bu sefer 30 milletvekili TBMM’ne sokacağız.
Peki, şimdi de milletvekilleriniz var, Kurdlerin iradesi olmadıklarını söylediler, bunlar da söyleyecekler. O zaman boşuna zahmet etmesinler. Dünya bu komediye güler ayıptır!
MHP’lilere soruyorsunuz, neden MHP?
El cevap : iki kulak
Be kardeşim insan kulağı duruken neden hayvan kulağına sevdalanmışsınız? Bu ne rezil haldir?
Özet olarak annemin tek kelimelik cevabı geçerlidir:
ÇIPILDAK olmak uygar olmak değildir. Olsaydı selvi boylu çıpıldak leylekler en çağdaş kuş olurlardı. Uygar olmak zihniyetle olur. Bunun en iyi belirtisi Türkiye’deki trafik ışıklarıdır. Trafik kurallarına uyabilen insanlar ancak insan olduklarını söyleyebilirler. Çağımızın ölçüleri bu konulardır. Kimse insanın kafatasını açıp demokrat olup olmadığını ölçemez. Trafik kurallarını, kuyruklardaki duruşlarını…
Dünyanın kurallarını çiğneyen Türkler ilkin insan olduklarını ispatlamalıdırlar. Van gölü çevresindeki kirlilik olduğu gibi kirli kaldıkça kimse Kurd olduğunu da bana iddia etmesin. Van gölü Ermeniler tarafından böyle kirli şekilde size teslim edilmemişti. Kurd olmak için insan olmak, insan olmak için ise temiz olmak esastır. Hala elle çorba içen Araplara benzemek insan olmak değildir.
KURDLER TÜRKİYEYİ DAĞILMAKTAN KURTARDILAR
Kani Yado, 27.05.2011
Doğal koşullarda yaşayan canlılara biz ’’Allah’ın yaratıkları“ diyoruz. Son zamanlarda insanlar da bu sahaya el attılar. Kök hücre üzerindeki çalışmaları hala devam ediyor. Başardıkları önemli bulguları toplumla paylaştılar. Belki kiliselerin baskısıyla bazıları insanlarla paylaşılmadı daha. Kiliseler Allah adına çok yalan üfürdükleri için bu konuda çok hassastırlar. Yalanları ortaya çıkar diye korkudan ölmek üzeredirler, tir tir titriyorlar.
Sosyal gelişmelerin kendi koşullarında olgunlaşıp siyasal tercihlerin oluşmasına da müdahaleler oluyor. Türkiye Cumhuriyeti bu konuda dünyanın en müdahil bir devletidir. Kendi dışkılarına bile kendilerine göre bir biçim vermişler. Türkiye’nin Kurdleri , Türkiye’nin Çingeneleri, Türkiye’nin Arnavutları, Selanik Yahudileri….
Her yıl Taksimde 1 Mayıs’ı engelleme hazırlıklarında ortamı sabote etmek için Ergenekon tarafından Dolapdere hazır müdahale timleri oluşturulmuştu Çingenelerden. Sonunda Dolapdere sakinleri kendileri itiraf ettiler. „biz ücretliyiz“ dediler. Ne yapalım emeğe saygılı olmaktan başka bir diyeceğimiz yok!
Dünyadaki gelişmelerle birlikte Sovyet’lerin dağılmasından sonra coğrafyamızda haritalar değişti. Dünyada Sovyet Komünist idari Sistemine tıpa tıp benzeyen Türkiye Cumhuriyeti dağılmamak için kanlı yüzünü yine gösterdi. Türk solunu, Kurdleri, Alevileri istediği biçimde yönlendirerek Türkiye’nin birliğini oluşmasını sağladı.
Derin devlet Alevileri katlederek Sünnilerin desteğini garantiledi, Askerlerini Kurdlere vurdurarak Türklerin askeri desteğini garantiledi. Tüm Kurdleri karşısına alarak Tüm Anadolu’nun Türk Milli Birliğinde uluslaşmasını sağladı. Türkiye 1919’la başlayan süreci son 30 yıllık politik başarılarıyla sağladı. Bunda suni dengelerin oluşturulması becerilerinin payı çok yüksektir.
Dünyadaki insanlık için olumlu veya olumsuz sonuçları olan başarılara baktığımızda kimi akılla, kimi güçle, kimi hem akıl hem de güçle başarmışlardır. Ben şahsen Kurdler için bu konuda bir şey diyemiyorum. Ya ben cahilim anlamıyorum. Ya da Kurdler politika yapmamışlar, sadece politikanın malzemesi olmuşlar.
Şahsi görüşüm şudur: Kurdler Türkiye’ye karşı savaştırılmasaydı Türkiye Cumhuriyeti devleti dağılacaktı. Bu mantıkla ve bu nedenle yazımın başında toplum dışı erkeklerin insanların doğal ve sosyal oluşumlarına müdahalesi ile yapay sonuçlara yönlendirilebileceğini vurgulamıştım. Yapay durumların sonuçta insanoğluna maliyetini peşinen hesap etmek şimdilik mümkün değildir. Bu yapay yönlendirme aktörlerinin de elbette korkuları olacaktır.
SİYASİ ALDATMALAR
Kani Yado, 25.05.2011
Dünyanın her tarafında seçimler oluyor. Ben hayatımda sadece Türkiyedeki propagandaları ve seçimleri ile Avrupadaki propagandaları ve seçimleri izleyebildim ama dünyanın diğer yerleri hakkında aşağı yukarı tahmin etmek mümkündür.
Bütün dünyaya karşın Türkiyede her şey farklıdır. Belki bu durum Türkiyenin silahlı bir grup tarafından kurulmasıyla ilgilidir. İncelenmeye değer bir konudur. Bir silahli çetenin kurduğu bir devletin biçimlendirdiği insanların sahip olabileceği kişilik biçimlerini incelemeyi bilimadamlarına bırakmak lazım. KURDler de bu atmosferde yaşadıklarına göre Kurdleri bu durumdan farklı göstermek doğru değildir.
Kurd’ler aynı coğrafyada yaşadıklarına göre farklı olabileceklerini düşünemiyorum. Bu seçim öncesi süreçte insanı incelemek için çok sayıda malzeme ele geçirmek mümkündür. Her kes kendi cirkinliğinin ermine girmiş ha bire kendini anlatıyorlar. Her birine göre her kes yanılgıdadır, bir kendisi doğrudur. Her birine göre sadece kendısı namusludur, kendisi dışında her kes namussuzdur! Hey be küre kerê biz aynı coğrafyayı paylaşıyoruz, sen ne zaman namuslu oldun da benim haberim yok?
MHP’Lİ ÇIĞIRTKAN BAĞIRIYOR:
“Milliyetci ve muhafazakar olup da bu partiye oy vermeyenler şerefli değildirler!” diye parmaklarıyla kulak işareti yapıp kulak olduğunu beyan eder.
Hoppaaaa! Bunlar şerefi kendi kulaklarının tekellerine almışlar! Küre kucikên gewr şeref ve haysiyet sizin babalarınızın malı mı?
BDP’Lİ ÇIĞIIRTKAN HABİRE BAĞIRIYOR:
“Kurd olup partime oy vermeyenler onurlu değildirler. Ah eski günler ah ! Gelin eskiye dönelim, değişim bir işe yaramaz. Sivilleşme mivilleşme, demokrasi memoktasi nedir lo? Em camêr û merxasın, çoy me pêviste her dem paş kûna me be”
Sen ne kadar onurlusun, kaç kilo onurun var, onurun rengi nasıldır? Onurun ölçüsü, alameti farikası nedir? Onurlu olmak senin tekelinde mi?
CHP’Lİ SARHOŞ ÇIĞIRTKAN KARGA SESİNDE BAĞIRIYOR:
“Koşun koşun Silivrideki şahin çetelerimizi kurtarmanın tam zamanıdır! Şahin Generallerimizi kurtaralım ki Sivas’ta Madimak’i bir daha yaksınlar, Gazi’yi bir daha tarasınlar, Dersim’de, Maraş’ta , Çorum’da bir daha katliam yapsınlar! Bizim mezarlıktaki yaşamda biz ancak öle öle diriliriz. Yansın Madımak, faşizmin ateşinde ısınmak iyi gelir bize”
Bu ker başka bir ker. Ne diyeyim yani? Bê fam û bê aqil! CHP sizinle alay ediyor. Sizi kırdılar şimdi sizin piriniz Kamal Kilictaroglu’nu CHP’ye bostan bekçisi yaptılar. Sizin güvendiğiniz devşirme Yeniçeri neslinin çoğalması olan bektaşilerinden bir mok çıkmaz!
AK PARTİ’li ÇIĞIRTKAN İMAM, İMANIN GÜCÜYLE SESİNİN YETTİĞİ KADAR BAĞIRIYOR:
”Ak günlerin ak ve pak partisine oy vermeyenler kafirdirler! ABD’nin izni ve AB’nin kavliyle Genel Kurmayın da olurunu alarak Türkiyeyi muassır medeniyetler seviyesine çıkaracağız. Bizim partimize oy vermeyenler zazarli çıkarlar. Kim tırşık yemek istiyorsa Mehemet Metinker gibi akıllı olsunlar! Evlerinizin önüne konan makarna paketlerini unutmayın, rızık karşılığında oy vermek sebaptir“ diye kendinden emin bir coşkuyla bağırıyor.
Hz. Hatice bile putperestlerle başa çıkamadı, onun islam dinini elinden alıp Ortadoğuyu karanlığa çektiler. Sizinle tarihi hesaplasmamızın zamanı gelmedi daha. Kundır kafalili imamlar! Siz muhalefette çok yaramazlık yapıyorsunuz! Babanız sizi iktidar yaptı ki kolaylıkla sizin deyiminizle demokrasi denen küfür nizamına bir an evvel kavuşasiniz diye.
Tüm siyasi partiler ve çığırtkanların coşkuları insanı ürkütüyor. Her kes kendi efendisinin emirlerine gore düşünüyor. Kimse kendi beyniyle düşünme zahmetine katlanmıyor. Bu tembellik biçimi sonuçta beyin felcine neden olabilir. Talimatlarla yürümek, talimatlarla düşünmek, talimatla avını yakalamak…
Efendi-kul ilişkisi insana yakışmaz. İnsan insan ise tazı değildir. Tercihler birey iradesine göre olmalıdır. Krallar çıplaktır artık. Tanrı- Krallar komedi konusudur bundan sonra. Gülün gülebildiğiniz kadar!
EZBERLER BOZULACAKTIR
Kani Yado, 24.05.2011
Türkiye deyip geçmeyin. Her şey göründüğünün tersi olabilir. Bundan dolayıdır sorunlar zora giriyor. Sol gördüğünüz bir insan veya bir örgüt tam tersine faşizmin hizmetinde paravana bir maskeli palyaço veya yapı olabilir. Biz sadece belirtiler üzerinden fark edebiliyoruz. Mevcut olan iktidarı yıkıp savaş rantları yok olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin merkezine yerleşmiş Gladio’nun rahatlamasını sağlamak sol bir anlayış midir?
Sol sayıyorsak bu solcular ne zamandan beri kırsal kesimin köleci toplum geleneklerini terk ettiler ki çağdaş ideolojileri sahipleniyorlar? Toplumu doğru değerlendirelim, Türkiyede kimse kimseden ileri değildir. Birilerinin Seydası varsa, diğerlerinin Seyidi vardır. Anlamları aynı olan bu iki otorite de köleci toplum geleneğinden gelmiyor mu? Çağımızın okumuşlarının bu sefil durumuna hayret ediyorum. Bu durumlar ali okulu mezunlarının çözmesi gereken sorunlardır.
Türkiyede eğer örgütlenmeler köle- efendi iliksisi geleneği hakimse bu sonuçla karşılaşmak çok doğal oluyor. Sivas-Madımak’ı 7 saaat yakan CHP’ye oy veren insanları sağlıklı görmek normal değildir. Artık sağ duyu devreye girmeli, hiç bir siyasal telkinlere inanmamalıdır.
Karşıt ve yandaş görünenlerin kanlarımız üzerinden politika yapmalarına izin vermemeliyiz.
O zaman kim kime çalışıyor? Faşizme inat müminlerin yanında olmak kötü mü? “Silivri sallanır İzmir allanır” dediğimde birileri uyuz oldu! Öyle bir uyuzluk ki dertlerine derman yok. Seçimden sonra uyuz keçiler kervanına katılacaklar.
Demek ki demokrasi tercihlerine göre faşizm yanlılarıyla karşıtları farklı dengelerde yerlerini almışlar. Bu insanlar İslamiyet’i terk etseler dahi sosyal durumları değişmez. Demek ki sorun toplumsal biçim farklılıklarından kaynaklanıyor. Bu insanlar köleci toplum geleneklerini sürdürüyorlar. Toplumun değişmesi evrimleşme ile ilgili olduğuna göre bu durumu doğru görme zorunluluğumuz vardır.
Sosyalist olduğunu söyleyen insanlarda liderlik tabularına bağlılık var olduğuna göre sosyalistlerle köleci toplum gelenekçileri arasında fark yoktur. Farklı görmek yanılgıdır. Biz kendi insanlarımızı tanıyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri eski saltanatlarının özlemiyle Türkiye’de muhalif güçlerle olan bağlantılarla sallayacak kadar aktif ise 5 dakika düşünme zahmetine katlanalım.
Son duyumlara göre JİTEM kendi elemanlarını sivil toplum içinde mevzilendirmiş, yurtsever aileleri parçalayacak kadar manevra kabiliyetine sahip olmuşlardır. Savaş rantlarımız yok, biz neden demokratik tercihlere göre halk mutabakatının içinde olamıyoruz? Kimler izin vermiyor, bu kimler kimdir?
Eğer Ergenekon seçime kadar Hükümeti dağıtamazsa darmadağan olur. Arkasında artçı depremlerle her şey yerli yerine oturur. Bu hükümet bir sürprizle % 60 oranla faşizmin umutlarını yerle bir edebilir. Tüm maskeler düşer. TSK generallerinin verdiği umutla yaşayanlar Kemalizm’in bataklığından debeleneceklerdir.
ÜSTÜ MEKKE ALTI WASHİNGTON TÜRKİYE’NİN
Kani Yado, 23.05.2011
Türkiye’nin kalkınma sırrı belli oldu. Cemaat kendini iktidarda hissetmedikçe hiç bir şey doğru gitmez. Türkiye’nin ekonomide sıçrama yaptığı üç döneme dikkat edin. Menderes dönemi, Özal dönemi, Abd-ul Tayyip döneminin ortak ezellikleri var. Bu üç dönemde de imamlar kendilerini iktidarda görürken rahatlıkla bazı atılımlar yapılıyor. İyi ki arpalıklar bunlara teslim edilmiş. Kanaatle gagalarlar nimeti.
Demek ki iktidar ve muhalefet sorunu demokrasilerde çok önemlidir. Arpalıkların tasarruflu kullanılması ekonomide önemli bir konudur. Selanikli sarhoşların iktidardayken masrafları çoktur. Selanikli CHP’liler çok fışkı içerler. MHP’li faşistlerin iktidar maliyetleri zaten malum! Havada bulup tavada yiyen sınıf ve tabakaların üstüne konduğu nimettir MHP. İktidar oldukları zaman onları arpalıklardan kovmak çok zordur. İktidar oldukları zaman iktidarı bir daha bırakmak istemezler. Kapıdan kovalıyorsun tavuk gibi, pencereden giriyorlar arpalıklara.
Ben ekonomi okudum, az çok anlarım bu konulardan. Saidi Nurs’nin tahrifatçı talebesi 13. uğursuz imam Fetullah bunu iyi başarıyor. Demek ki imamlar muhalefette oldukları zaman bir şeyler iyi gitmiyor. İmam Fethullah Mekke putperest İslamlığının köleci toplum zihniyetini bir adım iyileştirerek çağla buluşturuyor. Bunlar devrim yapmışlar. Giyim modaları, üstü Mekke altı Washington motifleri ağırlıklı, eskisi kadar ilkel değildirler.
Biz talebe iken Amerikan filosunun bekâr askerleri kudurgan boğalar gibi salınıp şehirlere girerlerse siz müminlerin kadınlarını gıdıklarlar dediğimizde kanlı pazarlarda çivili sopalarla üstümüze saldırdılar. Amerikalı mümin kardeşlerine karşı olduğumuz için bize karşı savaş açmışlardı. O zaman tam dört dörtlüktüler! Şimdi bunların kadına bakışı İslam’a uymuyor. Yeni bir İslam anlayışı gelişiyor. Köylülüğün şehirlerde yarattığı ara oluşum Türkiye’ye damgasını vuruyor. Bu ‘ara oluşum’ köylülükle şehir uygarlığı arasında konumlanırken, ideolojide İslam’a ters düşüyor.
Türk sol hareketi de aynı özellikleri taşıyor. Biri İslam adına İslam’dan uzaklaşırken, biri sosyalizm adına sosyalizmden farklılaşıyor. Artık ne köylüdür ne burjuvadır. Köleci toplum özelliklerini atmadan en ileri ideolojiyi temsil ettiğini sanıyor. Bu yüzden sol önderlikler toplumsal iradeye saygı göstermezler. Onların yarattığı Tanrı-Lider tanrısal irade olduğu için toplum bir saman yığınından farksız görünür onlara. Türkiye’nin içine girdiği bu ara dönem biraz zaman alacak. Kirli Kemalizm’in biçimlendirdiği kişilik insanoğlu için büyük bir talihsizliktir. Bundan dolayı toplumsal rehabilitasyon uzun zaman alır.
KARANLIKLAR AYDINLIKLA PARÇALANIRLAR
Kani Yado, 22.05.2011
Sosyoloji geri toplumları kaderci olarak belirliyor. Geri insan her şeyin kendi iradesinin dışında tecelli ettiğini sanır. Onlara göre Allah verir, Allah alır. Kendisi cinayet işler, suçu Allaha yükler. Kendi yarattığı canavar tarafından mağdur edilir, buna ‘kader’ der. Allah’ın yarattığı sevgili kullarını öldürür buna ‘meşru hak’ der. Başarılarını kendisi için övünç kabul ederken, başarısızlıklarının günahını Allaha yükler. Gerici aklını eşekten, kurnazlığını tilkiden ödünç almış sanki. Bilinçatına hakim olan korkuluklar ile bilinçüstündeki sahte kişilik arasında gelip gider. Onun için tabulara hep esir kalır.
Toplumların maddi yaşam şeklinin değişmesiyle insanların ruhsal-düşünsel şekilleri de değişir. Maddi çevresel değişim insanların ruhsal değişimlerinin temel nedeni olur. Yaşam raslantılara bırakılmaz, belirsizlikler yerine planlama esas alınır. Çocuk sayısını ekonomik ve sosyal durumuna göre kendisi belirler.
İlkel toplumlarda bir ailede erkek sayısının çokluğu onun için askeri bir güçtü, Baba bu askerleriyle öğünür, bununla kendi güvenliğini sağlar. Bu askeri güçler köleci toplum öncesi klan ve ilkel komün yaşamında canavar karakteriyle savaşırken, köleci toplum ve sonrası kavimler, aşiretler ve uluslar halinde yaşarken tazı karakteriyle savaşırlar ve tazı karakterinde kavga ederler. Çünkü artık sahipleri vardır. Sahiplerine sadakatle bağlanılır. Cemaatler, krallar, şeyhler, seyitler, parti başkanları, devlet başkanları sıfatlaryla oluşan erklerin kapıkulluğuna dönüşür yaşam. Doğal özgürlüklerle çelişik bir yaşam kendi siyasal becerilerinin yapay kurallarında devam eder.
Dikkatlice incelendiğinde eski yerleşim yerleri dağ eteklerindedir, çünkü insanlar korkunç vahşidirler, bir taraftan canavarla, doğayla boğuşurken, bir taraftan birbirileriyle savaşırlar. Normal canlı özelliklerinden uzaklaştıkça daha vahşi canavarlara dönüşürler. Canavarları bile hayrete düşüren insan becerileri 21. Yüzyıla gelinceye kadarki faturası çok ağır oldu insanlara. Türkiye hariç diğer toplumlar yaptıkları canavarlıklarından dolayı vicdanlarının sesine uyarak mağdur olan tarafladan özür dilediler.
Aile içi şiddetin bir ist boyutu köylerde yaşanıyor. En geri bırakılmış kesimler ibret verici olaylarla insanı daha fazla düşündürüyor. İslami kültürün en fazla derinlemesine nüfuz ettiği yerlerde katliam boyutunda siddet uygulanıyordu.
Çewlik yörelerinde birçok örnek bulmak mümkündür. Bu şiddetin eğitimsizliğin koşullarında çok yoğun olduğunu misallerle ispatlamak olanaklıdır. Sarıcan Zaza köyünde kavga başladığında, kim önce tepeyi zapt ederse o zafer kazanır. Eski yerleşim alanında o deredeki eski Sarıcan Köyü öyleydi. Her sene çok sayıda insan ölürdü kavgada. Ayrıca komşu köy Okçuyan’la kavgaları bir savaş boyutunda büyüktü.
Son zamanlarda erkek çocuklarını okula gönderen köyde taş devri gelenekleri darbe almaya başladı. 1960 yıllarında köyde genç üniversiteliler görünmeye başladı. Düşman kamplara bölünmüş köyün gençleri karşı tarafın gençleriyle konuşma özgürlükleri yoktu. Kışkırtıcı hacı hoca takımının söz sahibi olduğu köyde gençler bu sorunları konuşmaya başladılar. Üniversite öğrencileri ailelerinden habersiz köyün dışındaki mağaralarda toplanarak köy hakkında radikal kararlar almışlar.
Rahmetli Ramazan Adıgüzel buna öncülük yaptı. Ramazan bu vahşetin kurbanıydı. Babası daha 2 aylık evliyken kavga çıkıyor. Henüz damatlık elbisesiyle köyde dolaşan babası kavgaya girmek istememiş. Biri “sen kârının tumanında saklanıyorsun, ne duruyorsun, sen erkek değil misin?” deyince o da silahını alıp zaza Okçıyan’ı dediğimiz köy ile çatışmaya giriyor ve vuruluyor. Ramazan o zaman daha ana rahmindeyken babasını kaybediyor ve bu geleneksel vahşetin yetimler kervanına katılıyır.
Babasının katledilmesinden 8 ay sonra dünyaya gelen Ramazan’a her kes ‘‘intikamını alması gereken bir şovelye’’ gözüyle bakmış. İntikamını alacağı silahı bile sandıkta saklanıyormuş. Ramazan büyüdü, okula gitti, okudu. 68 kuşağının bilinçli gençleri, ilkel kavga geleneğini kaldırmak için bir araya gelerek hacı-hocaların, tahrikçi yaklaşımlarına karşı ölümlere neden olan ilkel kavgalara son vermeyi amaç edinerek, köydeki mağaralarda gece gizli gizli toplantılar yaptılar.
Biribirine düşman edilen tarafların gençleri kendi aralarında kararlar alıp bu düşmanlıklara son verdiler. Geri kafalı yaşlı kesimin ihanet suçlamalarına rağmen artık iş işten geçmişti. Gençler kazanmıştı, insanlık kazanmıştı. İntikam peşinde koşmayıp, köy kavgasına gençlerle birlikte örgütlü bir şekilde son veren yetim Ramazan ne yazık ki daha sonra arkasında terör yeimlerini bırakarak terör kurşunuyla can verecekti. Hem de uğrunda canını vermeye hazır olduğu Kurdlerin kurşunuyla can verdi.
KAPI KULU SADAKATİ VE ÖZGÜR DÜŞÜNCE
Kani Yado, 21.05.2011
İnsanın kendini değersiz bir varlık olarak görmesi, kendi iradesini başka bireylere, başka tabulara veya başka palyaçolara kullandırmasına neden olur. Bireyleşmemek insanın kendini yok saymasıdır. Bireyleşmek tanrılara karşı saygısızlık olarak kabul edilir diye insanın kendisi olmasından vazgeçmesi ruhen intihar etmek anlamına gelir. Kölelerin esaret birliği böyle sağlanmıştır.
“Bijî Padişahê min!, çok yasa padişahım” dedirtilmiştir kölelere. Köleler bu sloganlarla heyecanlarını yaşamış, bu sloganlarla karınlarını doyurmuşlardır!
Düşünce evrimi ve toplumsal değişimlerle birlikte köle-efendi iliksileri de değişti. Köleleri kendi sistemleri için savaştırabilmek için aldatma yöntemleri de değişti. Daha evvel kabilecilik, aşiretçilik, dincilik ile birlikte cennette huriler vaat edilirken, bu yeni süreçte değişen dünya koşullarıyla uyumlu yurtseverlik, ulusallık eklendi. 1900 yılları ile 2000 yılları arasında yüz yıl faşizmin etkisinin zirvede olduğu görülüyor. Bu durum köleleri efendilerin çıkarlarına yönlendirme ve onlar için savaştırılmada yeni taktikleri de beraberinde getirdi. Sol adete faşizmle ile bu konuda yarıştı.
İnsanoğlunun bu durumu bireyin özgürleşme ihtiyacını işaret ediyor. Özgürleşmeyen insan kolay aldatılır. Bağımlı olduğu öğeler bireyi kolaylıkla yönlendirebilir. Bireyin özgürleşmesi için yeteri maddi yaşam değişikliliği ve düşünce değişimine ihtiyaç vardır. Birey aynı zamanda özgürce düşünebilme refleksine sahip olmalıdır. Sağ ve sol hazır ambalajlı şablon sürümlerin kimseye faydası olmaz.
Dünyadaki gelişmeler baş döndürecek ölçüde hızlıdır. Ortadoğu coğrafyası dinlerin gazabına, yalanların tufanına uğradı. İnsanlar bu yalanlarla çok kirletildi, insan beyninin gelişmesine engel oldu. Dikkat edilirse Arap İslam hâkimiyetinden sonra coğrafyamız karanlığa girdi.
Bizim kendimize göre dünyamız varsa yollarımız ayrılmıştır demektir. Biz mutluluğa giden yolu çoktan bulduk. O yola girdik ve bunu yaşıyoruz. Bu yaşama nasıl girdik, hiç önemli değil. Milyonlarca insan ilkellikten kopup farklı bir dünyaya yüzünü dönmüş. Taşıdığımız gözler bize aitse kendi gözlerimizle dünyayı görürüz. Doğrucular mum gibidirler. Işığı sevmeyenler de onunla aydınlanırlar. Gericiler karşı çıktıkları her şeyi bizden daha fazla kullanıyorlar.
Devrim yenilenmektir. Eskiyi reddeden yeni yaşamdır.
Eskilikten kopup gelen her kes kendinde devrim yapmıştır. Devrim sadece siyasetle olmaz, devrim insanın içinde kopan fırtınadır. Devrimci siyaset devrimin nedeni değil, sonucudur.
Güzel olan her insan devrimcidir. Devrimci olmak güzelleşmektir, güzelleşmek bir hünerdir ve devrimin gerçeğidir. Devrimcilik eskiyi reddetmedir. Toplumun maddi yaşamı değiştikçe buna paralel düşünce de değişir, bu değişimin aktörleri devrimcidir.
Militanlık farklı bir şeydir, askeri olan her şeyde kan ve gözyaşı vardır. İnsan bazen nerelere sürüklendiğini bile bilmez. Bu uğurda hayatını ortaya koyan birçok yürekli insanlar başkalarının devrim karşıtı güçlerin hâkimiyet gerekçeleri olduğunu hayat deneyleri gösterdi. Bu gerginliğin getirdiği atmosferde öyle bir kin gelişti ki her kes insanlıktan çıktı, insanlıktan çıkıldığı zaman devrimcilik de biter.
Hayatın gerçekleri insana çok şey öğretir. TC’nin cehennem zebanileri bizi işkenceye tabi tutarken her zaman bize soru sormuyorlardı. Habire vurup bizi kinlendirmek istiyorlardı. Yani insanlıktan çıkarmak istiyorlardı ki insanlar şiddete yönlensinler. Canı incinen mağdur, nereye yönlendirilmek istendiğini düşünemez.
Demek ki birileri güreşecek minderi bile hazırlamış. Onların hesapları savaşa göre yapılmıştı. Savaşı kim istiyorsa savaş rantı hesabı da ona aittir. Savaştan kârlı çıkmışlardı, uyuşturucu satıyorlardı sınırlarda, silah satıyorlardı…
Onlar ceplerini doldurdular, her iki tarafın yoksulları öldüler. Onların ölümünü bile savaşın hizmetine soktular. Çünkü her şey onların planladığı şekilde yürüyordu.
Biz düşündürülmeyelim, düşünelim artık. Fırtınalar kopsun içimizde. Güzel dünyalar yaratalım, çocukluğumuza dönelim yeni baştan. Başkalarının çirkinliği bizim güzelliğimizi bozmamalıdır. Şiddetin barut kokuları değil, içimizdeki fırtınalardır bizi devrime savuran. Devrimin rengi, sevdanın rengi gibidir. Sevdanın rengi ise mutluluğun rengidir. O şiddet ile değil, sevgi ile beslenir.
DÜŞÜNEBİLME REFLEKSİ
Komadi, Kani Yado,20.05.2011
Daha evvel de söylemiştim. İnsan düşüncede eşekleri referans almazsa düşünebilme refleksine sahip olamaz. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için meseleyi bir anımla anlatayım.
Askerlik görevimi yaparken komutanların askerler üzerinde kurdukları tahakküm ilgimi çok çekmişti. Hani halk arasında “Kör Allaha nasıl bakarsa, Allah da köre öyle bakar” diye bir söz var. Komutanlar da beni sevmezdi. Biz her koşulda sivildik ve ruhumuz sivil kaldı. Elimize silah tutuşturulsa biz bu silahla insanlara ateş etmeye vicdanımız izin vermezdi. Biz çok iyi biliyorduk ki efendiler köleleri savaştırarak toplum üzerinde egemenlik kurarlar.
Komutanlar benim sivil duruşumdan çok tedirgin oldular. Bir gün bir komutan yanına yaverini de alarak bana geldi. Komutanca şöyle haykırdı:
-Bak Yado, yadoluğunu bil, kafamı bozma! Bu askeri kışlada sana öyle bir iftira atarım ki bir daha iflah olmazsın. Ben komutanım her kes bana inanmak zorundadır, ama kimse sana inanmaz. Ya bana uyarsın ya da ben iftira operasyonunu hemen başlatacağım!
Yanındaki kârı sapığı yaver subay keyfinden dört köşe olmuştu.( Bir kaç yıl sonra bir kız ile birlikte firar etti. Başka bir devletin askeri hizmetine girdiği duyumunu aldık) Alaylı bir ifadeyle bana bakıyordu. Kendi kafasında “seni dürüstlük budalası seni, işte ben böyle yaparım” dercesine bir yüz ifadesi dikkatlerden kaçmıyordu. Çekip gittiler. Ben ise tek silahım olan eşeklik referansını çalıştıracaktım.
Bu durumu uzaktan gören Cengiz asteğmen koşarak yanıma geldi. Birlikte yedek subay olarak askerlik yaptığımız Cengiz de bu tahakküm şeklini sevmiyordu. Cengiz çok iyi kalpli bir Ezdî Kurd. Onunla her şeyimi paylaşabilirdim.
Bu sorunu sıcağı sıcağına çözmeliydim. Cengiz’e dönerek:
-Cengiz malxirab biz bu komutanın balonunu söndürmesek bu başımıza çok iş acar.
– Evet maalesef, ne yapalım Kanı ?
– Ben bunun formülünü bilirim, komutana beni ispiyonlayabilir misin?
– Olur mu Kanı! Ben ölürüm gine seni ispiyonlamam, bana çok terstir bu durum.
– hayır hayır, biz onlara oyun oynayacağız, gerçek ispiyon değil. Sen komutana dedi ki: Komutanım Kanı Yado sana “kurê kerê dedi.
– Hahahahahah, anladım, gine o referansını kullanıyorsun, tamam o zaman!
Cengiz’in aklına bu yöntem yatmıştı. Hemen komutana gitti. Komutana asker selamı verdi.
ve:
– Komutanım o Kanı Yado var ya!
– Ne olmuş o asi Yado’ya?
– Yado sana ‘kurê kerê’ dedi
– Küre kerê ne demek?
– Küre kerê ‘eşek sıpası’ demek komutanım.
– Tamam Cengiz sen git, ben yadoluğu ona gösteririm. Hemen toplantı yapıp onu vatan haini ilan ettireceğim. Benim sözüm kanundur, her kes uymak zorundadır!
Cengiz telaşlı telaşlı geldi. Bundan sonraki durumun ne olabileceğini merak ediyordu. Ertesi gün yüce divan toplandı. Tek görgü şahidi gelmemişti. Firar ettiği yeri de benden başka kimse bilmiyordu.
Ben hiç bir şey yokmuş gibi soğuk kanlı bir tarzda duruyordum. Komutan konuşmaya başladı:
– Bu huzurunuzda gördüğünüz Yado bana bir şey söylemiş, kalksın ne dediğini söylesin.
– Komutanım ben sana bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Ne demişsem sen şöyle, cezama razıyım.
– Hayır sen şöyle Yado!
– Ben hiç bir şey hatırlamıyorum komutanım.
Ve komutan gururuna yedirip ona ‘Kurê Kerê ‘ dediğimi söyleyemedi ve küre kerê olarak kaldı.
Ondan sonra komutanın balonu söndü. O birlikte de kalamadı. Çekip gitti başka yerlere.
Faşist sistemlerin maddi gerçekliği olan tartıda hafif ağzı kalabalık komutanların balonları mutlaka bir şekilde söndürülür. Yeter ki badem gözlü eşeklerin eşekliğini referans alın. Eşekler de kendine göre eşektir. Aşkları vardır. Temsil ettikleri sınıfları vardır. Emektarlıkta tüm dünyada örnektirler.
ELAZIĞ KÜFÜRÜ, ŞAKASI, LAHANASI ve TARHANASI SAĞLIĞINA İYİ GELİR
Kani Yado, 17.05.2011
Bazen bir çığlık olur, bir küfür olur feryadımız. Gericiliğin hâkimiyetine düşen Mezopotamya ve Anadolu, köleci toplum barbarlığının istilasından sonra kan, gözyaşı, kederler eksik olmadı. İnsanlar yaşamlarını devam ettirmek için dağları mekân tuttular. Savunmaya elverişli alanları aramak için yöreler, töreler, kültürler terk edildi.
Arap kültürü lanetlik bir grip salgını gibi yayıldı yayıldı…Üfürükçülük öyle yayıldı ki Elazığ’da üfürükçü olmayanları adam saymazlar artık. Tuvalete sıçmaya gittiğiniz zaman sağ ayağınızı ilkin içeri atacaksınız. Bu gerici salgının aynı zamanda şartı şurtu vardır. Bedava üfürükçü olmak yok! Töreler, törenler, zikirler…
Bir de keneler var keneler! Hayvancılık yapanlar iyi bilir. Koyunların kıçına yapışır bu keneler. Çaresini sadece baytarlar bilir. insanlarımızın kıçına yapışan kene türlerine sıkça rastlanır. Kenelerin de mezhepleri vardır. Siyasi rantı olmayan keneler başka yerlere yapışır. Bu kenelerden kurtulmak o kadar kolay değil, asırlar lazım. Baytarlar da aciz kalır bu kenelere karşı mücadelede. Biz hayvan sağlığıyla ilgili olan hekimlere baytar deriz.
Elazığda boşuna tımarhane kurulmamış. Elazığ Tiramarhanesi dolup taşıyor her zaman. Tımarhane sakinleri bu coğrafyanın mağdurları sayılır. Onların da kıçlarına keneler yapışmış. Onlar da kenelerden muzdarip olmuşlar. Tedavileri üfürükle geciktirilmiş. Ne kadar üfürükçü, muskacı, alavereci dalavereci varsa dolaştırılmış, çare bulunamamış ve sonunda buraya atılmış.
Timarhaneden beşyüz metre aşağıa gittiğinizde çarşı başlar. Elazığ çarşısı bir başka güzeldir. Çarşının aşağısında İstasyon, istasyonun altında hergeleler için cariye çarşısı varmış eskiden. Yatsı namazından sonra zaman çokmuş oralara gitmeye. Elazığ çarçısı çok canlıdır. Sekiz köşe şapkalardan başka ne isteseniz vardır. Yok yoktur. Karayağız erkeklerin romantik duruşu dikkatlerden hiç kaçmaz. Hele hacıların bakışlarına maruz kalmak! Tüm gözler fal taşı gibi. Gözler gelip geçen penguenlere programlanmış sanki. Camiye gitmek için hazırlanan dükkâncı hacının gözü bir başka bakar. Uzun giyinik kadınların penguen gibi badi badi yürüyüşleri Elazığ çarşısına estetik katıyor. Penguenlerimiz yaz ve kış pardesü giyerler. Namus korumak öyle kolay değil. Saçlarının bir kılı görünse “namus elden gitti” sayılır. Bizde namus çabuk firar etiği için dört elle sahip çıkılır.
Fevzi İşbaşaran kardeşim artık Elazığ’a uğramıyor. Onun derdini soran yok. Onun derdıne derman olan da yok. Birileri demokrasiyi ithal etsin de kim ederse etsin. Onun derdi Turgut Özal zamanında yarım kalmış demokrasiyi tamamlamaktır. yapsın da kim yaparsa yapsın. AK PARTİ’den istifa ettikten sonra Elazığ bağımsız milletvekili sıfatıyla Mecliste. Hangi polis memuru terfi etmek istese onun küfrünü yemek için onun arabasını durdurur.
AK PARTİ’den istifa etmek zorunda bırakılan Elazığ Milletvekili Fevzi İşbaşaran belalardan kurtulamıyor. Elazığ’ın Karakoçan ilçesinin bir kaymakamı ’’HAYDİ KIZLAR OKULA“ kampanyasıyla ortaöğrenime kaydolan Alevi kızlarına Alevi oldukları için tavır alıyor ve servis aracı vermiyor. Sayın Fevzi İşbaşaran telefonla kaymakamı servis sağlaması için ikna etmeye çalışırken, Kaymakam: “ Efendim bunlar Alevidir, din ve devlet düşmanıdır“ diye karşılık verir. Bunun üzerine sayın İşbaşaran, üfürükçü Kaymakamı bir kalaylar: “sapık üfürükçü! derhal Karakoçan’ı terket! sen oraya uygun değilsin!“ diye bağırır. Yeterki Fevzinin ağzı bir açılsın! Küfre bir başladığında Selanik’ten başlar ta Halepe’ten çıkar.
Bu olaydan sonra Sayın Fevzi İşbaşaran AK PARTİ’nin hedefi haline gelir. AK PARTİ İlçe Başkanı çok partili meleye de kalayı basınca İmamlar cemaati onu tamamıyle defterden sildi. Eskici mümin pazarında üfürükçülere küfretmekten çekinmeyen Elazığ Milletvekili Fevzi İşbaşaran AK PARİ’den istifa ettiği halde üfürükçülerin saldırılarından kurtulamıyor. Canı küfür isteyen her üfürükçü sayın İşbaşaran’ı tahrik ederek kendisine küfrettiriyor. Sanırım küfür üfürükçülerin sağlığına iyi geldiği için sayın Fevzi İşbaşaran sık sık taciz edilip küfre zorlanıyor.
Bir gün Kubeysi hoca ile İlhami Ulaş Karakoçan çarşısını baştan başa kolaçan ediyorlar. Kubeysi dönüp İlhami’ye diyor ki:
– İLhami sen bir şey fark ettin mi?
– Hayır Kubeysi
– İlhami mal xırav, biz eskiden çarşıyı baştan başa kolaçan ettiğimiz zaman belki yüz kişi bize selam verirdi. Şimde tek bir insan selam vermedi.
İlhami hiç tereddütsüz cevabı yapıştırmış:
– Ula Kubeysi senin neden kafan çalışmıyor! Senin kulakların pel olmuş büyümüş ama aklın gelişmemiş. Eskiden Karakoçanda insan vardı. Mazlum vardı, Delil vardı, Şadi, Cemal Özdemir… vardı, çok insan vardı. Bir Sobacı Aziz vardı gözleri insanın gözlerinde gülen, o da evden çıkmıyor. Zanten yüreklerimizi ısıtmak için soba yapıyordu. Hele etrafa bak! Yürüyen odunlardan başka bir şey var mı?
HAYALLER KARANFİL KOKARLAR
Kani Yado, 14.05.2011
Hayaller umutlar gibi kandırıkçı değildir. Hayaller zamana suikast yapmazlar. Hayaller umutlar gibi faili meçhul etmezler insanı. Hayaller renklidir, hayaller karanfil kokuludur. Hayaller proje gibidir. Hayali uygularsın sevdana kavuşursun. Umutlar gibi oyalayıp çıkmaz sokaklarına yönlendirmezler hayaller. Hayaller kalleş değildirler. Vefa kokarlar güller ve karanfiller. Pembe pembe, beyaz, mavi ve mor görünürler.
Karanfil kokulu yaşamı hayal ediyoruz. Bir özlem, bir gizem! Gözyaşlarından denizler oluştu. Kan kokusu tiksindiriyor artık. İnsanın karanlık, kanlı yani var. Aydınlıktan korkuları var! Işıkta yüzleri görünür, maskeleri düşer. Saddam’ın heykeli yerlerde süründüğünde, paşalar Silivri tavuk kümesine atıldığında, Bin Ladin Pakistan ininde vurulduğunda, Kaddafi çöllerde duman olduğunda sancılar başlar karanlık yaşamlarda.
Canlılarda yaşam karşıtlıklar üzerine kuruludur. Kürt tilkiyi, tilki tavuğu, tavuk solucanı kovalar. Karşıtlıklar saldırı ve savunma refleksleri şeklinde bir yaşama dönüşür. Biz bu yaşam biçimine doğal yaşam biçimi diyoruz. Canlılarda bu yaşam biçimi istikrarlı bir şekilde devam eder. Biri yaşama hakkı kadar öldürür, diğeri yaşama hakkı kadar kendini savunur. Burada güç belirleyici oluyor. Güçlü olan yaşama devam eder güçsüzler hayata veda eder.
Toplumsal olaylarla doğal olayların benzerliği gine kendi doğallığında ortaya çıkmasıyla birlikte insanların içinde bulunduğu gelişim seviyesi itibarıyla diğer canlılardan daha istikrarsızdır. Hayvanlar yaşam haklarına saygı temelindeki tasarruflarında ölçülü davrandığı halde insanlar külhanbeyi davranışlarıyla hayvanları bile hayrete düşürürler.
İnsanoğlunun insan hakları alanında kaydettiği aşama ile insanın temel hak ve özgürlüklerin güvencesi gündeme geldi. Dünyanın geri kalan bölgelerindeki gelişmeler doğal yaşamın karşıtlıklı biçimini diğer canlılar kadar ölçülü kullanamıyor. Hem kendi cinsine hem de diğer canlılara karşı çok acımasız olabiliyor. Bu noktada insanoğlunun yapay sistemleri devreye girerek insanları diğer canlıların içinde gülünç duruma düşürüyor. İnsanların kılıçlarla, ateşli silahlarla girdiği gülünç durum şiddeti ölçülü kullanan diğer canlıların yaşamına terstir.
Savaşlar hem insanların kitlesel katliamına neden oluyor hem de canlıların yaşam olanı olan doğayı tahrip ediyor. Uçmayı kuşlardan, yüzmeyi balıklardan, saldırmayı çakallardan öğrenen insan bu öğretmeleri kadar ölçülü olamıyor. Çıraklar en azından ustaları kadar ölçülü olmalıydı. Diğer canlıların oportünist bir yaşam tarzı yoktur. Saldırı şekilleri ölçülü olduğu gibi, saldırı taktikleri standarttır. İnsanların yalan sanatındaki becerileri onları çok yüzlü yapabiliyor.
Şiddete, katliama yapay gerekçeler uydurabiliyor. Kimi din adına öldürmeyi meşru görüyor, kimi devrim adına, kimi millet ve milliyet adına öldürmeye meşruiyet kazandırmak için yalancı yüzünü ortaya çıkarıyor.
Din insanlara yaşama yerine öldürmeyi öneriyorsa insanın çirkin yüzüdür. Devrim insanı gerilikten kurtarıp daha iyi bir yaşama yönlendirmek yerine öldürmeyi öneriyorsa en büyük yalancılara tutsak kalmıştır demektir. Milliyetçiler insanları milliyet ve ırk ayırımı yaptıkları için en büyük bölücü katillerdir.
Hayat kan ve gözyaşı ile sulanıyorsa cehennemdir. Cehennem karanfil kokmaz. Erdemli insanların yarattığı sosyal yaşam karanfil kokuludur. Hayat gül bahçesidir bu uygarlıkta.
Karanfil kokan uygarlığın ismi demokratik uygarlıktır. Bu bahçede insanlar yürütülmez, yürür insanlar. Bu bahçede insanlar düşündürülmez, burada düşünür insanlar. Erdemler, güller kokar, karanfiller kokarlar.
TÜRKİYE AVRUPANIN BOĞAZ KÖPRÜSÜDÜR
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı imparatorluğunun yıkıntıları üzerinde şekillenen ülkelerden biri de Anadolu’dur. İstilacı güçlerin öncülüğünde 600 yıl şeriat karanlığında uyuşan toplumu bir grup İttihat ve Terakkicinin yönlendirmesi çok zor olmadı. Mustafa Kemalin denetimindeki Teşkilatı Mahsusa gücü içindeki Talat Paşa, Said-i Nursi, Mehmet Akif Ersoy gibi güçlü elemanların sayesinde Ermenileri ve Kurdleri etkisizleştirmek çok zor olmadı.
İttihat Ve Terakki’ye karşı olan güçler çağın talepleriyle değil, daha geri taleplerle ortaya çıktılar. 19. Yüzyılda değişen dünya koşullarına uygun siyasal yapılanmadan uzak kalan halk muhalefeti kolaylıkla bertaraf edildi. Türkiye’nin istikameti ile haklin talepleri arasındaki çelişki hala devam ediyor. Köleci toplum geleneklerinin inanç temelinde bir yaşam biçimine çeviren geçmişin şeriat yaşamı kolay kolay toplumun yakasını bırakmayacaktır.
Türkiye’de cumhuriyet nesli dışındaki toplum hala eskiyi yaşamaktadır. 12 eylül askeri hakimiyetine karşı Turgut Özal’ın öncülüğünde anti militarist halk mutabakatının iktidarı ele geçirmesiyle beraber Türkiye’de önemli ekonomik ve sosyal gelişmeler oldu. Avrupa Birliğine uyum öncesi ekonomik gelişmeler köysel nüfusun şehirler lehine gelişmesine neden oluyordu.
Bu durum ne köylü kalan ne de şehir uygarlığıyla uyum sağlayan büyük bir potansiyelin doğmasına neden oldu. Giyim sanayini de etkileyen bu cemaatin sosyalleşmesini hızlandırmak için eğitim politikasında değişiklikler yapılarak neredeyse köylerde üniversiteler kuruluyordu. Üst sınıf ve orta sınıf eğitim imtiyazları alt tabakaya da indirilerek pek de nitelikli olmayan bir yüksek öğretim mezunları ordusunu ortaya çıkardı.
Okuyan köylülüğün artışı cemaatin gücünü oldukça artırdı. Gelenekçiler artık üfürükçülere muhtaç olmuyordu, okuyan imam hatipliler ve mümin üniversiteliler yeterli çoğunluğu ve inisiyatifi sağladılar. Sosyolojik tahlilde gelenekçilikle çağdaş uygarlık arasında duran bu yığınlara yer bulmak için Türkiye’nin politikasına derin eller karışmaktadırlar. Bu derin cemaat gücünün sayesinde toplum Avrupa yakasında kalabilmektedir.
Mekke geleneksel köleci toplum putperest aşkı her an dengeleri alt üst edebilecek imkanlara sahip olmasına rağmen Ortadoğu’yu denetim altında tutabilen demokratik ülkelerin caydırıcı gücü dengeleri kendi lehine oluşturmuş vaziyettedir.
Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa’nın Osmanlı Mezarlığında Avrupai tarzda Selanik ağırlıklı küçük bir Kemalist gruba kurdurttuğu bir cumhuriyettir. Avrupa kendi lehine denge oluşturduğu denge, Ermeni ve Kurd katliamına neden olurken şimdiki Kurd dinamiklerinin politik taleplerini ne ölçüde anlamsızlaştıracağı belirsizdir henüz.
Bu cumhuriyetin sorunlarının aktörleri ne AK PARTİ’de ağırlıklı gücü olan köleci toplum gelenekçileridir ne de Türk milliyetçileridirler. Devlet Avrupa’nın istediği kadar çözümleyici, Avrupa’nın istediği kadar hukuk devleti olacaktır. Hatta Kurd sorununun irade anlamında muhatapsız kalması da Avrupa ile ilgilidir.
Kurdlerin talepsiz ayağa kalkmaları sadece diğer muhalefet partiler gibi karşıtlıkla ilgilidir. Bundan sonra Ortadoğu’da nelerin değişeceğini ve Türkiye’ye ne şekilde yansıyacağını tahmin etmek zor degildir. Mekke köleci toplum putperest güçleri tarafından ortadan kaldırılan Mezopotamya uygarlığının temel unsurlarından olan Kurdlerin tekrar Ortadoğu’da uygarlığın sentezcileri olma ihtimali çok yüksektir. Bekleyip göreceğiz.
YALAN BARINAKLARI BİR BİR YIKILIYOR
Kani Yado, 12.05.2011
İnsan kendi yalanlarının barınaklarında saklanmakla vicdan gelişmez ve olgunlaşmaz. Vicdan sevimli bir çocuk gibidir. Ona emek verip iyi yetiştirmedikçe aslına döner ve zalim kalır. Vicdan insanın yapay kişiliğidir. Eğitim vesaire erdemlerle geliştirilir. Doğal kişilikte hayvansal yaratılış ön plandadır. Doğal yaratılış yapay kişilikten daha istikrarlıdır ancak, yapay kişiliğin oluşturulmasında doğal kişilikle uyum esas alınarak tutarlı bir şahsiyetin geliştirilmesi amaç edinilmelidir.
İnsanlaşma doğal kişiliğin temeli üzerinde yapay olarak inşa edilir. İnsanın insana heyecan veren yönü budur. Yani erdemlerin cazibesi göz kamaştırabilecek derecede insana heyecan verir.
Erdemler güller gibi özgür ortamlarda yetişir. Bundan dolayıdır ki diktatörler özgür ortamlara şans tanımazlar. İradenin temsilciliğine soyunarak doğal yaratılış adına, sosyal yapılanma adına tek başına iradenin üzerinde sorumsuzca tasarrufta bulunulur. Bu yapılırken ya Allah adına söylenen yalanlar, ya da toplumun selameti gerekçe gösterilir.
21. Yüzyılda insan hakları bilincinin gelişmesinde önemli merhaleler kat edildi. Bireyin esas alındığı bu süreç insanoğlunun tarihinde insanlaşmada bir tırmanıştır. Toplumsal iradeye ambargo koyan despotların koruma zırhlarında gedikler oluştu. Tanrılar gıdıklanmaya başlandı. Krallar çıplak göründüler.
Toplumsal iradenin uluslararası başarıları uluslararası caydırıcı güçlerin sorumluluğu çerçevesinde hukukunu kurumlaştırdı. Bu hukukla despot devlet başkanları yargılanıyor. Artık kölelerin zulüm çamurundan yarattığı tanrılarına olan sadakatleri de payını alıyor. “Benim tanrım, benim kocam, benim başkanım, benim partim dokunulmazdır” diyen anlayışlara dokunuldu. Hem de öyle dokunuldu ki devlet başkanlarının heykelleri yerlerde sürüklendi, devlet başkanları gasp ettikleri maddi değerlerle birlikte kaçtılar, Pakistan’ın tavuk kümeslerinde vuruldular…
Erdemlerin olgunlaşması gül bahçelerinin özgür ve doğal koşullarının oluşmasına benzeyen koşulların yaratılmasıyla mümkündür. Bölgemizdeki Kurd toplumunun tersiyle iştigal ederek bu koşulların olgunlaşmasını engellemek tüm bölgeyi erdemsizliğin ve vicdansızlığın insafına terk etmek demektir.
ABD erdemsizliği Sovyetlere karşı örgütleyip yönlendirirken erdemsizlikle vurulabileceğini hesap etmeliydi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hizbullah’ı Kurdlere karşı örgütlerken yarın onların ayaklarına dolanabilineceğini hesap edebilmeliydi.
Türkiye Cumhuriyeti derin devleti Kurd ve Türk toplumunu yönlendirirken öyle çirkin yöntemler kullandı ki bu gün her türlü sorunlarını çözme becerisini ve refleksini yok etti. Bundan dolayı dünya demokratik güçleri kendi imkânlarıyla Türkiye’ye bir biçim vermeye çalışıyorlar. Türkiye’nin dışarıdan yönetilmesi genel izlenimi bu yüzdendir.
2000 yıllarının başında Avrupa Birliğinin desteğinde Turgut Özal’ın hayatına mal olan sivil mutabakatına devem etmek için GLADİO ürünü Erbakan’ın Saadet Partisi tasfiye edilerek Abd-ul Tayyip öncülüğünde sivil mutabakata tekrar işlerlik kazandırıldı. Militarizm karşıtlığında bu mutabakat TBMM’inde büyük çoğunluğu sağlayarak askeri devlet karşıtlığında polis devleti inşasına başladı. Askeri devlet biçiminin antitezi olan polis devleti, geri planda pusuda kalan militarizmin vasileri olan sol ve sağ despot tanrıların muhalefeti müsaade ederse sivil anayasayla ancak demokratik yapılanmaya gidebilecektir. Hukuk devletine geçiş anlamına gelecek olan bu durum, Avrupa açısından bir dizayn, Kurd ve Türk yönlendirilmiş siyasal muhalif müminler açısından Tanrıların iradesine müdahale, statüko için uykuları kaçıracak olan bir kabustur.
SEVDANIN RENGİ MORDUR
Kölelerin zulüm hamurundan yarattığı tanrılar zalim olur. Zalimler kendi müminlerini seçim heyecanlarıyla, karşılaşmalarla heyecanlar yaratarak oyalarlar. Haya adına kadınları ambalajlarlar namus pazarında. Namus bekçileri türer mahalle ve sokak başlarında. İtaat adına iradeleri alınır ellerinden. Secde ettirilir putlara.
Bak bir Tanrı geçiyor karşıdan! İmanı da vicdani da cüzdanındadır onun. Cüzdanından taşmış yetimlerin kanları ve göz yaşları. Hesaplar kabarık İngiliz bankalarında. Köleler esas duruşta!
Bu tanrılar kölelerin iradelerine ambargo koymuşlar. Kendileri için yürümek yasak. Kendi beyinleriyle düşünmek yasak! Tanrılarının ayetleri var, şeytan ayetleri gibi… O ayetlere göre yaşamak, o ayetlere göre düşünmek serbesttir.
Köleler içtimaya girer kendi yarattıkları tanrılarının karşısında. Yürü emri, dur emri, vur emri beklerler hazır olda. Bu tanrılar çeşitli renklerdedir, kimi kırmızı, kimi yeşil, kimi sarı.
Bizim rengimiz mordur. Mor sevdanın rengidir. Gök mavisinin yer kızıllığına çökmesiyle el ettiği zaferin rengidir mor. Yani sevdanın rengidir mor. Onun içindir ki aşklarımız mordur.
Köle kalanlar hep gri kalır. Tanrılarının renklerine giremezler, o gömleği giyemezler. Kölelerin görevi tanrı olmak değil, tanrı yaratmaktır. Yasak bundandır. Köleler tanrılara karşı isyan bayraklarını açsınlar, bayrakları mor mor olsun! Yar yanaklarındaki meydanlar morlaşsın firari öpücüklerde.
Gri renklerini reddediyoruz artık, rengimiz mordur. Zulüm çamurundan tanrılar yaratmayız artık, erdemlerle morlaştı rengimiz
HUKUK DEVLETİ, JANDARMA VE POLİS DEVRETİNIN SENTEZİDİR
Siyasal bilimler temel yaklaşımlarını sosyolojiden alırlar. Toplum devlet ilişkilerini esas aldığımızda güçlü devlet, zayıf toplum çelişkisi hem jandarma devletinde mevcuttur hem de polis devletinde mevcuttur. 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl mantığıyla sosyolojik yapılanma, polis devleti ve jandarma devleti eksenindedir. 21. Yüzyıl mantığı hukuk devletini esas alır. Hukuk devletinde devlet küçültülmüş toplumsal erk büyütülmüştür. Bilimsel düşünce mantığına göre hukuk devleti antitez değil, polis devleti ile jandarma devletinin sentezidir. Militarizme karşı olan sivil eksenli polis devleti askeri iktidarlaşmanın antitezidir. Sivil demokratik hukuk devleti sentezini demokratik uygarlık olarak tanımlıyoruz.
Türkiye’deki durum jandarma devletinden polis devletine geçiştir. Yani askeri vesayet altındaki siyasal iktidarlaşmaya karşı sivil alternatif olarak sivil toplumun iktidar arayışıdır. Bu sivil iktidarının başarabilmesi için militarizme karşı olan tüm demokrasiden yana sivil güçlerin mutabakatı gerekiyor. Bu mutabakat sağlandığında sivil iktidarlaşma tırmanışı başlar. Bu tırmanış Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasi partisine karşı sağlanan sivil mutabakatta Turgut Özal’la başladı.
Bu sivil mutabakat 1990 yıllarında Ergenekon Çeteleşmesinin duvarına çarpıp dağıldı. Turgut Özal’ın hayatına mal olan bu on yıllık süreç, Türkiye için bir kayıptır. Kontrollü Suni Operasyonu da aşan bir tırmanışla Kurdler düşük yoğunlukta Türkiye’ye karşı savaştırıldı. Bununla Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye üzerindeki kontrolü sağlandı. Kurdistan’ın sınırları denetime alınarak savaş rantları kapsamındaki uyuşturucu trafiği, silah ticareti vesair rantlar devlet bütçesini katlayan yoğunlukta sağlandı. Bu durum Avrupa mahkemelerinin kararlarıyla basına yandığını biliyoruz.
2000 yıllarının başında Avrupa Birliğinin desteğinde Turgut Özal mutabakatına devem etmek için GLADİYO ürünü Erbakan’ın Saadet Partisi tasfiye edilerek Abd-ul Tayyip öncülüğünde sivil mutabakata tekrar işlerlik kazandırıldı. Militarizm karşıtlığında bu mutabakat TBMM’inde büyük çoğunluğu sağlayarak askeri devlet karşıtlığında polis devleti inşasına başladı. Askeri devlet biçiminin antitezi olan polis devleti sivil anayasayla ancak demokratik yapılanmaya gidebilecektir.
Sivil anayasa ile hukuk devletinin temeli atılarak her iki baskıcı rejimin sentezi oluşacaktır. Bu sentez aynı zamanda devletin küçülmesi demektir. Bu süreç o kadar kolay değildir. Ergenekon’un müdahalesiyle on yıl gerilemeye neden olduğu gibi bu müdahale tekrarlayabilir. Sağda MHP, solda CHP ve diğer Sol partilerin polis devleti karşıtlığı olan hukuk devleti talebinden kaynaklanmıyor, tam tersine 12 Eylül benzeri jandarma devlerine davetiye çıkarmak içindir.
2011 seçimleriyle sivil inisiyatifin başarısıyla sonuçlanırsa Türkiye demokratik hukuk devleti sentezinde kendi demokratik devrimini gerçekleştirebilecektir. Kurd çocuklarının kollarını kıran kırıkçı polisler Kurd düşmanlığıyla tatmin sürecinde mutlu görünse de süreç onların aleyhine gelişecektir. Hukuk devletindeki iyileştirmelerle insan hakları öne çıkacağı için kırıkçı polislere geçit verilmiyor
. Gösterilerde dengeli güç kullanmayan her kes ceza hukukunun şamarıyla karşı karşıya gelir. Seçim öncesinden yaşananlara kimse doğru yorum yapamıyor. “Benim partim, senin partin“ gürültüsü içinde gerçekler toplumdan gizleniyor. Bu süreçte izler karışmıyor. Taraflar net olarak belli. Demokrasiden yana olanlarla olmayanlar saflaşmış vaziyettedir. Bu durumda toplum istese de istemese de mevcut olan iktidarın güçlendirilmesine onay verecektir. CHP ve MHP’nin iktidar olmaması için sivil toplum elinden gelen her şeyi yapacaktır.
Tüm Kurdlerin BDPye tam destek vermesi hem Kurdlerin hem de Türk demokrasi cephesinin lehinedir. Kurdler kendi saflarında kaldığı zaman Kurd karşıtlığında şartlanan Türk toplumu kendi demokratik saflarını güçlendirecek ve böylece MHP ve CHP iktidar olma şansını kaybedecektir. Bu durum Türkiye’nin hukuk devletine geçiş anlamında demokratik hukuk devrimini gerçekleştirecektir. Bu durum ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyaset dışına çıkarılmasıdır. TSK’nin olmadığı bir Türkiye hem bölge barışına katkı sunacak hem de Türkiye’nin demokratikleşmesine neden olacaktır.
KANİ YADO, 10.05.2011
TURKEY VE KONROLLÜ SUNİ OPERASYON
Turkey her ne kadar İngilizcede hindi anlamında bir ülke ise de Dünya için çok önemli bir coğrafyada kurulmuştur. Osmanlı Mezarlığı üzerinde kurulduğu için derin plan ve projelerle yönetilmiştir. Anadolu barbarlık ile uygarlık arasında tampon bir konumdadır. Milattan 600 yıllarından sonra sürekli barbarların istilalarına uğramıştır. 652 tarihinde Arap barbar güçlerinin İleri Mezopotamya uygarlığını yok ettikten sonra barbarların Anadolu’ya yönelmesi kolaylaştı.
1300 yıllarından sonra Osmanlılar barbarlığın temsilciliğini üstlendiler. Böylece Anadolu 600 yıl karanlıkta kaldı ve katliamlardan arta kalan insanlar kaplumbağanın kış uykusu gibi bir dönem yaşadı. Altı asır boyunca şeriat karanlığında kalan toplum cesetler yığını olarak dünyanın birinci paylaşım dönemi dediğimiz Birinci Cihan Harbinin içinde buldu kendisini. Bu ceset hem dünya için bir talihsizlik hem de bölge için bir yük olarak ortada duruyordu. Bu hantal yapı Avrupa güdümlü İttihat ve Terakkinin projeleri için büyük bir engeldi. Resmi tarihin yazdıklarımın tam tersine Birinci Cihan Harbine bu orduyla değil ordusuz karşılanması gerekiyordu.
Bir engel de Ermenilerdi. İlkokul coğrafya derslerinde Doğu Anadolu olarak isimlendirilen Batı Ermenistan’da o yıllarda dünyayı etkisi altına alan Marksist siyasal bilimlerin ve çağdaş felsefen in fırtınaları esiyordu. Ermenilerin yeni düşünce ile tanışması Sovyet Devriminin arifesinde Ermenistan Devrimi paradigmasını öne çıkardı. Tüm Ermenistan’da sosyalist örgütlenmeler yayılmaya başladı. Bu durum başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın Anadolu’da İttihat ve Terakki üzerinden müttefik bir cumhuriyet kurma planlarını alt üst ediyordu. Bunun için hem Osmanlının askeri yapılanması hem de bilinçli Ermeni Sosyalist örgütlenme komitelerinin faaliyetlerinin bertaraf edilmesi gerekiyordu.
İttihat Ve Terakkiciler Çanakkale’de ve Kars-Sarıkamış’ta taktiksel oyunlarla Osmanlı Ordusunu yok ederken, Ermeni katliamına başladı. Ermenileri etkisizleştirildikten sonra İslam yaşam biçiminde hantallaşan Kurdler de Osmanlı Halifeliğinin kucağında İslam’ı yaşadığı için onu terk etmesini kabullenmesi zordu. Avrupa’yı zora sokacak olan İslam yaşam tarzını devletin kontrolü altına almak için laiklik ismi altında din TC’nin kontrolü altına alındı. İslam köleci toplum yerel örgütlemesi yeni devlet yapılanmasını kabul etmesi zordu. Yeni devlet mütegalibe denen ovalardaki kasabalı feodallere dayanırken, köleci toplum gelenekçileri dediğimiz din istismarcılığı sınıfı kırsal kesimden köylülüğün desteğinde aktif bir güçtü.
Köleci toplum gelenekçileri Allah adına söylediği yalanlarla köylülüğün desteğini alırken, Cumhuriyetçiler toprak mülkiyeti üzerindeki tasarruf sahibi olan mütegalibe, yani feodallerin desteğini sağlıyordu. Devlet olmaya aday olan köleci toplum gelenekçileri dediğimiz dini yerel örgütlenmeler toprak sahipleri dediğimiz feodalleri zorluyordu. Dini otoriteler Arkalarına Allah’ı ve onun kutsal kitaplarını almışlardı. Feodallerin de dayanması gereken bir güce ihtiyaçları olması doğaldır. Cumhuriyetin ilanından itibaren feodallerin cumhuriyetçi-devletçi olmaları dolayısıyla Cumhuriyetin kurucu partisi olan CHP’nin yanında olmasının nedeni budur.
1971 yılından sonra CHP’nin Ecevit’in önderliğinde halkın eline geçmesiyle feodallerin MHP’ye meyillenmesi dikkat çekicidir. Bir oldu-bittiyle TC’nin ikinci adamı olan İsmet İnönü’nün elinden alınan CHP devlet partisi olarak daha sonra gerçek sahiplerinin eline geçti. Osmanlı zihniyetinin varisi olan toplum üçüncü alternatifte başarılı olamıyor. Ya köleci toplum despotizmine, ya da çağın faşist yapılanmasına kolayca kayabiliyor. Toplumsal irade her öne çıktığında bir balyoz inebiliyor. Menderes dönemi ile hala devam eden Özal döneminin başına örülen çorapların tezgahlanma nedenleri açıkladığımız gibi derin projelidir.
Derinlerin toplumsal yönlendirme becerileriyle toplum hala katliamlarla sonuçlanan Kontrollü Suni Operasyonların nedenlerini anlayamıyor. Hiç bir Alevinin Maraş, Çorum, Sivas- Madımak olaylarını anladıklarını sanmıyorum. Mağdurlar katliamı planlayan CHP’in derin bağlantıları tarafından yapıldığını bilemedikleri için mağdurlar aynı CHP’ye destek sunuyorlar sürekli. Derin devlet kendi kuruluş partisi olan CHP’yi destekleyen bu Alevi kitlesini neden öldürüyor o zaman? Hangi mantıkla bu insanlık suçu dediğimiz Kontrollü Suni Operasyonları yapıyor?
Aslında Ergenekon binlerce sayfalık İddianamelerini takibendenler derin devletin kozmik sırlarını öğrenmeleri mümkündür. ‘’Bir zahmet okur musunuz!’’ dememizle kimde okumaz. Çünkü uyuma hastalığının tarihi çok derindir. Orada tüm Kontrollü Suni Operasyon Planlarını bulmak mümkündür. Mağdurlar gelişmeleri takip etmeyince mağduriyetleri devam eder. Eğer Çorum, Maraş Madımak, Gazi Katliamları mağdurları okuyabilecek durumda olsaydılar zaten kimse bu iğrenç katliam türlerine başvuramazdı. Osmanlı mezarlığından bir cumhuriyet inşa etmek öyle kolay değildir. Uyuyanlara soğuk su serpmek uyandırmak içindir. Tek tip düşünen tek tıp bir toplumun karşıtlıklar temelinde incitmek için suni operasyonlara baş vurmanın diğer ülkelerde olup olmadığını bilmiyorum ama Türkiye’de bu yapılıyor. Hangi nedenler yapılırsa yapılsın çok iğrençtir. Sağı ve solu istediği biçimde şekillendirerek bu suni operasyonlara başvurmak insan yaşamını kendi yönlendirme amaçlarına malzeme yapmaktır.
Ben 1950 yıllarından günümüze kadar gördüğüm tüm siyasal yapay oluşum, yönlendirme ve tetikleme, müdahale ve dokunmalarda bunu gördüm. TİP’ta bakterinin neden olduğu hastalıklarda en isabetli yöntem bakteriyi etkisizleştiren bakteri üretip çatıştırmak yöntemi var. Türkiyede insanlara yapılanlar budur. Sanırım büyük ülkeler de bu şekilde düşünerek Ortadoğu barbar toplumları çatıştırıp üzerinde suni denge oluşturuyorlar. Türkiye için bu tahlilin doğru olduğunu söylersem kusura bakmasınlar, bu bir gerçektir. Bu dramın içinde olmak istemiyorsanız kendiniz olun ve kendiniz düşünün ve bulun.
Dikkat ederseniz İslam toplumlarında yalnız ülkeler değil, aşiretler ve bireyler bile çatışmalıdır. Benim iddia ettiğim bu gerçekler ne resmi tarih kalıplarına uyuyor ne de kalıplaştırılmış birey ve örgütlerin görüşlerine uyuyor. Çünkü insan kalıpların içinde kaldıkça yönlendirilmiş düşünceye kayar. Kimse bilimsel düşünce alanında özgür düşünmeye ne zaman bulur ne de o kadar özgür olabilir. Bütün karşıtlar bir yumak şeklinde birbirinin güçlendiricisi ve birbirinin reddi olarak çözümsüz olarak zıt kardeşler biçiminde sarmaş dolaş kalıyor. Türkiye devletinin toplumu çatıştırarak ayakta kaldığını ben yalnız iddia etmiyorum.
Çatıştırmanın iki nedeni vardır. Birincisi uyuyan bir toplumu incitip, uyandırarak güncellikte düşünme mantığına yönlendirilmesi yöntemi. Böylelikle bireyler Kerbela Vakası masallarını veya çöl develeri masallarını okuyup ağlamaya vakit bulamayacak kadar güncellikle meşgul olur. Beyin hücreleri kendi çağında çalışmaya başlar. İkincisi çatıştırarak toplumun üstünde bir vesayet erki yaratmaktır.
Osmanlı döneminde 600 yıl şeriat karanlığında uyuyanları uyandırmak öyle kolay değil. “Lütfen uyanınız!“ demekle kimse uyanmaz. Okullu olmakla da insan uyanamayabilir. Alevilerde okumayan insan yok, o zaman neden derin devletin Kontrollü Suni Operasyonun malzemesi oluyor, neden kendi katili olan CHP’ye sevdalı kalıyor? Türk Silahlı Kuvvetlerinin koruması altında Ergenekon projesi dahilinde çapulcu şeriatçılar 7 saat boyunca Madımak’ı yaktılar. Madımak katliamının planlayıcısı Ergenekon’un patronu CHP sevdası nedir? Neden insanlar bu kadar kendi katiline sevdalı? Silivri’de tetikçi Alpaslan Aslan veya General Veli Cücük’ün başı ağırsa İzmir Cumhuriyet Mitingleri allı pullu oluyor. Kimlerdir bu kalabalık?
İYİ Kİ VARSIN ANNE
Her biri yıldız yıldız.
Herbiri gül ,çiçek, ay, gün ve gündüz
Hepsi canlı canlı.
Böyle değerli hediyeleri onlara verebilir miyiz?
Gözleri fal taşı, saçları dalga dalga., siyah, kahve ve altın sarısı…
Gözleri ela, kara
Yürekleri uçsuz bucaksız mas mavi deniz.
Siz çocukların dilini bilir misiniz ?
Siz o denizde yüzer misiniz ?
Bir çocuk gördüğümde annemi hatırlarım.
Yüreği bir başka, dili bir başkadır bu güzel dünyalarin
Bakan bir cift göz,
Bir tutam saç,
Bir gülen yüz gördüğümde ben de çocuklaşırım
Uğur böceğinin sırtında taşıdığı güzellikte ve gülde,
Annemi görürüm her çiçekte.
Dünden beri her tarafta konuşulan anneler
Satılmaya hazırlanmış hediyeler
Çarşı – pazar bir başka süslenmişler.
Hediyeler sıra sıra,
Heddiyeler satılırlar birer birer
Kimi solup ömrünü doldurur,
Kimi kullanılıp atılıyor.
Ya annelerimizin bize vediği hediyeler?
Onlar okyanus, onlar dünya, onlar denizdirler
KANİ YADO, 08.05.2011
ANALARIN GÖZ YAŞLARI IRMAK IRMAK!
Kani Yado, 08.05.2011
Bu gün yalanların en çok üfürürldüğü günlerden biridir. Bu gün ANALAR GÜNÜdür. Bir ceviz kadar taşı fırlattığı için TC’nin kırıkçı polisleri tarafından annesinin gözü önünde yavrusunun kolu kırıldı. Ve kırıkçılar anneler gününü kutluyor! “Bijî azadî“(yaşasın özgürlük) diye haykıran bir anayı vahşi ormandaki yırtıcı çakkallar gibi çembere alıp kamçılayan yani coplayan cehennem zebanileri analar gününü kutluyor!
Her kes analar gününü kutlar. Analar danasız olur mu? Her kesin anası olduğuna göre bu günü kutlamak her kesin hakkıdır! Mekke putperestlerinin cariye pazarlarında alıp sattığı cariyeler ana değil mi? Mekke Putperestlerinin dediği gibi cennet anaların ayaklarının altındadır!
Mekkeliler cennete girmek için koştular. Cariye pazarlarında güçleri yettiği kadar cariye ana satın aldılar. Onlar da anaydılar, alındılar ve satıldılar. Ve hala cariye anaların başını, yüzünü gözünü kapatıp güzel güzel, renga reng desenlerle ambalajlıyorlar. Cennetin ayakları altında olduğu bu anaların danaları elbette güzel ambalajlar! Çünkü danalar, anaları alınabilen, satılabilen mal olarak görür. Satılırken mehirleri, başlıkları, fiyatları belirlemekte mahirdirler.
Çağımızın insanları utandılar, cariye ismini de sosyatik yaptılar. İsmini değiştirdiler ama bunun edepsizlik olduğunu saklayamadılar. Artık tüm dünya biliyor. Romalı Papazlar insanlıktan özür dilediler ama islam papazları hala özür dilemediler. Roma köle pazarlarında da ana köleler vardı. Her kes cenneti onların ayklarının altında aradı. Avrupalılar da Rom cariye köle pazarlarına koştular anaları satın alıp cennete kavuştular!
İnsanlar artık Hz. İbrahim gibi ateşe atilmaktan korkmadığı için bu edepsizlikleri anlatıyor, yazıyor ve çiziyor. Her gün insanı ürperten bir haber dinliyoruz, okuyoruz, görüyoruz. İnsanlar annelerini çok sevdiği için öldüklerinde yıllarca buz dolabında saklıyorlar. Çünkü o ananın cenneti ayaklarının altından kayıp emekliliğine yapışmış. O güzel cennetlik ana buz dolabında dondurulmaz mi?
Palu’da Habab diye bir Ermeni köyü var. Telefonla bir arkadaşımdan rica ettim, gidip o köyü ve oradaki anaların durumunu görmesini istedim. Sağ olsun beni kırmadı. Arakadaşım da benim gibi kuran okumuştu, oraya gittiğinde arapça kelimelerle kendini güzel kamufle edebilmiş. Dünyaca tanınan bu itibarlı Ermeni köyünde Arapça selam vermemek çok ayıptır. İnsana gülerler.
Oraya vardığında erkekler duvar diplerinde ellerinde doksan dokuzlu tespihler, yüzlerinde nur, ceplerinde dolar, ayaklarında mes namaz vaktini bekleyen mutlu ihtiyarlar görmüş. Yaşlı kadınların gözleri gavur(!) elinde çalışan çocuklarının yolunu gözleye gözleye bir türlü olmuş. Hasret göz yaşı, göz yaşı ırmak ırmak…
Her kes 600 yılları öncesi ve sonrası gibi hacı olma sevdalısı. Hacca gitmeyen kimse yokmuş. Dolar doksan dokuzlu erkekleri hacı edebilmiş ama ananın göz yaşlarını dindirememiş. Tüm çevre illere ziraat fidanları, meyve, ziraat araçları satan köyde kimse ziraat yapmıyormuş. Duvar diplerinde doksan dokuzlu ihtiyar babaların ceplerindeki dolarların mutluluğu zirai üretimini öldürmüş ve Ermeni mezarlığına gömmüş.
Palu Palu hani senin vişnelerin, vişneliklerin hani? Hani karşı taraftaki bahçeler? Habab’ta ermeniler yaşıyordu eskiden. O köyde Analar Gününü kutlanması gereken Ermeniler yaşıyordu. O bakir bırakılmış arazilerin sahipleri nerede? Başkaları nasıl sahip oldular oraya? Ayaklarının altında cennet olan anaların çocukları hiç düşünüyorlar mi o insanların akibetini? Kendilerini sorgulamayan insanların ne anası olur ne de danası olur. Her kes birbirnin yalancısı olur.
ERKELERİN ERKEKLİĞİ VE CAMER Û MÊRXASÎ
Kani yado, 07.05.2011
İki bin yıllarının başında Güney Kurdistan’a ait bir sitede politik bir makele okumuştum. Bu makalede sıkça ‘erkek’ olmaktan bahsediyordu. Her paragrafta”camêrî, merxasî” gibî eril kelimeleri bulmak mümkündü. Hemcinsime bir eleştiri yazmak işime gelmedi. Kızıma ya da kız torunuma yazdırmak daha doğruydu ve öyle yaptım. Kızıma bir kısa eleştiri yazdırdım. Eleştiride erkekliğin ne olduğunu gayet açıklıkla belirtiliyordu. Erkeklerin yapabileceği her şeyi layıkıyla yaptıklarını belirtiyordu. Hatta “bizim köyde erkek eşeklere biz camêr diyoruz” diye bir ifadeyi hiç unutmuyorum. Tabi e-maille gönderilen yazıya karşı gelen cevap çok olumluydu. Kibar bir bayana karşı erkekliği konuşturmak uygun düşmüyormuş mutlaka!
Çok farklı eğilimlerde yazıları okuyorum. Erkek egemenliğine karşı olduğunu beyan edenler bile farkında olmadan erkekliğini konuşturduğunu fark edebiliyorum. Toplumsal yapımızın gereği bir insanın kendi toplumunun özelliklerini yansıtmak çok normaldir. Ancak Kürtlerin coğrafyamızdaki konumları itibariyle her konuda çok ileride bir duruşla dünya huzurunda kalmaları gerekiyor.
Eğer bizim köyde erkek eşeklere “camêr” deniyorsa, camêrler biraz kendilerine çeki düzen vermelidirler. Bunu böyle bilmeliyiz ki artık “camêr” kelimesi komedi konusu oluyor. “Camêrî û mêrxasî” süperman olması gerekir ki kuyruk takılmış! Superman çocuklar için oyuncaktır artık. Türklerin camêrleri Şabanlardır. Şaban filmlerini seyretmeyen kimse yoktur. Şaban, benim için her zaman “Vatan Kurtaran Şaban” ı çağrıştırır. Şaban yiğittir, Şaban merxastir, Şaban camêrdîr. Şaban Sakarya’dır, şaban vatan kurtarandır…
Şabanın çocukluğunu bilmemek mümkün değil. Şaban ilkokuldayken her sabah Türklük andı içmiştir. içe içe Şaban olmuş, öyle şeyler yedirilmiş ki onun vatan Kurtaran Şaban olmaması için hiç bir sebep kalmamış. Şaban deyip geçmeyin. Şaban olmak için uzun bir süreçten geçmek gerekiyor. Hem teorisi var, hem de pratiği var. Ne teorisiz pratik olur, ne de pratik olmadan teori olur. Her şey Şaban’la uyumludur, vatan Şabana minnettardır!
Sanırım askerileşen toplumun sivil toplum olmaktan uzaklaştığı konusuna vurgu yapmak istediğimi anlıyorsunuz. Size soruyorum: Vatan Kurtaran Şabanların tavan yaptığı Türkiye’de pratik anlamda demokrasiyi uygulamak mümkün mü? Farz edelim ki Başbakan Sayın Abdultayyip Erdoğan KURDlerin demokratik hakları için bir yasa önerisi verdi. Aynı anda ayazda kalır. O zaman ne mümin KUDRler destek verir ne de Şaban Türkler. Bir avuç demokrat ayazda kalır. Çünkü AK PARİ’yi Vatan Kurtaran mümin Şabanlar destekliyor. Geride kalan sarhoş Şabanlar CHP’yi ve ve berduş Şabanlar MHP’yi destekliyorlar.
Şabanlar o kadar Şabanlaştılar ki Abduldeniz Baykal yerine bizim KURD Mustafa Kemal Kılıçtaroğlu’nu getirmek zorunda kaldılar. Gençliğini iyi hatırlıyorum, akıllı bir çocuktu. O aklıyla anamızı ağlatmazsa okul arkadaşlığı hakkımı ona helal ederim.
KURDler camêr oldukları için joker gibi her işe yararlar. Camêrler köy korucusu olur, Abdulfethullah imam ordusu olur, Alparslan Aslan olup Veli Küçük’ün tetikçisi olur. Yani her şey olur. Göreceksiniz Ortadoğu’da insanlığın ayağa kalkmasını da sağlarlar. Çünkü Mezopotamya üstün uygarlığının mümessilleridirler. Anadolu’ya Şabanlığı değil, insanlığı getirdiler ve bu uygarlık taahhütlerini yerine getireceklerdir. Bir şartla sorunlar çözülebilir: KURDler camêrliği, Türkler Şabanlığı bırakmalıdır. Yani Şabanlar asker doğup, asker ölmemelidirler, sivil olarak doğup sivil kalmalıdırlar. Camêrlik ve Şabanlığın olmadığı koşullarda sivil toplum olgunlaşır ve KURD sorunu çözülür.
VATAN YER KÜREDİR, BÖLÜNMEZ İNSANLAR, UZAYDA KOLONİLERİMİZ VAR
İnsanoğlu mağaralarda aile topluluğu şeklinde birlikte yaşama başlarken kabileler halinde birliklerle toplu halde yaşamaya bir ivme kazandırarak sosyal yaşama adım attılar. Kabilelerin birliğinden aşiret yapılanmasına, oradan millet oluşumuna geçildi. Bu durum insanların sosyalleşmede tekamül evreleridir. Bu aşamalarda tekamül kazaları istisna olmak üzere geri dönüş yoktur. Fakat ileriye yönelik değişim kaçınılmazdır. O zaman uluslaşmanın sonrası nedir?
Aileden kabileye, kabileden aşirete, aşiretten millete, milletten tüm insanların birliğine mantığı doğrulanıyor. Bu konuda çokça görüşler savunuluyor. Bazı geri kalemler aşiret aşamasındayken bazıları millet olmaya çabalıyor. Bu durum dünyada var olan toplulukların gelişmelere ayak uyduramayacak düzeyde faklı farklı aşamaları yaşamalarıyla ilgilidir.
Milattan 650 yıl sonrasına kadar Mezoptamya Üstün Uygarlığının temsilciliğini yapan Zazaların(Sasaniyan) Arap barbarlarının Mezopotamya’yı istila ederken evrim kazasına uğramaları bir felakettir. Felaketlerde yıkımın ne kadar acımasız olduğunu biz doğal felaketlerde de görüyoruz.
Çewlik’li hemşehrilerim kusura bakmasınlar biz daha kabile-aşiret oluşumundaki özellikleri taşıdığımız için, millet yerine ümmete yönlendiriliyoruz. Eğer Abdultayyip’in partisi Çewlikte başarılıysa bunun sosyolojik anlamı da vardır. Siyasal gürültülerin içinde bu durumu göz ardı edemeyiz. BDP bir temsilci çıkarsa dahi o temsilciliğin yansıttığı irade Abdultayibin seviyesindeki kalitededir. Dönüşümü sağlamayan hiç bir toplum veya şahsın irade verimliliği olamaz. Tüm coğrafyamızda olduğu gibi yöremizde de çağdaş insanlar istisnayı teşkil edebilecek düzeyde azınlıktadır. Meseleye politik açıdan bakılmadığında bu itiraf zorunlu oluyor.
Geri toplumlar despot önderlik veya devletler yaratırlar. Toplumların kalitesini despot devletler veya önderlikler belirlemiyor. O kalite toplumların oluşumuna özgüdür. TC devletinin özelliklerini belirleyen toplumdur. Hiç bir ileri toplumun geri devleti olamaz veya bunun tersi olarak, hiç bir geri toplumun ileri devleti olamaz.
Pozundan geçilmeyen (KURDçe bir deyimle “ew ki pifê ezmanan dikin“) söylediği ‘’her olumsuzluğun altında sistem, var, devlet var’’ söylemi yanlıştır. Devlet yok edilmesi gereken ve toplumun özellikleriyle biçimlenen bir aygıttır. Bu aygıttan toplumsal evrimle kurtulacağız ama devlet düşmanlığı fobisine sahip olanlar devlete alternatif devletçi oldukları için devletsizlerin içinde olamayacaklardır. Çünkü onlar da değişime uğrayacaklardır.
Hepimiz Hollanda’daydık. Bu gün döndük. Okyanus sahilinde martılarla sohbet ettim. “Dalgalar dalgalar alıp beni uzaklara götürün” diye haykırdım! Bana hep uzakları hatırlatırlar dalgalar! İnsan insan kaldıkça su kadar azizdir, aşklar yaşandıkça dalgalar kadar coşkuludur. Bazı aşklar vardır çocuklukla başlarlar ve çocuk kalırlar. Biz çocukluğumuzu ve aşkımızı birlikte yaşadık. Palu’ya gitmiştim. Hatun’la birlikte oynardık hep. Yazın bahçelere gidilir Paluda. Biz yaylalara gidiyoruz ya. Onlar da bahçelere giderler yazın. Bahçeler şehre yakındır. Bahçelerde dut, vişne, kiraz boldu. İlk aşkımda vişne en değerli bir anı olarak kaldı. Sevgilime verdiğim ilk hediye vişneydi. Hediyemde yalandan eser yoktu. Dalından kopardığım bir üçlü vişne salkımının birini bu yana, diğerini o yana ellerimle astım küpe gibi. Kırmızı kırmızı vişneler pembe yanaklara o kadar yakışmıştı ki! Bu ilk aşk kıvılcımıydı belki. Hatun benden 6 yaş küçüktü. Ben ömrümün on ikisindeyken o daha altı yaşındaydı. Nüfus kayıtlarına bakıldığında Hatun diye kimse yaşamıyordu bu dünyada. Kayıtsızdı, bu dünyada firari yaşıyordu işte! kadın cinsinden olduğu için pek önemli değildi. Nişanlanmamıza yakın bir tarihte nüfusa kaydetme zorunluluğu ortaya çıkınca ismini birlikte koyduk. Belki sevgilisinin ismini sevgilisiyle birlikte koyan ilk âşıklar biziz. Asiliğimizle onun kulağına üfürülen Hatun ismini reddediyorduk. Ama ben onu o isimle sevmiştim. Zor geldi bana. Çocukluğumuzla bütünleşen aşkımız hala kendi çocukça temizliğinde ve çocukluğunda büyüyor. Çocukluk ölünceye kadar devam etmesi gereken güzelliktir. Çocukluk ve aşk kol kola kaldıkça ölümsüzleşirler. İnsan her yaşta çocuk olabilir ve çocuk kalabilir. Çünkü çocuk güzel duygularla donanımlıdır. İnsan çocuk kaldıkça, çocukluğunu yüreğinde saklayıp aşkıyla birlikte yaşadıkça o aşk tap taze kalır yaşamının sonuna kadar. Biz çocukluğumuzu hiç özlemedik, çünkü hep çocuk kaldık aşkımızla birlikte. Aşklar da çocuk tazeliğinde, çocuk güzelliğinde kaldıkça güzel kalır. Çocukken evinizin önünde, bahçede, parkta başlayıp hayatınızın sonuna kadar bitmeyen güzel bir oyun gibidir aşk. İnsan yaşamına ters, insana yabancı ne varsa aşka yabancı ve aşka terstir. Aşk kendi güzelliğinde, kendi hamurunda yoğrulmalı. Ben aşka “sevgilerin toplamıdır“ derim bu yüzden. Mesela, doğayı, kuşları, komşularını, tüm insanları sevmeyenler aşık olamazlar. Sevgilerin en deriniyle, sevdaların en görkemlisiyle aşık kaldım sevgilime. O temiz aşklar ölmezler. Güllerin, çiçeklerin güzelliğinde gizlenirler her ilkbahar. Elma ağacının dalında kırmızı kırmızı yanaklarıyla insana gülümseyen elma olur her yaz. Sonbaharda gazel, kışın ölüme meydan okur karların beyazlığında. Hikâyelerin, romanların ölümsüzlünde yaşarlar her mevsim.

27 MAYISTA SEVDALAR TUTSAK, SEVGILER DALKAVUKTU -1-
kani yado,27.04.2011
Daha 14 yaşındaydım. Menderes dönemiydi. On yıldan beri jandarma baskısından kurtulmuş halk, kendini rahat hissediyordu. Daha evvel Jandarma köye geldiği zaman ben büyüklerimizden daha çok hızlı koşmuştum ormanda saklanmak için. Belki o korkulardan dolayıdır korkuluklardan nefret ediyorum hala. 1950’de 4 yaşında, 1960’de 14 yaşındaydım. Bu ki tarih aynı zamanda Menderes döneminin başlangıcı ve idamla sonuçlanan sonuydu. Ufak tefek bir çocuktum. Daha boylanmamıştım. Benden daha cüce biri daha vardı aramızda, bundan dolayı fındık faresi unvanına kavuşamamıştım. Ahmet Şentürk arkadaşım bu unvanı çoktan hak etmişti. Bu Türk başka Türktü, şen Türktü. Esprileriyle, neşesiyle neşemize neşe katardı hep. Oxi’de en çok konuşulan isim Zülfi Dedeydi. Zülfü Doğan Demokrat Partinin ilçe başkanıydı. Dükkânlarında farelerin cirit attığı çarşıda yürürken hatırlıyorum. Yürüdüğü zaman yer yerinden oynuyordu sanki. Veya bana öyle geliyordu. Ben onu çok seviyordum. O beni gördüğünde başımı okşayarak bir şekilde bu sevgiye karşılık veriyordu. Her kes onun gözü tokluğundan, onun yiğitliğinden bahsediyorlardı. Bir koylumuz bir keresinde bir yük tütün ile yakalanmıştı jandarmaya. Haber Zülfü Doğan’a hemen ulaştırılmış, o bir eşek yükü tütünü kına olarak işleme sokturup kurtarmıştı onu. Bir kutu tütün yakalattığında cezaevini boyluyordun o zaman. Bu ise bir eşşek yükü, başka bir şey değil! Eşek sudan gelinceye kadar jandarmadan dayak yemekten başka ömrün cezaevinde geçer! Büyük çoğunluk Demokrat Partiliydi. Ohu ağaları CHPliydiler. Demokrat partiden yüz alan köylüler ara sıra ağalara laf atmaktan geri durmazlardı. Biraz da esprilerle karşılıklı atışırlardı. Bir 27 mayıs sabahıydı. Yani dünden bir gün sonraydı. Tam bir gün sonra! Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla İnglizlerin torpiliyle Türk Silahlı kuvvetlerine girmesi sağlanan Kıbrıslı Albay Allparslan Türkeşin sesiyle radyodan vahşi ve kulağa işkence eden bir sesle idareye el koyduklarını duyurmuşlardı. Bizim umurumuzda değildi inkılap. Bizim için oynamak, Kupik’te yüzmek, sapanla kuş avlamak her şeyden önemliydi. Ama babam üzülüyordu. Artık jandarma devleti geri gelmişti. Üzülmeler de yasaktı. Her kes sahte tebessümlerle biribirini selamlıyordu. Bundan sonra on Kasımlarda sahte ağlamalar dönemi, CHPlilere sahte tebessüm dönemi başlayacaktı. Karakol onbaşılarına karşı sahte saygılar artmıştı. İtaatler de ibadetler gibidir, sahte ile başlar tahta olur ve iman güçlenir. 28 mayıs sabahı bizim köylülerin gürültüsüyle uyandım yataktan. Sabah erkenden köyden gelmişlerdi kazaya. Ben sandım ki saygı duydukları Demokrat Partinin ilçe başkanına gidip üzüntülerini bildirecekler, sahip çıkacaklar, sorunlarına ortak olacaklar. Zülfü Dedenin hapisten kurtardığı bir eşek yükü tütünle yakalanan koylumuz de gelmişti. Babam da şaşırmıştı. O da köylülerimizin böyle erkekleşmesine inanamamıştı ki böyle topluca gelmelerinin nedenini sormaktan geri durmadı. “Biz düşündük taşındık, CHP ilçe Başkanı Abdurrahman Danışı ziyaret etmek etmeye karar verdik ve onun için kazaya geldik“ dediler. Benim merakım artmaya başladı. Abdurrahman Begin konağı bize yakındı. Köylüler oraya biat etmeye gidince merakımı gidermek için konağın karşısında durup girip çıkanları seyretmeye başladım. Sanki mahşer kopmuştu. Köylerden kopup gelenler girip çıkıyordu. Yer darlığından dolayı ağa konağına girip biat edeler hemen çıkıyordu. Köylülerin ağaya karşı biat şeklini ve el öpüşlerini görme imkânım yoktu. Merakımı giderirken iki gün evvel Zülfü Doğanı sevenlerin nasıl oluyor da iki gün sonra fikir değiştirdiğine bir anlam veremiyordum. Babam’ın Zülfü Doğan’ın yakalanıp kampa götürülürken ağladığını gördüm. O zaman köylülerimizin o korkak, o vefasız, o duygusuz davranışlarına karşı içten içten nefretim artmaya başladı. Bu demektir ki güce biat edenlerin sevgi gösterileri işe yaramıyor. Çocuk duygularıyla düşünürken sınıf özellikleri itibariyle köylülüğün tarihin çarklarını her zaman geri çevirmeye çalıştıklarını çözmem mümkün değildir. Bir güce sığındıkları zaman aslan kesilmelerine de… Bu bazen devlet gücü olur, bazen aşiret gücü olur, bazen örgüt gücü olur, bazen imamlar ordusu olur. Tarih boyunca kölelerin efendileri için nasıl savaştıkları, kahramanlık madalyalarını efendilerinin elinden almak için nasıl didindiklerini, öbür dünyada da aynı madalyalardan başka onlar için hazırlanan hurilere kavuşmak için nasıl sabırsızlıkla beklediklerini daha sonra öğrenme imkanlarına sahip oluyoruz. Belki onların bu biat mantıksızlığı olmasaydı benim de doğrulara ulaşma mantığım gelişmezdi. Allah ölenlere rahmet, hala hayatta olanlara selamet versin, eşeklerin eşekliği nelere kadir değil ki! Eşeklik deyip geçmeyin! Bu eşekliğin insana verdiği ilhamla nice romanlar, şiirler yazılıyor, edebiyat gelişiyor, dinler ilan ediliyor, tarikatlar, siyasi partiler kuruluyor, savaşlar kazanılıyor…
NOT: Eşeklikten değil mi ki yazılarıma dayanamayan güzel gözlü eşeklerin çocukları ta İzmir’den ve Elazığ’dan ve Avrupa camilerinde kız babalarının arkasında secdeye durarak Türklerin sevgilerini kazanıp Türk kızlarıyla evlenerek Avrupada kalıcı olmaların coşkusunda bana gönderdikleri küfür demetleri… Ocağınız kor ole! Sizin çocuklarınız Türkçe konuşacaklar! Beni tanımazlar ki sizden sonra bana küfretsinler! Siz ne biçim müminsiniz! Sizin küfürleri buket buket, demet demet hatıra olarak saklayacağım. Alaturtka makamlarında yaptığınız küfürler belgedirler. Selanik sanat müzelerine konacaklar. Ben siyasetle uğraşmadığım için yalanların arkasında saklanmam. Ben sadece yazarım, onlar insanlıktan çıkmaya devam etsinler. Benim partim yok ki partime çekmek için onları kazanmaya çalışayım. Siyasetle uğraşmam, neme lazım yalanlarım ortaya çıkınca rezil olurum valla! Taahhütler sigara paketlerinin üstüne yazıldığına göre, o paketler er veya geç çöpe atılır. Ben güzelliği ve çirkinliği yan yana yazacağım. Tercihleri okuyuculara bırakırım. Yarın olmasa öbür gün mutlaka KURDıSTAN kurulur ben Vali olarak tayın olacağım, o zaman görüşürüz Walla!
Yazıya Kesire Yıldırım(Öcalan)’ın babası Ali amca, halk sanatçısı Cömert’in babası Hüseyin amca ile benim tarihi çınarım Süleymanê Bandanla devam edeceğim. Yolculuğum daha ilerde Qere Cimçit Zade Selahaddin Demirtaş’a konuk olarak devam edecek. Biliyorsunuz, Kafkaslardan, Bağdat’tan Halepten gelen her türlü seyr-u sefer Sekrat Kervansarayında konuk olur.

27 MAYISTA SEVDALAR TUTSAK, SEVGILER DALKAVUKTU -2-
Biz , batı modeli tedrisatinin üçüncü dönem nesli sayılıyoruz. öğretmenlerimiz cumhuriyetin birinci ve ikinci dönem ögretmenleriydi. Yani köy enstitüleri mezunlariydilar. 1924 ylında yeni tedrisat kanunu çıkarılarak modern eğitime geçilme kararı alınmış, daha sonra 1928 yılında ki harf devriminden sonra, osmanlicadan Türkçeye geçmek için kurulan bir komisyonun yaptığı yapay Türkçe diliyle 1930 yıllarının başlarında batı tarzında okullar açılmış.
Biz 1950 yıllarının başında okullu olmakla cumhuriyetin üçüncü batı eğitimli nesliyiz. Yüksek öğrenime kadar osmanlıca belası yakamazi bırakmadı. Bülent Ecevit bizim için öz Türkçe modasında örnek olmasaydı belki yazılarımızı Osmanlicadan dolayı bizim neslin dilinden anlamakta zorluk cekecektiniz. Bilhassa yüksek öğrenim Osmanlıca ağırlıklıydı.
Çok iyi hatırlıyorum 1950 yıllarında Türkiyenin nüfusu 25 milyon civarında seyrediyordu. Fazla artış olmuyordu o yıllarda. Belki düşük nüfusun oransal yansıması ancak bu kadardı,
Biz okulda dayak yemeyi kanıksamıştık. Dayak yememe diye bir alternatif aklımızdan geçmiyordu. Zaten Osmanlı mezarlığının uysal sakinleri olan büyüklerimiz(!) bizi okula verirken ”eti sizin kemiği bizim” diye bizi okula teslim ediyordu. İnsan eti yemenin yamyamlık yaşam tarzı olduğunu aklımızdan geciremiyorduk. Hatta islami eğitim sistemlerinde yüksek tahsili bitiren bir insan ancak çağımızın ilkokulu mezunu seviyesinde eğitimliymis. Arapça dediğimiz Tanrının dili söz konusu olunca fazla bilgiye gerek kalmiyormuş! Dikkat ederseniz dinin kurucuları okuma yazmasız olsalar bile derin ilim sahibi olarak tanıtılıyorlar.
Çocukluğumda din adamlarına verilen değerin normalin üstünde olduğunu farkedebiliyordum. Küllahli-sarıklılar her zaman bize “ latince okuyanların kıymeti yok, din adamı olmak için Kavman Şeyhinin dergahında okuyun, bir melleye hürmet edilir ama öğretmene kimse hürmet etmez” diye tavsiyelerde bulunurlardı.
O zaman çağdaş olanlara “münevverler” derlerdi. Münevverler öyle düşünmüyordu. Onlar zaten cumhuriyeti desteklemişlerdi. Dedem ve babam dindar olduğu halde her zaman” biz şeyhlerden ve seyitlerden çok çektik” derlerdi. Ben bu şekilde yönleniyordum. Evdeki tavsiyeler okuldan daha etkili oluyordu.
Kavman’li Şeyh hadi Oxî’de kalıyordu. Kendisi aslen Liceliydi. Devletle iyi anlaşıyordu, o yüzden faaliyeti çok yoğundu. Evi Dep’in girişindeydi, tek bir evdi. Başka evler yoktu. Daha sonra tam karşısında Ortaokul yapıldı. Ortaokulun inşasında çoluk çocuk her kes çalışıyordu. Ben iki santimlik boyumla hemen hemen her gün okulun inşaatinde çalışıyordum. İnsanlar bayram havası içinde çalışıyordu. Devletın tek kuruş parası harcanmadı, her şeyi halk karşıladı.
Ama okul inşaatinin tam karşısındaki şeyhin evi okullardan daha canlıydı. Kuran okuyanlar, islam dinini öğrenenler, torbalarında tavuk, ellerinde bakraclarla yoğurt götürenler, son model eşeğin üstünde çuvalın içinde kafası görünen kuzu başları ile şeyhin evine hediye götürenler… Giris çıkış trafiği gayet yoğundu…
O yıllarda Kore savaşı patlak vermişti. Türkiye Amerikaya yağcılık yapmak için asker gönderilmişti Koreye. Nazimiyeli Şair Çavuş Koreden dönmüştü. Şair abimiz çok gözaçıktı. Şeyhin zengin sofrasına konmak için çarşıda Müminlerin içinde “Şeyhimizi Korede Dündül’ün üstünde yeşil bir cübbe elinde kiliciAllah Allah! diye gavurun üzerine üzerine gidiyordu aha bu iki gözümle gördüm” demiş. Sofikler bu durumu Şeyhe ulaştırmışlar. Şeyh “ eğer o beni Korede gözleriyle görmüşse O amel-i salihtir onu çağırın buraya gelsin” demiş.
Büyüklerimiz her yerde bu konuyu konuşuyordu o sıralarda. Şeyh amaydı, iki gözü de görmüyordu, ama Şair Çavuşun gözleri iyi görüyordu ki Şeyhi savaşta iki gözü görmeyen kahraman bir sovelye gibi savaştığını görüyordu! Yani bu çaresiz ama, kurnaz ulema aynı anda hem kendi evindeydi hem de Kore Savaşındaydı. Belki kedini kendi tekniğiyle ışınlama yoluyla gidiş gelişleri yapıyormuş! Sofik şeyhinin bu üstün meziyetlerini anlatmaz mı artık? Hemen Ali Yildirim’a koşar:
“Ali Beg Ali Beg ben sana demedim mi bizim Şeyh evliyadir, Şair Çavuş Seyhimizi Korede dündülün üstünde elinde kılıç Allah Allah diye gavurun üzerine üzerine gittiğini aha bu iki gözleriyle görmüş! Şair Çavuş Alevidir ne dini var ne de imanı var, o doğru söyler, o bizzat görmüş”
Ali amca başlamış gülmeye. Ali amca için iyi bir konu açılmış. Döner durur bu yalanın nedenlerini yorumlar. “bu üfürkcüler hiç emek sarf etmeden kahraman olacaklar” diye alaylı alaylı anlatmaya başlamış. Ali amca yöremizin münevverlerindendir. Ateşli bir Kemalisttir. Gericilerden nefret ettiği için Kemalistlerin tuzağında kalmaktan pek memnun görünüyordu. Osmanlı mekteplerinde okumuş, yeni yazıyı kendi imkânlarıyla öğrenmiş. Henüz hukuk mezunları olmadigi için dava takipçisi olarak mahkemelerde davalara giriyordu.
Ali amca sofike dönerek: “Bak ahmak bunlara inanmayin! Bunlar din adına, Allah adına söylemedikleri yalan yoktur, şeyhine şöyle çok yalan söylemesin, Allah iki gözünü almış, iki ayaklarını da alir” der. Sofik koşa koşa Şeyhine gider. Şeyhine olduğu gibi heyecanlı heyecanlı aktarır: Şeyhim o zendik Ali Yıldırım senin için dediki, sahtekarlık yapmasın, Allah iki gözünü almış, iki ayağını da alır dedi” diye aktarır. Bunun üzerine büyük kore şovelyesi şeyh küplere biner ve derki: “ Git o kafire şöyle, iki parmağımı uzatirsam iki gözü onun avucunun içine düşer!” diye tembih eder.
Sofik hemen yüce ulemasının mesajını ulaştırmak için Ali amcaya gelir: “ şeyhim dediki, benimle uğraşmasın iki parmağımı uzatsam iki gözü cikar” dedi. Ali amca bir kahkaha atarak: “Git o ahmaka şöyle o kudreti olsaydı kendi iki gözününü açardı” der.
Şair çavuş için şeyhin zengin sofrası önemliydi. Zengin bir sofrada Şair çavuşun Kore anılarını dinlemek bir başka heyecanlı oluyordu. Söylediği yalanın ödülünü sürekli alıyordu. Halk sanatçısı melle Cömert’in babası Dersimli fırıncı Hüseyin de Şair çavuşu sofrada yalnız bırakmıyordu, Şeyhin evine gelirken kendi fırınından tepsi tepsi mıs kokulu kuzu firinlamasi getiriyordu. Hüseyin amca Dersimden gelir gelmez Şeyhle iyi geçinmek için Cömerti Şeyhin evine kuran öğrenmeye göndermişti, her türlü diplomatik ilişkiler olgunlaşmıştı o süreçte.
Bu arada Cömertin okuduğu kuranın kraatı müzik yeteneğini tetikledi. Müezzin ise Cömert’in o güzel sesini dinlemek için onu kendi yerine minareye çıkarıyordu. Ezan okuduğu zaman biz onun sesini zevkle dinlerdik. Cömert bizden daha imanlı olduğu için bizimle fazla oynamıyordu, genellikle Kavman Ulemasının sahabeleri olan sofiklerle oturup kalkıyordu o çocuk yaşında. Cömert aklı baliğ olduktan sonra terk-i selat oldu. Devrinciliğe gönlünü kaptırdı. Hala o aşkla yaşıyor. Geçmişte ruhanilerle olan ilişkileri ona çok farklı bir ruh hali kazandırdı. Ruhanilerin ruh hali hala kendisine hakim olduğu için büyüklerle bulaşmak üzere kırklar ceminde uçma eğitimi yapıyor.

27 MAYISTA SEVDALAR TUTSAK, SEVGILER DALKAVUKTU -3-
Bazen insanlar cocukluklarini özlerler. Ben hic bir zaman cocuklugumu özlemedim. Hep cocuklugumu yasadim. Hala cocuklugumu yasiyorum. Insan cocuklugunu terketmedikce, cocukluk insani terketmez. Degisim insanin cocuklugunu terketmek olarak sonuclandiginda insan kendi yarattigi felaketlerle yüz yüze kalir. Cocuk dogarken bir dünya harikasi olarak dogar. Her anne ve baba bunu farkedebiir. Cocuk büyüklerine benzedikce kücülür, bozulur. Son kücüklük limiti insanin ebeveyninin ölcüsüdür. Güzel ebeveynlere sahip cocuklar bu yönden sanslidirlar. Aileler birer siddet okuludurlar. Ölürüm, öldür, öldürür.. gibi kelimelerle daha bebek iken karsilasmak mümkündür. Cocuklarin en sansiz zamnalri geleneksel kurban bayramlaridir. Insanlar bu bayramlarda öyle coskuludurlar. Cocuklar bu bayramlarda kanla bolca tanisirlar. Canli kesmeyi bu günlerde mesru görürler. Hem de krallarin krallari, yalancilarin en büyüklerinin buyruklari seklinde. Kan revan icinde baris mesajlari verilir devlet büyükleri tarafindan.Kizil kanli yalan! Ne büyük sahtekarlik! Kanin simgeledigi baris! Inkarlarin gölgesinde birlik ve beraberlik mesajlari, en hakiki mursit sloganlari altinda genc beyinlere pompalanan yalanlar!. Hic unutmuyorum 23 Nisan bayraminda bir ögretmen agalik düzenine karsi bir cümle sarf ettigi icin Ohu agsinin tornu Erol tarafindan devlet erkaninin huzurunda kürsüde dövülmüstü. Köylerde DP, Dep’te axalar ve onlarin partisi CHP hakimdi.

ÖZGÜRÜN DÜŞÜNCESi ve DÜŞÜNCENiN ÖZGÜRLÜĞÜ
Kani Yado, 26.04.2011
Felsefede hep düşünce ve madde diyalektiğinin önceliği tartışılır. Bir şey düşünülüyorsa var olduğu veya var olduğu için düşünüldüğü. Düşünen bireydir, düşünenler toplumdur. Bir kişi veya birden fazla kisi pozisyonu konunun maddi gerçeklik ile düşünce dualizminin esasını …değiştirmez.
Biz burada düşünen toplum ve toplumun düşüncesini ele alacağız. Dünyada sürekli özgür düşünce ve düşüncenin özgürlüğü tartışılır. Özgür düşünce dualizminde örgür toplumla ilişkisi ele alinabilir. O zaman öncelik nerede? Toplum düşündüğü için mi vardır, yoksa toplum var olduğu için mi düşünür?
Konumuza politik açıdan baktigimizda da bireyin özgürlüğü ile bireylerden meydana gelmiş toplumun özgürlüğünü ele almak zorundayiz. Beyin düşünceyi ürettiği gibi birey veya toplumsal maddi gerceklik düşünceyi üretir. Maddi çevresellikle izah edilen objektifliğin subjektif kosullarin nedeni ve doğurgani olduğu gibi.
Mesele insanların özgürlüğü olunca, insanın özgürlüğü ve düşüncenin özgürlüğü konuları önümüze çıkar. Siyasette demogojik yaklaşım veya özgürlüğün karşıtlığı bu noktada ortaya çıkar. Kapalı toplumların değişim sürecinde bu noktada sıkıntılarla karşı karşıya geldikleri görülür. Türkiye demokratik sisteme geçiş esnasında en çok bu noktada sıkıntıya düşüyor.
Böyle olunca KURD özgürce düşünebiliyor ama özür olmak için her fiili adım şiddetle karşılık buluyor. O anlayışa göre Kurd düşündüğü için vardır. Var olduğu zaman düşünemez. Metafizikcilerin, idealistlerin dayandığı felsefeye uygun olduğu ortaya çıkıyor. O zaman bizim her konuda olduğu gibi Kurdlerin özgürlüğü konusunda da farklı düşünüyoruz.
Biz diyoruzki özgür bir toplum somut olarak var ise o toplum özgür olabilir. Muafazakarlar Kurdler özgür düşünsün ama var olmasin demeye getirmiş oluyorlar. Onun için her somut talepte polis panzerleriyle karşılık verirler. Toplumun ozgurleşmemesi için her türlü yönlendirmeye başvururken buna göre subjektif koşulları da beraberinde oluştururlar. Subjektif koşulların yaratilmasiyla her türlü ulusal hakların gözardı edildiği düşünsel ikna formülleri piyasaya cikyor.
Bundan dolayi diyoruz ki mağdur olan toplumlar kendi özgürlük mücadelelerini verirken soyut ve somut arasındaki ilişkinin önceliğini unutmamalidr. Özgürlüğü somutlasmayan toplumların özgür düşünmesi somutun özgürce var olmasına yönelik değilse, özgür düşünmek bir aldatmadir. Bu, Kurd olarak “özgürce var olma ama istediğin kadar özgürce düşün!“ anlamına geliyor. İstersen dağ başına cık istediğin şiddette Kurd olduğunu bağır, istersen salonda bu konuyu istediğin kadar özgürce konuş. Yeterki Kurd olarak özgürce var olma. işte politikanın inceliği buradadır.
insanı kendi özgür düşüncesiyle vurmaktır bu. Özgürlük insanın karnını doyurmaz detirtebilirler insana. O zaman karnı doymayan insan üzerinden politikaya yonelirler. Doymayan bir karnın düşüncesi de doyumlu olmaz. Kuzey Kürdistanda Kurdler düşük yoğunluklu savaşla oyalanırken bir taraftan da tüketim ekonomisiyle sektörel gelişimler engellenerek tüketici toplum verimsizliginde bicimlendirliyor.
Kürdistana bir göz attın. Üst üste yığılmış binalar, üstüste yığılmış insanlar. Oyalandikca değerlerini kaybedip özgürlüğün anlamsizlastirildigi ortam. Van golonun kıyılarına bakın, toplumsal kirlilik kıyıya vurmuş. Kültürel güzelliklerin merkezi olan Amed belirsizliğe doğru gidiyor. Her kes TBMMinde Türkiye ve türklük için namus ve sereefi üzerine yemin edecek vekillerinin seçilmesini sabırsızlıkla bekliyor.
Biz diyoruz ki eğer sen var isen özgürce düşünebilirsin, yok isen düşünemezsin veya anlamsızlaşır özgürce düşünmek. Kürdistanın somut varlığı , soyut olan özgürlük üşüncesini de üretir. Eğer Kürdistan var ise özgür düşünmesi vardır. Eğer Kurdistan somut olarak yok ise Kurdler ancak TC ırkçı devleti için özgürce düşünme misyonuna sahiptir. Bize yapılan katakullileri doğru tahlil etmek istiyorsak satırlarımın arasındaki vurgularim unutulmamalıdır.
KURUCA DAĞININ ZİRVESİ
Kani Yado, 25.04.2011
Yaşadığımız dünyayı tanıdığımız kadar dunyaliyiz. Kuruca dağının zirvesinden bakıldığı zaman güzeldir dünya. Bir tarafa bakarsın Cewlig, bir tafafa bakarsın Oxi. Yanlar sıra sıra, kat kat dağlar. Her taraf anılar anılar anilar…Giydigin mekaplar, izlerdeki hatıralar, kayaya dayatılmış ve ateşe hazır namlular…
Görüyor musunuz bu Xalonun ayak izleri? Her adımı haydutlar kusatmasinda, her güzellik nakış nakış yazılmış. Bu Zekinin, bu Ramazan Adiguzelin…Biri sırtını bu kayaya dayamış, bakışlarını fırlatmış Dersime, Muzur dağlarına.
Sanki yer kat kat, gök kat kat. Birinci ikinci ve nihayet yedinci kat. Her kat güzeldir, tabi yedinci kattan aşağılara bakmak bir başka güzeldir. Yedinci kat bir başka güzeldir.Yedinci kata çıkmak için yarışa girenleri şimdi gayet iyi anliyorm. Zirveye çıkacaksın, yukardan bagiracaksin: Ben benim, var mi bana yan bakan!
Hak eden varır buraya, irade benim idare de benim! Kul koledir, köle kuldur. İradesini kaybedenin neyi kalır ki! Sevgilisini, parasını, çocuğunu kaybetmekten daha vahimdir . insanın kafasından aklı firar etse tımarhaneye, edep firar etse ya meyhaneye ya da bir başka yere gidersin. İradesini kaybedenin dengesi kaybolur, yuvarlanır paldur küldür ! Kuyruğu bir tilkinin kuyruğuna takılırken asılı kalır bir siyaset ucurumunda! Aşağı uçsa param parça, yukarıya tırmansa balyoz var.
Alışkanlık işte, insanlar Tanrısız kalamiyorlar! Bakın yukardayiz Tanrı şahidim olsun ki kimse inanmıyor, korkudandir müminin muminligi. Ben Allahtan korkmam, inancım sevgidendir ondan. Kendi nurundan yaratılmış, nasıl korkar insan? Meyve çiçekten, çiçek yapraktan, yaprak ağaçtan neden korksun ki? Mağdur zalimden korkar, mağdurun zulmetme sırası gelinceye kadar.
Ne isim vardı bu dağ başında? Bir gece bekçisine kafa tutmuştum. Bir düğmesini koparmak devlete karşı isyandır, dil uzatsan dilden olursun! Suçum büyüktür velhasil…
Duymadınız mi bir dilim baklava çaldığı için, ömrünün dokuz yılını bekçi düdüğüne kaptıran çocuğu, polise nohut kadar bir taş fırlattığı için okulunu, istikbalini yitiren yavruyu!
JİTEM ağzımdan çıktı bir kere. Bütün Jitemcilerin telefon yağmuruna tutuldum, sağanak sağanak, dolu dolu…Kufur bombardımanından göz gözü görmez oldu. Telefon avizesi paramparça, dar geldi kablolar ve patladilar…
JİTEM deyip geçmeyin, Ergenekonun Jitemidir bu. Dağlar eritilip salınmış kuduz akıncı sovelye! Bir bakarsınız eğitim ordusu neferi, bir bakarsinizz korucu bir serseri. Bir bakarsınız panzerle çocukları çiğneyen asker, bir bakarsınız taş atan çocuğun kollunu kıran kırıkçı polis.
Ülken işgal edilmesin bir kere, kırılmadık ne onurun, basın, ne kolun kalır. Onun için Kurd öğrencilere Türklük andı içiren, onurunu yediren, beynini kemiren KURD olup kurt gibi uluyan öğretmenleri sevmem. Eseklerimiz kendi ahırında anirsin, horozlarimiz kendi köyünde ötsün, arilarimiz kendi çiçeklerinde bal toplasın, kelebegimiz kendi gulune pücük kondursun!
Yedek subay eğitim devresinden bana karada, denizde havada ve tavada Türk cumhuriyetine bağlılık yemini ettiremediler. Hasta oldum kaçtım, firar ettim kaçtım, bahane buldum kaçtım! Sonunda “bu delidir“ dediler ve benden vaz geçtiler. Ben ülkemin delisiyim elbette, onurumun delisiyim, sevdamın delisiyim tabi! Akıllılar degilmiydi ki her türlü moku yiyen? Danışıklı ve danisiksiz savaşları akıllılar çıkarır.
Bana kalsa işgalcilerin yüzüne tukure tukure kovarım.
Genel Kurmay ister beni denizin ortasından, ister kıyısından, ister karadan kontrol altına almaya çalışsın, ben ben kalacağım. Sonuna kadar KURDum. Turkiyeliligi, tirrik virriklari takmam. Ben koyun delisiyim, bu sevdanın delisiyim. Aşkımın karsininda dağlar devrirlir. İradem onurumdur, onurum bendedir. İradesiz kalmam, ruhsuz kalmam. Onun için Allah sever, Tanrılar sevmez beni, sevmezse sevmesin . Ben kimseye secde etmem, putperest değilim kabede ve anıtkabirde.
BİZİM KÖYDE MÖ PARTİSİ KURULDU
Kani yado, 24.04.2011
Her yerin mutlaka kendine özgü meşhur olduğu bir yönü vardır. Mesela Elazığ`da gakkoş ve lahana çoktur. Bizde iman ve tarhana çoktur. Çewlig deyip geçmeyin. 1980 den sonra Türkiye’de doğan çocukların isimleri genellikle Kenan ve Evren olurdu. Çewlig’te bu isimler toprağın bereketini kaçırır diye yasaktır.
Tenan Evren münafıklığıyla dünyada ün yapmış ama müminlerin müminidir. İnanın gözleri çok güzeldir, bizim koyun güzel gözlü eşekleri gibi dünya güzelidir. Ben onu yakından seyrettim. Yedek subay olarak asker olduğunuz zaman güzel gözlü, nurlu, allı pullu generalleri görme imkânlarına sahip olabilirsiniz. Kenan Paşa 12 Eylülde koduğu gibi yer gök sallanmıştı. Bizim köyün eşekleri kulaklarını dik dik tutup zülüflerini bir bu yana bir o yana atarak, bir ileriye bir geriye gerilerek esas duruşa geçmişlerdi. Köyün koyunları da eşeklerin eşekliğine hayret ettiler. Meğer ne zeki müminlermiş dediler!
Kenan Paşa bir başka paşadır.Taaa Suudi Arabistan’dan, Türkiye’de en nurani, en alim, en allı, en ballı, en cilveli, en kıvrak imamlar yetiştirmek için Rabıta`dan Türkiye’nin bütçesi kadar bir parayı koparmıştı. Siz Risale-i Nuru bilir misiniz? İmamlar ordusunun askeri kışlasında okutulur. Siz sanırsınız ki Ergenekon’un baş papazı Tenan Paşa buna karşıdır. Siyasettir bu, her seyis bunu çok iyi icra eder. Seyisler hep sol gösterip sağ korlar! Kodular mı iyi korlar!
Bu Ergenekon canavarı pençeleri İzmir’de, Trakya’da, başı Ankara’da, ayakları Akadeniz’de, Kürdistan’da bu canavarın. Avrupa Silivri’de bir tımarhane açmış. Bu tımarhanenin masrafları Avrupa Fonundandır. Ergenekonun KURD danışmanları Doğu Kerinçek ve Televizyonun çığırtkanı kırmızı atkılı delilerin zir delisi KURD işleri müsteşarı Yalçın Cücük hoca ile Tetikçi Veli Cücük de oranın müdavimi olmuş. Mutlaka biri programlar, biri tetikler! Bizim Veli’nin sinirleri bozulmuş, duvara bir kafa atmışTürkiye sallanmış, İzmir allanmış!
Paşalar danışmanları gibi çok hünerlidirler. Asker kanından bayraklar yapmışlar. Bayraklarının rengi kan kırmızısıdır. Ortasına da mübarek ay yıldızı konduruvermişler! Generaller kınalı kuzularını çok severler. Yanlış anlamayın, bazı öldürmeler var, sevgidendir. Bu paşalar askerlerini köy çobanlarına vurduramadıkları gün, mayın koyup patlatırlar kınalı kuzularını. Havale ederler öbür dünyaya! Kuzuların ne zararı olur ki, ha bu dünyada yaşamışlar ha öbür dünyada. Daimi ikametgah öbür taraf olduğuna göre şehit olup onlar için hazırlanan hadiyelere, hurilere ulaşmayı kim istemez ki!
Genel malumatlardan sonra Çewlik coğrafyasındaki bizim köyden biraz bahsedelim. Bizim köy de Güneş Sistemi içinde yer alan Dünyamıza ait bir köydür. Bizim köyün kendi partisi vardır. Cemaat düşünmüş taşınmış, bir parti kurmaya karar vermişler. Ama partinin ismi üzerinde tartışma uzamış da uzamış. Aklı evvel ve Türkiye Eğitim Ordusundan ağzı kalabalık öğretmen formülü bulmuş:
-Biz imanlı bir köyüz, keramet imandadır, Partimizin ismi MÖ Partisi olsun.
-Neden MÖ Partisi? Öğretmen gerekçesini anlatmaya başlar başlamaz:
Muro hemen kahkahayı basar ve kahkahanın ardından:
-Mööööööö mööööööö diye möler.
Muro çocukken geçirdiği hastalık yüzünden engellidir, konuşmaz ama vücut diliyle tepkileri çok anlamlıdır. Asker gördüğü zaman askere kıçını çevirerek bir kaç tane patlatır! işgalciye bu şekilde tepki göstermek istiyor belki. Onun dilinden Saadet abladan başka kim anlar ki! Saadet abla bilir dünya adetlerini, Zeki Atsız, Ramazan Adıgüzel, Zeki Yıldız, Hayri Durmuş gibi değerli insanlarla tanışmıştı Bingölde. En zor zamanların insanidir, anlar halden. Ama beynamazdır, sevmezler onu imamlar. Öyle affedilecek gibi değil, başını örtmüyor. Duydum Karakoçana taşınmış, Oy benim başıma ! Senin çekeceğin var abla! Neden çiçek kokulu dağları bırakıp gittin abla? Beton yığınlarında sen duvara, duvar sana bakar her gün her bahar. Ne bir gül, ne bir çiçek var. Yürekler pas tutmuş, her taraf beton duvar! Mazlum, Delil ve arkadaşları toprağa düşmüş burada. İnsanlık askeri idarelerden kaçıp göç eden kuşların kanatlarına yapışıp terk etti buraları sanki. Kimse halden anlamaz burada.
Muro tekrar:
Möööööööö, möööööööö diye möleyerek tekrar bir kahkaha atar.ve bir bu yana bir o yana başlar koşuşturmaya!
Her kes kahkahalarla eşlik ederek gülmeye başlar. Espri yerini bulmuştu. Buna da gülünmez mi?
Öğretmen efendi biraz bozuldu ama bu köyde kızmak yasaktır, bu köyde gülmemek yasaktır. Mutluluk şerbeti içmiş sanki her kes. Yüzler dümdüz, yüzler çiçek çiçek. Yüzler gül gibi olur gülerken her kes, her kes nurani… Yüzlerde ihtiyarlığın, asabiyetin alametleri yok, bir tek kırışıklığa rastlayamazsınız! Mutluluğun sırrı, genç kalmanın sırrı bu olsa gerek! Yıllarca KURD çocuklarına Türklük andı içire içire, Türk istiklal marşını türkofon makamında söylete söylete emektarlığından olacak ki artık kamburu çıkmış güzel gözlü öğretmen konuşmasına devam eder:
-Çünkü köyümüzde melle ve öğretmenler çoğunluktadır. Demokratik teamüllere göre çoğunluğun iradesi esas alınır. Melle imanlıdır, Öğretmen eğitim ordusunun neferidir. Biri Allahın dilini, biri ilmin dilini öğretir bize. Biz bu çoğunluğu esas alarak demokratik çoğunluğu temsil eden melle ve öğretmen kelimesinin baş harfleri ile partimizin isminin MÖ PARTİSİ olmasını teklif ediyorum.
Bir mümin sofik yerinden fırlayarak:
-Haşa haşa, demokrasi küfür nizamıdır, ilahi irade dururken biz irade-i beşeriyetin zuhur etmesini kafirlik olarak telakki eyliyoruz efendim. Biz kutsal topraklardaki kutsal develerin bir tüyü, bizim inatçı keçilerimizin bir kılı bile olamayız. Bizim dinimiz İslam, yolumuz şeriattır. Kutsal toprakların toz bulutları bizim köyümüze kadar ulaşmadı mı? Ulemalarımızın nefesiyle köyümüzün törelerini tanzim eylemedik mi? Köyümüzde bir düğün olmuştu, biz düğünün İslam’a mugayir bir şekilde yapılmaması için şeriata göre karar almadık mı? Zurnanın deliğinden şeytan zırt diye zırtlamadan, davulun derisinden pırtlamadan onların yerine tef çalmadık mı? İtiraz ediyorum, irade Allahtır. Allahın baş harfi A dır. İsmi aktir, sicili paktir. 7.katta oturmuş bizi seyrediyor, ayıptır, günahtır! Bunun üzerine ilahi irade tecelli etti.
MARTILAR DA iSYANDALAR
Kani Yado, 23.04.2011
Bu gün Avrasyanın bitiminin batı kıyısındayım. Kara bitmiş görünüyor gibi, oysa deniz altından dağlarıyla tepeleriyle Amerika’ya bağlıdır karalar. Her yer birbirine bağlı aslında. Su kaplamış göl, gölcük, deniz, okyanus olmuş bu sular.Yaşam bir başka , sualtı dünyasında da canlılar birbirini… tüketerek tükeniyorlar. Bitkiler karada suya ulaşmak için köklerini nasıl salardı derinliklere! Derinlikleri sadece siyasiler bilir sanmayın. Burada derinliklerde yaşarlar bitkiler. Hayvanlardaki özellikler karadaki akrabalarına çok benzerler. Balıklar hepsi yüzme şampiyonları.
Denizlerde bir başkadır hayat. Kaplumbağa karada gördüğünüz gibi değil. Tospaga yürüyüşü yok okyanuslarda. Kurdler gibi gecikmemişler özgürlüğe. Kayalıklar incilerle bezenmiş gelin gibi. Süngerler ana yüreği gibi yumuşakça dokunur kayalara. Bitkiler zülüf gibi bir bu yana bir o yana, dalga dalga okyanusun dibinde… Dalgalar, martılar neden isyandalar? Dalgalar Kurdistanda dalga dalga yükselen özgürlük sesleri gibi, despot Arap krallarına, doğu tarzı despot önderliklere başkaldıran yiğit gençler gibi. Martılar dünyayı kirleten insanlara karşı isyandalar. Dalgalar da eşlik ederler martılara, bazen bir koro olur şarkılar. Martilarin sesi kaybolur zaman zaman dalgalarda. Neşesi bozulmayadursun okyanusların! Tsunami olur, kudurur , sürükler önüne kattığı her şeyi!
Kim dünyayı bu kadar kemiriyor,kim bitiriyor dünyayı? Dokunmayın dünyalara, dokunmayın onlara! Martılara, dalgalara, kutuplara… Kartopu olur, tas olur yağar üstünüze martılar, sel olur kutuplar. Bulutlar bir kararıp bir kızıllaşırken sağanak olur üstünüze, deniz olur, altına alır ne varsa. Yaşam pınarları kuruyor martıların. Feryatları bunadır onların. Güçleri yettiği kadar bağırırlar. Sesleri bülbül sesi değil, kaba ve notasız çıkar. Bir isyanın uğultusudur sanki.
Gök yukarından aynasına bakarken kendini görür, maviyi görür dünyanın kızıllığında . Mavisi masmavi bu denizlerin. Rengini gökten almışlar tabi. Ey mavi gök, ey mavi deniz, bilir misiniz biz sizi neden severiz?
Elimi uzatsam şöyle Londona yetişir elim. Taş atsam taşım ulaşır oraya. Aha şuracıkta! Deniz altından tünel de açmışlar oracıkta. London çok renkli bir şehir. Ne arasan bulursun orada. Arap develeri, Hindistan ineği. Türkiye hindileri…Londonlular Türkiyeye Turkey derler. Turkey hindi demektir ingilizcede. Tukiyeye neden hindi diyorlar bilmiyorum ama hindi sersem bir kümes hayvanidir. Kafası çok kalındır. Hindi sersem, hindi sarhoş, hindi kaçık…Uymuyor kuşların törelerine. Benzerlik budur belki. Türkiye uymuyor dünya törelerine. İnsanlık uzay cağındayken onlar hala yalanlarla, masallarla idare ederler. Özgürlükten kaçarlar, karanlığa alışık gözler gibi kamasir gözler aydınlıkta.
Türkçe konuşanları duyar gibiyim. Bazı sözcükler kulaklarıma yapışmış sanki. Kendi köyünden firar eden sesleri duyar gibiyim. Öğrenciler civvil cıvıl . Sınıflara doluşurlar her Sabah. Türklük andı içilir Kurd öğretmenin söyleminde. Ekmek parası, as parası..Ne parası olursa olsun eğitimciliğiyle öğünen bu firari eşek canı gönülden anirir. Eğitimciliğiyle öğünür yeri geldiğinde…Eşeklikten, emektarlıktan nasir bağlamış sırtın sağ olsun hocam! Hayatının sonuna kadar anırmış. Kirlettin kulaklarımızı bu seslerle. Barbarlaştı ruhumuz bu yalanlarla. Biz firar ettik kendimizden. Beden bir yana ruh bir yana… Paramparfca oldu bu yürek, vicdan uçup gitti, küstü gitti kupkuru bir ağaç olduk dalsız, yaptraksiz, çiçeksiz ve meyvesiz. Bunları düşüne durmuştum oturduğum kıyıda. Hep konuştum kendi kendime, sessiz her taraf, çığlıklarıma cevap veren yoktu. Yaşam kendi kurallarında devam ediyordu. Bazen kalleş bir umut bazen gozutok bir hayal bazen vicdansız dayatma gibi.
KURD çocukların seslerini duyuyorum sanki. Rüzgar mi getiriyor buraya kadar? Bir çocuk çığlığı yükseliyor, annesi dişi Kaplan gibi kapıyor polisin elinden. Bir tarafta zafer işaretleri var parmaklarında istekli istekli! Bir taraftan kan damlıyor, acı damlıyor yüreğine yaralı minicik yavrusunun yarasından damlayan kanı görünce. Bu ne acı , bu ne gecikmiş özgürlük çığlığı! Biz neden geç kaldık özgürlüğe, özgürlük yürüyüşüne? Kim bizi oyalıyor on yıllarca! Her bir durakta bir Selahaddini Eyüp çıkar burnumuzun önüne. 21. Asrın yolculuğu zor geçer. Her şey paranın terazisinde. Satılık vicdanlar namus pazarına sürülmüş. Satıcılar ha bire bağırmaktalar: Satılıklar var, salatalıklar var!
Dengeler bu densizliklerde. Kapitalizm insanı kirletmiş diyorlar bu salatalıklar! Aklım almadı bu yalanı. Kimin kimi kirlettiğini biliyoruz artik, sizi gidi yalancılar! İnsan bozmuş kapitalizmi. İnsan bozmuş her şeyi ve sosyalizmi. İslam mi bozdu insani? Kapitalizm mi bozdu insanı? Bozuk olan insandır. Her şeyi kendine benzetir. Erdem mayası daha yeni atılmış, beklemektedir henüz. Behra Wanê’yi, denizleri, nehirleri şehirleri kirletmedi mi insan? Ölü balıklar gibi insanlık da kıyıya vuruyor artik. Ermeniyi, KURDu kırımdan geçirip kendini yetim bırakmadı mi insan? Neden atmosfer delik deşik, neden balıklara ağıt yakarlar bu martılar ,neden zehirli bu sular , bu ne patırtılar?
İNSAN OLAMAMAK VEYA ÇİFTE STANDART
Kani Yado, 21.04.2011
Çifte standart insan olmanın ölçüsüdür. İnsan ne kadar çifte standartlı olur? Bunun kesin sınırı yoktur. Ama asgari düzey insanlaşmak için muteberdir. Bir yabancı kaynakta gördüğüm kadarıyla Dünyada elli milyon KURD yaşıyor. KURDler kendi nüfuslarını bilmiyorlar. Farklı farklı ra…kamlar söylüyorlar. Bundan dolayı yabancı kaynaklara başvuruyoruz. Yabancı kaynaklar objektif ölçüler kullanarak doğru verilerle bizi aydınlatabiliyor bu konuda. Bu da insanın kendine yabancılaşması kadar olan bir çifte standarttır. Etkisinde kaldığı sömürgeci güç ile kendi varlığı arasında sifte standart olarak ortaya çıkar.
Bir de KURDleri ortadan kaldırmaya yönelik bir seyir içinde olan Türkiye dahil diğer komşu barbar toplumların KURDlere karşı çifte standartları vardır. Kıbrısı 150 bin nüfusla devlet görmek istiyor ama 50 milyon KURDe gelince, bunu kendisine karşı tehlike olarak gördüğü için ismini bile anmak istemez. Bir toplum insanlaşmışsa kendisi için istediği her hakkı başkası için de ister. Eğer bu gün demokratik bazı görüntüler varsa bu durum dış demokratik uluslar arası güçlerin baskıların sonucudur.
Ayrıca İslam barbarizmi Yahudilerden aldığı benzerlikle kendisi dışındaki varlığı meşru görmez. Bu benzerlik miladı yıl olarak 600 yıllarında toplumsal ihtiyaçlara göre yeniden biçimlendirilmesi olan İslam inkılabıyla ulaştığı güçle sahip olduğu tavrın kendi özüyle çifte standartlıdır. Günümüzdeki İslam barbarlığına göre İsrail yeryüzünde olmamalıdır. Yahudilere göre kendileri Ellahın aziz kullarıdırlar, her şeyde öncelikli olmalıdırlar. Yahudiliğin insanlık üzerindeki tahrifatlarının özü buradan kaynaklanıyor. Sanki Ellah onları özel olarak yaratmıştır. Ellah kendi nurundan yarattığı varlıklar arasında ayırım yapmaz!
Kral-Tanrılar çok acayip üfürüyorlar! Bilindiği şekliyle Ellah, insanı doğanın kendisinden yaratırken, kendi nurundan ruh verir, yani beyninden düşüncesini yansıtır. Vicdani yüreğinde teşekkül eder. Barbarlık niyetleri Ellahin karşıtlığında ortaya çıkar. İnsanın kendinde sakladığı ikinci şahsiyettir. Ellah adına söylenen tüm yalanlar, kendi buyruklarını erkek dinleri ilan ederek Ellah adına talimatlayan insanların kendinde sakladığı ikinci şahsiyetin icraatlarıdırlar.
Allahın buyrukları bilimdedir. Matematik, fizik, kimye vesair pozitif bilimler Ellahin vasıtasız buyruklarıdırlar. Allahın nuruna benzemeyen ahlak dediğimiz kendi düşüncesinin ameli yansıması Ellaha ait değildir, kendi çirkin niyetinin ürünüdür. İnsanı insan yapan o ruhtur. Başkasına haksızlık etiğiniz zaman içinizdeki dürtüyü fark edebilirsiniz. O Ellahin kendi özelliklerinin biçimlendirdiği vicdandır. İnsan vicdanını değil dişlerini biledikçe insanlıktan çıkar ve barbarlaşır.
Barbar birey çifte standartlı olduğu gibi barbar toplum da çifte standartlıdır. Yoksul asker öldüğünde KURD sevindiği zaman, KURD gerilla öldüğünde Türk sevindiği zaman insanlığın bitişinde oluşan çifte standartla ilgilidir. Eski çağlardan günümüze kadar hala insanlar yalan vaatlerle köleleri veya iradeleri dinsel veya milli ilkelerle gasp edilmiş şuuraltı korkular ve korkuluklarla doldurulmuş ve aldatılmış insan savaştırılıyor. Biz niyetleri yargılayamayız. Kendi yalanlarının bedelini bir şekilde öderler. Onları yaratan biz değiliz ve onları düzelten biz olmayacağız.
Canlıların kendi koşullarında tekamül etme kabiliyetleri vardır. Biz bu vakalarda Ellahin kudretini fark ederiz. Çifte standartlar kimin telkiniyle oluşursa oluşsun onların amelidir. Silahi eline tutuşturan ile silahı kullananın vicdani sorumluluğu ortaktır. Şiddetin gerekçeleri çifte standardı yaratmanın bahanesidir. Şiddetin meşru gerekçesi yoktur aslında. Yaratılan gerekçeler sunidir. İşte insan olmak ve insan olmak arasındaki oluşan çifte standart bu şekilde tezahür ediyor.
Yaşamak için öldürmek ihtiyacı hayvansallığın tabii sonucudur. Güzel yaşamak için fetihler yapmak ile canavarın sürüye saldırıp canlıları parçalamak arasında fark yoktur. Bu saldırıların amacı kendi lehine başka canlıların yaşam haklarını ortadan kaldırmaktır. Hayvanlarda saldırı refleksi vahşi oluşuna ve doğal gereksinimine işaret ediyor. İnsanlarda saldırı gerekçeleri yapaydır. Vahşetin derecesi saldırıların şiddetine sebep olur. İnsanların Fatih isimlerini kullanması bu barbarlık taleplerinin tescilidir. Aldatılmak suçları ortadan kaldırmaz. Ortadan kalksaydı tahrikle insan öldürenlerin mazlum sayılması gerekiyordu. İnsanın çifte standardı burada da ortaya çıkıyor. Ona göre ülkeleri fethetmek üstün bir meziyet, ülkelerinin fethedilmesi haksızlığa uğramaktır. İşte insan bu kadar insandır! Yani insan bu kadar insan değildir!
NEWROZ VE MEZOPOTAMYA
Kutlamalar çeşitli şekillere girebilirler, hatta dini baskılar altında bu günlere yalan tanımlar yapılabilir. fakat böyle önemli günlerin nedenleri efsanelerdeki olaylar değildir. 21 mart astronomide önemli bir gündür. Mezopotamya islam barbarlarının yıkımına uğramadan önce 21. martin bilimsel öneminin coşkusunu yaşayacak kadar ileriydi. Dünyanın öküzün boynuzunda olduğunu savunan üfürükçü gerici tespitlere karşın Mezopotamya’nın Güneş sistemini ve 21 martı teorileştirmesi çok ileri bir düzeydir. KURDlerin astronomi zaferleri dini üfürükçülüğün moda olduğu MS 600 yıllarından sonra şekil değiştirmiş, Bölgemizde tüm gelişmeler karartılmıştır. Mezopotamya’nın İslamiyet öncesi durumu Avrupa’nın Rönesans dönemine eşit önemdedir. Efsaneleri bir yana bırakıp KURD bilim komisyonları BM nezdinde mutlaka müdahaleci olmaları gerekiyor. Bu siyasilerin görevi değil, Unilerde okuyan gençlerimizin ve bilimle uğraşan insanlarımızın görevidir. Astronomiyle, tıpla, Antropoloji ile ilgilenen her kes Mezopotamya’nın bilimdeki yerini görebilir. Siyaset soyuttur. Biz bilimsel ve somut verilerle dünyanın huzuruna çıkabilecek kadar maddi dayanaklara sahibiz.
ÖZGÜRLÜK, DESPOTLARIN BİNEK ATI DEĞİL BİR ERDEMDİR
Kani Yado, 20.04.2011
Özgürlük Türkiye’de sadece bir kavram olarak bilinir. Toplum tarafından bir yaşam biçimi olarak tanımlanmaz. İster paradigma olarak ileri sürdüğünüz bir düşünceniz olsun, ister bilimsel bir teziniz olsun her kes bunu önce kendi düşünce kalıbına uyup uymadığı şeklinde test eder. Eğer uymuyorsa yanlış, uyuyorsa doğru kabul eder.
Avrupa’nın Hıristiyanlık istibdadı altında inlerken içinde bulunduğu durum da böyleydi. Bir düşünce Vatikan Hıristiyanlık kalıbına uyuyorsa doğru, uymuyorsa bu düşünce sahibi ceza olarak ateşte canlı canlı yakılıyordu. Onlara göre Allahın işine karışılmıştı, böyle düşünenler yakılmalıydı. Uluslar arası koşullar müsait olmadığı için kimse Hz. İbrahim olayında olduğu gibi yakılmıyor artık. Anadolu’da Vatikan Papaları yerine siyasal kalıplar vardır. Bir düşünce siyasi kalıplara uyuyorsa doğru kabul edilir. Genel tanımıyla bu yaklaşıma DESPOTİZM diyoruz ama ben yerel espriyle ZIRTOİZM tanımlaması yapmıştım. Belki bilim tarihi bu hatıramı tescil eder.
Şakayı bir yana bırakalım özgürlükler açısından durum hiç de iç açıcı değil. Kimi Tanrıların yüreğine indirdiği korkular ve korkuluklar yüzünden özgürlüğünü kullanamıyor, kimi özgürlüğün sınırlarını ihlal edip suiistimale yöneliyor. Toplumsal özgürlük yerine tanrıların, erkelerin, tabuların, eskici pazarlarının özgürlüğü öne çıkıyor. Ülke hangi sorunu çözmek istese Kemalist Kişilik veya köleci toplum teslimiyeti ve öncülük biçimleri öne fırlıyor.
Özgürlük özgür düşünce ile tanımlanabilir. Türkiye’de özgür düşünce yoktur, özgür düşünce kalıpları vardır. Kemalizm kendine özgü biçimlendirdiği insan manzarası bu sonuçların çıkmasına neden olmuştur. Öğrenciliğim cumhuriyetin üçüncü nesline aittir. Okulun önünde bir kalıp halinde tek bir kalıptan ibaret olan Mehmet Akif Ersoy’un ırkçı faşist marşını bir kalıp olarak okurduk. Tek kalıp sınıflarda tek kalıp Türkçülük andını tek kalıptan okurduk. Bu yüzden babamın yönlendirmesiyle marş okunurken sululuk yaptığım için bir KURD öğretmenden yediğim meydan dayağının acısını unutamam. Sanırım bu durum hala devam ediyor.
Özgürlükleri ortadan kaldırmak için özgürlük kavramı hep kullanılagelmiştir. Toplumlar ekmek gibi, su gibi özgürlüğe ihtiyaç duyduklarından dolayı sahip çıkarlar. Özgürlüğü yalnız özgürlükçüler değil, despotlar da slogan olarak kullanabiliyor. Özgürlük ve demokrasi biri birinden kopmaz iki öğedir. Biri olmadan diğeri olamıyor. Özgürlüklerin olmadığı bir demokrasi yok, demokrasinin olmadığı bir özgürlük ortamı yoktur. Bu kıstas göz önüne alınmadığı zaman insan diktatörlerin oyunlarına gelebiliyor.
Demokrasi ve özgürlük ertelenemez erdemlerdir. Genellikle özgürlük ve demokrasi ertelemeye maruz kalır. Ülkenin selameti veya süreç bahaneleri aldatmaya yöneliktir. Kimse cumhuriyet döneminin Avrupa faşizm modası zamanına denk geldiğini itiraf edemiyor. Bu yüzden günümüzde demokratik geçiş sürecinde güçlü bir demokrasi karşıtı muhalefetle karşılaşıyor. 12 Eylül askeri yönetimine karşı oluşturulan Turgut Özal’ın öncülüğünde başlatılan sivil mutabakatın kesintilere uğrayarak günümüze kadar demokratik geçişi tamamlayamamanın nedeni budur.
Geçmişin siyasal modası olan faşizm Türkiye’de ne sağlıklı sola ne de sağlıklı muhafazakârlığın gelişmesine olanak tanımıştır. Her şeyi kendine benzetmiştir. Her kes vatan kurtaran Şaban! Bu yüzden mevcut olan demokratik kazanımları toplumsal dinamizme bağlayamıyoruz. Dünya demokratik gücünün zorlamasıyla oturtulacak demokratik bir sistemin ne kadar sağlıklı yürüyeceğini tahmin etmek güçtür. Demokratik ortamdan yararlanmak için pusuya yapmış Arap kültür misyonerleri nasıl bir pozisyon takınacakları hala bilinmiyor. Bu yetmiyormuş gibi Alevi sandığınız çok sayıda Şii yaşamaktadır Anadolu’da. Bunların diğer bağnazlardan farkları yoktur. Buların Hz. Ali adına şeriat talebinde bulunmayacaklarına kimse garanti veremiyor. Ayrıca savaş rantçılarının tepkilerinin çok şiddetli olarak ortaya çıktığını şimdiden fark edebiliyoruz
ÖZGÜRLÜK, DESPOTLARIN BİNEK ATI DEĞİL BİR ERDEMDİR
Kani Yado, 20.04.2011
Özgürlük Türkiye’de sadece bir kavram olarak bilinir. Toplum tarafından bir yaşam biçimi olarak tanımlanmaz. İster paradigma olarak ileri sürdüğünüz bir düşünceniz olsun, ister bilimsel bir teziniz olsun her kes bunu önce kendi düşünce kalıbına uyup uymadığı şekl…inde test eder. Eğer uymuyorsa yanlış, uyuyorsa doğru kabul eder.
Avrupa’nın Hıristiyanlık istibdadı altında inlerken içinde bulunduğu durum da böyleydi. Bir düşünce Vatikan Hıristiyanlık kalıbına uyuyorsa doğru, uymuyorsa bu düşünce sahibi ceza olarak ateşte canlı canlı yakılıyordu. Onlara göre Allahın işine karışılmıştı, böyle düşünenler yakılmalıydı. Uluslar arası koşullar müsait olmadığı için kimse Hz. İbrahim olayında olduğu gibi yakılmıyor artık. Anadolu’da Vatikan Papaları yerine siyasal kalıplar vardır. Bir düşünce siyasi kalıplara uyuyorsa doğru kabul edilir. Genel tanımıyla bu yaklaşıma DESPOTİZM diyoruz ama ben yerel espriyle ZIRTOİZM tanımlaması yapmıştım. Belki bilim tarihi bu hatıramı tescil eder.
Şakayı bir yana bırakalım özgürlükler açısından durum hiç de iç açıcı değil. Kimi Tanrıların yüreğine indirdiği korkular ve korkuluklar yüzünden özgürlüğünü kullanamıyor, kimi özgürlüğün sınırlarını ihlal edip suiistimale yöneliyor. Toplumsal özgürlük yerine tanrıların, erkelerin, tabuların, eskici pazarlarının özgürlüğü öne çıkıyor. Ülke hangi sorunu çözmek istese Kemalist Kişilik veya köleci toplum teslimiyeti ve öncülük biçimleri öne fırlıyor.
Özgürlük özgür düşünce ile tanımlanabilir. Türkiye’de özgür düşünce yoktur, özgür düşünce kalıpları vardır. Kemalizm kendine özgü biçimlendirdiği insan manzarası bu sonuçların çıkmasına neden olmuştur. Öğrenciliğim cumhuriyetin üçüncü nesline aittir. Okulun önünde bir kalıp halinde tek bir kalıptan ibaret olan Mehmet Akif Ersoy’un ırkçı faşist marşını bir kalıp olarak okurduk. Tek kalıp sınıflarda tek kalıp Türkçülük andını tek kalıptan okurduk. Bu yüzden babamın yönlendirmesiyle marş okunurken sululuk yaptığım için bir KURD öğretmenden yediğim meydan dayağının acısını unutamam. Sanırım bu durum hala devam ediyor.
Özgürlükleri ortadan kaldırmak için özgürlük kavramı hep kullanılagelmiştir. Toplumlar ekmek gibi, su gibi özgürlüğe ihtiyaç duyduklarından dolayı sahip çıkarlar. Özgürlüğü yalnız özgürlükçüler değil, despotlar da slogan olarak kullanabiliyor. Özgürlük ve demokrasi biri birinden kopmaz iki öğedir. Biri olmadan diğeri olamıyor. Özgürlüklerin olmadığı bir demokrasi yok, demokrasinin olmadığı bir özgürlük ortamı yoktur. Bu kıstas göz önüne alınmadığı zaman insan diktatörlerin oyunlarına gelebiliyor.
Demokrasi ve özgürlük ertelenemez erdemlerdir. Genellikle özgürlük ve demokrasi ertelemeye maruz kalır. Ülkenin selameti veya süreç bahaneleri aldatmaya yöneliktir. Kimse cumhuriyet döneminin Avrupa faşizm modası zamanına denk geldiğini itiraf edemiyor. Bu yüzden günümüzde demokratik geçiş sürecinde güçlü bir demokrasi karşıtı muhalefetle karşılaşıyor. 12 Eylül askeri yönetimine karşı oluşturulan Turgut Özal’ın öncülüğünde başlatılan sivil mutabakatın kesintilere uğrayarak günümüze kadar demokratik geçişi tamamlayamamanın nedeni budur.
Geçmişin siyasal modası olan faşizm Türkiye’de ne sağlıklı sola ne de sağlıklı muhafazakârlığın gelişmesine olanak tanımıştır. Her şeyi kendine benzetmiştir. Her kes vatan kurtaran Şaban! Bu yüzden mevcut olan demokratik kazanımları toplumsal dinamizme bağlayamıyoruz. Dünya demokratik gücünün zorlamasıyla oturtulacak demokratik bir sistemin ne kadar sağlıklı yürüyeceğini tahmin etmek güçtür. Demokratik ortamdan yararlanmak için pusuya yapmış Arap kültür misyonerleri nasıl bir pozisyon takınacakları hala bilinmiyor. Bu yetmiyormuş gibi Alevi sandığınız çok sayıda Şii yaşamaktadır Anadolu’da. Bunların diğer bağnazlardan farkları yoktur. Bunların Hz. Ali adına şeriat talebinde bulunmayacaklarına kimse garanti veremiyor. Ayrıca savaş rantçılarının tepkilerinin çok şiddetli olarak ortaya çıktığını şimdiden fark edebiliyoruz
İNSAN NASIL ALDATILIR VE NASIL ALDATIR?
Kani Yado, 19.04.2011
İnsanlarda düşünce evriminin geldiği seviyeye göre maddenin ve düşüncenin yorumu dediğimiz felsefede de gelişme olur. Bu etkileşimin sonucu olarak insan ihtiyaçları insanın düşünme yeteneğini zorlayarak bilimsel gelişmelere neden olur. Ortaya çıkan her somut insan ihtiyaçlar…ı araçları daha çok araçların ihtiyaç dürtüsü olur. Şekil verilmiş madde insan beynine verdiği sinyal beynin kendi organ yapının bir öğesi olan düşünce ve hafıza bölümüne talimat sinyalleriyle dürtükler. Bu etkileşim teori ve pratik ilişkisi mekanizmasını devreye sokar. Pratik teoriye çağrışımı yaparken, ana rahminde taşıdığı teoriyi kendi süresinde büyüterek doğurur. Bu çağrışım bilimin aşkıdır. Bu aşktır yaşama güzellik veren. İnsanlar ne kadar bilime düşman olursa olsunlar bu aşkla birlikte yaşarlar. Bu aşkın yarattığı aydınlık ortamda yaşar her kes.
İnsanların toplumdaki yeri onların kategorilerini belirler. İnsan ya üretkendir ya da üretimin parazitleridir. Bu durumda mal ve hizmetler üretenler ve parazitler olarak iki kategoriye ayrılırlar. Bu ayrışma toplumda sınıf sorununu ortaya çıkarır. Üretimdekiler üretim araçlarının mülkiyeti kıstasına göre ya mülk sahibidirler ya da işgücüdürler. Burada bizim konumuz ekonomi politika olmadığı için biz bu sınıf ve kategori mevzilenmesine göre toplumun ruhsal (düşünsel) gelişmesinin rotasını geriye çeviren faktörlerin irdelenmesini esas alacagiz.
Toplumun genel konumuna baktığımızda, yeryüzünde yaşayan insanların sadece üretim gücü ile ilgili olmadıkları ortaya çıkıyor. Gelişim durumuna göre bazı ülkelerde üretime katkısı olmayan insanların sayısı gayet kabarık ve toplum içinde en fazla söz sahibi yine onlar olabiliyor. Ordular ve din adamları dediğimiz bu kategorideki kardeş iki grubu parazit katman olarak değerlendirmek zorundayız. Toplumun temel gelişme gücü olan üretimdeki sınıf ve katmanların üzerinde bir nevi gaspçı karakteriyle tahakküm kuran parazit asker ve din adamları gücü bunları destekleyen geri sivil güç her zaman iktidarlaşmak için çaba harcamışlardır. Eski toplumlar bu iktidarlaşmalar zulüm imparatorlukları şeklinde ortaya çıkarken, çağımız toplumsal yapısında ilk Kapitalist gelişme dönemlerinde gördüğümüz gibi Milliyetçi-ırkçı sistemler şeklinde ortaya çıktığı gibi ordu darbeleriyle otaya çıkan gaspçı rejimler olarak hakimiyet kurdukları görülmektedir. Bu gaspları gerçekleştirmek için daha çok toplumda geri özelliklere sahip insanların destekleri kolayca sağlanabiliyor. Geriliğin milli ve dini özellikleri bu destekleri sağlamaya yetiyor. Burada toplumun üretim biçiminin içinde olduğu durum belirleyicidir.
Avrupa’nın geri olduğu dönemde asalak sınıf dediğimiz din adamları, köylülüğün desteğiyle toplumun tahakküm gücü olurken, kapitalizmin ilk dönemlerinde tekelci sermaye faşist sistem tercihiyle yaşamı zindana çevirebiliyor. Bu gerçekleştirilirken parazit sınıfların toplumun geriliğine dayanıldığını unutmamalıyız. Avrupa’da faşizm ordu ve din adamlarının etki alanındaki kırsal yaşamın insanları belirleyicidir. Bazıları din adamlarını sadece feodal toplum içinde incelerler ve geriliğini bu şekilde öne çıkarırlar. Oysa Feodal toplumda din adamları üretici mütegalibe ve emekçi serf karşısında geri olup gaspla birlikte her zaman ona karşı köleci toplum düşüncesinde iktidar alternatifidir.
Sosyalizm düşüncesi fırtınasının dünyanın en ücra yerlerinde estiği dönem ile sermayenin güçlenmeye başladığı dönem aynı zamana rastlıyor. Asalak sınıflar ve ihtiras sahibi kapitalist sınıf, toplum için cazip olan sosyalizmi taklit ederek toplumu aldatmayı tercih etti. Burada sosyalist düşünce ve onun pratik anlamı olan sosyalist toplumsal düzen boşa çıkarılmak istenmistir. Sosyalist teoriye karşı Milliyetçi Sosyalizmi doktrinleştirildi. Asalak askeri ve dini güçlerin desteğini almak zor olmadı. Her zaman din adamları parazit katmanların kontrolündeki köylülük faşizmin en cesur militanları olabiliyor.
Bu sahte kalıplar hızla dünyaya yayıldı. İslam ülkelerinde değişim karşısında yeni taktiksel sistem olarak kabul görmesine neden oldu. Irakta, Suriye’de Sosyalist Baas partileri, Libyada Libya İslam Cemahiriyesi olarak kuru ırkçı Arap milliyetçi sosyalizmi olarak ortaya çıktılar.
Bu oluşumlar toplumların özgürlük taleplerine karşı topluma özgürlük umudunu aşılayarak statükonun ve diktatörlüklerin kalıcılaşmasını sağladılar.
Her özgürlük mücadelesinin karşısında sahtesi umut olarak boy vererek onu oyalayıp zaman kazanıp sonunda statükonun lehine sonuçlanır. Bunun için özgürlük için verilen tüm mücadeleler başta bunun hesabını iyi yapması gerekiyor. Aksi takdirde bunun için mücadele eden insanlar intihar etmeseler bile mutlaka yok edilirler bir şekilde. Her ilerici mücadele başlar başlamaz toplumların en acımasız egemen dinamikleri insanların yeni duruşlarına karşı önlem almaya başlarlar. Kendi çağlarına uygun en isabetli tarzda gelişmeleri kendi yönlerine yönlendirirler.
Geçmişte insan düşüncesinin gelişmesine karşı Allah adına dinsel talimatlar uydurulduğu gibi, bilimsel sosyalizm insanlar tarafından saygıyla karşılanınca diktatörlük eğilimler milliyetçi sosyalizm yalanlarını uydurmaya başlayarak insanların beyinlerini felç ettiler. Kurd ulusal mücadelesi 1970 lerde boyutlanması ve Diyarbakır Belediyesinin cumhuriyet tarihinde ilk olarak örgütlü bir şekilde tüm KURDlerin el ve gönül birliğiyle Mehdi Zana ‘in başkanlığında KURDlerin eline geçmesi ardından bir sürü katakulliler başımıza geldi. Şimdi uluslararası hukuk ve insan hakları alanında ün yapmış Osman Baydemir sürekli Ankara’nin tehdidi altında yaşıyor. Bu tehdit “sen çöpçüsün , otur yerine” şeklinde devam etti. Her yeni bir oluşuma karşıt bir alternatıf oluşumun toplumun aleyhinde sekilenmesinin dayandığı bir mantık vardır. İster buna revizyon diyelim, ister tarihin çarklarını geriye çevirmek, ister bir proje diyelim hepsi de bozulmaya neden olan aldatma ve aldanma olayıyla ilgilidir.
(Hayvanlar Allahın onlara verdiği hak kadar yaşamak için sınırlı şiddet ugularlar ve ihtiyaçları kadar öldürür ve yerler. Barbar toplumlar Allahın yarattığı her şeye düşmandırlar. Eğer şimdi KURD’ler mağdur ise güçleri sınırlı olduğu içindir. Coğrafyamızda güçlü olan her toplum barbarlaşır. Tüm Müslümanlar bu konu üstünde düşünmelidir, düşünmedikçe barbarlık tabelası boyunlarında kalır. İkide bir İsraili TİZ edip suçlu duruma düşürmeyi kimseye yutturamazlar. Sanırım Osmanlının ayak bastığı her yerde barbarlık vardır. Dünya caydırıcı güçleri bu barbarların insanlığa vereceği zararları engellemek için müdahalede bulunmak zorundadırlar. Türkiye dengeli güç kullanmak konusunda uluslararası anlaşmalara imza vermiştir. KURDler tahrik pozisyonuna düştüklerinde Türkiyeyi suçlayamıyorlar.)
İNSAN NASIL ALDATILIR VE NASIL ALDANIR?
İnsanlarda düşünce evriminin geldiği seviyeye göre maddenin ve düşüncenin yorumu dediğimiz felsefede de gelişme olur. Bu etkileşimin sonucu olarak insan ihtiyaçları insanın düşünme yeteneğini zorlayarak bilimsel gelişmelere neden olur. Ortaya çıkan her somut insan ihtiyaçları araçları daha çok araçların ihtiyaç dürtüsü olur. Şekil verilmiş madde insan beynine verdiği sinyal beynin kendi organ yapının bir öğesi olan düşünce ve hafıza bölümüne talimat sinyalleriyle dürtükler. Bu etkileşim teori ve pratik ilişkisi mekanizmasını devreye sokar. Pratik teoriye çağrışımı yaparken, ana rahminde taşıdığı teoriyi kendi süresinde büyüterek doğurur. Bu çağrışım bilimin aşkıdır. Bu aşktır yaşama güzellik veren. İnsanlar ne kadar bilime düşman olursa olsunlar bu aşkla birlikte yaşarlar. Bu aşkın yarattığı aydınlık ortamda yaşar ker kes.
İnsanların toplumdaki yeri onların kategorilerini belirler. İnsan ya üretkendir ya da üretimin parazitleridir. Bu durumda mal ve hizmetler üretenler ve parazitler olarak iki kategoriye ayrılırlar. Bu ayrışma toplumda sınıf sorununu ortaya çıkarır. Üretimdekiler üretim araçlarının mülkiyeti kıstasına göre ya mülk sahibidirler ya da işgücüdürler. Burada bizim konumuz ekonomi politika olmadığı için biz bu sınıf ve kategori mevzilenmesine göre toplumun ruhsal (düşünsel) gelişmesinin rotasını geriye çeviren faktörlerin irdelenmesini esas alacagiz.
Toplumun genel konumuna baktığımızda, yeryüzünde yaşayan insanların sadece üretim gücü ile ilgili olmadıkları ortaya çıkıyor. Gelişim durumuna göre bazı ülkelerde üretime katkısı olmayan insanların sayısı gayet kabarık ve toplum içinde en fazla söz sahibi yine onlar olabiliyor. Ordular ve din adamları dediğimiz bu kategorideki kardeş iki grubu parazit katman olarak değerlendirmek zorundayız. Toplumun temel gelişme gücü olan üretimdeki sınıf ve katmanların üzerinde bir nevi gaspçı karakteriyle tahakküm kuran parazit asker ve din adamları gücü bunları destekleyen geri sivil güç her zaman iktidarlaşmak için çaba harcamışlardır. Eski toplumlar bu iktidarlaşmalar zulüm imparatorlukları şeklinde ortaya çıkarken, çağımız toplumsal yapısında ilk Kapitalist gelişme dönemlerinde gördüğümüz gibi Milliyetçi-ırkçı sistemler şeklinde ortaya çıktığı gibi ordu darbeleriyle otaya çıkan gaspçı rejimler olarak hakimiyet kurdukları görülmektedir. Bu gaspları gerçekleştirmek için daha çok toplumda geri özelliklere sahip insanların destekleri kolayca sağlanabiliyor. Geriliğin milli ve dini özellikleri bu destekleri sağlamaya yetiyor. Burada toplumun üretim biçiminin içinde olduğu durum belirleyicidir.
Avrupa’nın geri olduğu dönemde asalak sınıf dediğimiz din adamları, köylülüğün desteğiyle toplumun tahakküm gücü olurken, kapitalizmin ilk dönemlerinde tekelci sermaye faşist sistem tercihiyle yaşamı zindana çevirebiliyor. Bu gerçekleştirilirken parazit sınıfların toplumun geriliğine dayanıldığını unutmamalıyız. Avrupa’da faşizm ordu ve din adamlarının etki alanındaki kırsal yaşamın insanları belirleyicidir. Bazıları din adamlarını sadece feodal toplum içinde incelerler ve geriliğini bu şekilde öne çıkarırlar. Oysa Feodal toplumda din adamları üretici mütegalibe ve emekçi serf karşısında geri olup gaspla birlikte her zaman ona karşı köleci toplum düşüncesinde iktidar alternatifidir.
Sosyalizm düşüncesi fırtınasının dünyanın en ücra yerlerinde estiği dönem ile sermayenin güçlenmeye başladığı dönem aynı zamana rastlıyor. Asalak sınıflar ve ihtiras sahibi kapitalist sınıf, toplum için cazip olan sosyalizmi taklit ederek toplumu aldatmayı tercih etti. Burada sosyalist düşünce ve onun pratik anlamı olan sosyalist toplumsal düzen boşa çıkarılmak istenmistir. Sosyalist teoriye karşı Milliyetçi Sosyalizmi doktrinleştirildi. Asalak askeri ve dini güçlerin desteğini almak zor olmadı. Her zaman din adamları parazit katmanların kontrolündeki köylülük faşizmin en cesur militanları olabiliyor.
Bu sahte kalıplar hızla dünyaya yayıldı. İslam ülkelerinde değişim karşısında yeni taktiksel sistem olarak kabul görmesine neden oldu. Irakta, Suriye’de Sosyalist Baas partileri, Libyada Libya İslam Cemahiriyesi olarak kuru ırkçı Arap milliyetçi sosyalizmi olarak ortaya çıktılar.
Bu oluşumlar toplumların özgürlük taleplerine karşı topluma özgürlük umudunu aşılayarak statükonun ve diktatörlüklerin kalıcılaşmasını sağladılar.
Her özgürlük mücadelesinin karşısında sahtesi umut olarak boy vererek onu oyalayıp zaman kazanıp sonunda statükonun lehine sonuçlanır. Bunun için özgürlük için verilen tüm mücadeleler başta bunun hesabını iyi yapması gerekiyor. Aksi takdirde bunun için mücadele eden insanlar intihar etmeseler bile mutlaka yok edilirler bir şekilde. Her ilerici mücadele başlar başlamaz toplumların en acımasız egemen dinamikleri insanların yeni duruşlarına karşı önlem almaya başlarlar. Kendi çağlarına uygun en isabetli tarzda gelişmeleri kendi yönlerine yönlendirirler.
Geçmişte insan düşüncesinin gelişmesine karşı Allah adına dinsel talimatlar uydurulduğu gibi, bilimsel sosyalizm insanlar tarafından saygıyla karşılanınca diktatörlük eğilimler milliyetçi sosyalizm yalanlarını uydurmaya başlayarak insanların beyinlerini felç ettiler. Kurd ulusal mücadelesi 1970 lerde boyutlanması ve Diyarbakır Belediyesinin cumhuriyet tarihinde ilk olarak örgütlü bir şekilde tüm KURDlerin el ve gönül birliğiyle Mehdi Zana ‘in başkanlığında KURDlerin eline geçmesi ardından bir sürü katakulliler başımıza geldi. Şimdi uluslararası hukuk ve insan hakları alanında ün yapmış Osman Baydemir sürekli Ankara’nin tehdidi altında yaşıyor. Bu tehdit “sen çöpçüsün ancak, otur yerine” şeklinde devam etti. Her yeni bir oluşumun toplumun aleyhinde sekilenmesinin dayandığı bir mantık vardır. İster buna revizyon diyelim, ister tarihin çarklarını geriye çevirmek, ister bir proje diyelim hepsi de bozulmaya neden olan aldatma ve aldanma olayıyla ilgilidir.
AĞRI DAĞI KAN AĞLAR HER BAHAR
Kani Yado, 19.04.2011
Kuruca Dağı’nın zirvesinde güneşin doğuşunu seyrettiğimde Ağrı Dağını hatırlarım. Kuruca’nın bir yanı OXÎ, bir yanı Çabaxçûr. Yado’nun ayak izleri var buralarda. Arılar bal yapar çiçek kokulu dağlarda. Kuruca zirvesinin gölgesinde kalmış Zeki Yıldız ve Hayri Durmuş’un köyleri Kızılpar ve Qûmîk. Yado bu zirveden selam dururdu Ararat’a, Cudi’ye, Bagok’a, Munzura güvercinleriyle mesajlarını postalarken.
Her Ağrı dağının resmini gördüğümde hüzünlenirim ben. Ararata kara bulut çöktüğünde kimi Ağrı dedi, kimi AGIRî dedi ismine. İsmi de karartılmıştı kaderi gibi.
Her hatırladığımda kan ve zulüm kokusu ve acısı sarar her tarafımı. Müslüman KURD sayıldığım için zulmün izlerini ararım beynimde ve vicdanımda. Başkalarının yaptığı zulmü anlatırken, kendi yaptığı zulmünün üstünden es geçen, başka diktatörleri lanetlerken kendini göremeyenlerin fiyatları çok ucuz kalır. Kendimi zulmün içinde aramaktan utanmam. Kendini sorgulamak erdemdendir.
İnsan kendini sorgulamadıkça çirkinleşir. Suçlar kaybolmaz hiç bir zaman, mutlaka bir gün yapışır insanın yakasına. Silahı kullananla silahın sahipleri arasındaki suç ortaklığı mazeret sayılmaz insan vicdanında. İnsan kendini kendi karanlığında sakladıkça kirlenir. Öyle kirlenir ki diktatörlere karşı çıkarken bile diktatörlerin kucağında oturur. Çirkinleşmek de bir bedeldir ama bu bedel tek başına yetmez.
Ermeni yere yatırılıp kesilmeye çalışılırken ” Kurdo Kurdo Kurdê ker, îro li serê mine subê li serê teye” dediğinde insan mesajı alamıyorsa, kendi vicdanında kendine zulmederken başkasının zulmü altında inler. Bakın Selahaddini Eyüp’ten bu yana KURD’un kendine ait neyi kaldı ki! KURDlerin % 90 i selamlarını başka dilden veriyor. Kendisini yaratan Yüce Kudretin ismini bile Arapça anıyor. Urfalı İbo gibiler KURD bestelerini Ankaraya pazarlıyor…Çoktan Xwuda demeyi unuttu. Bu Kültürel bitiştir. Kültürel bitiş ulusal bitişin nedenidir. KURD iskelet olarak vardır. Ruhen bitmeyenlerin sayısı çok azdır. Bu tüm cagrafyamızın kaderi olsa dahi bir gerçektir.
Yüce kudretin yardımıyla insanın kendini kendi vicdanının ve erdeminin hamuruyla yeniden yaratması çok zor değildir. İnsan bunu başarmadıkça çamurdan bir yaratık olarak kalır. Vicdanıyla biçimlenen insan yaşamı nurdandır, zulüm ile biçimlenen insan çamurdandır. Çarşıda pazarda hortlaklar gibi fiziki kalabalık bir insan kalabalığı olarak düşünülmüyor artık. Bir insan insanlık erdemlerini taşıdığı kadar insan sayılır. Ermeni katledildiği zaman Kurd müslüman alkışlarsa, Alevi katledilirken sünnî alkış tutarsa, Sünni kadledilirken Alevi alkışlarsa tutsaklığın zinciri sürekli boynunda kalır insanın.
DUYGULARA DOKUNMAYIN YANARSINIZ!
Kani Yado, 18.04.2011
TC bir doğal felaket gibidir. Şimdiye kadar sağ ve sol bütün yalanları kendisi yönlendirmiş. Ve her kesi ağlamaya değecek kadar mağdur etmiş. Her kes ağlamalı buna. Ağlayanlar başbakan bile olsa bu ağlamalara anlam vermeliyiz. Duygularını kaybedenler insanlığını da kaybeder bunu iyi anlamalıyız.Felakett…e her kes mağdur olur, o zaman kimse sen ilericisin, sen gericisin demiyor. Bu atmosferde yapay konular unutuluyor. Hala TC’nin tuzaklarında kalanlar ağlamaya bir anlam veremiyor. Genel Kurmay bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon cinayet çetesi elamanı ve KURDleri Ergenekon tuzağına düşürme görevlisi Doğu Perinçek bu ağlamalarla alay edebilir. Çünkü cinayetlerin ortağıdır. Ama biz anlam vermeliyiz. Biz çok sübyeciyiz, bizim bu şüpheci duruşumuzdan hep faşistler yararlandı.
Evevit ilerici hareketin temsilcisi olarak CHP kongresinde genel başkan adayı oldu İsmet İnönü’ye karşı. Ben kongreye gitmedim ama hepimiz Eceviti destekledik. Yöremizin Evevit’li dönemde ki ılk CHP kongresinde divan sekreteri seçilmiştim. Kongremiz çok coşkulu geçmişti. Seçimde gece gündüz çalıştık. Gençlik çok dinamikti, hiç bir art niyeti yoktu. Ergenekon’un tuzaklarına düşmemişti daha. TSK hazırlıksız yakalanmıştı. İsmet İnönü ikinci adam olduğu halde yenilmişti. Bu TSKnın gücüne gitmiş. Seçim çalışmaları dinamik gençliğin sayesinde çok iyi geçti, % 42 oy aldı, o zamanki seçim sisteminde % 51 oy alınmalıydı tek başına iktidar olması için. 13 Milletvekili açığı vardı. Ecevit onu Şeyh Ali Rıza Septioğlu gibi müteahhit milletvekilleri olan bağımsızlardan destek alarak iktidar oldu.
Daha sonra fısıltıdan Ecevit’in demokrat görünümlü bir devlet adamı olduğunu duyduk. Biz de o yalanların yalancısı olduk. Meğer Ergenekon bu yalanı yayarak Eceviti etkisizleştirmek istemiş. Daha sonra Ergenekoncular onun canını yavaş yavaş aldı. İlaçlarla felç ettiler. Mehmet Haberal denen doktor bu davadan dolayı Silivri cezaevindedir şimdi. Kolundan sürükleyerek Ergenekoncu faşistlerin mitingine götürüdler bu hasta haliyle. Sağdaki ve soldaki adamlar kolundan tutarken ayaklarını yerden kesmediler ki yorgunluktan ölsün. Veya Ergenekonun KURDleri aldatma görevlisi Doğu Perinçek ile Yalcin Küçük sakat arabasını tavsiye etmemişler aynı amaçla. Adam mitinginden sonra komaya girdi bir daha uyanmadı.
Ben şahsen Ergenekoncuların yalanlarına inandığım için utanıyorum. KURD de olsam utanıyorum. Ama yalanlara kanmamız dahi dürüstlüğümüzdendir. Biz o pislikler gibi entrikacı değildik. Aslında İsmet İnönü kongrede genel başkanlığı kaybettiği zaman ” Türkiye elden gitti, Ecevit Türkiye’yi komünist yapacak” diye bağırmasından anlamamız gerekiyordu. İsmet İnönü’nün sevmediği bir insanın gerçek insan olduğunu anlamamız gerekiyordu. Biliyorsunuz biz Osmanlı Şeriat karanlığında yaşadığımız için ‘fam ker’ olmuştuk.
Kemal Kılıçtaroğlu Ecevit’in fiili öğrencisiydi. Ankara’da CHP gençlik kolundaydı. Şimdi onun siyasi mirasını temsil etme kararını alması gerekiyor. Babası Kamer Bey kadar Eveviti seviyordu. Bu sevgisini ispat etmesinin zamanı şimdidir. TV’deki konuşmaları çok kıcık veriyor bana. Belki CHP’li despotlar gibi konuşmak zorunda kalıyor, bilemiyorum… Ama arkadaşlığımız sevgi temelindeydi. Onunla olan arkadaşlığımızı ve paylaştığımız gençlik anılarını ve sevgisini hiç bir zaman yüreğimden atamam. Bu durum KURD olduğumuz için değil, insan olduğumuz içindir. Bazı erdemler var hiçbir güç onları bertaraf edemez.
İnsanların duygu dünyasına dokunmamak gerekiyor. İnsanlar onu yaşatabiliyorlarsa insanlaşıp uygarlaşabilirler. Duygulara düşman olanlar duygusuzlaşırlar ki bu düşmanlığın bedeli olarak en büyük ceza olur. İnsanın duygu yanı insandan ayrı bir dünyada yaşar. Bir faşist komşum vardı, tavukları çoktu, tavuklarını hep bana kestirirdi. Kendisi kesemiyordu. Bu durum bana çok şey öğretti. Şimdi ben de kesemiyorum ama faşist değilim.
HEDEFİ BELLİ OLMAYAN BİR YOLCULUK
Kani Yado, 17.04.2011
Bizim BDP adaylarına itirazımız yoktur. Hatta ulusal özelliklere sahip oldukları için yönlendirici erk tarafından yasaklı arkadaşlarımızın aday olması moralimizi düzeltti. Biz eğer sadece Türk ırk devletini tatmin edecek şekilde adım atacaksak tarih bizi yargılar. 20. Yüzyıl önderl…ik tarzı ve siyasetleri insan vicdanında mahkûm olduğu gibi uluslar arası demokratik ve hukuk sistemlerince de benimsenmemektedir. Hala bazı şablonlardan ısrar etmek KURDleri küçük düşürür. Artık vekillerimiz göğsünü gere gere “biz KURD toplumunun iradesiyiz” diyebilmelidirler. Demokratik temsiliyetsiz bir mücadele sonuçsuz olur. Çağımız demokratik erdemler çağıdır. Ezbercilerin söylediği gibi dünyadaki hakim güçlerin tercihleriyle değil. Tam tersine dünyaya egemen olmak isteyen güçler geri güçlerdir. Toplum üstü Tanrısal iradelere mahkûm olan vekaletlerin toplumun oyunu aldıktan sonra toplum ile birlikte KURD sorununun tarafı olduklarını beyan edemiyorlarsa ” tu nizanî, melîhze” deriz. Bu anlayışa Dünyada yer yoktur, 1930-1940 ların Almanya modasına geri dönemeyeceğimize göre, yüzümüz ileriye doğru olmalıdır. Bakın yakında Muammer Kadzafi hevalin durumu nasıl olacak! Esad’lar Hanedan hevallerimiz çok rezil duruma düşeceklerdir. İnsanlık zihnen ne kadar köle olursa olsun tanrısal iradeler dayatılmamalıdır. Öz iradeleriyle kendi sorunların tarafı olarak kendi kaderlerini belirleme şansı tanınmalıdır. İslam coğrafyası bir musibettir. KURDler kendi toplumsal iradelerinden feragat etmenin ne manaya geleceğini bu musibetlerden anlamalıdırlar. Yüz yıllarca Allah adına yalanlar söylenerek bu toplumlar ne hale getirildiğini görüyoruz. Bizim adımıza kimse düşünmesin, biz kendimiz düşünme yeteneğine, kendi sorunlarımızın tarafı olma becerisine sahip olmak zorundayız. Ne zamana kadar Tanrılar bizim adımıza düşünecek, bizim adımıza irade olacak? İnsan beynine ambargo koyan Sovyet deneyiminden ibret alınmadı mi? NAZİ Almanyasının neden olduğu acılar unutulmadı daha. Biz Yüce Kudret’in güzelliğinde kalmak istiyoruz. Bu seçim süreci son tahammül devresidir. Bu sefer de seçilecek vekillerimiz “biz Kurd’lerin iradesini temsil etmeyiz” derlerse, biz alay edilmemeye daha fazla dayanamayız. TC KURD erkleri tarafından daha fazla bizi baskı altında tutmamalıdır. Bizim Özgürlük Mücadelemizi çıkmaz sokaklara sürüklemek için hem ıç olumsuz tavırları hem de Mehmet Metiner gibi kişiliksizleri karşımıza çıkarmasınlar. Karşıt olmanın da dayandığı erdemler ve ilkeler vardır. Bunlardan feragat etmek insanlıktan çıkarılmaktır. İnsanlıktan çıkarılanlar ne KURD toplumuna yararlar ne de Türk toplumuna yararlar. Lütfen bizimle oynarken biraz insan gibi oynasınlar! En önemli siyasi otorite olan AMED Belediye Başkanlığını ve onun simgesel erdemini hala çöpçü firması olarak tanıtan sorumsuz siyasete daha fazla tahammülümüz olmaz. Yüz yıllarca Şeyhler ve Seyitler bizimle oynadılar, bundan sonra siyasiler bizimle oynamasınlar. Yazık değil mi bize? Bizde iradesel erdem bırakmadılar, bizi komutla hareket eden japon robotlarına çevirdiler. Siyasal otoriteleri güçlendirmek için KURD aydınları yok edildi, baskı ile aydınlık vasıfları yok edildi. Kimi dışlandı, kimi kukla oldu. Abdulfethullah Gülenin müritleri bile bizden daha özgürce kendilerini ifade edebiliyorlar. Neden biz bu hale getirtildik?
KİM İLERİCİ KİM GERİCİ?
Kani Yado, 15.04.2011
Bu terslik aynı zamanda dünyada var olan tersliklerle ilgilidir. Dinler tanrıların adına yalanlar uydururken bir sürü insani erdemlere dayandıkları gibi sosyalistler bilime dayanırken bir sürü bilimdışı düşünceyle insanları yanılttılar. Bilgi kirliliğine neden olan bu talihsizlikler bir şeki…lde ele alınıp bilimin namusu kurtarılmak zorundadır. Bilimdeki baş döndürücü gelişme tekniğe de yansırken sosyal ve siyasal gelişme topluma da yansıdı. Çünkü bu bilim dalları toplumun kendisiyle ilgilidir.
Muhafazakârlığın insanın genel karakteri olduğunu biliyoruz. Bu karakter siyasal gelişmelerde insanın yüzünü geriye çevirmeye yetiyor. Tıp bir taraftan bizi sevindiren aşamalar kaydederken aynı zamanda uyuşturucunun yaygınlaşmasına sebep oldu. Fizik bilimindeki buluşlar enerji kaynaklarını insana sunarken silah olup insanı imha ediyor. İnsana gerekli olan maneviyatın geliştirilmesine yönelik bilinç oluşunca, Allah adına yalanları esas alan dinlerin veya tarikatların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Sosyal bilimlere paralel olarak gelişen siyasal bilimler günün koşullarına göre önemli boyutlara ulaştığı zaman insan ihtirası onu diktatörlüğe malzeme etmek için feleket boyutunda saptırıyor. Bir canlı olarak yaşamanın öldürmeye endeksleyen insan, akraba canlıların özelliklerini aşan bir yönelime girebiliyor. Bunu yaparken diktatörler aslanlaşıyor, bunun siyasal destekleri çakallaşıyor, toplum koyunlaşıyor. Bilimin öngördüğü “insan insanlaştığı kadar insandır” ilkesi ile insanın barbarlaşması yer değiştirip acılara neden oluyor. İlk olarak 20. Yüzyıla ait despotik yönelimlerin neden olduğu eski acıların tekrarlanmamasına yönelik uluslararası bağlamda tedbirler alınıyor. Geçmişte dünya dengelerindeki avantajları yakalamak için yaratılan suni siyasal güçler kendi sahiplerini vurdu. Yeşil kuşak ABD’yi, askeri darbelerle yaratılan sol düzenler Sovyetleri vurdu. İnsani erdemler siyasal ve ekonomik çıkarlara kurban edilince, insanlık erdem açlığıyla karşı karşıya geliyordu. “yasamak için öldür” hayvansal talimatı her tarafta yaşam buldu. İnsanlar ya din adına öldürmeyi kahramanlık saydı, ya da siyasal kazançları için . Din için bu talimatı alanların öbür dünyada bekleyen horileri vardı, siyasal kahramanların bu dünyadaki ihtirasları. Yalana dayalı bu iki eğilim dünyada yarış halindeydi. Bu bozulmanın nedeni bilgi kirliliğidir.
Ne din maneviyatı güçlendiren bir faktördür, ne de insan ihtirasına dayalı siyaset insanın kurtuluşunu ve özgürlüğünü sağlar. Bu iki faktör de insanı erdemleri kullanarak insan için cazip olmayı esas alarak insanı belli odaklara tutsak eder. Türkiye’de bilgi kirliliğinin neden olduğu siyasal kirlilik TSK içindeki Gladio’nun işlerini kolaylaştırıyordu. Her eğilimi yönlendirip Türkiye üzerinde siyasal ve maddi vesayeti devam ettiriyordu. Bu sistemin ürünü olan sağ ve sol siyasal yapılar da aynı özelliklere sahipti. Çünkü o yapının ürünüydü. Statükonun devamı için danışıklı gerilimler için lazım olabiliyordu.
Kapitalist diktatörlüklerle kan revan içinde kalan Avrupa ikinci dünya harbinden sonra yeni sürece girmişti. 1948 de yayınlanan İnsan Hakları Beyannamesi adım adım ülkelerin hukuk sistemlerini vicdani hakim kılıyordu. Daha sonra Askeri sistemlerini özgürlük esasına dayalı olarak yeniden düzenlediler. Son aşamada NATO içindeki Gladio’yu tasfiye etmeye başladılar. Bu durum İtalya’da pek kolay olmadı. Türkiye bundan daha zordu. Osmanlı şeriat düzeninde karanlığa alışkın olan Anadolu Kurd’iyle Türküyle diktatörlükle bütünleşmeye uygundu ama Avrupanın müstakbel üyeliği için benimsenmedi. İtalyada Gladio oprerasyonundan sonra Türkiyede başladı. Bu operasyon hem TSK için ve de cuntaların ürünü olan sağ ve sol örgütler için yeni bir sonun başlangıcıydı. Turgut Özal’la Türkiyde oluşturulan demokrasi için sivil mutabakat 1900 yılarında kesintiye uğratıldı. Turgut Özal bunu hayatıyla ödedi.
Daha sonra yeniden sivil mutabakat çalışmalarına başlandı. Gladio elemanı Erbakan Hoca tasfiye edilerek muhafazakar seçmenler yeni mutabakata yönlendirildi. 2000 ‘den itibaren on yıllık talihsiz kayıpla birlikte Tayip Erdoğan’ın öncülüğünde Özal’ın sivilleşme hareketine devam edildi. Menderes’le başlayan her sivil iktidar döneminde yapılan ekonomik ve demokratik atılımlar toplumun dikkatini çektiği için toplum sivil iktidarları tecih etmeye yönelik bilinç oluşmaya başladı. “Bir Türk asker doğar asker ölür” diyen insanlar farklı düşünmeye başladılar. Artık insan olamayanların asker olması da bir işe yaramıyordu. Kürdleri kendilerine karşı savaştırarak Türk toplumunu askerileştiren TSK’nin sözü geçmemeye başladı. TSK güdümlü örgütler marjinallesmeye doğru hızla ilerliyordu. Söylemleri büyük, kendileri cüce olan bu yapılanmalar topluma ters düşürüldükçe kardan adam gibi erimişlerdi. Türkiye’de siyasal atlılara baktığımızda, atlarına ters binmiş gericiler ileriye, kendilerini ileri olarak tanıtanlar ters bindikleri atlarıyla dört nala kalkmış hızla geriye doğru koşuyorlar. Kim nereye koşarsa koşsun müstakbel demokrasinin şafağındaki güneşle aydınlanırken her kes uykudan uyanacaktır. Gördükleri rüyaları hatırladıklarında kendilerini rüyanın hangi figürü olduğunu bulmaya çalışacaklardır.………..
ÜRKİYE NEREYE KOŞUYOR KİMLER ENGELLİYOR?
Kani Yado;15.04.2011
Bütün İslami faşist ülkelerde muhalefet diktatörlüklere karşı ayakta iken, Türkiye’de askeri faşist diktatörlerle beraber sivil demokratik dönüşümü engellemeye çalışan bir muhalefet var. Bu muhalefetin seçmenleri oldukça bilinçsizce parti amigoluğundan farksız eylem biçimler…ini sergiliyorlar. İslamcı gelenekçilerden daha geride çağdaşlıktan uzak duran bu muhalefet insanlık için hiçbir umut ışığı olmuyor. Tutarlılıklarını daha çok Tanrı-Lider’e bağlılık olarak algılıyorlar. Bu konuda Stalinist çizgi ile Hitlerci çizgi oldukça birbirine yakın bir seyir izliyor. Bana göre bu durum 12 Eylülcü kadroların büyük çabalarının ürünüdür. İslamcı faşist kadrolaşmanın TSK’nin elinden alınarak demokratikleşmenin hizmetine koşturulması AB’nin tarihi bir başarısıdır.
Türkiye’nin demokratikleşmesi programı İslamcıların görevi değildir. Bu temizlik hareketi NATO’nun bünyesinde mafyalaşan Gladio’nun ve militarist destekçilerinin Demokratik Uygarlık tarafından tasfiyesidir. AK PARTİ iktidarı Turgut Özal ile başlayan sivil mutabakat hareketinin devamı olarak bu operasyona destek veriyor. İslamcıların demokratik erdemlere saygı duyması mümkün değildir. Ancak İslami Rönesans’la çağa uyarlanması sonunda bu erdemleri sahiplenesi mümkündür.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gladio politik cephesi bunu engellemek için bir çok siyasal güçleri harekete geçirebilecek bağlantılara sahiptir. AK PARTİ iktidar rantıyla mutlu olurken, KURD ve Türk sol ve faşist muhalefeti demokrasiyi engellemeye çalışacaktır. Çünkü demokrasi ile savaş ortamının ortadan kalkması, bunların gelişme nedenlerini ve propaganda araçlarını ortadan kaldırıyor. Ergenekon’a karşı temiz eller operasyonu başarıya ulaşarak Türkiye’yi resmen Avrupa’nın demokratik bir üyesi durumuna getirecektir. istediğiniz kadar gürültü çıkarın bu durum tecelli edecektir. AK PARTİ içindeki % 13 nispetindeki İslamcı güç muhalefete düşürülmeden bu operasyon devam edilecektir.
Operasyon bittikten sonra Türkiye’de sayasal dengeler değişecektir. Ergenekon’un biçimlendirdiği sağ ve sol yapılar kendilerini yeni koşullara göre yeniden yapılandırarak Türkiye’nin siyasal dengelerinde yerlerini yeniden alacaklardır. Belki o zaman Abdultayyip Erdoğan USA’da görüldüğü gibi Demokratların, Mustafa Kemal Kılıçtaroğlu Cumhuriyetçilerin başkanı olarak ortaya çıkar, bunu şimdilik bilemiyoruz.
ALAWÎ GERÇEĞİ VE ALİCİ YALANLAR
Kani Yado, 14.04.2011
Kavramlar anlamayı kolaylaştıran ögelerdir. Ait olduğu bilim ve uygarlık yok olduğunda veya dejenere olduğunda yetim kalır ve anlamını yitirebilir. Mezopotamya ve Anadolu uygarlığı barbar toplumların istilâsına uğradıktan sonra hem ALAWilik hem de Alawiler bundan nasibini aldı. Bu sü…reçle birlikte her ALAWi elindeki deli baltasıyla başlar kendi değerlerini yok etmeye. İstilacıların yarattığı bilgi kirliliğine cehaletin de katkısı gerçekleşince tanınmaz hale gelir ve Şiîlik biçimsiz bir Alevilik olarak yutturulur. ALAWİliğin barbar toplumun gerici şeriatçı öncülerinden Ali ile ilgili olmadığı iddiası doğrulanınca, bu sefer Türkmen KİZİLBASLİGİ devreye girerek KURD ALAW’I söndürülmek istenir. Milattan 650 yıllarından sonra hep aldatılan Kurdler ne imha ile bitirilebildi, ne asimilasyonla. Ama kendi katillerine benzeye benzeye kendi inançlarından ve diğer ulusal değerlerinden uzaklaşmaya devam ediyor. Hangi istasyonda duracağı belli değil.
ALAWİLİK kelimesini ALİ taraftarlığı şeklinde anlamak büyük bir talihsizliktir! KURD’lere KÜRT demek de büyük bir talihsizliktir. Bizim dilimizde ‘Ü’ harfi yoktur. Birileri bizi her yönleriyle kendilerine benzetmek istedikleri ortaya çıkıyor. ÊZDÎLİK kelimesi YEZİDİLİK olarak bu talihsizliğe uğramış. Bu kavramlar kullanılırken Türkçe özelliklerine göre kullanılması ve Türkçe eklerin kullanılması yozlaşmalara neden olabilir. Êzdian(Êzdiler), Sasanian(Zazalar), Yezdanian(Yezdaniler) seklinde telaffuz etmek en doğrusudur… Arian dilleri Türkçe ile uyumsuzdur. Dünyada buna benzer çok durumlar vardır. Bilimin hakim olmadığı coğrafyalarda her kes kendi değerlerini yozlaştırma yarışına girer. Bilhassa sahipsiz toplumlarda kirlenme had safhadadır. İnançsız bırakıldıkça kendine yeni yeni tabular yaratır. Kendi değerlerini kaybettikçe başka yerlerden ithal eder. KURD köylerinin her dağı, taşı, ağacı birer ziyaret olmasının nedeni budur. Bu bozulmanın bir sonucudur.
Ayrıca baba ve dede ocakları vardır. Kimse ALAWİlerde “baba ve dede” denen bir inanç öncülüğünün olamayacağını söyleyemiyorsa, bu talihsizliğin devlet destekli oluşuyla ilgilidir. Aynı babaları başka yörelerde Sünni baba olarak ortaya çıkması ve daha fazla olmasının nedeni biliniyor. Bu sünnü babaların devlet destekli faaliyetleri Sünni KURDlerin yaşadığı bazı alanlarda KURDlerinTürkleşmesine ve Türkçüleşmesine neden olmuştur.
Kendilerini İslam olarak ifade eden Aleviler bir şeyi unutuyorlar. İslamiyet, Hiristiyanlık gibi çok kısa sürdü. Hıristiyanlık, Hz. İsa’nin çarmıx(dörtçivi) ile infaz edildikten sonra bitti. İncil onun ölümünden çok sonra yazıldı. Hz. İsa Ölümünden sonra Kral-Tanrı olduğundan hebardar olmayan tek peygamber olduğu sanılıyor. ALAWİLİK binlerce yıldır saldırı altında olduğu halde yok edilemedi.
İslamiyet Hz. Hatice ile başladı, onun vefatıyla birlikte bitti. Bundan sonraki süreç onun miras kavgasıyla devam ediyor.
Bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi eğer Marksizm din ise, o dinin adalete ve özgürlüğe dayalı düşüncesinin pratisyeni Lenin’in ölümüyle birlikte bu ütopyayı gerçekleştirmeden bu din de kısa süre sonra insanlığı hayal kırıklığına uğratarak sorun olarak durmaktadır. O halde bazı erdemlerin yaşam bulmasına insanoğlunun hala hazır olmadığını söyleyebiliriz.
Daha çok tahribat ve tahrifatlara uğrayan bazı kavramları tanıyalım:
ATÊŞ ve ALAW: Bu iki kelime farsçadır,
ALAWİ: Bu coğrafyada yaşayan başka insanların, ZEND AWESTA’ya inanlara verdiği isimdir. ATÊŞ ve ALAW’dan dolayı bu insanlarımıza Atêşperest veya ALAWİ diyorlar. ALAWİLER ehli kitaptırlar yani ZENDÎ’dirler
CEM: Toplanma hali. Arapçadır, doğru yazılışı CEM’ dir, ‘mim’ harfinden sonra ‘ayn’ harfi vardır. Bu harf Türkçede bulunmadığı için ancak böyle yazabiliyoruz.
CEMAAT: Cem halinde olan, toplanmış halde olan. Bu kelime de arapçadır.
DEM: Kurdce ve Farscadir. Zaman, çağ ve zamana bırakmak anlamında kullanılır. Ayrıca önemli zamanlarda icra edilen veya edilecek anlar için o eylemin yerine kullanılır.
PÎR : Kurdce ve Farsçadır.
ŞEYH: Pîr kelimesin Arapçasıdır, yaşlı ve yetkin dini yol gösterici olarak anlaşılır. ÊZDÎler ve Şİİler de bu kelimeyi kullanırlar. Şeyhlik ÊZDÎlerde de dini bir otoritedir. Şeyh Bedrettin ismini duyduğunuzda elinde tef devletin himayesinde Sünni köylerinde dilencilik eden şeyhlerle karıştırmamalıyız.
SEYİT: Arapçadır, efendi anlamındadır, genellikle nebi ve veli soyundan gelenlere bu şekilde hitap edilir. ALAWİlerin içinde seyit, baba, dede gibi kelimelerin kullanılması ALAWİ LİGİ yozlaştırmak için devlet otoritelerinin özel çabasıyla mümkün olmuştur.
ŞEM: KURDlerle birlikte tüm akraba ulus ve topluluklar tarafından kullanılır. ŞEM, ŞEB, ŞEV şekline kullanılıyor. Özel inançsal ve kültürel kutlamalarda da bu kelime kullanılır. M ve B harflerinin V şeklinde telaffuz edilmesi kelime bozulması olarak da kabul edilmesiyle birlikte sosyolojik olarak aynı kökenden ayrılan toplulukların uluslaşma sürecinin etnografik kökenden farklılaşma sonucu olarak kabul edilmelidir.
AR; HARve AGIR Kurdîdir
OD: Türkçedir ve ‘ateş’ demektir.
ODUN: Türkcedir ve yakacak anlamındadir. Konumuzu odunla bağladığımıza göre onun, Şİİ’liği ALAWİ’lik olarak anlayanları iyi tarif eden bir kelime olduğunu söyleyebiliriz.

KİRLİ İNSAN YANLIŞ BİLGİNİN, YANLIŞ BİLGİ KİRLİ İNSANIN NEDENİDİR
Kani Yado, 13.04.2011
İslamiyet, Ortadoğu’nun en büyük tüccarlarından Hz. Hatice’nin bir barış ve istikrar paradigması olarak doğdu. Hatice’nin İslam kervanının seyrüseferi esnasında sık sık çetelerin gasp ve saldırısına uğruyordu. Ticaretin güven içinde yapılabilmesi için vatandaşlık teslimi…yetini gerektiren bir istikrara ve nizama ihtiyaç duyuluyordu. İnançsal olarak Mekke putperestliğin zirvesindeydi. Tüm kurumları buna göre düzenlenmişti. İslam kadrosunda Hatice ve Osman’dan başka kimse okuma yazma bilmiyordu. Hatice’nin sermayesi İslam inkılabı için yetiyordu ama bunun için şuurlu idareciler yoktu. Bu ihtiyaçtan dolayı hac mevsiminde Kabe’ye gelen putperestlerle görüşme yapıldı. Putperestlerin Kabe’yi İslam’ın şartları arasına alınması talebi kabul edildi, buna karşılık putperestler onlara okuma yazma öğretmeyi taahhüt ettiler. Bu anlaşma ile İslamiyet Mekke’de bir güç olmayı sağladı. Hatice’nin vefatına kadar İslam iyi gidiyordu ve ahlak ve fazilet nizamı olarak dikkati çekiyordu. Onun vefatından sonra onun servetinin gücü ile İslamiyet egemen erkeğin cennetine çevrildi. Hz. Muhammed Hatice’nin vefatından sonra 11 evlilik yaptı. İslam erkeklerin cenneti olmakla yetinmedi. Mezopotamya’ya yaptıkları saldırılarla ZEND’e inanan tüm ehl-i kitap ZENDİ’leri yok etmek için Ömer’in kılıcı, Alinin Zulfikarı büyük katliam yaptı. Mezopotamya o sırada kendi üstün uygarlığını yaşadığı için çok sayıda üniversite, kütüphane ve diğer kültür kurumlarına sahip olduğu gibi zengin bir ülkeye sahiptiler. Her tarafı yakıp yıktılar. Zenginlikleri gasp ettiler. Kadınları cariye pazarlarında satmak üzere Mekke’ye götürdüler. Bu tarih Ortadoğu’nun karanlığa gömüldüğü tarihtir. Zülfikar böylelikle gericilerin kahramanlık simgesi oldu. Mezopotamya’nın işgaliyle zenginleşen Mekke zalim bir devlet olarak dünyada tanınmaya başladı. Bu güçten çekinin aşiretler birer birer biat etmeye başladılar. Geride büyük ve zalim bir devlet ile Hatice’nin mirası vardı. Bu miras Hz. Ali’nin kayınvalidesi Hatice’den intikal ediliyordu. Muhammed’in ve aynı zamanda Ali’nin çocukları bu mirasa sahip olmak istediler.
Bunun zerine Hasan’nı zehirleyip, Hüseyin’i Kerbela’da 72 yakınıyla birlikte öldürüp onlardan kurtuldular. Ancak bu iş bununla bitmeyecekti. Miras davaşı kızıştı. Ehl-i Beyt tarafı olarak adlandırılan Hatice, Muhammed ve Ali yakınları Arapların zulmünden tedirgin olan tüm toplumlarla ilişkiler kurarak İslam devleti imkânlarını ele geçirmek için günümüze kadar mücadelelere, savaşlara neden oldu. Kısaca İslamiyet Hz. Hatice ile başladı, onun vefatıyla birlikte bitti. Bundan sonraki süreç onun miras kavgasıyla devam ediyor.
Hıristiyanlık, Hz. İsa’nin çarmıx(dörtçivi) ile infaz edildikten sonra bitmisti. İncil onun ölümünden çok sonra yazıldı. Hz. İsa Ölümünden sonra Kral-Tanrıoğlu olduğundan hebardar olmayan tek peygamber olduğu sanılıyor.
Bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi eğer Marksizm din ise, o dinin adalete ve özgürlüğe dayalı düşüncesinin pratisyeni Lenin’in ölümüyle birlikte bu ütopyayı gerçekleştirmeden bu din de sorunlu olarak ortada durmaktadır. O halde bazı erdemlerin yaşam bulması için hala erken mi?
TÜRKİYEDE KİRLİ SİYASET KİRLİ İNSANDAN YANSIMADIR
Kani Yado, 13.04.2011
Türkiye İslam köleci toplum eğitim sistemini terk etmekle beraber bilgi kirliliği had safhadadır. Tabiidir ki yine geleneksel zihniyet kirliliğinden kaynaklanır. Osmanlı mezarlığının karanlığı tüm insanları gölgeliyor. Türkiye ciddi bir tarihi süreçten geçiyor. 12 ey…lül Askeri müdahalesinden sonra sivil inisiyatif Avrupa Birliğinin desteğiyle askeri egemenliğe karşı Türkiye’de mevcut olan siyasal eğilimlerden bir mutabakat oluşturuldu. Turgut Özal’ın sorumluluğunda, Kenan Evrenin oluşturduğu askeri-siyasi oluşuma karşı büyük bir destekle bu mutabakat Türkiye’nin askeri vesayetini günden güne zayıflattı. Bu durum ’asker doğup asker ölen’ ırkçı faşizme büyük darbe vurdu. O zaman da faşist-kemalist sol, feryadı koparmıştı. Türkiye elden gidiyor diye bu günkü gibi sivil hükümet karşıtlığında politika yaptılar.
Her koşulda muhalefet yıkmakla görevli değildir, ama TSK partileri yıkmayı esas aldılar bu günkü gibi. Bu gürültü patırtı içinde Turgut Özal tıbbi yöntemlerle öldürüldü. Ergenekon 1990 sürecinde hem muhalif Kurd ve Türk siyasal güçlerini kendi lehinde sürece kattı hem de sivil iktidar gücünü oluşturdu. Bu on yıl içinde dinamik KURD gençleri savaştırılarak ve faili meçhul suikastlarla tüketildi. Bu sırada Kurd itirafçılardan ve TSK mensuplarından tetikçi infaz timleri oluşturuldu. Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta yoksul Anadolu insanının planlı şekilde yok edildiği gibi bu tarihi olay tekerrür etti.
Avrupa 2000 yıllarlarında inisiyatifi yeniden ele geçirerek Turgut Özal mutabakat hareketini yeniden devreye soktu. NATO’nun eski memuru Erbakan’ın partisi tasfiye edildi. Galdyo’yu tasfiye etmiş Avrupa yine muhafazakârların ağırlıkta olduğu Turgut Özal sivil siyasal mutabakatı Tayyip-Gül öne çıkarılarak gerçekleştirildi. Bu sırada İtalya’da başarılı olan temiz eller operasyonunun sırası Türkiye’ye geliyordu. Ve gine TSK partileri Türkiye elden gidiyor söylemiyle iktidara karşı yıkım hareketine başladılar. Ama Avrupa bu sefer deneyimliydi. Fiili olarak Türk Gladyosuna karşı operasyon yaptı. Bu operasyonda Erdoğan Hükümeti yardımını esirgemedi. Çünkü Avrupa AK PARTi’nin varlık nedeniydi.
Cemaat, hükümette olmanın rant kısmıyla ilgileniyordu. Bu süreçte cemaatle ilişkisi olmayanların kızları evde ihtiyarlıyordu. Kız anneleri bu yüzden ekseriyetle apartman dairelerinin bodrum katlarında Teşkilatı-i Mahsusa toplantılarının müdavimleri oldular. Kızlarını ancak bu şekilde zengin yobazlara pazarlayabildiler. Dikkat edilirse her kesimin çıkarı onları bir tavır sergilemeye zorunlu kılıyor. Anneler kızlarının iyi pazarlanmasını düşünüyor, savaş rantçıları savaşın rantını düşünüyor, iktidar Avrupa’nın para musluklarıyla kendi hacılarının desteğini sağlıyor…
Biz demokrasinin tanımından bir şey anlamamıştık geçmişte. Bu eğilimler insanların temayüllerinin ortaklaşmasının demokrasi olduğunu bize öğretti. Demokratik devrim Türkiye’ye ne getirir?
Savaş biterse camêr û merxasların tahakküm ihtirasları kendini boşta görür.
TSK kendi askerlerini kendi mayınlarıyla, el bombalarıyla imha edip suçu KURDlere yükleyemez.
Savaş biterse Türkiye’nin bütçesi kadar büyük bir rant kapısı olan uyuşturucu ve silah ticareti trafiği sınır boylarındaki Türk subaylarının elinden çıkar.
Bir askeri çetenin kurduğu bu cumhuriyet devleti çetecilikle yönetildi bu güne kadar. Belki egemen toplumun ulusal özellikleri buna eklenince daha acımasız oldu. Anadolu Avrupa tarafından koparılıp alınmıştı bu haliyle. Şimdi demokratik uygarlığa dahil etmek istiyor. Üst tarafı seçkinlerden oluşan, alt büyük gövdesi Osmanlı yaşam tarzını kanıksamıştır. Sağ ile sol arasında bir fark yoktur Türkiye’de. Her kes Osmanlıdır. Yalancılık yaşam biçimi olmuş. Bunun ispatı için çok örnek verebilirim. Alevi olduğunu söyleyen vatandaş Şii, Türk olduğunu söyleyen insan ya Arnavut, ya Arap ya Gürcü çıkıyor. Bilgi kirliliği had safhada. Çaldıranda Şii İslamcı Türkmen güçlerin, Osmanlı desteğinde KURD yerel aşiret güçleri tarafından yenilgiye uğratılmasını, Alevilerin yenilgisi gibi gösterilerek Kurd Alevilerini Şiiliğe yönlendirdiler. Kurd siyasal hareketlerini MHP’nin ve CHPnin yelpazesinde bir duruşla hiç de güzel olmayan bir görüntüye sürüklendiler. İster beğenin ister beğenmeyin Avrupa yobazlara sağladığı rant karşılığında onların desteğini alarak demokratik devrim yaptırıyor. Demek ki dünyada paralı askerlik kalıcılaşacaktır. Her savaşın çıkışı bir paradigma, sonu bir muhasebedir. İnsan vekil olmak için el öpmelere sürükleniyorsa rant tesellisi garantisi vardır.
BDP BİR TÜRKİYE GERÇEĞİDİR, DESTEKLENMELİDİR
Kani Yado,13.04.2011
Seçimler yaklaşıyor, yaklaştıkça her kes heyecanları kurgulayanları gülümsetiyor. Her kes kendini öyle kaptırmış ki düşünmeyi bile unuttular. Sanki KURDİSTANIN başkenti Ankara’da KURD bayrağı göndere çekilecek! Seçeceğimiz vekiller KURD toplumun iradesi olduğunu ve KURD sorununun çözümünde toplumumuzun iradesi olduğunu beyan edemeyeceklerdir. Kimse buna izin vermez. TC’den ziyade batı muasır medeniyetinin tedrisatına göre eğitilmiş,Türkiyelileşmeyi bir düstur olarak alan KURD politik misyonerliği buna izin vermez. Osmanlı şeriat düzeni içinde yüzyıllarca sürede Araplaşan Kurdlerin, cumhuriyet süresince Türkiyelileşmesi bir tekerrür değildir, Türkiye cumhuriyetçilileşmektir. Demokratikleşmek bunun bir tekamülüdür.
Tanrının insanları çamurdan yarattığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti kendi KURDlerini asimilasyondan yarattı, sağ kaburgasından KURD politikacısını yarattı, Tanrının Havayı yarattığı gibi. BDP bir Türkiye partisidir. İster beğenelim ister beğenmeyelim sömürge toplumların bir kaderi vardır, biz o kaderi yaşıyoruz. Artık KURDlere KURD ulusal talepleriyle gittiğinizde KURDler bu talebi kendileri için cazip görmez. KURDlerin politik aktörleri, KURDleri, bu kadere boyun eğmeye zorlayacaklardır. Şekoka armut aşısı yapılmış. İstesek de istemesek de artık armut ağacı gerçeği vardır. Güzelim şekoklar yok artık! Bu ağacın aslına dönmesi için, üstten budanması, kökünden yeni filizlerin oluşması gerekiyor. Budamanın ne olduğunu biliyor musunuz? Onu göze almak mümkün müdür? Çewlik’e, Elaziz’e, Amîd’e gidin röportaj yapın, bu gerçeği istatistiksel olarak göreceksiniz. Güney Kurdistan gibi Ortadoğu’nun en gelişmiş bir parçası olacaksak buna razıyız.
EZİLEN TOPLUMLAR KENDİ MAĞDURLARIDIR
Kani Yado, 05.04.2011
İnsanlar zalimliğe özendiği müddetçe onları zalimler yönetecektir. Onlar Alah adına söylenen yalanlara inandılar, onlar diktatörlerin söyledikleri yalanlara kandılar. Böylelikle kendilerine benzeyenler tarafından yönetiliyorlar. Her toplum kendi niyetini yansıtan devlet oluşumlarına sahip olur. Hiç …bir temiz toplumun kirli devleti yoktur. Kirli bir milletin temiz devleti de olamaz. Her toplum kendi cehennemini kendi eliyle inşa eder.
Siyasi üfürükçüler gerçekleri saklarlar. Gerçekle yüzleşmek için insanın kendinden kurtulması gerekir. Kendi bilinçaltına tutsak düşen insan gerçeklerle yüzleşmekten korkarkar, O yüzden aynaya bakmaktan korkarlar. Gine de kendi yarattığı musibetler kendi yarattığı çirkinliklerden kurtulmasına neden olur. İnsanların kendi canavarını yarattıktan sonra kendi yarattığı canavar tarafından mağdur edildiği sürecindeki feryatlarından sonra güçlendiği zaman, tekrar canavar yaratmaya başlar. Bunun için mağdur, güçsüz kaldığı sürece mazlum rolünü oynar. İnsan vicdanı mağdurluğa karşı acır ama mazlum rolünü oynayan mağdur yaşamdan ders almayabilir.
İnsan dünyayı nasıl görmek isterse kaderi o şekilde tecelli eder. Toplumlar niyetlerine göre iyi veya kötü şekilde yönlenirler. Suçu başka yerde aramak meseleyi kavramamaktan kaynaklanır. Sosyal dengeler de doğal dengeler gibi yaradılış nedeni gibi Yaradanın kudretiyle ilgilidir. İnsan kendisiyle yüzleşmeden, kendi bilinçaltı korkuluğundan kurtulmadıkça ne kendini tanımlayabilir ne de kendi dışında zuhur eden vakaları kavrayabilir. İnsan kendisini yaratan kudreti kendi yüreğinde ve bilincinde bilimin aydınlığında görmedikçe tuzaklardan müteşekkil siyasal kalıplardan kurtulamaz.
Arılar çiçekten çiçeğe konarkan bal üretirken çamurdan yaratılan insan kendi niyetinden zalim diktatörlerini yaratırlar. Diktatörlerin ortaya çıkması aldatılmış iradenin sonucu olsa dahi bu gerçeği değiştirmez. Lütfen düşünsel kalıplardan kurtulunuz. Doğru düşünmek için kendi beyninizi zorlayınız, o sizi size ait olan yere götürür.
KİRLİ POLİTİKA KİRLİ İNSANIN FOTOĞRAFIDIR
Kani Yado, 04.04.2011
Politika köleci toplum ile birlikte ortaya çıktı. Canlıların doğal yaşamında politikaya ihtiyaç duyulmaz. Bunun etkili çalışabilmesi için her kes birbirinin yalancısı olmak zorundadır. Politik vahşet insanların hayatı için büyük tehlike olduktan sonra her kes birbirinin ya…lancısı ve kurbanı olmaktan kısmen kurtulmak için tarihin belli dönemlerinde bazı uzlaşmalar olmuş, İkinci Dünya Savaşından sonra insan hakları konusunda önemli gelişmeler göze çarpmaktadır. Yerel ilkel dinsel yapılanmalar ve devlet güdümündeki dini kurumlar da politika konusuna girdiği için ayrıca ele almaya gerek duymuyorum. Dinler ilkel toplumların siyasal ve yönetsel biçimidir. İster talimatlarını Tanrılar adına versinler, ister tanrı elçisi olarak kendileri versinler fark etmiyor. Bu ilkel politika en az çağımızın faşizmi kadar insan yaşamını çekilmez hale getirir. Buna rağmen ilkel toplum kendi elleriyle yarattıkları tanrılarıyla ilgili yalanları, masalları, efsaneleri anlatmaktan geri durmaz. Bu gelenek köleci toplum kurallarıyla birlikte hala yaşamını devam ettirebiliyor. 21. Yüzyılda hala topluma rağmen toplumun iradesini kendi tekelinde tutan despotizm bu geleneği sürdürüyor. Diktatörlüğe özenen siyasal palyaçolar 1900 yıllarının ilk elli yıllarının biçimini, özgürlükçü görünüm altında yeniden öne çıkmaya çalışırlar. Aslında bu kapılar çoktan kapanmıştır. Politikacılar eski çağlarda köle sahipleri olarak Tanrı olduklarını iddia ettiler, yüz yıllarca tanrı olarak emir ve talimatlarla toplumu bir sürü gibi yönettiler, sonra toplumun evrimsel değişimiyle itirazlar başladı. Bu kral-tanrılar bu süreçten sonra, tanrı değil de, tanrı elçisi olduklarını iddia ettiler. Bu köleci toplum geleneği 20. Yüzyıla önderlik tarzında da öne çıktı. Biz politikayı yorumlarken o renge girmeyiz, sadece politikanın rengini gösteririz. Bize ait bir dil vardır, biz o dille konuşur o dille yazarız. Aldatanlar ve aldatılanlar bizim dilimizi sevmezler. Siyasal boyutlarda aldatılan insan futbol fanatikleri gibi sadıktırlar. Bizde sadece erdemlere sadakat vardır. Siyasi renklere sadakatimiz yoktur. Biz çok inciticiyiz, arı gibiyiz, iğnemiz zehirlidir. Çiçekten çiçeğe konup bal toplarken ayaklarımızda taşıdığımız çiçek tozlarıyla özgürlüğü dölleriz. Özgürlük her kesin ona kavuşması için her türlü fedakârlıklar göstermesine değer bir erdemdir. Unutmamak gerekir ki, yalancılar en çok doğruluktan, sahtekarlar en çok hak ve hukuktan, diktatörlüğe eğilimli despotlar en çok özgürlükten bahsetme ihtiyacının duyarlar. Erkek egemen sistemlerine karşı en çok annelerin hassas olması gerekiyor. Anneler egemen erkeklerin sahtekarca vesayetine aldanmaması gerekiyor. Egemen siyasal erk yalancıdır. Kadın haklarında saygılı gibi gözükür sadece. Kadının özgürleşmesine tahammülü yoktur. Dışarıda demokrat, evde despottur. Sosyoloji siyasal bilim için bu gerçeklerin kaynağı niteliğindedir. Politik bilimler politikacının tersine gerçekleri açıklarken kendine siyasal bir renk tercih edemez. Bilim bu konuları böyle açıklarken, politikacının yaklaşımı, bu konulara bakışı farklıdır. Biz yalancıları, egemen erki, siyasileri çileden çıkarıp faili meçhulü hak ederiz veya cezaevlerini mesken ederiz. Cezaevlerinde de rahat durmayız. Kalemimize ve kâğıdımıza dokunmasalar bizim için içeri ile dışarı arasında fark yoktur. Fazla şikâyetçi olmayız mahkûmiyetten. Orada da yalanlara karşı saygısızlığımıza devam ederiz. Fizikte, kimyada, felsefede, her şeyde yanlışa karşı ciddi bir durşumuz vardır. Bizim yalanlara karşı toleransımız yok ama biz gerçek bir sevgi ile topluma bağlıyız
HİNDİ TUZAKLARI
01.04.2011
Biliyorsunuz hindi benim gibi kafası küçük, gövdesi büyük bir kuştur. Allah kimseyi hindiye benzetmesin derim! Tıpkı Türkiyelilik kimliği heyecanını yaşayan Kurdler gibi sersem mi sersem, salak mı salak, bir o kadar da sevimli… Hani ‘heval ben Kurd’um ama Kurdçe bilmiyorum’ diyen mağrur hindiler gibi…Çok değer verdiği…m bir yazarımız “hümanist yaklaşımınla siyasete karışma, çocuk masalları yaz“ demişti. içeriğini anlatmadı ama ben doğru anladım. Çok hoşuma gitmişti. Ezberci olmayan bir fikir üreticisiyle karşılaşmak her zaman beni heyecanlandırır.
Bilinçli insanlar insanın iç dünyasını, dış dünyasındaki duruşuyla çözebilirler. İnsan çok sıradan bir konunun ne kadar önemli olduğunu fark edemeyebilir. Hatta günlük yaşamınızda size değer veriyor gibi sizinle ilgilenenlerin sizi kullanmak için basit bir araç olarak değerlendirdiklerini fark edemezsiniz. Çocukluğunu terk eden her kes, insan ilişkilerinde insanları kullanmak için ilişkileri geliştirirler. Aşk numaraları da bu Ortadoğu çamurunda debelenen insanların hayvansal istemlerin veya maddi çıkar beklentisinin dışında bir şey değildir.
Ruhsuzlaştırılmış, iskeletten farksızlaştırılmış insana, elinde tespih, kafasında cehennem zebanisi külahı veya sarığı ile gelen yobazın trenine atlamaktan bir sakınca görmez. Hemen çıkar cehennem yolculuğuna! İmamlar ordusuna ablaları veya abileri vasıtasıyla her gün katılımlar çoğalır. O gider başkası gelir ‘’yoldaş ben seni kullanmaya geldim“ dercesine nursuz yüzündeki sahte tebessümle başka bir avcı dalar. O insan ’’oh be ne kadar seviliyormuşum“ dercesine hindiliğini sergiler. Karşısındakilerin ne kadar insan olup olmadığı hiç aklına bile gelmez. Kendisi de insan olmak için bir çaba göstermeye hiç vakti olmamış. İnsanı tanımak için de insan olmak gerekmez mi?
Kıbrıs meselesinde her kes gavura karşı onursuzluğunu zirveye çıkarıp gönüllü savaşa gitmek için askerlik şubelerinde sıraya giren Kurd ve Türk hindilerin şimdiki gülünç durumunu seyredin. Kıbrıs zapt edildi ve orası kerhane, kumarhane ve meyhane cennetidir şimdi! Patronları da generallerdir! Şimdi marifetinizi gördünüz mü? Kıbrıs’ın zaferinin ismini terbiyem müsait değildir söylemeye. Gelin siz düşünün o ismi! Her zaman söylerim, siyasetin görünmeyen yüzünü fark edemeyenler koşturulan bir av tazısından başka bir şey değildir. Kıbrıs’ın işgali bir musibet olsun sizin için. Şimdi kimlere patronluklar kazandırmak için kullanıldığınızı düşünün, belki uykudan uyanırsınız! Silivri’de deprem olduğu zaman siz rahat rahat oturun yerinize, onları kurtarmak sizin göreviniz değildir. Silivri operasyonu yapan kocaman bir Demokratik Uygarlıktır. Hindi kafasıyla bu dünya gücüne karşı çıkmak mümkün değildir. Mümkün olsaydı başta Teşkilatı Mahsusa’nın varisi Tayyip Fethullah İbni Said-i Nursi karşı çıkardı.
TÜRKİYEDE HER KES TERS BİNMİŞ SİYASET EŞEĞİNE, GERİCİLER İLERİYE, İLERİCİLER GERİYE DOĞRU DÖRT NALA KOŞUYOR
Bu terslik aynı zamanda dünyada var olan tersliklerle ilgilidir. Dinler tanrıların adına yalanlar uydururken bir sürü insani erdemlere dayandıkları gibi sosyalistler bilime dayanırken bir sürü bilimdışı düşünceyle insanları yanılttılar. Bilgi kirliliğine neden olan bu talihsizlikler bir şekilde ele alınıp bilimin namusu kurtarılmak zorundadır. Bilimdeki baş döndürücü gelişme tekniğe de yansırken sosyal ve siyasal gelişme topluma da yansıdı. Çünkü bu bilim dalları toplumun kendisiyle ilgilidir.
Muhafazakârlığın insanın genel karakteri olduğunu biliyoruz. Bu karakter siyasal gelişmelerde insanın yüzünü geriye çevirmeye yetiyor. Tıp bir taraftan bizi sevindiren aşamalar kaydederken aynı zamanda uyuşturucunun yaygınlaşmasına sebep oldu. Fizik bilimindeki buluşlar enerji kaynaklarını insana sunarken silah olup insanı imha ediyor. İnsana gerekli olan maneviyatın geliştirilmesine yönelik bilinç oluşunca, Allah adına yalanları esas alan dinlerin veya tarikatların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Sosyal bilimlere paralel olarak gelişen siyasal bilimler günün koşullarına göre önemli boyutlara ulaştığı zaman insan ihtirası onu diktatörlüğe malzeme etmek için feleket boyutunda saptırıyor. Bir canlı olarak yaşamanın ödürmeye endeksleyen insan, akraba canlıların özelliklerini aşan bir yönelime girebiliyor. Bunu yaparken diktatörler aslanlaşıyor, bunun siyasal destekleri çakallasiyor, toplum koyunlaşıyor. Bilimin öngördüğü “insan insanlastığı kadar insandir” ilkesi ile insanın barbarlaşması yer desitirip acılara neden oluyor. İlk olarak 20. Yüzyıla ait despotik yönelimlerin neden olduğu eski acıların tekrarlanmamasına yönelik uluslararası bağlamda tedbirler alınıyor. Geçmişte dünya dengelerindeki avantajları yakalamak için yaratılan suni siyasal güçler kendi sahiplerini vurdu. Yeşil kuşak ABD’yi, askeri darbelerle yaratılan sol düzenler Sovyetleri vurdu. İnsani erdemler siyasal ve ekonomik çıkarlara kurban edilince, insanlık erdem açlığıyla karşı karşıya geliyordu. “yasamak için öldür” hayvansal talimatı her tarafta yaşam buldu. İnsanlar ya din adına öldürmeyi kahramanlık saydı, ya da siyasal kazançları için . Din için bu talimatı alanların öbür dünyada bekleyen horileri vardı, siyasal kahramanların bu dünyadaki ihtirasları. Yalana dayalı bu iki eğilim dünyada yarış halindeydi. Bu bozulmanın nedeni bilgi kirliligidir.
Ne din maneviyatı güçlendiren bir faktördür, ne de insan ihtiyasına dayalı siyaset insanın kurtuluşunu ve özgürlüğünü sağlar. Bu iki faktör de insanı erdemleri kullanarak insan için cazip olmayı esas alarak insanı belli odaklara tutsak eder. Türkiyede bilgi kirliliğinin neden olduğu siyasal kirlilik TSK içindeki Gladio’nun işlerini kolaylaştırıyordu. Her eğilimi yönlendirip Türkiye üzerinde siyasal ve maddi vesayeti devam ettiriyordu. Bu sistemin ürünü olan sağ ve sol siyasal yapılar da aynı özelliklere sahipti. Çünkü o yapının ürünüydü. Statükonun devamı için danışıklı gerilimler için lazım olabiliyordu.
Kapitalist diktatörlüklerle kan revan içinde kalan Avrupa ikinci dünya harbinden sonra yeni sürece girmişti. 1948 de yayınlanan İnsan Hakları Beyannamesi adım adım ülkelerin hukuk sistemlerini vicdani hakim kılıyordu. Daha sonra Askeri sistemlerini özgürlük esasına dayalı olarak yeniden düzenlediler. Son aşamada NATO içindeki Gladio’yu tasfiye etmeye başladılar. Bu durum İtalya’da pek kolay olmadı. Türkiye bundan daha zordu. Osmanlı şeriat düzeninde karanlığa alışkın olan Anadolu Kurd’iyle Türküyle diktatörlükle bütünleşmeye uygundu ama Avrupanın müstakbel üyeliği için benimsenmedi. İtalyada Gladio oprerasyonundan sonra Türkiyede başladı. Bu operasyon hem TSK için ve de cuntaların ürünü olan sağ ve sol örgütler için yeni bir sonun başlangıcıydı. Turgut Özal’la Türkiyde oluşturulan demokrasi için sivil mutabakat 1900 yılarında kesintiye uğratıldı. Turgut Özal bunu hayatıyla ödedi.
Daha sonra yeniden sivil mutabakat çalışmalarına başlandı. Gladio elemanı Erbakan Hoca tasfiye edilerek muhafazakar seçmenler yeni mutabakata yönlendirildi. 2000 ‘den itibaren on yıllık talihsiz kayıpla birlikte Tayip Erdoğanın öncülüğünde özalın sivilleşme hareketine devam edildi. Menderes’le başlayan her sivil iktidar döneminde yapılan ekonomik ve demokratik atılımlar toplumun dikkatini çektiği için toplum sivil iktidarları tecih etmeye yönelik bilinç oluşmaya başladı. “Bir Türk asker doğar asker ölür” diyen insanlar farklı düşünmeye başladılar. Artık insan olamayanların asker olması da bir işe yaramıyordu. Kürdleri kendilerine karşı savaştırarak Türk toplumunu askerileştiren TSK’nin sözü geçmemeye başladı. TSK güdümlü örgütler marjinallesmeye doğru hızla ilerliyordu. Söylemleri büyük, kendileri cüce olan bu yapılanmalar topluma ters düşürüldükçe kardan adam gibi erimişlerdi. Türkiye’de siyasal atlılara baktığımızda, atlarına ters binmiş gericiler ileriye, kendilerini ileri olarak tanıtanlar ters bindikleri atlarıyla dört nala kalkmış hızla geriye doğru koşuyorlar. Kim nereye koşarsa koşsun müstakbel demokrasinin şafağındaki güneşle aydınırken her kes uykudan uyanacaktır. Gördükleri rüyaları hatırladıklarında kendilerini rüyanın hangi figürü olduğunu bulmaya çalışacaklardır.
YANLIŞ BİLGİNİN BİÇİMLENDİRDİĞİ İNSAN YALANCI OLUR-1-
ALAWÎ GERÇEĞİ VE ALİCİ YALANLAR
Kavramlar anlamayı kolaylaştıran ögelerdir. Ait olduğu bilim ve uygarlık yok olduğunda veya dejenere olduğunda yetim kalır ve anlamını yitirebilir. Mezopotamya ve Anadolu uygarlığı barbar toplumların istilâsına uğradıktan sonra hem ALAWilik hem de Alawiler bundan nasibini aldı. Bu süreçle birlikte her ALAWi elindeki deli baltasıyla başlar kendi değerlerini yok etmeye. İstilacıların yarattığı bilgi kirliliğine cehaletin de katkısı gerçekleşince tanınmaz hale gelir ve Şiîlik biçimsiz bir Alevilik olarak yutturulur. ALAWİliğin barbar toplumun gerici şeriatçı öncülerinden Ali ile ilgili olmadığı iddiası doğrulanınca, bu sefer Türkmen KİZİLBASLİGİ devreye girerek KURD ALAW’I söndürülmek istenir. Milattan 650 yıllarından sonra hep aldatılan Kurdler ne imha ile bitirilebildi, ne asimilasyonla. Ama kendi katillerine benzeye benzeye kendi inançlarından ve diğer ulusal değerlerinden uzaklaşmaya devam ediyor. Hangi istasyonda duracağı belli değil.
ALAWİLİK kelimesini ALİ taraftarlığı şeklinde anlamak büyük bir talihsizliktir! KURD’lere KÜRT demek de büyük bir talihsizliktir. Bizim dilimizde ‘Ü’ harfi yoktur. Birileri bizi her yönleriyle kendilerine benzetmek istedikleri ortaya çıkıyor. ÊZDÎLİK kelimesi YEZİDİLİK olarak bu talihsizliğe uğramış. Bu kavramlar kullanılırken Türkçe özelliklerine göre kullanılması ve Türkçe eklerin kullanılması yozlaşmalara neden olabilir. Êzdian(Êzdiler), Sasanian(Zazalar), Yezdanian(Yezdaniler) seklinde telaffuz etmek en doğrusudur… Arian dilleri Türkçe ile uyumsuzdur. Dünyada buna benzer çok durumlar vardır. Bilimin hakim olmadığı coğrafyalarda her kes kendi değerlerini yozlaştırma yarışına girer. Bilhassa sahipsiz toplumlarda kirlenme had safhadadır. İnançsız bırakıldıkça kendine yeni yeni tabular yaratır. Kendi değerlerini kaybettikçe başka yerlerden ithal eder. KURD köylerinin her dağı, taşı, ağacı birer ziyaret olmasının nedeni budur. Bu bozulmanın bir sonucudur.
Ayrıca baba ve dede ocakları vardır. Kimse ALAWİlerde “baba ve dede” denen bir inanç öncülüğünün olamayacağını söyleyemiyorsa, bu talihsizliğin devlet destekli oluşuyla ilgilidir. Aynı babaları başka yörelerde Sünni baba olarak ortaya çıkması ve daha fazla olmasının nedeni biliniyor. Bu sünnü babaların devlet destekli faaliyetleri Sünni KURDlerin yaşadığı bazı alanlarda KURDlerinTürkleşmesine ve Türkçüleşmesine neden olmuştur.
Kendilerini İslam olarak ifade eden Aleviler bir şeyi unutuyorlar. İslamiyet, Hiristiyanlık gibi çok kısa sürdü. Hıristiyanlık, Hz. İsa’nin çarmıx(dörtçivi) ile infaz edildikten sonra bitti. İncil onun ölümünden çok sonra yazıldı. Hz. İsa Ölümünden sonra Kral-Tanrı olduğundan hebardar olmayan tek peygamber olduğu sanılıyor. ALAWİLİK binlerce yıldır saldırı altında olduğu halde yok edilemedi.
İslamiyet Hz. Hatice ile başladı, onun vefatıyla birlikte bitti. Bundan sonraki süreç onun miras kavgasıyla devam ediyor.
Bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi eğer Marksizm din ise, o dinin adalete ve özgürlüğe dayalı düşüncesinin pratisyeni Lenin’in ölümüyle birlikte bu ütopyayı gerçekleştirmeden bu din de kısa süre sonra insanlığı hayal kırıklığına uğratarak sorun olarak durmaktadır. O halde bazı erdemlerin yaşam bulmasına insanoğlunun hala hazır olmadığını söyleyebiliriz.
Daha çok tahribat ve tahrifatlara uğrayan bazı kavramları tanıyalım:
ATÊŞ ve ALAW: Bu iki kelime farsçadır,
ALAWİ: Bu coğrafyada yaşayan başka insanların, ZEND AWESTA’ya inanlara verdiği isimdir. ATÊŞ ve ALAW’dan dolayı bu insanlarımıza Atêşperest veya ALAWİ diyorlar. ALAWİLER ehli kitaptırlar yani ZENDÎ’dirler
CEM: Toplanma hali. Arapçadır, doğru yazılışı CEM’ dir, ‘mim’ harfinden sonra ‘ayn’ harfi vardır. Bu harf Türkçede bulunmadığı için ancak böyle yazabiliyoruz.
CEMAAT: Cem halinde olan, toplanmış halde olan. Bu kelime de arapçadır.
DEM: Kurdce ve Farscadir. Zaman, çağ ve zamana bırakmak anlamında kullanılır. Ayrıca önemli zamanlarda icra edilen veya edilecek anlar için o eylemin yerine kullanılır.
PÎR : Kurdce ve Farsçadır.
ŞEYH: Pîr kelimesin Arapçasıdır, yaşlı ve yetkin dini yol gösterici olarak anlaşılır. ÊZDÎler ve Şİİler de bu kelimeyi kullanırlar. Şeyhlik ÊZDÎlerde de dini bir otoritedir. Şeyh Bedrettin ismini duyduğunuzda elinde tef devletin himayesinde Sünni köylerinde dilencilik eden şeyhlerle karıştırmamalıyız.
SEYİT: Arapçadır, efendi anlamındadır, genellikle nebi ve veli soyundan gelenlere bu şekilde hitap edilir. ALAWİlerin içinde seyit, baba, dede gibi kelimelerin kullanılması ALAWİ LİGİ yozlaştırmak için devlet otoritelerinin özel çabasıyla mümkün olmuştur.
ŞEM: KURDlerle birlikte tüm akraba ulus ve topluluklar tarafından kullanılır. ŞEM, ŞEB, ŞEV şekline kullanılıyor. Özel inançsal ve kültürel kutlamalarda da bu kelime kullanılır. M ve B harflerinin V şeklinde telaffuz edilmesi kelime bozulması olarak da kabul edilmesiyle birlikte sosyolojik olarak aynı kökenden ayrılan toplulukların uluslaşma sürecinin etnografik kökenden farklılaşma sonucu olarak kabul edilmelidir.
AR; HARve AGIR Kudîdir
OD: Türkçedir ve ‘ateş’ demektir.
ODUN: Türkcedir ve yakacak anlamındadir. Konumuzu odunla bağladığımıza göre onun, Şİİ’liği ALAWİ’lik olarak anlayanları iyi tarif eden bir kelime olduğunu söyleyebiliriz.
YANLIŞ BİLGİNİN BİÇİMLENDİRDİĞİ İNSAN YALANCI OLUR-2-
KİRLİ İNSAN YANLIŞ BİLGİNİN, YANLIŞ BİLGİ KİRLİ İNSAN IN NEDENİDİR
İslamiyet, Ortadoğu’nun en büyük tüccarlarından Hz. Hatice’nin bir barış ve istikrar paradigması olarak doğdu. Hatice’nin İslam kervanının seyrüseferi esnasında sık sık çetelerin gasp ve saldırısına uğruyordu. Ticaretin güven içinde yapılabilmesi için vatandaşlık teslimiyetini gerektiren bir istikrara ve nizama ihtiyaç duyuluyordu. İnançsal olarak Mekke putperestliğin zirvesindeydi. Tüm kurumları buna göre düzenlenmişti. İslam kadrosunda Hatice ve Osman’dan başka kimse okuma yazma bilmiyordu. Hatice’nin sermayesi İslam inkılabı için yetiyordu ama bunun için şuurlu idareciler yoktu. Bu ihtiyaçtan dolayı hac mevsiminde Kabe’ye gelen putperestlerle görüşme yapıldı. Putperestlerin Kabe’yi İslam’ın şartları arasına alınması talebi kabul edildi, buna karşılık putperestler onlara okuma yazma öğretmeyi taahhüt ettiler. Bu anlaşma ile İslamiyet Mekke’de bir güç olmayı sağladı. Hatice’nin vefatına kadar İslam iyi gidiyordu ve ahlak ve fazilet nizamı olarak dikkati çekiyordu. Onun vefatından sonra onun servetinin gücü ile İslamiyet egemen erkeğin cennetine çevrildi. Hz. Muhammed Hatice’nin vefatından sonra 11 evlilik yaptı. İslam erkeklerin cenneti olmakla yetinmedi. Mezopotamya’ya yaptıkları saldırılarla ZEND’e inanan tüm ZENDIK’leri yok etmek için Ömer’in kılıcı, Alinin Zulfikarı büyük katliam yaptı. Mezopotamya o sırada kendi üstün uygarlığını yaşadığı için çok sayıda üniversite, kütüphane ve diğer kültür kurumlarına sahip olduğu gibi zengin bir ülkeye sahiptiler. Her tarafı yakıp yıktılar. Zenginlikleri gasp ettiler. Kadınları cariye pazarlarında satmak üzere Mekke’ye götürdüler. Bu tarih Ortadoğu’nun karanlığa gömüldüğü tarihtir. Zülfikar böylelikle gericilerin kahramanlık simgesi oldu. Mezopotamya’nın işgaliyle zenginleşen Mekke zalim bir devlet olarak dünyada tanınmaya başladı. Bu güçten çekinin aşiretler birer birer biat etmeye başladılar. Geride büyük ve zalim bir devlet ile Hatice’nin mirası vardı. Bu miras Hz. Ali’nin kayınvalidesi Hatice’den intikal ediliyordu. Muhammed’in ve aynı zamanda Ali’nin çocukları bu mirasa sahip olmak istediler.
Bunun zerine Hasan’nı zehirleyip, Hüseyin’i Kerbela’da 72 yakınıyla birlikte öldürüp onlardan kurtuldular. Ancak bu iş bununla bitmeyecekti. Miras davaşı kızıştı. Ehl-i Beyt tarafı olarak adlandırılan Hatice, Muhammed ve Ali yakınları Arapların zulmünden tedirgin olan tüm toplumlarla ilişkiler kurarak İslam devleti imkânlarını ele geçirmek için günümüze kadar mücadelelere, savaşlara neden oldu. Kısaca İslamiyet Hz. Hatice ile başladı, onun vefatıyla birlikte bitti. Bundan sonraki süreç onun miras kavgasıyla devam ediyor.
Hıristiyanlık, Hz. İsa’nin çarmıx(dörtçivi) ile infaz edildikten sonra bitmisti. İncil onun ölümünden çok sonra yazıldı. Hz. İsa Ölümünden sonra Kral-Tanrıoğlu olduğundan hebardar olmayan tek peygamber olduğu sanılıyor.
Bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi eğer Marksizm din ise, o dinin adalete ve özgürlüğe dayalı düşüncesinin pratisyeni Lenin’in ölümüyle birlikte bu ütopyayı gerçekleştirmeden bu din de çirkinleşerek ortada bir sorun olarak durmaktadır. O halde bazı erdemlerin yaşam bulması için hala erken mi?
TÜRKİYEDE KİRLİ SİYASET KİRLİ İNSANDAN YANSIMADIR
Türkiye İslam köleci toplum eğitim sistemini terketmekle beraber bilgi kirliliği had safhadadır. Tabiidir ki yine geleneksel zihniyet kirliliğinden kaynaklanır. Osmanlı mezarlığının karanlığı tüm insanları gölgeliyor. Türkiye ciddi bir tarihi süreçten geçiyor. 12 eylül Askeri müdahalesinden sonra sivil inisiyatif Avrupa Birliğinin desteğiyle askeri egemenliğe karşı Türkiyede mevcut olan siyasal eğilimlerden bir mutabakat oluşturuldu. Turgut Özal’in sorumluluğunda, Kenan Evrenin oluşturduğu askeri-siyasi oluşuma karşı büyük bir destekle bu mutabakat Türkiyenin askeri vesayetini günden güne zayıflattı. Bu durum ’asker doğup asker ölen’ ırkçı faşizme büyük darbe vurdu. O zaman da faşist-kemalist sol, feryadı koparmıştı. Türkiye elden gidiyor diye bu günkü gibi sivil hükümet karşıtlığında politika yaptılar.
Her koşulda muhalefet yıkmakla görevli değildir, ama TSK partileri yıkmayı esas aldılar bu günkü gibi. Bu gürültü patırtı içinde Turgut Özal tıbbi yöntemlerle öldürüldü. Ergenekon 1990 sürecinde hem muhalif Kurd ve Türk siyasal güçlerini kendi lehinde sürece kattı hem de sivil iktidar gücünü oluşturdu. Bu on yıl içinde dinamik KURD gençleri savaştırılarak ve faili meçhul suikastlerle tüketildi. Bu sırada Kurd itirafçılardan ve TSK mensuplarından tetikçi infaz timleri oluşturuldu. Çanakkalede ve Sarıkamış’ta yoksul Anadolu insanının planlı şekilde yok edildiği gibi bu tarihi olay tekerrür etti.
Avrupa 2000 yıllalarında inisiyatifi yeniden ele geçirerek Turgut Özal mutabakat hareketini yeniden devreye soktu. NATO’nun eski memuru Erbakanın partisi tasfiye edildi. Galdyo’yu tasvife etmiş Avrupa yine muhafazakârların ağırlıkta olduğu Turgut Özal sivil siyasal mutabakatı Tayyip-Gül öne çıkarılarak gerçekleştirildi. Bu sırada İtalyada başarılı olan temiz eller operasyonunun sırası Türkiyeye geliyordu. Ve gine TSK partileri Türkiye elden gidiyor söylemiyle iktidara karşı yıkım hareketine başladılar. Ama Avrupa bu sefer deneyimliydi. Fiili olarak Türk Gladyosuna karşı oprerasyon yaptı. Bu operasyonda Erdoğan Hükümeti yardımını esirgemedi. Çünkü Avrupa AK PARTi’nin varlık nedeniydi.
Cemaat, hükümette olmanın rant kısmıyla ilgileniyordu. Bu süreçte cemaatle ilişkisi olmayanların kızları evde ihtiyarliyordu. Kız anneleri bu yüzden ekseriyetle apartman dairelerinin bodrum katlarında Teşkilatı-i Mahsusa toplantılarının müdevimleri oldular. Kızlarını ancak bu şekilde zengin yobazlara pazarlayabildiler. Dikkat edilirse her kesimin çıkarı onları bir tavır sergilemeye zorunlu kılıyor. Anneler kızlarının iyi pazarlanmasını düşünüyor, savaş rantçıları savaşın rantını düşünüyor, iktidar Avrupanın para musluklariyla kendi hacılarının desteğini sağlıyor…
Biz demokrasinin tanımından bir şey anlamamıştık geçmişte. Bu eğilimler insanların temayüllerinin ortaklaşmasının demokrasi olduğunu bize öğretti. Demokratik devrim Türkiyeye ne getitirir?
Savaş biterse camêr û merxasların tahakküm ihtirasları kendini boşta görür.
TSK kendi askerlerini kendi mayınlarıyla, el bombalarıyla imha edip suçu KURDlere yükleyemez.
Savaş biterse Türkiyenin bütçesi kadar büyük bir rant kapısı olan uyuşturucu ve sşilah ticaretı trafiği sınır boylarındaki Türk subaylarının elinden çıkar.
Bir askeri çetenin kurduğu bu cumhuriyet devleti çetecilikle yönetildi bu güne kadar. Belki egemen toplumun ulusal özellikleri buna eklenince daha acımasız oldu. Anadolu Avrupa tarafından koparılıp alınmıştı bu haliyle. Şimdi demokratik uygarlığa dahil etmek istiyor. Üst tarafı seçkinlerden oluşan, alt büyük gövdesi Osmanlı yaşam tarzını kanıksamıştır. Sağ ile sol arasında bir fark yoktur Türkiyede. Her kes Osmanlıdır. Yalancılık yaşam biçimi olmuş. Bunun ıspatı için çok örnek verebilirim. Alevi olduğunu söyleyen vatandaş Şii, Türk olduğunu söyleyen insan ya Arnavut, ya Arap ya Gürcü çıkıyor. Bilgi kirliliği had safhada. Çaldıranda Şii islamcı Türkmen güçlerin, Osmanlı desteğinde KURD yerel aşiret güçleri tarafından yenilgiye ugraltilmasina Alevilerin yenilgisi gibi gösterilerek Kurd Alevilerini Şiiliğe yönlendirdiler. Kurd siyasal hareketlerini MHP’nin ve CHPnin yelpazesinde bir duruşla hiç de güzel olmayan bir görüntüye sürüklendiler. İster beğenin ister beğenmeyin Avrupa yobazlara sağladığı rant karşılığında onların desteğini alarak demokratik devrim yaptırıyor. Demekki düyada paralı askerlik kalicilasacaktir. Her savaşı çıkışı bir paradigma, sonu bir muhasebedir. İnsan vekil olmak için el öpmelere sürükleniyorsa rant tesellisi garantisi vardır.
KANİ YADO
HAYALİN KATİLİDİR UMUTLAR
Bu gece bir rüya gördüm. Bağımsız ve birleşik bir Kurdistan için paytext AMED’in demokrasi meydanına doğru ilerliyorduk. Bizi umutlarla oyalayan, teselli eden yazarlarımız çizerlerimiz önümüzde yürüyordu. Uyandım ve dünyası yıkılmış mağlup asker gibi kendi kendime mırıldandım: Umutlar kalleştir, umutlar kadırıkçıdır, umutlar zamanın katilidir!
Hani o hayallerimiz? Hayaller dosttu insana. Hayal gerçekçiydi. Kesk û sor û zerdi hayaller. İşte böyle güzel rüyalarla, dost hayallerle yaşardım ben. Hayat pembe pembe, sevdalar mos mor… Nasıl karardı bu hayaller, nasıl sarardı bu yüzler? Sabahlar olmasın isterim hep. Gün ışığında gerçekler berrak, gerçekler çıplak! Rüyalarımda canlı, hayallerimle dost kalmak için, güneşten utanan bir mahcup yüz gibi gecenin sonsuzluğunda limanıma sığınırım her akşam.
Bu akşamın gecesi çok güzeldi gine! Saklambaç oynamak için bahçeye fırlayan neşeli çokçuklar gibi heyecanla kucakladım geceyi. Bir daha sabah olmasın diye dua ettim yatmadan önce. Gece olunca her kes uyur, kuşlar uyur, güzeller uyur, çirkinler uyur. Sahtekarlar, cambazlar, iki yüzlüler, beş kuruşluk menfaatleri için renkten renge girenler ve her kes uyur. İstemediğim sabah olunca güneş gine o zebanileri ışınlarken, dünyalarım yıkılır. Gün ışığında ortaya çıkan çıplak gerçekler karşımda gine. Güneş sanki bana inat edercesine tüm aydınlığıyla, sıcaklığıyla üstüme üstüme geliyor. Newroz’un coşkusuyla inatlaşır bu mart ayında. O bir gerçektir, balçıkla sıvanmaz ki!
Bu ayda TC’nin barbarlığından alacaklı oldu insanlık vicdanı. Bu ayda Amed zindanında Mezopotamyanın tarihi Newroz ateşi yeniden yakıldı. Ortadoğu barbarlığının 600 ‘larda söndürdüğü üstün uygarlık ateşi bu ayda yeniden yakılacak.
Demokratik Uygarlık sahibiyle buluşacak bu ayda. Bin beşyüz yıllık hasret giderilecek. Kucaklaşak gine sevdasıyla. Kelebekler çiçekten çiçeğe koşuşarak öpücükleri kondururken, arılar her çiçekten bal alırken ayaklarında taşıdığı özgürlüğü dölleyecekler.
Menfaatler neye kadir degilki.. islam orduları kılıçlarını, zulfikarlarini kuşanıp M.S. 650 yıllarında Mezopotamyanın üzerine gittikleri zaman taş üstüne taş bırakmadılar. Esir aldıkları kadınları Mekke cariye pazarlarında sattılar. Bu satış şekline hala beyaz kadın ticareti demeye kimsenin dili varmıyor. ne peygamber itiraf ediyor, ne Ali itiraf ediyor ne de diğer halifeler… Bir vicdanlı çıkıp ulan siz pezosunuz dese ümmeti Muhammed kabul etmez. Dünyada kimse masum değildir. her kes birbirine benzer. Ermenilerin gücü yetseydi Ermeniler de katliam yapacaklardı, Kürtlerin gücü yetseydi onlar da katliam yaparlardı. İnsanlar çifte standartlı olamazacak kadar erdemleri gelişmemiştir. Hayatları yalanların üzerine kuruludur. Onun için din adamları üfürükcülüge egilimlidirler. Veli Can kurban olam sana, bana kizmadin değil mi? Yalan söylemesini hiç bir zaman öğrenemedim, onun için yağcılık yapamıyorum. Hep kırıcı oluyorum. Ben adam olamam olamam! Hiç sahtekarlık bilmiyorum! Desem pirim Veli Canı dün gökyüzünde Jüpiter gezegenine doğru ucarkan gördüm, çok kişi inanır ama doğru bir şey söylesem bir kişi inanmaz. Peygamberler Allah adına yalanlar söyleyeli kelli kullar yalan yarışına girmişler. Alilerini, Ömerlerini, Osmanlarini, Yezitlerini ha bire Marsa, Satürn’e gönderirler. Peygamberler daha evvel Allah olduğunu söylemislerldi. İnsanlara yutturamayinca Allahın elçisi oldular, terfi düşüklüğü zorlarina gitti ama kadere boyun eydiler.
ÇOCUKLUĞUMUZU ÇALDILAR!
Hani çocukluğumuz, neden çocukluğumuzu bizden çaldılar? Ben çocukluğumu geri istiyorum! Var mı acaba çocukluğuna tekrar geri dönmek isteyebilecek kadar güzel yürekli insan? Yoksa tepişmeden dolayı toz duman içinde kalan gözler birbirilerini göremiyor mu? Gelin hep birlikte haykıralım! Çocukluğumuzu geri istiyoruz!
Siyasallaşmaya verdiğimiz çabayı insanlaşmaya verirsek çocukluğumuza dönebiliriz. Tüm sorunların doğru çözüm şekli çocukların güzel yüreklerindedir. Umutların gizlediği o duyguların hasreti bizi yakıyor. Daha çocukluğumuzu yaşamadan bizi büyüttüler. Büyümek! Yani yalanı, şiddeti ve zulmetmeyi öğrenmek! Hayır ben Hitler, Stalin, Saddam ve Kaddafi gibi büyümek istemiyorum, çocukluğumu istiyorum. Siyasal rantlar, savaş rantları, denge hesapları onlarin olsun!
Yasaklardan dolayı annemizle sevgi ortaklığı yapamadık. Annemizin gördüğü şiddet yüreğimizden bir şeyler koparıp götürüyordu. Sanki aile içinde şiddet okulu öğrencisiydik! Baba dışarıdan geldiği zaman kollarının arasına atlayıp doyasıya yanaklarından öpemedik. « Haydi sende ! » diye terslenmekten korktuk. Çünkü babalarımız da çocukluğunu cehennem zebanilerine kaptırmıştı. Babalarımız erkekliğiyle öğünüyorlardı. Sünnetle erkekliğe adım atıldığında yedi gün yedi gece davul çalınmış. Yani “camêr” olmuş. Bu nasıl camêrlik ise 21.Yüzyıla geldik daha özgürce çocukluğumuzu yaşayacak bir bağımsız devletleri olmamış! Erkeklerin edepsizliklerini öğrenip teşhir ederler diye kızları okutmadılar bu camêrler. Ne kötü kader yetimlerin yetim çocukları olmak!
Hani çocuk doğarken ağlamayla geldi ya.. Ağlamak hep kaderdir onun için. Ağlamayla yolcu edilecek gine…İsmi dahi kendisinin bilmediği dildendir. Abdularap, Abdulcambaz, Ali, Osman, Hasan, Ömer, Hüseyin… Dünyaya gelirken bir cehennem zebanisi gelip kulaklarına üç kere bu isimleri üfürmüş! Artık emre itaatten başka bir seçenek yoktur. Büyüdüğünde mahkemeye başvurup kendi dilinde bir isim talep edemez bile. Çocuk çocukluğunu yaşamadığı zaman büyüklüğü taklit etmeye başlar.
Torbasına bilmediği dilden yazılmış kitaba benzeyen bir şey koyarlar, Mahalle Cehennem Zebanileri Kurslarına gönderirler. Yakında Cemevlerinde de böyle kurslar açılacak. Çünkü bunun hazırlıklarını bitirdiler. Okulda bilim var, ne olur ne olmaz çocuklar yoldan çıkabilir( !) diye korkarlar cenenem yolcuları ordusu mensupları ! Çocuklar daha çocukken çocukluğunu elinden almak için tedbir alırlar bunlar. Orası hiç de çocukları şekerden daha tatlı yüzlü kütüphane memuresi gibi karşılayan kimse yoktur. Arap zebanisi gibi hışımlı, onun gibi deve dışkısı kokulu küllahıyla birileri karşılar onu. Artık eti o zebaniye, kemikleri annesine ve babasına kalır. Cehennemin C harfini öğretene köle olmak zorundadır. Hani cehennem patronları putperestler öyle söylemiştiler ya…
Artık çocukta vicdan ile Şeytan eğilimlerin kavgası başlar. Daha çocukken vicdani yenik düşer ve çocukluğunu kaybeder. O artık kuşları sevmez. O artık çiçekleri sevmez, ayaklarıyla çiğner güzelim hoş kokulu çiçekleri! Sapan alıp şovelye edasıyla kuş avına çıkar. Çünkü büyükleri gibi avcıdır artık. Kana doymaz! Kurban bayramlarında caniler kınalı kuzuları keserken o zevkle seyreder! Savaşçıdır artık ormandaki kardeşleri gibi…Dünyaya gelirken keçi sakallı bir zebani boşuna mi kulaklarına üç kere »senin ismin mücahit » diye üfürmüs ! Önünde karınca görse, uğur böceği görse ayaklarıyla çiğner. Çünkü o artık bir çocuk değildir. Uğursuz bir canlıdır. Şahin gibi kapar, akrep gibi sokar! Büyüdüğü zaman kahraman bakışlı büyüklerine benzer. Yüzü karadır, yüreği karadır büyükleri gibi…
Görüyor musunuz canlılar nasıl biribirine benzer? Cehennem zebanilerinin kalıbında şekillendirilen çocuk asık yüzlüdür, ürkektir, alıngandır. Korkak olduğu için iyi bir kavgacıdır. Dikkat edin her an zülfikarı kınından çıkarabilir! ’’Sözüne, uslubuna dikkat et ey kafır!’’ diye üzerine yürüyebilir. Karşısında Kabe, Ziyaret, çaput bağlanmış ağaç gördüğünde yüzü nurlanır, gözleri melül melül bakar. O anda melekleşir, şeytanlığını cebinde saklar! Gürüyor musunuz canlılar nasıl birbirine benzer ?
Bu çocuklar ağabeyleri gibi büyüdüğünde sağcı da olsa solcu da olsa silaha sevdalanır. Aşkları sahte olur, sevdaları morarmaz, sevgiler yaşanmaz kullanılır. Cehaletin yetim bıraktığı çocukların kaderinde kahraman olmak vardır. Çünkü sevgiyi hiç yaşamamıştır. O yetim, elinde Yezit’in kanlı kılıcıyla, Ali’nin kanlı zülfikariyla kan döküp asaletsizliğini tatmin etmekle meşgul bir şovelye hayaliyle siyasetin zirvesine oynar artık. Tüm devşirme Yeniçeri’ler böyleydi iste… Hepsi devşirme değil miydi ? Hem de Bektaşi ! Çoğu Makedonya ve Yunanistan’da inançlarından, yaşam biçiminden dolayı dışlanmış, çocukluğu gasp edilmiş insanlardı. Demek ki Osmanlı zibidiliğinin de temelinde bazı asaletler varmış ! Zibidi Bektaşi Yeniçerilerinin Çaldırandaki kahramanlıklarını her kes duydu!
Çocukluğuma dönerek haykırıyorum ve diyorum ki:
Cani şovelyeliğin temelinde ve bilinçaltı karanlık mezarlığında gün yüzüne çıkarılması gereken gerçekler vardır!
Türkiye’de polis devleti ile jandarma devleti arasında tercih yapılıyor. Bu çok korkunç bir yaklaşımdır. Silivri’de deprem olduğu zaman başka yerlerde artçı depremler oluyorsa bu yüzdendir. Biz özgür yurttaşlar olarak solun ve sağın bu ortak tavrından rahatsız oluyoruz. Dünya sadece bu iki yaklaşım üzerine kurulu değildir.
Sosyolojik olarak polis devletine karşı olan asker(jandarma) devleti vardır. Siyasal mevzilenmelerde faşist odaklarla anti faşist odakların ayırımında bu bir ölçüdür. Silivride deprem olduğu zaman İzmirde artçı demrem olduğunda insan kendini bir yere koymadıkça maskeli sayılır. Onun için süslü puslu laflara güler geçerim, ne karşı çıkarım ne de takdir ederim. ben şahsen canilere karşı çıkmadan önce ne kadar canı olduğumu bilince çıkarırım. Çocuğumun billigini kestim, kurban kestim, silah kullandım. Bu canı olmama yetiyor. Onun için ben canilere karşı çıkmıyorum. Kendi sicilimi sevmediğim gibi canileri sevmem. Ancak bu şekilde zirtolara karşı cikararim. Zirtoluk canilerin genel adıdır, Faşistlik yetmiyor. her kes birbirini faşistlikle suçladıkları için biz zirto kavramına ihtiyaç duyduk. Siyasi olmayanların stratejilerinin de olduğunu böylelikle öğrenmiş olun. Belki buna vicdanın sağ duyusu denir, kesninlikle bilmiyorum. Konuşmak, yazmak kolay , insanın insanlasamadigini kendisnin biz zat görmesi erdemli olmakla ilgilidir ve zordur, bu zorlgu çekmeyen hiç bir fikre saygı duymam. Saygı duyulacak ciddiyetleri olmadıkları için duymam. Çıplak yanlışlar yapsalar insan ihtiyaç duyar belki. Çünkü yanlışın tersi doğu mantığıyla gerçekler sağlanabilir. Ama karanlık fikirler arap çorbasına benzer. doğru ile yanlış, ayrismiyor, kaynasmislar gri bir renk almışlar.Ürkütüyor insanı. Ne yeşildir ne kırmızı ne de saridir. Bu resimde gördüğünüz çocuğun ailesini tanıyorum. Hem polislerin hedefi, hem de çocukluğunun siyasal malzeme yapılması yüreğimi incitiyor. Coculari siyasal malzame yapanlar ne kadar çocuktur acaba, çocuk olmayanların çocukları sevmesi mümkün değildir. Çünkü onlar büyümüşler. Büyüyen çocuklara ne denir çok iyi bilirsiniz. Büyükler onları kendilerine benzetmedigi müddetçe onlar güzel kalırlar.
İnsanlar kendini saklarken yalanlara sığınırlar. Yalanlar için en müsait limanlar din ve siyasettir. Yalancılar gerçeklere, diktatörler özgürlüklere, sahtekarlar doğruluğa sığınır. Bir cani için kahramanlık yalanları, bir dinci ucube için cennet yalanı, bir despot diktatör için devlet yalanı esastır.
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Türkiye şimdi çok önemli bir süreci yaşıyor. Türkiye de İtalya gibi bağırsaklarını temizliyor. Bir ağ gibi Anadoluyu saran Ergenekon bağlantılarını çözmek ve yargının önüne çıkarmak o kadar kolay olmasa gerek. Gizli tanık, açık tanık formülü çok tehlikeli oldu. Tehditle ya ifadesi farklılaştırılıyor ya da tanıklar ölümle karşı karşıya geliyor. Bu süreçte tanıkların sanık gibi ya tutuklanarak ifadesi alınıyor ya da sanık sıfatıyla ifadesi alınıp serbest bırakılıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi programı İslamcı zebanilerinin görevi değildir. Bu temizlik hareketi NATO’nun bünyesinde mafyalaşan Gladio’nun ve militarist destekçilerinin Demokratik Uygarlık tarafından tasfiyesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gladio politik cephesi bunu engellemek için bir çok siyasal güçleri harekete geçirebilecek bağlantılara sahiptir. “Silivri’de deprem olduğu zaman İzmir’de artçı deprem olur” şeklindeki ifadem bununla ilgilidir. İlkbahar eylem planları da vardır. Bu eylem planında demokratikleşmeyi kesintiye uğratmak için suikastlar ve sair eylemlerle Türkiyeyi sarsıp TSK’ye muhtaç duruma sokmak amaçlanıyor.
Demokrasi İslamiyete göre küfür nizamidir. Çünkü demokraside tanrısal irade değil, toplumsal irade esas alınır. Tanrı yerine bu iradeyi vekâleten despotlar temsil ettiklerine göre, ne İslam tanrıları bunu ister ne de sol despot tanrılar bunu ister. Çünkü toplumsal denetimin olduğu demokrasilerde despotik siyasal palyaçolar erdemsizliğini kul-köle-diktatör sevdalılarının kapalı politikasını oturtamazlar. Turgut Özal’la başlayan anti militarist toplumsal mutabakat 1990’ların fırtınalı yıllarında kesintiye uğramakla beraber hala devam ediyor. Kıyametler koparılıp tekrar kesintiye uğratılmak isteniyor. Sol ve sağ tercihlerin demokratik zeminde olmamalarını çok iyi anlıyoruz. Sol demokratik gelişmelerin yok edilmesinde bir aktör ise, bunun ismi sol olamaz. Ancak göbekten faşizme bağlı paravan sol denebilir.
Seçimin sağlıklı yapılmaması için Türk Silahlı Kuvvetlerinin dönemsel programa sahip olduğu gözden kaçmıyor. Kimsenin köleci toplum misyonerliği olan İslamcı hareketi teşhir etme diye bir sorunu yoktur. Sadece İkiye bölünen Türkiye’nin dengelerinde yer alma tercih ediliyor. Bu ise geleneksel politikadır. Müslüman Türkiye solunda da özgür iradenin ortaya çıkması mümkün değildir. Hele Osmanlı şeriat karanlığında yüz yıllarca yaşayan toplumların demokratik mücadeleyi özümsemeleri çok zordur. Aileler birer şiddet okuludur. Erkek -kadın ilişkileri İslam kültür edepsizliğini yansıtır. Bu yaşam biçiminin kanıksandığı bir toplum ancak AB zoruyla şekillenebilir. Dünyada öyle hızlı gelişmeler var ki, kimse “bekleyin Anadolu insanı da insancıl normlara kavuşsun” demez. Savaş rantçıları, İktisadi Devlet Teşekkülleri arpalığı sahipleri, güçleri yettiği kadar demokratik gelişmeleri engellemeye çalışırlar. Toplum sağlıklı düşünenler değil, olumlu ve olumsuz yönlendirilen taraflar olarak adlandırılacaktır. Türkiye kanlı Ali’nin kanlı zülfikarı ile kanlı Yezit’in kanlı kılıcının muhalefetinde demokrasiye geçme imkanı olamayacağı için bu gerici eğilimleri hükümette iktidar ortağı yapılıp demokratik devrimini gerçekleştirilmesi atılımları bilinçli bir projenin ürünüdür. Bütün İslami faşist ülkelerde muhalefet diktatörlüklere karşı ayakta iken, Türkiye’de askeri faşist diktatörlerle beraber sivil demokratik dönüşümü engellemeye çalışan bir muhalefet var. Bu muhalefetin seçmenleri oldukça bilinçsizce parti amigoluğundan farksız eylem biçimlerini sergiliyorlar. İslamcı gelenekçilerden daha geride çağdaşlıktan uzak duran bu muhalefet insanlık için hiçbir umut ışığı vermiyor. Tutarlılıklarını daha çok Tanrı-Lider’e bağlılık olarak algılıyorlar. Bu konuda Stalinist çizgi ile Hitlerci çizgi oldukça biribirine yakın bir seyir izliyor. Bana göre bu durum 12 Eylülcü kadroların büyük çabalarının ürünüdür. Daha çok uzun vadede İslamcı faşist tehlikenin fark edilmemesine neden oluyor.
Toplum siyasal misyonerlerin milliyetçiliği ve özgürlük söylemleri toplumu despotik bir tuzağa düşürmek için kurgulanmış maskeler olduğunu kavradığı için despotik sağ ve despotik sola karşı temkinli davranırken onlar için hazırlanan ılımlı İslam misafirhanesine kolaylıkla alındılar. Bu durum karşısında demokratik sol bir çizgi gelişemedi. Bu denemelerde Ecevit her seferinde kuşatıldı ve başarısızlığa uğratıldı. CHP’nin faşist kadroları bu erdemli girişimlerinden sonra deneyim sahibi oldular ve temkinli davranacakları için CHP’nin sola kaymasının imkanı yoktur artık ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Partisi olarak siyasal zeminde yerini almaya devam edecektir.
Mezopotamya üstün uygarlığı islam barbar orduları tarafından işgal edildikten sonra karanlığa girdi. İnsan kalmak yasaklandı. Tüm Zend´e bağlı olan Zerdüstiler katliamdan kurtulmak için Şii oldular., şeriatçı Ali taraftarı gibi gözüktüler ta ki gerçekten kendi yalanlarına inanarak Ali taraftarı oluncaya kadar… Köleci toplum erkek egemenliğinin en katı şeklidir. ortadoğu ve çevresinde katı diktatörlüklük geleneği bundandır. Eğer Anadolu kız çocuklarını sünnet etmiyorsa islamiyeti tam uygulamadığı içindir. Eğer her kes evlerini cariyelerle doldurmuyorsa hala eski erdemli geleneğini sürdürdükleri içindir. İranda mollalar saatlik, iki satlik nikahlar kıyarak bir sektör olmuslarsa islama ve onun şeriatına bağlı oldukları içindir.
İNSANLAR YALANLARLA SUÇLARINI ÖRTERLER
Sıklıkla “ o eşek gibi pişman olacaktır” sözünü duyuyorsunuz. Eşek hiç bir zaman yaptığından pişman olmamış. Çünkü yanlış yapmamış. Edepsizlik yapmak sonra pişman olmak insanların en büyük yüzsüzlük maharetidir. Hiç bir hayvan bu konuda insanlar kadar becerikli olmamış. İnsanlar her suçunu ya eşeğe ya başka bir canlıya mal ederken kimse şöyle bir kendi bilinçaltına doğru seyahate çıkmıyor! Hayvanlar insanlardan daha tahirdir. Kirli olan insanlardır. Eşekler Kâbe, Anıtkabir denen putların etrafında dönmezler, erdemsizlik yapmazlar. Allah adına dinler ilan edip yalanlarını kutsal kitap diye yutturmazlar. Hayvanlar yalanlarına merşruiyet kazandırmak için yalanlarına siyasal boyut kazandırmazlar. Yaradandan dolayı var olduğunu bilirler. İnsanlar yalandan gerekçeler uydurarak yapmadıkları canilikler, çapulculuklar, inkârlar, talanlar kalmadı. Kendilerini Allah diye, peygamber diye insanlara yutturdular. Kuşlar hep şarkı söylerler, insanların bilmediği dilden insanlara küfretmezler. Kuşlar ne kadar güzel değil mi? hayvan oldukları için böyle güzeldirler. Ya eşekler? Gözlerinin güzelliğini bilenler bilir! Eşekler gece bile insanlara yol gösterebilirler. Yalancılar gibi değildirler, insanı doğru adrese götürürler. Kim demiş eşek akılsızdır! Yüce kudretin feraseti vardır eşeklerin üzerinde. Değersiz insanların değersiz sözleri bize yutturulurken değersizlikler zamanla teşhir olacaktır! Biz artık her sözü ölçüp biçeceğiz, ondan sonra artı veya eksi hanesine koyacağız. Bize bizim adımızla küfredildi yüz yıllarca, Dürzü, zındık, kuyruklu Kurd, Ermeni oğlu Ermeni diye! Dürzüler, Ermeniler, Kurdler dünyada yaşayan halkların ismidir, nasıl küfür olarak kullanıldı? Bu erdemsizlik kimin, hangi barbar anlayışın ürünü olduğu artık biliniyor. Zındık, kelimesi ZEND denen çok mükemmel bir kutsal kitaba inananlara verilen isimdir. ZEND AWESTA da denir bu kitaba. Düşüne biliyor musunuz bu erdemsiz yaratıklar bu isimle ‘’Zendık’’ diye insanlara küfrediyorlar! İt, eşek, kuş, ördek, manda, tilki… diye küfürler ediliyor! Hele “ kazık kadar adam” sözüne ne demeli? Erdemsizler bütün kazıkları siz kazıkladınız! Tüm doğaya, çevreye hayvanlara kazığı siz atmadınız mı? Beyinsizler biri birini “kuş beyinli” diye küçümserler. Kuşlardan ve onların beyinlerinden nasıl şikâyetçi olunabilir? Cani insanlar kendi caniliklerine tanım getirmelidir öncelikle. Sağa sola sardırmakla barbarlığını örtemezler. Eşek gibi pişman olmak! Bu ne demek? Eşek ne zaman yaptığından pişman olmuş? İnsanlar edepsizlik yaptıkları zaman bazıları pişman oluyor. O pişman olanlar insandırlar, eşek değil. Ben onları güzel gözlü eşeklerime, şarkı söyleyen kuşlarıma, kuşların şarkılarını dinleyerek aşklarını yazılarına döken meleklere, erdemli insanlara şikayet ediyorum. Bir de birbirine “it oğlu it” diye küfür ederler. İtlik kendi cinsinden olmayanlara gösterilen sadakati temsil ediyorsa bu küfrü kullanan insanlar ilkin kendi sadakatlerinin kime olduğunu belirlesinler. Bu sadakatin, köpeklerin insanlara karşı duyduğu sadakati kadar zorunlu bir gerekçesi olacağına inanmıyorum.
INSANLAR HAYVANLARA IFTIRA EDEREK SUCLARINI ÖRTERLER
Eşek hiç bir zaman yaptığından pişman olmamış. Çünkü yanlış yapmamış ki. namussuzluk yapmak insanların en büyük maharetidir. Hiç bir hayvan bu konuda insanlar kadar becerikli olmamıştır.Haşa eşekten, insanların her suçunu ya eşeğe ya başka bir canlıya malletmemeliyiz. hayvanlar insanlardan daha tahirdir.Kirli olan insanlardır.Eşekler kabe denen putun etrafında dönmezler, erdemsizlik yapmazlar, Allah adına dinler ilan edip yalanlarını kutsal kitap diye yutturmazlar. Hayvanlar böyle pislikleri yapmazlar. Yaradandan dolayı yaratıldığını bilirler. İnsanar yalanlarla yapmadığı pislik kalmadı. Kendilerini Allah diye, peygamber diye insanlara yutturdular. Kuşlar hep şarkı söylerler, insanların bilmediği dilden insanlara küfretmezler. Kuşlar ne güzel değil mi? hayvan oldukları için böyle güzeldirler. Ya eşekler? Gözlerinin güzelliğini bilen bilir! Eşekler gece bile insanlara yol gösterebilirler. Araplar gibi değildirler, insanı doğru adrese götürürler.Kim demiş eşek akilsizdir! Yüce kudretin feraseti var üzerinde. Bir daha değersiz insanların değersiz sözlerini bize yutturmayin! ölçün biçin ondan sonra yayinlayin. it de eşek de kuş da bunlardan daha değerlidir. bak bak bak hele! Eşek gibi pişman olmak! Eşek ne zaman yapitigindan pişman olmuş? İnsanlar erdemsizlik yaptıkları zaman bazıları pişman oluyor. O pişman olanlar insandırlar, eşek değil. Ben sizi güzel gözlü eseklerime, şarkı söyleyen kuslarima, gece London’da tek başına kaldıkları zaman kuşların şarkılarını dinleyerek yazılarına döken meleklere sizi şikayet edeceğim.
Şimdi Türkiye de İtalya gibi bağırsaklarını temizliyor. Gizli tanık, açık tanık formülü çok tehlikeli oldu. tehditle ya ifadesi farklılaşıyor ya da ölümle karşı karşıya geliyor. Bu süreçte tanıkların sanık gibi ya tutuklanarak ifadesi alınıyor ya da sanık sıfatıyla ifadesi alınıp serbest bırakılıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi programı İslamcı zebanilerinin görevi değildir. Bu temizlik hareketi NATO’nun bünyesinde mafyalaşan Gladio’nun ve militarist destekçilerinin Demokratik Uygarlık tarafından tasfiyesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gladio politik cephesi bunu engellemek için bir çok siyasal güçleri harekete geçirebilecek bağlantılara sahiptir. Silivri’de deprem olduğu zaman İzmirde artçı deprem olur şeklindeki ifadem bununla ilgilidir. İlkbahar eylem planları da vardır. Bu eylem planında demokratikleşmeyi kesintiye uğratmak için suikastlar, sair eylemlerle Türkiye’yi sarsıp TSK’ya muhtaç duruma sokmak. Demokrasi İslamiyete göre küfür nizamidir. Çünkü tanrısal irade değil toplumsal irade esas alınır. ne islam tanrıları bunu ister ne de sol despot tanrılar bunu ister. Çünkü toplumsal denetimin olduğu demokrasilerde despotik siyasal palyaçolar erdemsizliğini kül-köle- diktatör sevdalılarının kapalı politikasını oturtamazlar. Turgut Özalla başlayan toplumsal mutabakat bir ara kesintiye uğramakla beraber hala devam ediyor. Kiyametlerler koparılıp tekrar kesintiye uğratılmak isteniyor. Sol ve sağ tercihler demokratik zeminde olmalıdır. Demokratik gelişmelerin yok edilmesinde sol taraf olamaz, varsa sol değildir. Fethullah Gülen Said-i Nursi gibi, Mehmet Akif Ersoy gibi yeni ismiyle Milli İstihbarat Teşkilatı olan Teşkilatı Mahsusa’nin aktif elemanlarıdırlar. Sai-i Nursi Kürtleri Türk devletinin hizmetine sokmak için istihbarat ve yönlendirme faaliyetleri yürüttüğü halde, aktif olarak Ermeni katliamında yer alıp esir düştüğü halde hala ulema sıfatıyla anılıyorsa ve bu konular sol tarafından islenmiyorsa danisiklilik had safhadadır. Seçimin sağlıklı yapılmaması politikası Türk Silahlı Kuvvetlerinin dönem programıdır. Ezberler beni hiç ilgilendirmez. Kimsenin Arap sapıklığı misyonerliği olan İslamcı hareketi teşhir etme diye bir sorunu yoktur. sadece İkiye bölünen Türkiye’nin dengelerinde yer alma tercih ediliyor. Bu ise geleneksel politikadır. İslam coğrafyalarında özgür iradenin ortaya çıkması mümkün değildir. Hele osmanlı şeriat karanlığında yüz yıllarca yaşayan toplumların demokratik mücadeleyi özümsemeleri mümkün değildir. Aileler birer şiddet okuludur. Erkek -kadın ilişkileri İslami edepsizliğini yansıtır. Bu yaşam bicminin kaniksandigi bir toplum ancak AB tarafından şekillenebilir. Dünyada öyle hızlı gelişmeler var ki, kimse “bekleyin Anadolu insanı da insanı normlara kavuşsun” demez. savaş rantçıları İktisadi devlet Tesekküleri arpalığı sahipleri güçleri yettiği kadar demokratik gelişmeleri engellemeye çalışırlar. Toplum sağlıklı düşünenler değil, yönlendirilen taraflar olarak adlandırılacaktır.

KİRLİ POLİTİKACI KİRLİ POLİTİKA ÜRETİR
Kani Yado 2011(bilimsel gerçekler hiç bir zaman eskimezler)
Devlet güdümlü politikacılar ilkin konuşur veya yazar, sonra düşünür. Politikacı olmayanlar olarak biz ise, önce düşünürüz sonra konuşuruz veya yazarız. Bundan dolayıdır ki politikacıların düşünce dünyasına hiç bir katkıları olamıyor. İşte politikacılarla farkımız budur.
Siyasal bilimciler politikacı değildirler, politikacı mesleğiyle karıştırılmamalıdır. Politikacılar eski çağlardan günümüze kadar bilgiyi kirletmekle ünlendiler. Birilerini aldatma/yönlendirme gereksinimi olmasaydı politika olmazdı zaten. Bilimde insanları aldatma yoktur. Kendine ait bir dili vardır. Yanlışlarını ve doğrularını o dille ifade eder. Her yanlış bir doğruyu işaret eder ve böylece gelişir. Politikacının paradigması yalan ve hesap üzerine kuruludur.
Gördüğünüz gibi toplumun taleplerini kullanarak güçlendikten sonra ülkeleri aile şirketlerine çeviren despot önderliklere karşı aldatılan toplumlar isyana kalktılar. Politikacılar ilk aşamada toplum tarafından desteklenmek için onun taleplerini kullanıyor. Toplumun silahını elinden aldıktan sonra namluları topluma çeviriyor. Toplumsal değer yargıları, yanılgıları, saplantıları politikacının çizgisini ve rengini belirler. O zaman politikacı hem toplumu kendine benzetir hem de onun tarafından beğenilmek için ona benzer. Bundan dolayıdır ki, bilimsel düşünenlerin aksine politikacı dalkavuk olmak zorundadır.
Bu gün Türkiyede bir çözümsüzlük ortaya çıkıyorsa politikacıların kirlettiği toplumun eğiliminden kaynaklanıyor. Ne KURD toplumu sorunların çözümü için bir gayret içindedir, ne de Türk toplumu. Kim KURD’lere bir darbe daha fazla vurursa en fazla oyu o alacaktır. Çünkü politikacılar kirliliği yaratarak toplumu kendilerine benzettiler. Hesapların olmadığı yerde politikacılar olmaz. İlk çağlardan günümüze kadar bilgi kirliliğine neden olan tüm yalanlar politikacılara ve eski politik sistem olarak tanımladığımız dinlere aittir. Dinler ilkel politika statüsüne alınması gereğine inandığımız için dinleri ve din adamlarını ayrıca burada açıklamaya gerek bulmuyorum. Onlar insanları aldatmada çok mahirdirler.
KANİ YADO
PALYAÇO LİDERLİKLER DÖNEMİ TARİHE KARIŞACAK
Artık ‘tanrı kral’ dömnemi bitiyor. Yani liderlere, krallara bağlılık denen cahş dönemi bitiyor. İsterseniz ‘tırşıkçı’ deyin isterseniz ‘cahş’ deyin fark etmez, iki tanım da aynı anlama geliyor. İrade konusu uygar olmak veya olmamak ile ilgilidir. Uluslararası yargı sistemi çalışıyor. Ülkeleri aile şirketlerine çeviren bu palyaçolar artık tarihe karışıyor. Soytarilara geçit verilmeyecektir. Uluslararası hukuk ve caydırıcı askeri güç Demokratik Uygarlık ilkeleri doğrusunda icra edecektir. Köleci toplum geleneğinden günümüze kadar süren despotik sağ ve sol önderlikler tarıhe karışacaktır. Bunların ehven-i şerri yoktur.
Palyaçoluğun tarihine bir göz attığımızda, İlk çağlarda krallar(liderler) kendilerini tanrı olarak topluma kabul ettirdiler. Tüm buyruklarını tanrı sıfatıyla iradeleri gasp edilen kölelere sundular. İnsanlarda düşünme yeteneği geliştikten sonra, insanlar buna itiraz ettiler. Bunun üzerine kral-liderler kendilerini tanrının elçisi olarak tanıttılar. Tanrının buyruklarini kölelere iletmekle görevlendiririldiklerini iddia ettiler. Nebi-kral dönemi dediğimiz bu dönemde, insanların yüreğine dini korkular indirilerek kul-köleleri kendilerine bağladılar.
O günden günümüze kadar süren dönemde insanların bilinçaltıları korkuluklarla dolduruldu. Yazının icadından sonra bu buyrukları kutsal kitaplar şeklinde kalıcılaştırdılar. Tıpkı Muammer Kaddafi’nin yeşil kitabı gibi bu buyruklar kul-efendi iliksisinde ilkel anayasa olarak kul – kölelerin yönetilmesinde esas alınır. Siyasal bilimler ve hukuk açısından açısından yapılan analizler Hammurabi kanunları ve diğer yazılı kutsal kitaplar dönemlerin toplumsal özelliklerini yansıttığı görülecektir.
Çağımızda faşist önderlik ve sol despotik önderlikler de iradenin gaspı ölçü alındığında ‘nebi-kral’ döneminin devamı olarak anlaşılacaktır.
Korkular ve korkuluklar konusu sosyal bilimler, siyasal bilimler ve psikoloji bilimleri tarafından daha fazla açılması gerekir. Çağdaş olduklarını sanan insanların hala hangi çağın düşüncesinde çakılı kaldıklarının bilince çıkarılması gerekiyor.
21 MART ASTRONOMİ BAYRAMIMIZDIR
21 Mart Kurd’lerin astronomi bilimi zaferidir. Dünyanın sabit olduğu güneşin ve yıldızların dünyanın etrafında döndüğünü düşünüyorlardı. Gericiler bu yer merkezli düşünceye dayanarak dünyanın öküzün boynunun üstünde olduğunu iddia ediyorlardı. Bu gün cahiliyede kısmet bulanlar 21 Martı yani Newrozu, ya Hz. Ali’nin doğum günü, ya Ortaasya Destanı’na ya da Firdevsi’nin Şehnamesine bağlıyorlar. Hele tesadüfe bak hepsi 21 marta denk gelmiş! Ne gülünç ve rezil bir durum! Yok yok denk gelmemiş üfürkçülerle alay ediyorum! Bilim adamları dünyayı tanımaya çalıştıkları zaman Tanrıların işine karışıyorlar diye diri diri ateşe atılıp yakılırken, yalancılar kahkaha atıyorlardı. Biz kahkaha atmayacağız, alay edeceğiz! Tanrılar adına söyledikleri ve yazdıkları yalanlarıyla alay edeceğiz. Yarattıkları tanrılarıyla, etrafında döndükleri putlarıyla da alay edeceğiz.
Dünya genelinin cahiliye dönemini yaşadığı zaman Mezopotamya üstün uygarlığı yaşıyordu. Fırat ve Dicle arasındaki yeşil cennet adıyla anılan bu coğrafya Milattan Önce 3000 yıl önceden itibaren astronomide çok ileri bir durumdaydı. Milattan sonra 650 yılına kadar uygarlıkta zirvedeydi. 651 yılında Mekke putperestlerinin Sasaniyan ülkesini işgal ederek yakıp yıkmıştır. Üniversiteler, kütüphaneler, tüm kültür ve bilim kurumları yakılıp yıkılmıştır. Tüm kitaplar İslam’a mugayir görülerek yakılmıştır. Bu barbar istilasından kaçabilen bilim ile uğraşanlar Anadolu’nun içlerine doğru göç etmişlerdir. Barbarlar Anadolu’nun içlerine kadar dayandılar, daha sonra 1071 tarihinde Anadolu’nun işgali ve 1453 yılında İstanbul’un ele geçirilmesi, Doğu Roma imparatorluğunun son bulmasıyla Mezopotamya’dan Kostantinapolis’e kayan bilim Roma’ya göçtü.
1490 yıllarında Kopernik dünyanın güneşin etrafında döndüğünü iddia etti. O sıralarda Mezopotamya’dan getirilen kitaplar tercüme edilmişti. Bu durum bilimde patlamaya neden oldu. Böylece Mezopotamya ateşi Roma’da da tutuştu. Hıristiyanlık öncesi cahiliye ve Hıristiyanlık istibdadında yaşayan Avrupalılar Mezopotamya ve Anadolu’dan gelen kaynakları kısa sürede tercüme ederek siyasette, felsefede özgürlüğün meşalesi yakıldı. Ortadoğu’da, Mezopotamya’da, Anadolu’da kaybeden insanlık Avrupa’da Mezopotamya meşalesini kısa sürede yakarak karanlığı yırtmaya başladı. Rönesans’la başlayan insanlık hareketi Demokratik Uygarlıkla tüm Dünya için özgürlük ateşi oldu.
Biz artık Newroz’a bir anlam veriyoruz. Yarasanın ışıktan korktuğu gibi bilimden korkanlar ya Hz Alinin doğum günüyle sulandırdılar, ya da efsanelerle rastgele masallar uydurdular. Firdevsi’nin Şehname’sinde Arı olmayan barbar kavimlerin zulmünü belgeliyor. O tehlike hala sürmektedir. Mezopotamya’nın İslam ordularının işgaliyle karanlığa girmesi dünya için büyük bir talihsizlik oldu. Bu karanlıktan her kes nasibini aldı. 21 Martlar bilimin karanlığa vurduğu en büyük darbedir. Elbette kutlanmaya değerdir. Bu olayı sadece mitolojik anlatımla, masallarla insanlara anlatmanın bir faydası yoktur. Dine ve particiliğe ilgi fanatizmi insana bir katkı sunmaz. Özgürleşme bilinçle olur. Siyasal ve dini yalanlar insana insanı bilinç kazandırmaz. Sadece alkol sarhoşluğu gibi bir uyarıcı etkisi olur.
Dünyanın etrafına yerleştirilen uzay istasyonuna gece kaç kişinin başını kaldırıp baktığını tahmin etmek kolaydır. Günde üç buçuk defa dünyanın etrafında tür atan bu istasyon yıldızdan büyük, aydan küçük parlak bir yıldıza benzeyen bu istasyon insanlık için 21 mart tespiti kadar önemli bir astronomik zaferdir. Dünya yaklaşık 12740 km çapında yuvarlak bir gezegendir. 23 derece 27 dakika ekseninden eğiktir. Güneş etrafında elips şeklinde yörüngesinde yol alırken bu eğimle güneş ışınlarını dik veya eğik olarak alma pozisyonuna girer. 21 Marttan itibaren bu eğim 23 derece 27 dakika için yol alır. 22 haziranda maksimum noktayı bulur ve kuzey kutuplarına yakın olan yerlerde gece yoktur, aylarca güneş batmaz. Güney kutbuna yakın yerler ise bunun tersi zuhur der. 23 Eylüle kadar uzun gündüzler devam eder. 21 mart gibi o gün, gece ve gündüzler eşittir. Bu tarihten sonra geceler gündüzden daha kısa olur. 22 Aralıkta en uzun gece ve en kısa gündüzü yaşarız. Bundan sonra gündüzler uzayarak 21 martta tekrar gündüz ve gecelerin eşit olduğu güne kadar devam eder. Newroz Bayram olarak kutladığımız o günden itibaren gündüzler gecelerden saha uzadıkça sıcaklar artar ve biz bol güneş görürüz.
Dünyanın çapı, 12 740 km. kendi etrafında 23 saat 56 dakika 4 saniye sürede turunu tamamlar. 365,25 defa tür atar. Yani yılda 365 gün 6 saat turunu tamamlar. Onun için her 4 yılda bir Şubat ayı 29 gün çeker. Bir gün 24 saate yakındır. Biz bu sürenin tümüne gece ve gündüz diyemeyiz. Bazen bu sürenin tümü gündüz olabiliyor. Mesela kuzey kutbuna yakın yerlerde yazın ortası sürekli gündüzdür, yani 24 saat gündüz oluyor. Veya kışın bunun tersi oluyor. ılıman ülkelerde sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitleri olarak vakitler tanımlarken kuzey kutbuna yakın yerlerde her zaman bu vakitler olamıyor. Yazın ortasında sabah, öğle ve ikindi vaktinden başka vakit yoktur. Yani akşam olmuyor ve dolayısıyla yatsı da olamıyor.
ÖZGÜR KADIN KENDİ GÜCÜYLE AYAKTA KALMASINI BİLEN KADINDIR
Erkek egemenliği araçları dediğimiz tüm erkek dinleri, tüm erkek siyasetleri ve diger sistemlerinin yalandan yarattıkları korkuluklar teşhir edilmedikçe, bu korkuluklara tutsak olan kadınlar önlerini göremezler. Önlerini göremeyen annelerin doğurdukları nesil manen yetim kalacaktır. Her kes bu erkek sistemlerinin yalanlarıyla kuşatılmıştır. Kim bu çemberi yarıp da yalanları teşhir edecek? Siyaset despotlarla, dinler Allah adına söylenen yalanlarla, şiddet kahramanlık masallarıyla besleniyor.
Biz diyoruz ki:
Genelde topluma özelde kadına uygulanan tahakküm gücü, tarafınızdan verilen güçtür. Sizde kalması gereken bu gücü başkasına verdiğiniz takdirde, gücünüz döner sizi vurur ve mücadeleyi kaybettiginiz bu noktada siz yeni tanrınıza secde ettirileceksiniz. Tanrıça diye pohpohlandığınızda gerisinin geleceğini unutmayınız. Bu asırda size cariye diyemezler; utanırlar! Utanmak ardandır ama arsızlığın hala devam ettiğini unutmayalım.
Egemen köleci erkek, insanları korkuluklarla teslim almak için dinler ilan ederler. Allah adına yalanlar söyleyerek toplumun erkek egemenliğine meşruiyet kazandırırlar. Erkek, erkek olduğu için değil, insanı köleleştirmeye eğilimli olduğu için kadınlar üzerinde tahakküm kurar. Köleci toplum gelenegınden gelen ve hiç bir işe yaramayan erkek bile en azından kendine ait olduğunu düşündüğü kadın üzerinde iktidarını sürdürür. Onun inancına göre kadın tarla, kendisi o tarlayı süren öküzdür. Tarlanın sahibi ise kendi yarattığı bir tabudur.
Geleneksel köleci toplum teslimiyetçiliği kendini sosyalist topluma kadar sürdürebiliyor. Kadın bu yaşamda daha muhafazakar bir tutumuyla bu teslimiyeti nesilden nesile aktarmada daha elverişlidir. Anadolu yerli kadının binlerce yıllık inancından kaynaklanan ‘tavşan etini yememe’ muhafazakarlığı bu özelliğinden dolayıdır. Belki teslimiyetçilikten beslenen bu muhafazakarlığı, onun Allah’ın Ademi itina ile yarattığı halde, ona değer vermediğini kanıksamıştır ki erkeğin kaburgasının altından zuhur ettiğine inanıyor.
İnsanoğlunun mitolojisi de insan kadar yalancı olup bu yalanların tesirleri asırlarca devam ediyor. Sanmayın ki bu durumda bir adaletsizlik vardır. Ezen ile ezilenin dostluğudur, işbirliğidir bu. Mağdur olan kimse yoktur, sadece zulmetme sırası vardır. Ezilenler güçlendiği zaman ezer. İşkence mağdurları güçlendiği zaman işkence eder. Soyulan insan fırsatını bulduğu zaman soyar. İşgale uğrayan toplum güçlendiği zaman işgalci olur. Özgürlük, bağımsızlık, insan hakları gibi kavramları kullanan siyasal aktörlerin bu kavramları maske yaptığına tarih şahit oldu.
Artık insanlar eskici pazarlarına düşen siyasal umutlara güvenmiyor. Bu yüzden iradesini tanrılara kaptırmadan, birey kendini kendinde inşa etmeyi esas alarak geleceğini belirleme işaretlerini veriyor. Bunun gerçekleşmesi Demokrati Uygarlıkta olanaklıdır.
KANi YADO
Mekke putperst çıkışlı vahşetler MS 6. asırdan sonra Mezopotamya uygarlığına son verdi ve insanlığı bitirdi. İslamda şiddet esastır. İslam işgal, zülfikar ile kılıç ile övünür. İslamda şiddet kanıksanmıştır. Zulfıkarın üzerine yazılan kelime-i şahadet ile köleci toplum barbarlığı tescil edildi ve zülfikar şeriatın simgesi haline geldi. Zülfikar Alevilerin yüreklerindeki alevi söndürdüğü ve yerine Şiilıği ikame ettirdiği için dünya insanlığına karşı suç işledi. İslam Vatikan’ın yaptığı gibi, insanlıktan özür dilemedikçe insan sayılmayacaktır insan vicdanında. Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarının ortadan kaldırılması Ali’in zülfikarının ve Yezidin kılıcının başarısı olarak kabul ediliyor ve bundan övünçle bahsediliyor. Alevi, Ermeni, Kürt katliamıyla öğünür ve kahramanlık sayar. Ülkeleri işgal etmeyi Allahın insana ihsan ettiği en meşru hak olarak telakki eder. İslam cariye ticaretini, yani beyaz kadın ticaretini helal kılmış. Zülfikarın ve Yezidin kılıcının savaş ganimetlerin başında sayılan cariyeleri en büyük ganimet sayar. Mümin gücü kadar cariye, yani seks kölesi satın alabilir ve ihtiyacı olan bir mümin kardeşine hediye edebilir veya satabilir. İşte bu yüzdendir ki Müslümanlada bilinçaltı kirlidir. Gönül isterdiki biz Müslümanlar dünyanın en erdemli toplulukları olsaydık. Maalesef değiliz. İnsan olmakta hep sınıfta kalırız. Çapulculuk en üstün meziyet görünür. Onun için barbarlarda ‘Fatih’ ismi çok yaygındır. İslam büyüklerinden kendi yatağında ölenlerin sayısı çok azdır. Biribirlerine karşı yaptıkları suikastlerle genellikle öldürülmüşlerdir. Türkiye ordusu, Türkiye polisi neden insan haklarına saygılı olsun ki? İnsan olan insan haklarına saygılı olur. Türkiyede aileler birer şiddet okuludur. Yakında gine kurban bayramına şahit olacaksınız, kurban kesmek şekli bile dünyanın ilgisini çekti. Kısacası yamyamca kesim… Çocukların gözleri önünde kuzular kesiliyor, yani çocuk daha çocukluğunu yaşamadan canilestiriliyor, kanla tanıştırılıyor. Kurban kanını çocukların alnına vurmak insan olmadığını kanlı imzasıyla tasdik edioyr. Kardeşlerim, paylaşmak birbirimize yağ çekmek değildir. Paylaşmak yalanlarla kendimizi kahraman, evliya, karinca ezmez olarak tanıtmak değildir. İnsan kendi yalanından ve Allahın adına söylenen yalanlardan kurtulugu zaman insanlık erdemiyle tanışır. Gücümüz yoksa mağdur, güçlüysek Türk polisleri gibi işkenceci oluyorsak, magdurlugumuz zalimligimizin bir aşamasıdır demektir. İlke olarak yanında olunur ama insanı bir değer biçilmez. Allah bu gözleri yaratmışki onunla gerçeği görmek, akıl vermiş ki doğruyu kavramak, kulak verdi dogrulari duymak için… Barbarlık ile Allah sevgisini birlikte yaşamak mümkün değildir. Allah adına söylenen tüm yalanlar artık deşifre oldu. Müslüman toplumları bu yalanları artık sezdiler, 21. yüzyılda islam rönansansinin ılık kıvılcımları başladı. Avrupada din istismarcılarına karşı insanı hareketin savaşa dönüşmesiyle milyonlar öldü. Köylülük ve din adamları bir cephe, aydınlar ve o zamanın yeni nesli ile emekçiler ve müteşebbisler bir cephe olmuştu. Savaş milyonların ölmesine neden oldu, savaş 30 yıl devam etti. Kiliselerin cennette arsa satmaktan vaz geçmesi, insan haklarına saygılı davranması, kilisenin kendi alanına kapatılarak laiklik uygulamsıyla demokratik uygarlığın yolu açıldı.
ALAW IŞIK AYDINLIK VE UYGARLIK
Yaşamın temel gayesi mutlu olmaktır. Mutluluk para ile satılsaydı her kes onu almaktan geri kalmazdı. O insanlık erdemi ile beslenen bir yaşam enerjisidir. Geçmişi belirsiz, geleceği belirsiz insanin içinde bulunduğu boşluğu umut denen ruh fakirliği doldurur. Mutlu olmak istemekle insan mutlu olmaz. Mutluluğun dayanakları vardır. Mutlu olmak için bunun sosyal, kültürel dayanaklaiyla ile birlikte güçlü bir kişiliğin oluşması gerektiğini söylemek yanlış olmaz. Mutluluğun kendine özgü bir yürek dili vardır. Mutluluk için insanda mevcut olan iki organ esastır. Biri yürek diğeri gözdür. Yürek vicdana, göz görme yeteneğine sahiptir. Siyasetler, dinler, her türlü yalanlar ve yalancı insanlar en etkili yöntemleri kullansalar dahi bu iki organı aldatamazlar. Dünyanın en becerikli yalancısı yalan söylediğinde, gözün o yalanı tasdik etmediğini fark edebilirsiniz. Dünyanın en azılı katili bir cinayet işledikten sonra vicdan onu hayatı boyunca sorgular ve rahatsız eder. Mutlu insanın bu iki organa sadakat bağları çok kuvvetlidir. Yalanlara alıştırılmamış insanlar gördüklerine inanırlar, yani ‘bakar kör’ değildirler.
Nereden geldiğini nereye gideceğini bilmeyen insanlar mutlu olamazlar. Onlar kendilerini sürekli bir boşlukta hissederler. Bu boşluk onları rahat bırakmaz. Aile içi ilişkilerde, cevre ile olan ilişkiler sağlıklı olmaz. Boşluktaki insan kendini ispatlamak için ya dinsel yalanlara veya bireysel yalanlara başvurur. Dinsel limanlara demir attığı zaman büyük yalanlara başvurur. Ya İslam-Şii yalanlarına baş vurarak Hz. Ali’nin düldülünün ayak izlerini taşlarda görür ya da dardağan ağacından yaptığı bir asayı ustaca boyayıp Hz. Alinin asası olarak ilan eder. Bununla hem ilgi odağı olur hem de ekonomik getiriye sahip olur. Hatta bazıları bu yöntemle içinde bulunduğu derin ilişkileri gözden kaçırır. Kimi de Sünni şeyhin kapısının kulu olarak toplumda saygınlık kazanır ve hayati boyunca efendisinin meziyetlerini anlatarak mutluluğunu kazancına tahvil eder. Ortadoğu’nun zengin bir mitolojiye sahip olmasının dayandığı yalanlar hala onu yaşatmıyor mu? Yalanlara dayalı yaşamın toplum üzerindeki etkileri aynı zamanda birer sorun olarak da dünyanın gündemine oturduğunu da görüyoruz. Yaşadığımız ülkede İslam kültür misyonerlerinin Şiilikle aldattığı Aleviler ve yine aynı misyonerlerin aldattığı Sünniler, inandıkları yalanları toplumsal yaşam biçimine uygulamak istedikleri zaman sorunun altından nasıl çıkarız? Anadolu insanını dayandığı Anadolu kültürel zenginlik bu ithal yaşam tarzıyla uçup gittiğinin fark eden yok. İnançlara saygı temelinde her kes bu talihsizliği hem onaylıyor hem de kanıksıyor. Kimse kendisine yabancılaşıp arabesk kültürle buluşmanın getireceği boşluğun felaketini hesap etmiyor. Sadece siyasal nedenlerle üstünü örtüyor. Kendine ait olmayan bir boşlukta biçimlenen bir yaşam biçimi insanı nasıl mutlu eder? İnsanin kültürel dayanakları da ait olduğu coğrafyaya, iklime uygun olması gerekir. Suudi ve çevresin sıcak iklim koşullarında şekillenen dinsel-kültürel yaşam Anadolu coğrafyasında şekillenen insan ile uyumlu olamaz. Bu kültür dinlerle birlikte ithal edildiğinde çok komik manzaralarla karşılaşmak mümkündür.
Dünün ne oldugunu, bu günün nasıl seyrettiğini, gelecegin nasıl olacağını merak etmek gerekiyor. Bu gün dünün devamı olacagina göre aynı zamanda yarının öncesidir. Her insan en yakın çevresinden başlayarak mensup oldugu topluma aidiyet çerçevesinde bir tanımlama getirmesi lazımdır. Yaşam serüvenleri, resmi ideolojilerin azizliğine uğramamış haliyle elde edildiği takdirde önemli sonuçlar çıkarılabilir. Bu yöntemde, bir noktadan hareket ederek önemli sonuçlara ulaştığınızı fark edeceksiniz. Bu dayanakları olmayan yöntemlerin vardığı istikamet istenen sonuçlara ulaşmadığı görülecektir. Mesela İslamiyeti Mekke merkezli köleci toplum barbarlığıyla ilişkilendirmeyen bir anlayışa sahip bir kaynağın sağlam olamayacağını bilmek gerekiyor.
Milattan sonra 600 yıllarından sonra Mekke köleci toplum barbarlığının Mezopotamya’yı işgal etmesiyle bu coğrafyadaki bilim insanlarının Anadolu’ya kaymasına, 1071 tarihinde Çaldıran savaşından sonra Kostantinapolise, oranın da Osmanlı barbarlarının 1453 yılında işgal edilmesiyle bilimin Avrupa’ya kaydığını ve bununla birlikte Dünya Demokratik uygarlığına geçiş koşullarını hazırlayan Rönesans’a neden olduğunu tarihi bir olay olduğu biliyoruz. Resmi tarihe çakılı kalanların ezberciliği onları önünü göremez duruma getiriyor. Mezopotamya insanı, İslam köleci zihniyetiyle öyle körleşti ki çağdaş uygarlığa neden olan temel aktör olduğunu göremiyor. Mezopotamya Ateşten ALAW Alaw’dan ışık, ışıktan aydınlık, aydınlıktan uygarlık yarattı. Mekke putperest köleci toplum barbarlığı tarafından kovalanan bu aydınlık çağdaş uygarlığın inşasının temel nedeni oldu. Bu gerçeği kavramayanlar Ali’ci ve Muaviyeci köleci toplum İslam gericiliğinde yarışıyorlar. Avrupa’da Demokratik Uygarlığın inşasına neden olan aydınlık Kuzey Afrika üzerinden tekrar çıkış noktasına doğru bir çember çizerek Mezopotamya’ya doğru ilerliyor. Avrupa’da 30 Yıl Savaşlarıyla yüz binlerin ölümüne mal olan bu aydınlık hareketinin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halk hareketlerinde ne kadar insan ölümlerine neden olacağını tahmin etmek zordur. Çünkü bu günkü dünyamızda caydırıcı uluslararası güçlerin varlığını unutmamalıyız.
KANİ YADO
Xudasının en büyük hediyesine sahip, onunla gülüyor yüzü…Elinde silahı yok, onun yarattığı eserine düşman değil. Askere gitmemiş, kimseye silah doğrultmamış, insan düşmanlığıyla öğünmemiş. çete olmamış, ter temiz bir yürekle kendi yüceliğinde yaşıyor. İnsana düşmanlık etmeyen her insan Xudasına yakındır. Şeytan tarikatlar, silahlı timler kurarken bu çocuklar çocukluğunda güzel dünyalar yaparlar. Cehennem zebanileri çocukları kendilerine benzetmedikçe bu çucuklar melek kalırlar. Çocuk kalsın ki yolu düşmesin Silivriye. Ey nur-i cemaline kurban olduğum yavrum hep gül ki yüzünde güller açsın. Yüzü gülmeyenlerin yüzü ihtiras ile kırışır, o kırışıklılar cehennemin yolunu işaret eder. Gül ki geleceğin gülistan, gülistanda kesk û sor û zer çiçeklerle dolsun cennetin, gül ki ülken Kurdistan olsun benim bir tanem!
MEZOPOTAMYALI ÇOCUK
Hani develer Mezopotamyayı tozu dumana kattılar ya! Milattan 6 asir sonra. Biz o zaman kuşlarla birlikte uçmuştuk Anadoluya. Daha sonra karanlık bastı bin yetmişbirde. Kuşların kanatlarına yapışmıştık Kostantinapolis yolculuğunda. Karanlık zifiri karanlık oldu bindörtyüz elli üçte. Çocuklaşan uygarlık hep kaçıyordu karanlıktan. Aydınlığın ve karanlığın hesaplaşmasıydı. Çocuklar dertlerini bir bir kuşlara anlattılar birlikte uçarken Romaya. Uzun bacaklı devenin üstündeki barbar hacı öyle koşuşturuyordu ki her yere! Her taraf korkuluklar, her taraf minare minare… Zifiri Karanlık musibeti dört bir tarafa koşarken, Romada şafak sökmek üzere. Kanatlanarak gelen Mezupotamya çocukları çocukluğunu sım sıkı avuçlarının içine alarak güneşin doğuşunu seyrettiler. Mezopotamyalı çocukları Vincenzo Galilei’yla birlikte şarkılar söylediler. Galileo Galilei bu şarkıları dinleyerek çocukluğunu yaşadı. Kostantinapolis’in işgaliyle karanlıktan kaçan Anadolulu ve Mezopotamyalı çocuklar, Romada meşaleyi yakmışlar. Bir çağı kapatıp bir çağı açtılar.
Çocuklar daha gözleriniz, elleriniz eskisi gibi küçük mü? Yüreğiniz sizin için atıyor mu? Hele dönün bir çocukluğunuza bakın ne kadar güzel! Sizi sizden alanlar, sizi kendilerine benzetmek isterler. Ne olur çocuk kalın çocuklar! Dönüp bakmayın o oyun bozanlara! Elleriniz narin, gözleriniz pırıl pırıl kalsın. 9 Yaşında cehennem zebanilerine, 13 yaşında çocukluğunuzu kaptırmayın törelere. Böyle haber gönderdiler güvercinle geridekilere. Bak ben kurduğum dünyamda çocuk kaldım. Kimse koparıp alamadı beni benden. Kendi zıkkım yaşam tarzlarına kurban edemediler beni. Çocukluğumu alamadılar benden. Aşkımı çocukluğumun kuytu köşelerinde sakladım. Gizledim gericiliğin şerrinden. Bir görseydiniz Selanikten o yanda neler vardı neler! Aşkı solmadan saklamak kolay değil. Musallat olur bütün musibetler. Aşkını kaybetmek havasız kalmaktır. Şimdi onunla yaşıyor, onunla havayı soluyoruz. Çocukluğuna dönenlerin sayısı çoğalmalı. Çoğalmalıyız, siz de dönün çocukluğunuza, kelebek olup özgürlüğe uçalım. Genç kalmak, çocuk kalmakla mümkündür. Hayata bir başka anlam katar çocukluğumuz. Biz çocuklar olarak yüreği korkularla ve korkuluklarla doldurulmuş cehenneme girmeyiz. Cennetimizi çocukluğumuzda inşa etmişiz. Onu küçücük ellerimizle nakış nakış süsledik. Cennetimiz çok güzel, her taraf kesk û sor û zer çiçeklere bezemişiz. Kürkçe, yani kendi dilimizle şarkılar söyleriz. Nağmelerimizde hep özgürlüğü sıra sıra notalara dökeriz. Uçurtmalar uçururuz hep birlikte. Özgürlüğün resmini yaparız uçurtmanın üstüne. Uçurtmayı yıldızlara yolcu ederiz güle oynaya. Uzayı severler uçurtmalarımız. Uzayın sonsuzluğu Xuda’nın sırıdır. Onlar hep yüksekte olurlar, çünkü Xuda’yı çok severler o güzel yürekleriyle. Çocukların kıblesi yüreğidir. Bakın ne kadar güzel atıyor yumuk elimiz kadar küçük yüreğimiz! Çocuklar Mekke putlarından anlamazlar, korkarlar karanlıktan. Biz hep aydınlıkta oynarız. ALAW ışık, ışık aydınlık olur yüreğimizde. Yüreğimiz bir dünyadır. Xuda’nın nuruyla aydınlanır. Barbarların savaşları yoktur dünyamızda. Kimse Xuda’nın adına yalan söylemez çocukların dininde. Puthanelerin olduğu yerden geçmeyiz. Eğilmeyiz biz. Elimiz yüreklerimizin üstünde ibadet ederiz. Odur işte vicdan dediğiniz. Taht kurmuş yüreğimizde pirimiz. Kanatlanırlar hep rüyalarında. Hayalleri nakış nakış… Haydi çocuklar hep beraber kuşlarla birlikte şarkı söyleyelim! Kuşlar güzel şarkılar söylerler. Onların dilidir şarkılar. Çocukluğunuzu kimse geri vermez. Onu koparıp alın, o minik minik avuçlarınızda saklı kalsın! İşte meyopotamyalı çocuklar dertlerini kuşlara böyle anlattılar. Kim duymadı ki karanlığın kovaladığı çocokların kanatlanarak uçtuğunu.
KANİ YADO
Milattan 6 asır sonra kanatlandık batıya
Hani develer Mezopotamya’da, tozu dumana kattılar ya!
Biz o zaman göçmen kuşlarıyla birlikte uçmuştuk Anadolu’ya.
Daha sonra
Karanlık bastı bin yetmiş birde,
Göçmen kuşların kanatlarına yapıştık Kostantinapolis yolculuğunda
Karanlık, zifiri karanlık bin dört yüz elli üçte
Güneş orada da batmıştı işte!
Devenin üstündeki putperest hacı öyle koşuşturuyordu ki her yere!
Her taraf korkuluklar, korkular!
Her taraf minare minare…
Roma’da şafak sökmek üzere.
Kanatlanarak gelen Mezopotamya çocukları
Çocukluğunu sımsıkı avuçlarının içine saklayarak
Güneşin doğuşunu beklediler hep birlikte.
Mezopotamyalı çocuklar Vincenzo Galilei’yla şarkılar söylediler.
Galileo Galilei bu şarkıları dinleyerek çocukluğunu sakladı,
Karanlıktan kaçan Anadolulu ve Mezopotamyalı çocuklar,
Roma’da meşaleyi yaktılar.
Bir cağ kapanmıştı, bir cağa ayakbastılar
Ve dönüp arkalarına şöyle bir baktılar:
Demokratik Uygurlık ışıl ışıl
Ve dediler ki:
Mezopotamyadan getirdik biz,
Uygarlığı alıp döneceğiz
KANİ YADO
Newroz.2011
Eskiden din adamı denen İslam, Yahudi ve Hiristiyan üfürükçüleri şöyle diyorlardı: Ey kafir bilim adamları, o kadar ilminize güveriniyorsaniz Allahın kadın rahmine koyduğu bebeğin cinsiyetini söyleyin! Allahın işine burnunuzu sokmaktan vaz geçin, helak olursunuz! Kendilerı helak oldular, rezil ve ruspa oldular. Şimdi üfürükçüler bu konudaki gerçeklere o pis burunlarını sokmıyorlar ama utanmıyorlar da. Hıristiyan papazları insanaliktan özür dilediler. Üzür dilemek bir erdemdir. Özür diyemeyenler utanmazlar, çünkü erdemsizdirler. Ermeni katliamında rol alan bir soytariyi bediüzzaman ilan eden bu sahtekârlar erdemli yaşamak istiyorlarsa özür dilesinler insanlıktan. Allaha inanmak Allahın ilmine inanmakla ancak ispatlanir. İnsanlıktan özür dilemeyenler Allahsız yaşarlar. Allahın nuruna, onu sevgisine kavuşmanın yolu bilimdir. Bilimsiz yaşayan her toplum Allahsız yaşamak zorunda kalır. Allahsız olmak maneviyatsiz olmaktır. Maneviyatsiz olmak kirli ruhlu olmaktır. Temiz bir ruha sahip olmanın yolu bilgidir, üfürükçülük bilim değildir. Bilim adamları teknikle Allahın yarattığı bu güzel çocuğu görür. Onun en güzel eserini görür. Üfürükçü şeyhler, eline def alıp köy köy dolaşıp dilendiler. Hem de üfüre üfüre dilendiler. O üfürüğün tesiriyle birçok maymaunlaşan insananlar türedi. O insanların ilk erdemsizligi kadını esir etmek oldu. Kadının esir düştüğü bir toplumda insanlar nasıl olur? Esir insan doğurgan olabilir ama özgür insan doğuramaz. Ancak Ubeyd’ler doğururlar, Abdulcambazlar doğururlar. Kendi isimleri bile bildiği bir dilden olmaz. Çünkü ölü doğarlar, isimsiz kalırlar.
Dua: Ey XUDA ne güzel işlerin var! Senin bilimin bizim ışığımızdır. Senin nurun bizim ruhumuzu aydınlatır. Bizi işiğindan mahrum etme yerlerin ve göklerin sahibi ey Yüce Kudret! Seni matematikte sayıların sonsuzluğunda, fiziğin, kimyanın hikmetlerini yansıtan bilgilerinde, Astronomide ulaştığımız sonsuzlukta gördük. Bizim yüreğimiz sana secdededir, vicdanımız senin adaletindendir. Gözlerimizle yüce kudretini görüp ilminle ispatladık ya Xuda! Putperestler gibi avuçlarımı açıp yukarıda seni aramam, çünkü çok iyi biliyorum ki, sen ne aşağıda ne de yukarıdasın, sen her yerdesin, Putperestlerin Kâbeleri değil, yüreğimiz kıbledir sana ya Rabbim!
MOR SEVDALAR
Bu gün gökyüzü sakin ve ıssız!
Sanki masmavi bir deniz
Yıldızlara takılı kalan bakışlar
Bazen durgun ve sessiz,
Bazen dalga dalga bulutlar,
Serpilirken ülkemin sevgilileri
Yıldırımlar çakanken ölüm makineleri
Sonra çöker kızıl toprağın üstüne,
Sevdanın rengini alır dudaklar
Morlaşır sevdalar.
Gülden ve çiçekten bal alırken arılar
Hançerlerini sırt çantasında taşırlar
Yirmi bir Martta kanatlanırken her bahar,
Kaçamak öpücüklerde döllenir sevdalar
KANİ YADO
ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN ZİNİCİRLERİ KIRINIZ!
İnsanların özgürleşmesi için despotların hakimiyetine son verilmelidir.. Kölelerin yarattığı tanrıları öldürmeden, yenilik adına, değişim adına yeni tanrılar, yeni palyaçolar yaratmak insanlığa yapılan en büyük ihanettir. Tanrılar, Yüce Yaradana karşı oluşturulan şirklerdir. Biz Yüce Yaradan’ın yaradılış manasına, fiili erdemli duruşumuzla cevap olmak istiyor, tanrılar tarafından gasp edilen insan iradesinin kurtarılıp sahiplerine iade edilmesini bir insani mesuliyet olarak kabul ediyoruz.. İnsan olmak ve insanlıktan yana olmak bunu gerektirir. Hala tanrılara taze kan veren dini ve politik ikiyüzlülük, insanoğlunun iradesini gasp etmekle yetinmeyip kurtuluş beklentileri yaratarak zamanlarını da gasp ediyorlar. Hedef, süreç dahilinde parazit unsurlardan ibaret olan militar ve paramilitar şiddet organizasyonlarını reddetmek olmalıdır. Şiddet tanrıları ve şiddet araçları dediğimiz silahlar müzelerde ibret-i alem olarak hapsedilmelidirler. Coğrafyamızdaki insanlık hareketleri artık diktatörleri tarihin karanlığına gömmenin mesajlarını veriyor. Yalancıların, sahtekârların karanlık dolaplarının en fazla döndüğü coğrafyamız, bu şiddet tanrıları dediğimiz bu zebaniler tarafından sürekli kan revan içinde bırakılmıştır. Tarihin çeşitli zamanlarında köleci toplum erkek dinleri ilan edilmiş, kadınlar cariyeleştirilmiş ve insan haklarından mahrum edilmiştir. İnsanlar arasında düşmanlıklar yaratılmıştır. Halklar birbirine kırdırılarak, yarattıkları denge üzerinde parazitler hâkimiyetlerini devam ettirmişlerdir. Bilimde, üretimde Dünyaya öncülük eden Mezopotamya Milattan 6 asır sonra işgale uğramış ve karanlığa gömülmüştür. Bu durum toplumsal evrimi felç etmiştir. Falcılık, üfürükçülük, masalcılık, toplayıcılık, gaspçılık rağbet kazanmış, işgaller meşru ganimet, işgalci çapulcular kahraman addedilmiştir. Düşünce, bilim ve sanat, üretim aşağılanmıştır. Başta resim sanatı olmak üzere güzel sanatlar yasaklanmış, insanlar yapraksız, çiçeksiz, meyvesiz kupkuru ağaca çevrilmek istenmiştir. Yirminci Yüzyıl devrimleriyle de insan onuru hesaba katılmadan çağımız sınıflarının katı iktidarlarını esas alan paradigmalarla tarih tekerrür etmiş ve insanoğlu bir daha umutsuzluğa sürüklenmiştir. 21. Yüzyıl insanlığı, sınıf, ordu, parti kadro iktidarlarını reddediyor, tamamıyla insan temel hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik uygarlık hedeflenerek demokratik alt yapıların inşasını hedefliyor. İnsan iradesinin gaspına dayalı mahalli gerici oluşumlar ile kanlı sicilli devletler ve örgütler insanlığın uyanışından rahatsız olmaktadırlar. Eski yerine yeniyi inşa etmek amacıyla yeni neslin 21. YÜZYIL DİRENİŞLERİNİ SELAMLIYORUZ.
ZERDUŞT RONAHÎYE
Deme ki tab hebû,
jiyan bi şem mehtab,
jıyan bi roj ewtab bû.
Nav roj û rohanî
û nav mirovahî
derew tune bû.
Şem bi heyv û stêrkan,
roj bi ronahîya rojê ronî bû.
Evîn û hêvî hevre bû.
Çav çavan de dikeniya.
Pel li ser gulîya,
mêş li ser çîçeg,
perperik li ser gul û sosin
Bahê beharê dîlane dîlane
Helbest û stran digotin
bo dar û darîstanan.
Mîh dikaliya,
berxik dikaliya,
geh li vî haliya,
geh li wê haliya.
KANİ YADO
Ereban û misyonerên Ereban mala me xirab kirin, aqil ji serê me girtin. Di mêjoyên me de qereqolên xwe ava kirin. Kesên me kirin Himar-ul Ereb, zarokên me kirin Cehs-ul Himar. Ew bi rastî Hizb-l Ellah’in,. Ellah jî suxteye. Ew ne Xudaye. Hekîmê erd û ezmanan XUDA’ye.
Ya Xudayê Mezin! Hekimiyet û derewên Erebên bêbext, li ser gelê İslam rake! Mirov û mirovatî birîndarin. Zulm û zordestiya li ser vicdanên miratiyeye rake ya Xudayê Mezin. Nezanî û xizanî ne qedere! Cav hene nabînin, guh hene nabihîsin, mêjo heye, aqil tune! Mirov bê îrade laşe. Jiyana wan tarîye. Bê zar û bê zimanin. Dilê wan tirse, devê wan bê kene. Ya Xudayê Mezin, ziman bike devê wan, deng bike guhên wan, aqil bike serê wan!
JIYAN BI KURDÎ XWEŞE
Bê zimanê Kurdî mirov nabe Kurd, dibe cehşikek bê zar û bê ziman û bê nasname, dibe darek bê pel û bê çîçeg û bê gulî. Zimanê me him rûmeta me ye him jî resm û reng û dengê me ye.
Xeyal û xewn û evîn bi zimanê dayîkê xweş e. Eger mirov huner û edebiyata xwe bi zimanê Kurdî kar bîne şewqa wî di mêjo û dilê mirov de cîh digire. Ji binbîra xwe de siya Kemalizmê paqij bikin ki rûyê we sipî, qedera jiyana we gul û behar be.
KANİ YADO
Al kendini bir gül gibi eline,
sen sana yetersin boş ver gam ve kedere.
Dikenlerinden dolayı güle küsme!
O da olsun bahçelerimizde.
Bahçe her renk gülleriyle,
her cins ağaçlarıyla bahçedir.
Güle bir dost eli uzattığında
bir damla gözyaşıyla sulasan da onu;
gülle dostluğun, bülbülle gülün dostluğudur.
Canı sağolsun hiç de dikeni olsun.
O da olsun ki dikensizliğin kıymeti olsun.
güzel çarpan yürek güzel bakan göze hitabeder.
Güzel bakan göz güzel görür.
Onunla doğru bakmak
ve bakıp görmemek için değil.
Görmek için bakilir, görememek körlüktür
İnsan talimatla düşünemez,
Kendine ait akılla doğru düşünür,
YÜREĞİN GÜZEL İSE DİLİN TATLIDIR
Haksızlığa eğilimli insan haksızlığa uğrar,
Niyette zalim ise insan kaderi mağdurdur,
Güç getirdiğinde mağdur daha zalimdir,
Hayat nasıl görülmek istenirse hayat öyledir,
Hayata güzel bakılırsa hayat güzeldir,
Nasıl bakarsan öyle görürsün Dünyayı,
Doğru görmek için bakan göz doğru görür,
Varsa insanda vicdan doğru karar verir,
Erdemli ise insan mutlaka erdemli yaşar,
Kimde varsa mutluluğun sırrı o mutludur.
Sana ait bir iraden varsa mut seninle olur ve mutlu olursun. Sana ait olmayan bir iradede mut, ruha misafir bile olmaz, o zaman mutsuz kalırsın ve mutsuz olursun. İrade senin iktidarın, ruh senin hayat meskenindir. Mut sana ait olanı paylaşır. Sen sana ait olduğunda mutlusun ancak. Mut ruha estetik katan çok kıymetli bir enerjidir. İradesini kimseye kaptırmayan bireyin kullandığı tüm araçların, tüm enstrumanların direksiyonu elindedir. Çünkü kendi kişiliğinde iktidardır, direksiyonu kendi elindedir. Gerilik bir kazadır, gelir geçer. Güzel sandıklarımız, önümüzde barikat sandığımız o köhne engeller ne kadar basitmiş, şimdi görüyoruz. Onlar büyük değil, biz gözümüzde büyütmüşüz. İnsan kendini tüm evrenin sevgilisi, kendi hakimi kabul etmeli. Kimseye kul, köle olmamalı ki adalet tecelli etsin; o zaman hem sevmeyi, hem de sevilmeyi hak eder insan. İradesi kendi elinde olmayanlar iyi de olsa, kötü de olsa pek anlamlı değildir. İradesizler ve talimatla yürüyen askerileşen bireyler ile kendi yarattıkları tanrılara tutsak olanlar ‘insanlaşanlar’ katagorisine girmezler. Mutsuzdurlar.
Sosyoloji ilkel insanları kaderci olarak belirliyor; her şeyin kendi iradesinin dışında tecelli ettiğini sanır. Onlara göre Allah verir, Allah alır. Toplumların maddi yaşam şeklinin değişmesiyle insanların ruhsal-düşünsel şahsiyetleri de değişir. Çocuk sayısını ekonomik ve sosyal durumuna göre kendisi belirler.
Ayrıca ilkel toplumlarda bir ailede erkek sayısının çokluğu onun için askeri bir güçtü, Baba bu askerleriyle öğünür, bununla kendi güvenliğini korur. Bu askeri güçler köleci toplum öncesi klan ve ilkel komün yaşamında kurt karakteriyle savaşırken, köleci toplum ve sonrası kavimler, aşiretler ve uluslar halinde yaşarken köpek karakteriyle savaşırlar ve köpek karakterinde kavga ederler. Dikkatlice incelendiğinde eski yerleşim yerleri dağ eteklerindedir, çünkü insanlar korkunç vahşidirler, bir taraftan canavarla, doğayla boğuşurken, bir taraftan birbirileriyle. Sarıcan Zaza köyünde kim önce tepeyi zapt ederse o zafer kazanırmış. O deredeki eski Sarıcan Köyü öyleydi, her sene çok sayıda insan ölürdü kavgada. Ne zaman ki çocuklar okula verildi, talebeler o ilkel kavga geleneğini kaldırdılar. Ailelerinden habersiz toplanmışlar karar almışlar, anlaşarak düşmanlığı kaldırmışlar
Rahmetli Ramazan Adıgüzel buna öncülük yaptı. Babası daha 2 aylık evliyken kavga çıkıyor. Daha damatlık elbisesiyle köyde dolaşan yeni damat olan babası kavgaya girmek istemiyor. Biri “sen kârının tumanında saklanıyorsun, ne duruyorsun, sen erkek değil misin?” deyince o da silahını alıp kavgaya gidiyor ve vuruluyor. Ramazan o zaman daha ana rahmindeyken babasını kaybediyor. Babasının katledilmesinden 8 ay sonra dünyaya gelen Ramazana her kes ‘‘intikamını alması gereken bir şovelye’’ gözüyle bakmış. İntikamını alacağı silahı bile sandıkta saklanıyormuş. Ramazan büyüdü, okula gitti, okudu. Yüksek öğrenim yıllarında köyün okuyan gençleriyle bir araya gelerek hacı-hocaların, tırrık vırrıklerin tahrikçi yaklaşımlarına karşı ölümlere neden olan ilkel kavgalara son vermek için köydeki mağaralarda gece gizli gizli toplantılar yaptılar. Biribirine düşman edilen tarafların gençleri kendi aralarında kararlar alıp bu düşmanlıklara son verdiler. Geri kafalı yaşlı kesimin ihanet suçlamalarına rağmen artık iş işten geçmişti. Gençler kazanmıştı, insanlık kazanmıştı. İntikam peşinde koşmayıp, köy kavgasına gençlerle birlikte örgütlü bir şekilde son veren bir insanlık örneği olan Ramazan ne yazık ki daha sonra terör kurşunuyla can verecekti. Hem de uğrunda canını vermeye hazır olduğu Kürt kurşunuyla can verdi.
İnsan kendini olduğu gibi görmeli. İnsanın kendini değersiz bir varlık görmesi, kendi iradesini başka bireylere veya şirklere kullandırmasına neden oluyor. Bireyleşmemek insanın kendini yok saymasıdır. Kendini olduğundan fazla göstermek de başlı başına bir vakadır, hem de psikoterapi gerektiren bir sağlık vakası! Dünyadaki gelişmeler baş döndürecek ölçüde hızlıdır. Ortadoğu coğrafyası dinlerin gazabına, yalanların tufanına uğradı. İnsanlar bu yalanlarla çok kirletildi insan beyninin gelişmesine engel oldu. Dikkat edilirse din o coğrafyaya hâkim olduktan sonra coğrafyamız karanlığa girdi. Bizim kendimize göre dünyamız varsa yollarımız ayrılmıştır demektir. Biz mutluluğa giden yolu çoktan bulduk. O yola girdik ve bunu yaşıyoruz. Bu yaşama nasıl girdik, hiç önemli değil. Milyonlarca insan ilkellikten kopup farklı bir dünyaya yüzünü dönmüş. Taşıdığımız gözler bize aitse kendi gözlerimizle dünyayı görürüz. Doğrucular mum gibidirler. Işığı sevmeyenler de onunla aydınlanırlar. Gericiler karşı çıktıkları her şeyi bizden daha fazla kullanıyorlar. Dervrim insanın içinde kopan fırtınadır. Tüm yeniliklerdir. Eskiyi reddeden yeni yaşamdır.
Eskilikten kopup gelen her kes devrim yapmıştır devrim siyasetle olmaz, devrim insanın içinde kopan fırtınadır. Devrimci siyaset devrimin nedeni değil, sonucudur.
Güzel olan her insan devrimcidir. Her kes devrimci olamaz. Bazı insanların kendisiyle hesaplaştığında suçluyu başka yerde ararken girdiği macera devrimci değildir. Devrimci olmak güzelleşmektir, güzelleşmek bir hünerdir ve devrimin gerçeğidir. Devrimcilik eskiyi reddetmedir. Toplumun maddi yaşamı değiştikçe buna paralel düşünce de değişir, bu değişimin aktörleri devrimcidir. Militanlık farklı bir şeydir, askeri olan her şeyde kan ve gözyaşı vardır. İnsan bazen nerelere sürüklendiğini bile bilmez. Bu uğurda hayatını ortaya koyan birçok yürekli insanlar başkalarının devrim karşıtı güçlerin hâkimiyet gerekçleri olduğunu hayat deneyleri gösterdi. Bu gerginliğin getirdiği atmosferde öyle bir kin gelişti ki her kes insanlıktan çıktı, insanlıktan çıkıldığı zaman devrimcilik de biter. Hayatın gerçekleri insana çok şey öğretir Bizi işkenceye tabi tutarken bize soru sormuyorlardı. Habire vurup bizi kinlendirmek istiyorlardı, yani insanlıktan çıkarmak istiyorlardı ki insanlar şiddete yönlensinler. Canı inciyen mağdur, nereye yönlendirilmek istendiğini düşünemez.
Demek ki birileri üstünde güreşecek minderi bile hazırlamış. Onların hesapları savaşa göre yapılmıştı. Savaşı kim istiyorsa savaş rantı hesabı da ona aittir. Savaştan kârlı çıkmışlardı, uyuşturucu satıyorlardı sınırlarda, silah satıyorlardı…
Onlar ceplerini doldurdular, her iki tarafın yoksulları öldüler. Onların ölümünü bile savaşın hizmetine soktular. Çünkü her şey onların planladığı şekilde yürüyordu.
Biz düşündürülmeyelim, düşünelim artık. Fırtınalar kopsun içimizde. Güzel dünyalar yaratalım, çocukluğumuza dönelim yeni baştan. Başkalarının çirkinliği bizim güzelliğimizi bozmamalıdır. Şiddetin barut kokuları değil, içimizdeki fırtınalardır bizi devrime savuran. Devrimin rengi, sevdanın rengi gibidir. Sevdanın rengi ise mutluluğun rengidir. O şiddet ile değil, sevgi ile beslenir.
Birayê min, Xwûşkên min, delala min, hevalên min, berxikên min, por sipiyên min! dem payîze, pêşiya me zivistane bexikên min. Zivistan sare, serma mirine evîna dilê min! Mirin bê denge, mirin bêrenge, wek qebrîstana Osmaniyan. Qedera me gelek reşe ki em tev miriyan jiyan dıkın. Tarîtiya kewneperestan û xwîna reş mirine delala mın! Ax qedero ax qedero! Dayê dayê ti çima dinalê? Berxiko tu çima dikalê? Xençera zebaniyan li ber gewriya evînê û evîndariyê de dıbırıqe.Ji jiyanê xwîn diherike. Zarok li ser ewran dilîhzin berxika min. Kes nıkarın silavên Xwadê bi zimanê dahîka xwe bıdın û bıgırın dilê min. Hespên rehwan li serê çiyan dıjîn û jıyan bîrkirin . Sêwîyên me bê zar û bê ziman man delala min. Dayîk dinalê berxik dikalê. Diyarbekir diherike evîndara min. Dapîr û bapîr Jin û zilam û zava û bûk û zarok wek kaniya hêvîyê diherikin wek newalan wek ava Dîcle û Fıratê.
KURBAN VE YAMYAM
yamyamlar canlilara iskence yaptikca biz üzülecegiz. Onlar Allahin adina yalan söyleyip bu zulmü Allahin talimati olarak görüyorlar. Bir kere bu yamyamlik olayi islamiyetten cok önce vardir ve putperestlik gelenegidir ve Yahudiler tarafindan benimsenmistir.Mekke Kabe merkezli bir putperestlik gelenegidir. O döneme denk dünyanin diger yerlerindeki putperestlik Mekke putperstligi kadar acimasiz degilmis. Ibrahim sadece cocuk kurbanini engeleyerek yerine hayvan kesmeyi kabul ettirebilmistir putperestlere. Mahalle baskisindan cocugu ismaili zor kesmekten kurtarmistir. nasil ki Irakta ve diger müslüman ülkelerde kiz cocuklarini yakalayip bagirtilar icinde sünnet ediyorlarsa , o zaman cocuklari yakaladiklari gibi kurban olarak kesiyorlarmis. Biz simdi nasil hayvanlarin kan revan icinde kesimine üzülüyorsak o zamanin namuslu insanlari da cocuk kesimlerini öyle seyrederek üzülmüslerdi. O zamanin serefli insanlarinin acisi bu günkü serefli insanlarinkinden daha fazlaydi. Düsünebiliyor musunuz her aile bir cocugunu kesmek zorundaymis. Simdi bu gerici yobazlarin ne kadar erdemsiz bir gelenegi sürdüklerini anlayabiliyormusunuz? Bu kurban kesen gericiler cocuklari kesen o canilerin varisleridirler. Lanet olsun bu gelenegi dini vecibe olarak topluma yutturan Yahudilere ve onlarin takipcileri olan yobaz müslüman yahudilere. kafalarindaki Yahudi küllahlarini ve sakallarini gördügümde sanki karsimda seytan duruyor gibi ürküyorum. Müslüman Yahudiler daha cok acik renk, Diger Yahudileri siyah renklere bürünük olarak görüyorum. kafalarinin tepelerinde duran kullikleri orada nasil duruyor anlayamadim, belki yapistirici kullaniyorlar. Agalama duvarinin etrafinda veya camilerin etrafinda insani ürküten manzalari binlerce yil sonra tarihte evlatlarimiz okuyacaklar. Hiristiyanlarin yobazlari da halka cok cektirmisler. Demokratik devrimle onlari kiliselere kapatip toplumdan tecrit ettiler. Esekler bekliyorlar ki Isa tekrar dünyaya dönecek ve Dünyanin krali olacak. Be hey ahmak papazlar! Cok yakinda kralliklardan eser kamayacak insanlar tekrar kralligi kabul eder mi? Kurê kerêler! Xwadê mezine, sebir bikin. Türkiyedeki bênamazlar bu gericilerden daha sadisttirler. Nasil k putperstler Araplari taklit edip cübbe sarik, kadinlar cesitli sekillerde örtünerek taklitci maymunlara dönüyorlarsa batiyi taklit eden bênamazlar da kiclarini aciyorlar veya erkekleri papazlasiyor. Akil var mantik var. Arabistan erkekleri mecburen acik renk fistan giyerler, cünkü sicmak istedikleri zaman caddede, yolda, parkta oturup bir kac kilo sil birakip kalkarlar. Kokusu cok, lezzeti yok bu besin kaynaginini Anadolu insaninin kapmasina gerek yok. Arabistan elbiseleri de iklime uygun bir sekilde ayarlaniyor. Anadolu iklimi farklidir, o salaklarin Arap fistanini taklit olarak giymelerine gerek yok. O fistanlar kilotsuz dolasmak icindir, rahat sicmak icindir. Bu giysilerin dinle ne ilgisi var? Sibiryada da insanlar acik gezemez, orda da erkek ve kadin örtünmek zorundadir. Illah birleri mi emretsin. Kim basini örtmezse kulaklari donar ve ayni gün dölülür ve o kulaksiz kalir. Arabistanda ise günes karsisinda erkek ve kadin ince ve acik renk giymek zorundadir. Hem erkek hem kadin örtünmek zorundadir. Istanbul acik sosyetik kemalist yosmalarinin cesareti varsa yazin Arabistanda örtünmeden gezsinler sokakta. Zaten bir gramlik akillari var o da elden gider, Elazig Tmarhanesine nakledilir. Demekki iklim ve edep örtünmenin nedenleridir. Haci cavcavin söylemesine gerek yok. nasil ki Arabistanin fistanli kadin ve erkekleri öyle her yerde cöküp sicmamalari gerekiyorsa yani edepli olmalari gerekiyorsa istanbul bati taklitcisi bir erkek ve kadinin da edepli olmasi gerekiyor. Tabi bunlari kanun ve zabita kurallariyla degil, insani erdemle ve vicdanla yapmalari gerekiyor. Arap taklitciligi tam oturursa Türkyiede kimsenin tuvalete gitmelerine gerek yok, istedikleri yerde cöküp bir kac kilo birakip giderler. Insallah o günleri görmeyiz. Bir komsum var , ben inege tapmadigim icin cok üzülüyor. Diyor sen cok iyi insansin, sana aciyorum, keske inege tapsaydin. Bu dünyada her kes birbirine aciyor ama ineklere kabeye, aglama duvarina mekke-i mükerremine, vatikana ,kurbagaya, ziyaretlere, tiririk viriklere neden taptiklarini, Yüce Xwuda varken neden sirklere muhtac oldukarini kimse düsünmüyor. Bu insan denen canlilar Yüce Xwudanin eserleri oldugu icin onlardan nefret edilemez. Böceklerden, yilanlardan, kurbagalardan,kuslardan kertenkelelerden ve her türlü canlilardan nefret edilemez. Onlar da Yuce Xwudanin nurundandirlar. Sicak bölgelerin insanlarinin beyinleri yalan üretmeye uygundur, din adina, Allah adina söyledikleri yalanlar icin, ve kitaplara koyduklari yalanlar icin Yüce Xwuda tarafindan affola.
60 YIL ÖNCE HAYAT NASILDI?
Benim çocukluğumda çevremizde kapitalizm yoktu. Üretim olarak ziraat ve hayvancılık vardı. Hayvancılık daha çok göçebe bir yaşamı gerektiriyordu. Yazın yaylalarda, kışın köylere dönülüyordu. Mütegalibe sınıfı yerleşik feodal uygarlığı temsil ediyordu. Konakları ortaçağ mimarisi özelliklerine sahipti. O bölgeyi idare eden mütegalibe denen toprak sahipleri ve mütegalibe ile ideolojik karşıtlığı olan asalak sınıf olan din adamları vardı. Din adamlarının bazıları dilenciler gibi gezginciydi, bazılarının sabit mekanları vardı. Mütegalibe sınıfı, çocuklarını eğitiyor ve aydın bir platform oluşturuyordu ama din adamlarının yalanlarını teşhir ettikleri için gerilim çıkıyordu. Bu gerici din adamları eski bilimdışı kitaplarındaki yalanları kendilerine dayanak yapıyorlardı. Kitlesel destek bu gerici sınıf lehine geliştiği halde maddi güç mütegallibenin elindeydi. Din adamları yalanlarıyla duvarları yürütüyor, yılanları kamçı yapıyor, hem evdeydiler hem de üstlerinde yeşil cübbeler ellerinde Yezit kılıçları, Ali Zülfikarları kır atların üzerinde cepheden cepheye uçuyorlardı. Üfürüyorlardı ha üfürüyorlardı, nasıl olsa kimse yalanlarla ölmüyor! Çanakkale’de Anafartalar’da hep öndeymişler. Mütegalibe ise bu yalanlara gülüp günlerini geçiriyorlardı. Mütegallibe ve serf denen emekçi tarım işçileri sınıfı üreticiydi, yaratıcıydı. Din adamları, Üfürükçüler ise bu mütegallibe sınıfının yıkılması gerektiğini, bunun üstünde ilahi bir şeriat nizamı tesis edilmesi gerektiğini anlatıp bizi tahrik ediyorlardı. Ama cumhuriyet hükümetinden korktukları için manevraları sınırlıydı.İlahi nizamda sınıf hakimiyeti olamaz diye bizi ikna etmeye çalışıyorlardı. Cumhuriyetçi dedem ve babam her zaman bizi bu gerici sınıfa karşı uyarıyor, sözlerine itibar etmememiz gerektiğine dair bizi tembihliyorlardı. Üretken sınıflar maddi yaşamın geliştirici öğeleri ve dayanaklarıdırlar. Toplumu bu dayanaklardan yoksun bıraktığınız zaman toplum asalaklara yem olur. Üretken sınıfın denetimi ortadan kalktığı zaman toplumu ne sosyalizm adına ne de şeriat adına erdemli bir yaşama dayalı bir sistemde tutamazsınız. Saddam Hüseyin gibi diktatörlerin teorik cazibelerine kapılıp dünyayı kendi üstüne yıkıp toplum nefessiz bırakılmamalıdır.. Her kes önce kendini birey yapıp kendi iradesini palyaçolardan geri almalıdır ki özgürleşsin ve paylaşıma hazır duruma getirsin kendini. Kapitalizmin daha uğramadığı bir yeri ve zamanı size özetledim.
SUNNİLİK VE ŞİİLİK MEKKE PUTPEREST MERKEZLİDİR
Derin kurumların ve onlara ait kalemler tarafından “Anadolu Aleviliği” tanımlaması yapıldığında Şiilik ve Şii Türkmenler akla gelmelidir. Çok sinsice Şiilik, Alevilik olarak sokuşturulmak istenmektedir. Anadolu Aleviliği vardır, anacak bu güne kadar kimse ondan bahsetmemiştir. Şiiliği bize Alevilik olarak yutturmaya çalışıyorlar. Şeriatçı Hz. Ali, Hasan, Hüseyin hayranlığını insanların beynine şırıngalayarak Irana yaklaştırmanın amacında Türkiye’nin demokratik Uygarlığına geçişini engellemekse, bu çaba boşunadır, lütfen yorulmasınlar. Türkiye Demokratik Uygarlık hedefine çok yaklaştı, geri dönüş mümkün değildir. Türkmen Şiiliğinde babalık çelebilik ve dedelik kurumları biliniyor. Bu kurumların Alevilikle hiç ilgileri yoktur; Sünnilerin ve Türkmen Şiilerin inançsal ocaklarıdırlar. Şii Türkmenler Iran Şii şeriat düzeninin kurulmasında temel güçtür. Türkmenler Alevilikle hiç bir zaman tanışmadılar. Hz. Ali hayranlığı ve İslam Şeriatı esas alınarak biçimlenen Şiilik kendi misyonerlerini Anadolu’ya göndererek gerici işbirlikçi unsurların desteğiyle birçok yerde Şii-İslami kurumlaşmayı sağladılar.
Anadolu Şii-Bektaşi ocakları üç dinsel gruba ayrılırlar:
1-Dede Ocakları
2-Çelebi Ocakları
3-Baba Ocakları
Elazığ yöresinde bulunan Sünni Şeyh Abdulkadir Baba’yı ve Ahmet Yasevi Şia çizgine bağlı, seyit olduğunu iddia eden Tahir Şaşmaz Baba’yı (bir dönem MHP milletvekili) tanımayan yoktur. Ayrıca yöremizde devletle ilişkileri halk tarafından bilinen İzzettin Doğan Dede gibi bazı dedelerin Şii-İslamlaştırma planlamasında malum çabaları bu konuda benim iddiama somut deliller sunmaktadır. Osmanlının yayılma politikasına paralel gelişen babalık Balkan’larda daha fazla yer buldu.
Burdur -Yeşilova’ya bağlı Niyazlar Köyünde bulunan Niyazi Baba Türbesi ve türbeye ait camisi mevcut olup, bu türbeyi ziyaret ettiğinizde bu şahsiyetlerin Şii olduğu net olarak görülmektedir. Anadolu’da Alevi şahsiyetleri veya kurumları olarak yutturulan binlerce buna benzer örnekler vardır. Sözde Çorum Alevilerinin inşa ettiği Hazreti Ali Camisinin Alevilerin hangi inançsal ibadet geleneklerine uyuyor? Birçok Şii Şahsiyet ve Kurumlar Alevilikle ilişkilendirilmektedir. Peki, bu Türkmen Şiilerini Alevi olarak bize tanıtanlarının hesabi nedir? Alevi sorunu da Ziya Gökalp Sosyolojisine göre dizayn etmenin siyasal duruşu hiçbir insana yakışmaz. Şiilikte ve Sünnilikte 12 imam ve camiye sadakat vardır. Bu sadakati tüm Anadolu baba, çelebi ve dede dergahlarında görmek mümkündür. 12 imamlardan İmam olarak bir tek Aleviye rastlamak mümkün değildir. 12 imamlar namaz kılan, şeriata bağlı müminlerdir. Zaten Alevilikte imamlık denen bir kurum yoktur. Sunilikte ve Şiilikte namazda ‘’vorbeter’’ imam olarak tanımlanır. Kürdistan’da da bu tür Şii örgütlenmesi üzerinden İslam’la buluşma misyonerleri olan dedelerin, çelebilerin ve babaların kendilerine bağlı olan unsurları camiye yönlendirdikleri bilinen bir hadisedir. Dersimde sinsice kurumlaştırılmak istenen dedelerin de misyonerlikleri gereği Alevileri camiye yönlendirmeye başladıklarını duyarsanız hiç şaşırmayın. Şii olmak isteyenlerin Allah yolunu açık etsin. Kerbela Kasabası coğrafyamıza çok yakındır; Orada 12 imam değil, 12 bin imam bulmak mümkündür. İsteyen siyah çarşaflı, eli zincirli kardeşleriyle arabesk matemlere katılmak üzere oraya gidebilir. Ancak Aleviliği Şiilik olarak gösterenlerin yarattığı bilgi kirliliğine izin vermeyeceğiz. Bütün dünyada din ve mezhep mensupları, kendilerine ait dini ve mezhebi bilirler. Bir Sünni’ye Sünniliği sorsanız size Sünni İslami anlatır. Bir Hıristiyan’a sorsanız size Hıristiyanlığı anlatır. Bir Aleviye Aleviliği sorsanız size Şiiliği anlatır; Aleviliği bilmez. Aleviler, Alevilik ile Şiiliği biri birine karıştıracak kadar bilgi kirliliğine sahiplerse bunun nedenlerini ancak kozmik odalardaki arşivlerde bulmak mümkündür; çünkü bu bilgi kirliliğini yaratan güç devletin özel savaş birimleriyle ilgilidir. Aleviler, kendilerine derin(!) tepside sunulan Şiiliği reddedip Aleviliği tercih etmezlerse ileride Anadolu’nun en gerici unsurları içinde yerlerini alabilirler. Zaten mevcut Hükümet İran’la ilişkilerde kazandığı ivmeyi taçlandırmak için kullanabilecek gerici Şii unsurlara ihtiyaç duymaktadır. Aleviler hep Şiilikten bahsederler. Eğer bir gün Aleviler kendilerinden bahsederlerse korkuyu atlatıp Anadolu’yu aydınlatmayı müjdelemek anlamına gelen bir çabanın içine girdiklerini gururla söyleyebilirim. Çünkü Alevilik Işık(alev) olarak zuhur etti, ışık saçarak aydınlatmaya(Alevilik) devam etmelidir. Işık Alevileri terk etmedi. Bütün kaynaklarımız, edebimiz, insancıllığımız olduğu yerde duruyor. Aleviler ışığı/Alevi terk edip Şiiliğe/gericiliğe saptılar. O zaman Aleviler ışığa geri dönmeli ki aydınlık yüzleri görünsün. Ortadoğu putperstliği Mekke putperest merkezli bir karanlıktır. Bu karanlığa giren kimse iflah olmamıştır. Mekke putperestliği bireyin ve toplumun iradesini felç eden kirli siciliyle tarihin kara sayfalarına geçmiştir. Erkeklerin dini ve erkeklerin tarihi yalanlarla doludur. Şafak sökmeden IŞIK/ALEV her tarafı aydınlatmadan bu yalanlar görülmezler. Alevin ışığında Alevileşmeyen insanlar bizden değildir. Ali, Hasan, Hüseyin taraftarlığı olan Şiilik, Sünni gericilik gibi insanlık onurunu yaralayan bir vahşet olarak Dünya insanlığı için potansiyel bir tehlikedir. Acaba vahşetin simgesi olan Zülfikarları, İslam’ın cani kılıçlarlarını boynundan söküp atan bilinçli bir Alevi neslini görecek miyiz? Biz kanın değil saygının, sevginin, sevdanın rengine hasretiz.
Ağlama duvarı, Vatikan ve Kabe gibi putlardan umudunuzu keserseniz Xudayê erd û ezmanan yüreğinizde ve şuurunuzda zuhur eder. Önünde secde ettiğiniz putlarınızı kaybederken, kendinizi bulursunuz. O zaman tabulaştırdığınız palyacolar, kerler, sîpikler tirrik virriklere ihtiyac duymazsınız, başkası olmaktan çıkar kendiniz olursunuz.
Hele bak hele bak! Aşiret çağın imkanlarini kullanarak toparlanıyor, akrabalar biri birini buluyor. Korkuyorum yeniden köleci toplum uygarlığına geçeceğiz! Kimim sayısı daha fazla ise zülfikarını sallasın, Anadolunun tüm değerlerini yerle bir edip yerine Mekke Putperest Şii uygarlığını kursun. Önderiniz şeriatçı Hz. Ali, murşidiniz okuma yazması bile olmayan deveci Meho! Vay benim halime! Cahil nebi olursa, lider şeriatçı bir zülfikarlı cani olursa, Allah bana yardım etsin. Anadoluda insan kıtlığı mı vardı Arap devecilerine ihtiyaç duyduk?
Way dayê va çı hale, va ci hale, va çı derd û kul û êşe? Xuşk û birayên mın, tarîye tarîye, çav çavan nabînî rebeno! Gûxuran erdê Anatoliyê reş kırın, qımıl pelên daran paqış kirin, dar bê gulî, dar bê pel, dar bê çîceg…
16, 17, 18, 19 KASIM’da islam öncesi zamanlardan günümüze sirayet eden geleneksel Kurban Bayramında masum hayvanları koruyunuz. Cehalet tüm canlılara karşı tehdit unsurudur. Bazı töreler köleci toplum inançlarının himayesinde kamufle edilse de vahşettir. İnsanlaşma sürecini tamamlamayan toplumlar başka toplumların ve tüm canlıların yaşam hakkına saygı duymazlar. İnsanlar canlıları katlederek değil, Yüce Yaratan’ın sonsuz büyüklüğnde, insan ve doğa sevgisinde kendilerini ifade etmelidir. Bayaramlarımız, festivallerimiz, zevkimiz, coşkumuz kan üzerinde değil, bu esaslar üzerinde şekillenmelidir.
Derin kurumların ve onlara ait kalemler tarafından “Anadolu Aleviliği” tanımlaması yapıldığında Şiilik veya Şii Türkmenler akla gelmelidir. Çok sinsice Şiilik, Alevilik olarak sokuşturulmak istenmektedir. Türkmen Şiiliğinde babalık çelebilik ve dedelik kurumları biliniyor. Bu kurumların Alevilikle hiç ilgileri yoktur; Sünnilerin ve Türkmen Şiilerin inancsal ocakradirlar.
Anadolu Şii-Bektaşi ocakları üç dinsel gruba ayrılırlar:
1-Dede Ocakları
2-Çelebi Ocakları
3-Baba Ocakları
Elazığ yöresinde bulunan Sünni Şeyh Abdulkadir Baba’yı ve Ahmet Yasevi Şia çizgine bağlı, seyit olduğunu iddia eden Tahir Şaşmaz Baba’yı (bir dönem MHP milletvekili) tanımayan yoktur. Ayrıca yöremizde devletle ilişkileri halk tarafından bilinen İzzettin Doğan Dede gibi bazı dedelerin Şii-İslamlaştırma planlamasında malum çabaları bu konuda benim iddiama somut deliller sunmaktadır. Osmanlının yayılma politikasına paralel gelişen babalık Balkan’larda daha fazla yer buldu.
Burdur -Yeşilova’ya bağlı Niyazlar Köyünde bulunan Niyazi Baba Türbesi ve türbeye ait camisi mevcut olup, bu türbeyi ziyaret ettiğinizde bu şahsiyetlerin Şii olduğu net olarak görülmektedir. Anadolu’da Alevi şahsiyetleri veya kurumları olarak yutturulan onlarca buna benzer örnekler vardır. Sözde Çorum Alevilerinin inşa ettiği Hazreti Ali Camisinin Alevilerin hangi inançsal ibadet geleneklerine uyuyor? Birçok Şii Şahsiyet ve Kurumlar Alevilikle ilişkilendirilmektedir. Peki, bu Türkmen Şiilerini Alevi olarak bize tanıtanlarının hesabi nedir? Alevi sorunu da Ziya Gökalp Sosyolojisine göre dizayn etmenin aşağılık duruşu hiçbir insana yakışmaz. Şiilikte ve Sünnilikte 12 imam ve camiye sadakat vardır. Bu sadakati tüm Anadolu baba, çelebi ve dede dergahlarında görmek mümkündür. 12 imamlardan İmam olarak bir tek Aleviye rastlamak mümkün değildir. 12 imamlar beş vakit namaz kılan, şeriata bağlı müminlerdir. Zaten Alevilikte imamlık denen bir kurum yoktur. Sunilikte ve Şiilikte namazda ‘’vorbeter’’ imam olarak tanımlanır. Kürdistan’da da bu tür Şii örgütlenmesi üzerinden İslamla buluşma misyonerleri olan dedelerin, çelebilerin ve babaların kendilerine bağlı olan unsurları camiye yönlendirdikleri bilinen bir hadisedir. Dersimde sinsice kurumlaştırılmak istenen dedelerin de misyonerlikleri gereği Alevileri camiye yönlendirmeye başladıklarını duyarsanız hiç şaşırmayın. Şii olmak isteyenlerin Allah yolunu açık etsin. Kerbela Kasabası coğrafyamıza çok yakındır; Orada değil 12 imam, 12 bin imam bulmak mümkündür. İsteyen siyah çarşaflı, eli zincirli kardeşleriyle arabesk matemlere katılmak üzere oraya gidebilir. Ancak Aleviliği Şiilik olarak gösterenlerin yarattığı bilgi kirliliğine izin vermeyeceğiz. Bütün dünyada din ve mezhep mensupları, kendilerine ait dini ve mezhebi bilirler. Bir Sünni’ye Sünniliği sorsanız size Sünni İslami anlatır, Bir Hiristiyana sorsanız size Hiristiyanlığı anlatır, Bir Aleviye Aleviliği sorsanız size Şiiliği anlatır; Aleviliği bilmez. Aleviler, Alevilik ile Şiiliği biri birine karıştıracak kadar bilgi kirliliğine sahiplerse bunun nedenlerini ancak kozmik arşivlerde bulmak mümkündür; çünkü bu bilgi kirliliğini yaratan güç devletin özel savaş birimleriyle ilgilidir. Aleviler, kendilerine derin tepside sunulan Şiiliği reddedip Aleviliği tercih etmezlerse ileride Anadolu’nun en gerici unsurları içinde yerlerini alabilirler. Zaten mevcut Hükümet İran’la ilişkilerde kazandığı ivmeyi taçlandırmak için kullanabilecek gerici Şii unsurlara ihtiyaç duymaktadır.
Özgür insanin duruşu boynu tabulara karşı bükük köle karşısında mağrurdur. Bu durum bizim suçumuz değil. Kendi yarattıkları tanrılara esir düşmüşler.Kendi bilinçaltı mezarlıklarındaki korkuluklarıyla kendi cehennemlerini yaratmışlar. 600 yıl süren şeriata dayalı yaşam Anadolu’yu Osmanlı mezarlığına çevirmedi mi? Biz bu mezarlıkta dirilişin simgesi olacağız.
Gelme be çocuk!
Yüce Kudret insani bir dünya harikası olan çocuk şeklinde yaratır. Sen bir harika olarak aramıza katılacaksın. Sen büyüdükçe yalnız kemik sayısında azalma olmaz, aynı zamanda küçülürsün, çünkü senin cüce anne ve baban seni kendi seviyelerine çekmek için tüm güçleriyle çalışırlar. Sen büyüdükçe küçülürsün. Küçüldükçe yalancıların biçimlendirdiği hayata tutunmak için bir çabanın içine girersin. Sen dünyaya gelir gelmez bir zebani kulaklarına üç kere ‘’senin adın Abdulcambaz Bin Abdulvahhap ibni Abdulkerim Esselam Essabah olsun’’ diye üfürür. Yalancı erkekler erkek dinleri ilan etmişler. Allahın adına söylenmedik yalan kalmamış. Erkek egemenliğini pekiştirmek için kadınlar üzerindeki tasarrufun Allahın emri olduğunu söyleyecek kadar edepsizlik ettiler. Çok eşlilik, sınırsız sayıda seks kölesi olarak tanımlanan cariye sahibi olmayı kitaplara Allahın emri olarak yazmışlar. Kutsal aileyi domuz çiftliğine çevirdiler. Sanki Allah onlara yetmiyormuş gibi bir sürü Tanrı, yani put yaratmışlar. Kabe yarattılar, ağlama duvarı yarattılar, evlerden fazla şirk denen çaput bağlanmış ziyaretler, Hz. Ali asası, Hz. Osman tasası, Haci Cavcav küllahı, hacı baba ağacı, Zilli Baba, Tilli Baba, ve öpüle üpüle bir tarafları dökülen taş ziyaretler seklinde tanrılar yaratırlar. Tanrılarının isimleri milyonlarca olur. Merqeda Şeyh olur, corik borik olur, darik torik olur, yani olur da olur… Dünyaya gelen harika çocuklar küçüldükçe tanrılardan korkulukları bilinçaltı kuyularına indirirler. Bilinçaltındaki bu korkuluklar bıyıklanan, sakallanan, karılaşan, cüceleşen çocuğun cehennemi olurlar. O cehennem korkuluklarla doludur. Cüceleşen bu harika çocuklar yarattığı o korkulukların esiri olup divane olur, putların etrafında dolap beygiri gibi pervane olurlar. Kabe’de mêrıki taşlarken kendi kafaları kırılır. Cehaletin kararttığı beyin bir Arap salatasına döner. Artık beyin ve vicdan üretme yeteneğini kaybeder. Küflenmiştir. Türkler ve Almanlar katliamda, Araplar ve Yahudiler yalanda dünya şampiyonu oldular. Meslek grupları içinde en fazla yalan söyleyenler Din adamları ve politikacılardır. Bunlar iyi üfürürler! Bu dünyaya gelme be çocuk, orada kal! Mutluluğun tek kaynağı Yüce Rabbimizdir. Dünya kulların egemenliğindedir. Kul kölenin yeni ismidir. Özgür insan sayısı çok azdır. Kullar tanrı yaratmakla meşguldürler. Hem biri birlerinin tanrılarıdırlar hem de biri birlerin kullarıdırlar.
İnsanlar evrim kazasına uğramışlar be çocuk! Zerdüşt’ten, İbrahim’den, Sokrates’ten bu yana çok az gelişme var be çocuk! Taşlar, duvarlar, çorik borikler, Kabeler, heykeller Yüce Rabbimize şirktirler. Her insan yeni doğan çocuk kadar temiz, onun kadar büyük olmalıydı. İnsan çocuk kaldıkça mutludur. Büyüdükçe kudurur. Kuduranda iman olmaz. İyi kavgacılar, iyi yalancılar, iyi sahtekarlar, iyi zalimler çıkar onlardan ama iyi insan çıkmaz onlardan. Önümüzde Kurban bayramı var. Canilik şampiyonası yarışmaları var, sakın gelme çocuk! Yalancı ve zalim erkekler çocukların gözü önünde Hz. Ali’nin zülfikarından daha keskin, Xınço’nun hançerinden daha sivri saturlarla Yüce Rabbimizin yarattığı canlıları boğazlıyorlar! Her taraf kan revan içinde olacak!
Kanın rengi çocukların rüyasına girdiği zaman insanlıktan çıkarlar, büyüklerine benzerler. Bu renkten bayraklar yapan barbarlar belki bir gün insan olduklarını hatırlayıp bayraklarının rengini mor yaparlar. Mor sevginin rengidir. Sevdanın rengidir.
Ey çocuk! Hz. Hatice vefat ettikten sonra Mekke erkekleri kutsal kitabı bir sürü yalanlarla, evlerini kadınlarla doldurdular. Dünya kadını bu yalancıların tuzaklarıyla tutsak edildi. Analar tutsak, çocuklar yetim. Bu koşullarda gelmek ister misin?
Allahın yarattığı canlıları boğazlayan cehennem zebanileri bizi de doğramazlar mı sanıyorsun? Hz. İbrahim olmasaydı o saturlu cehennem zebanileri hala her ailen bir kişiyi putlara kurban olarak kesecekti. Allah Hz. İbrahim’den razı olsun. O zebanileri ikna etti ve insan kurban etmeyi yasak etti. Ama bazıları hala gizlice devam ediyorlarmış. Bütün Erkekler Hz. Hatice’ye kurban olsunlar. 1400 seneyi geçti o beceriksizler Hz. İbrahim’in yarıda bıraktığı işi tamamlamadılar, bir din ilan etmediler. Allahın yarattığı canlıları kesmeyi yasak etmediler. Böylelikle dünyada erkeklerin işlediği tüm günahlar affolacaktı. Bizim umudumuz gine Hz. Hatice gibi cesur kadınlardadır. İslam paradigmasının sahibi Hatice, erkek deve bakıcılarının sahtekarlıklarıyla başa çıkamadı, İslamiyet’i deve bakıcılarına kaptırdı.
21. Asırdayız, Allah bir din ve bir bayan peygamber bize nasip etse, söz olsun ki, sahtekar erkeklerin adına yemin ediyorum ki bu sefer Kuran’da yaptıkları gibi ayetleri kimseye değiştirtmeyiz. Kutsal kitaba hile katmayız. Kadınların haklarını gasp etmeyiz. Allah’a iftira ederek onun adına Her erkeğe 4 asil ve yüzlerce yedek cariye kadın üzerinde haksız tasarruf hakkını hileyle ve desiseyle ve utanmadan ve sıkılmadan o Kutsal Kitaba koymayız. Allah belalarını versin inşallah! Ben o hilekar erkekleri hatırladıkça tüylerim ürperiyor, gelme be çocuk, gelme!
Allahtan korkmuyorsanız yüreğinizle O’na inandığınız içindir. O’na inanmak, inanmak gibi görünmek değildir. O’nu yüreğinizle değil adetten severseniz ondan korkarsınız. Çünkü o suç işleyenlere karşı korkutucudur. Şüpheciler ibadethane duvarlarının altına sığınmakla Allaha yakın olamazlar. Onlar suçluluğun sığıntılarıdırlar. Onlar kendi suçunu bilen ve gizleyen ise, Allah her şeyi bilendir.
Mana dururken madde etrafında pervane olmak putperestlik âdetindendir.
Müşrikler erkek dinlerini kurdular. Müşrik meclisleri erkeklerin saltanatını ebedi kılmak için idareyi zulüm ile icra ettiler. Erkekler gaddar oldukça çocukların çocukluğu tehlike altındadır. Çocuklar çocukluğundan koparılmamalıdır. Evlilik yaşını 9’a indirenlerin vay haline! Reşit ve mümeyyiz olmayanlarla evlenenlerin zihniyetleri ne kadar kirlidir biliyor musunuz? Edep Allaha inanmanın ispatidir. Çok eşlilik edepsizliktir. Edepli insanlar Allahın sevgili kullarıdır. Evlilik kurumu domuz çiftliği değildir. Yalancı erkekler insanları kandırabilirler ama Allah’ı kandıramazlar. Çocuk yaştaki kızlarla evlilik yapan erkekler kim olursa olsunlar cehennemde yerlerini kendileri hazırlamışlardır. Kız çocuklarının evlenme yaşlarını 9’a çekmekle çocukluk katili oldular. Allah kullarının kendi nurunu en iyi yansıtan çocukluk evresini gasp edenlerin canavarlığını görmezden gelemez.
Her tarafa halifeler gönderip erkek hâkimiyetini dünyaya yaydılar. Cenkler yaptılar, cenklerinden övgüyle bahsettiler. İnsanlar onların şerrinden korunmak için ovalarda kurdukları medeniyetleri terk ettiler, güvenlikli dağlara sığındılar. Hâkimiyet kuranlar savaşlarda kadın tutsakları ganimet olarak Mekke köle pazarlarında satarak cariye sektörünü daha fazla canlandırdılar. Tarih boyunca köle sahipleri köleleri savaştırmak için hep şehitlik ve gazilik rütbeleriyle aldatıp moral aşılamışlar. Bu köleler öbür dünyada her birine 40 tane hori denen güzel kadınlarla müjdelenir. Yalancılar sahtekârlıkla yetinmiyorlar, aynı zamanda Allah’ı da kendi yalanlarına ortak ediyorlar. Allah her şeyi bilendir. Tüm sahtekârları aidiyet ayırımı yapmadan kendi yalanlarının ateşi olan kendi cehennemlerinde cezalandıracaktır. Allah edepli kullarıyladır.
Eğer münafıklar ve putperestler sizi lanetlemezlerse imanınızdan şüphe edilmelidir. Eğer manayı terk edip maddenin(Kâbe) etrafında pervane olursanız size putperest demeyenin imanından şüphe duyulmalıdır. Allahın matematikte büyüklüğünü, kimyada hikmetlerini, fizikte ağırlığını ve nurunun görüntüsünü göremezsen onu nasıl tanımlayabilirsin? Matematikte Allahın büyüklüğü eksi sonsuz ile artı sonsuz arasındaki mesafenin sınırsız büyüklüğü kadardır, yani sonsuzdur. Hikmetleri kimyadadır, o hikmetlerin kimyadaki sayısı da büyüklüğü gibi sonsuzdur. Allahın nuru bilimsel düşüncededir, gelişimi sınırsızdır. Saçlarınıza, çehrenize, gözlerinize, ellerinize yansıyan o nurun yansımasını iklimden dolayı zorunlu olmadıkça kapatmayınız. Edep sınırlarını aşıp açılanlarla, efendilerinin talimatıyla belli forma göre kapananlar aynı azaba müstahak olurlar. Kapanmak imandan değildir. Modadan dolayı açılmak veya kapanmak edepten değildir. Allah edepli insanları sever.
O nurun insana yansıması, güzelliğin en güzeli, doğruların en doğrusu, aydınlığın en aydınıdır. Düşüncenin gelişimi de Allahın büyüklüğü gibi sınırsızdır. Her şey O’nunla ilgilidir. O’nunla ilgili olan her şey onunla uyumludur. Onunla ilgili olmayan hiç bir şey yoktur. Onun yeri yukarılarda değil ki avuçlarınızı yukarıya kaldırıp temenni ve dualarınızla ona yer tespiti yapasınız! Putperestler yağmur duası gibi isimlerle organize ettikleri etkinliklerle Allaha talimat verir gibi yağmur talebinde bulunuyorlar. Allah yaptıkları ve yapacakları hususunda yarattıkları kullardan talimat beklemez. O ne yapacağını çok iyi bilir. O her şeyi bilendir. O her yerdedir. Onun amiri misiniz ki ellerinizi ve yüzünüzü yukarıya çevirip ona yer tespiti yapıyorsunuz? Onun için yer belirlemek putlara yer belirlemek alışkanlığından ileri geliyor. Etrafında pervane olduğunuz Kâbe’den ve sair putlardan umut kestiyseniz sizi Allaha götüren yüreğinizin kapısı açılır. O kapıdan içeri girdiğinizde her şey bir başkadır. O zaman deniz mavisini gökten, yaprak yeşili cennetten, çiçek kokusunu miski amberden, yüzünüz güzelliğini Allahın nurundan alır. Kinle kırışan cehreniz yerini merhamete, dik bakan gözleriniz şefkate terk eder kendisini.
Her putperest diyor ki: En güzel din benim dinimdir. O zaman günümüzde sayıları çok fazla olan putperestler neden dünya güzeli değildirler? Ey putperestler! Putlara o kadar şiddetli taptınız ki uğruna evlatlarınızı kurban ettiniz. O sevdanız hala bitmedi mi? Neden canlı katliamını kutluyorlar? Neden savaş denen insan katliamını zafer bayramları olarak kutluyorlar? Siz putların etrafında pervane oldukça, ışıkta karanlığı yaşarsınız. Allaha sığının! Maddenin(Kâbe) etrafında pervane olup Allah’a şirk koşanlar tövbe etmelidir. Ey putperestler! Siz tövbe etmemek için mi umreye gidip küfrünüzü tasdik ettiniz? Kâbe’niz ve Allaha açılan pencereniz yüreğinizdir. O pencereden bakmadıkça vicdanınız size isyan edip sizi terk eder ve gerçekleri göremezsiniz. Vicdanınızın gözüyle bakmadıkça gerçekleri göremezsiniz.
Allahın nimetlerinden yararlanmanız için kullandığınız kelimelere bile hile yaptınız. Hırsızlığa kazanç, gasplara fetih, katliama cihat, hakikatlere yalan dediniz. NUH’a da inanmadılar, çok az sayıda insan kurtuldu o tufanda, hepsi helak oldu. Neden tufandan ibret almadınız? Kuzey Kutuplarına yakın yerlerde yazın güneş batmaz. Putperestler oraya gittiklerinde, vakitleri hangi ölçülere göre belirleyebilirler ki? Oysa putperestler kutsal manayı değiştirirken sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı gibi vakitlerden bahsettiler. Allah’ı ve Onun yarattığı her şeyi kendi ufkunuz kadar küçük görürseniz vay sizin halinize! O zaman siz, büyüğü küçük gördüğünüz kadar küçülürsünüz Allahın nezdinde. Ey birbirlerinin arkasına dizilip Allah’ı koro halinde veya putları sakladığı yerde arayanlar! Allah sizi siz olarak yarattı, siz kendiniz olmadıkça şirk ile arayışınız boşunadır. Onu kendi yüreğinizin penceresinden bakarak arayınız.
Kâbe’ye çıktığında yüreğini Allaha kapatmak zorundasın. Çünkü etrafında pervane olduğun mana değil maddedir. O madde bir şirktir ve sen müşriksin. Putperestler maddeden ne fayda gördüler ki? Maddenin bilediği ihtiraslar insanları canileştirmedi mi? Eğer bir dinsiz, bir münafık ya da bir putperest seni lanetlemiyorsa sen kendi imanından şüphe etmelisin. Yere kapanıp secde etmek putperestlerin puta ettiği secde geleneğidir. Allaha secde etmek manadadır, o zaman ona ancak yüreğinle secde edebilirsin. Her uyandığında ve her uyumaya gittiğinde bir elini kalbinin üstüne koy, gözlerini yum, vicdanınızın hakemliğinde Allaha yüreğinle bağlan. Allah yardımcınız olsun. İnsanlara yumuşak sesle hitap ederek güne başla. Rızkın için çalışıp didinirken ve yorgun evine dönerken yüreğin şefkatle dolu olsun, o zenginliğin ve mutluluğun en büyüğüdür. Hangi dili konuşuyorsanız o dille selamlaşınız. Allah yarattığı tüm insanların dillerini bilir. Özentiden dolayı başka dillerle selamlaşmak insanı çirkinleştirir ve kendi dilinin ve kültürünün katili yapar. Öyle biliniz ki katletmek Allahın yarattığını yok etmektir ve katil lanetlenmenin en büyüğüne müstahaktır. Dünyada en kötü şey kültüründen koparılmaktır. Kültür binlerce yıllık bir mayalanma ile oluşur. Onu farklı bir dile ve kültüre mecbur kıldığınız zaman o insani dayanaklarını kaybeder. Yeni kültürün oluşması için gene binlerce sene gerekir.
ÖZGÜR KADIN KENDİ GÜCÜYLE AYAKTA KALMASINI BİLEN KADINDIR
Erkek egemenliği araçları dediğimiz tüm erkek dinleri, tüm erkek siyasetleri ve diger sistemlerinin yalandan yarattıkları korkuluklar teşhir edilmedikçe, bu korkuluklara tutsak olan kadınlar önlerini göremezler. Önlerini göremeyen annelerin doğurdukları nesil manen yetim kalacaktır. Her kes bu erkek sistemlerinin yalanlarıyla kuşatılmıştır. Kim bu çemberi yarıp da yalanları teşhir edecek? Siyaset despotlarla, dinler Allah adına söylenen yalanlarla, şiddet kahramanlık masallarıyla besleniyor.
Biz diyoruz ki:
Genelde topluma özelde kadına uygulanan tahakküm gücü, tarafınızdan verilen güçtür. Sizde kalması gereken bu gücü başkasına verdiğiniz takdirde, gücünüz döner sizi vurur ve mücadeleyi kaybettiginiz bu noktada siz yeni tanrınıza secde ettirileceksiniz. Tanrıça diye pohpohlandığınızda gerisinin geleceğini unutmayınız. Bu asırda size cariye diyemezler; utanırlar! Utanmak ardandır ama arsızlığın hala devam ettiğini unutmayalım.
Egemen köleci erkek, insanları korkuluklarla teslim almak için dinler ilan ederler. Allah adına yalanlar söyleyerek toplumun erkek egemenliğine meşruiyet kazandırırlar. Erkek, erkek olduğu için değil, insanı köleleştirmeye eğilimli olduğu için kadınlar üzerinde tahakküm kurar. Köleci toplum gelenegınden gelen ve hiç bir işe yaramayan erkek bile en azından kendine ait olduğunu düşündüğü kadın üzerinde iktidarını sürdürür. Onun inancına göre kadın tarla, kendisi o tarlayı süren öküzdür. Tarlanın sahibi ise kendi yarattığı bir tabudur.
Geleneksel köleci toplum teslimiyetçiliği kendini sosyalist topluma kadar sürdürebiliyor. Kadın bu yaşamda daha muhafazakar bir tutumuyla bu teslimiyeti nesilden nesile aktarmada daha elverişlidir. Anadolu yerli kadının binlerce yıllık inancından kaynaklanan ‘tavşan etini yememe’ muhafazakarlığı bu özelliğinden dolayıdır. Belki teslimiyetçilikten beslenen bu muhafazakarlığı, onun Allah’ın Ademi itina ile yarattığı halde, ona değer vermediğini kanıksamıştır ki erkeğin kaburgasının altından zuhur ettiğine inanıyor.
İnsanoğlunun mitolojisi de insan kadar yalancı olup bu yalanların tesirleri asırlarca devam ediyor. Sanmayın ki bu durumda bir adaletsizlik vardır. Ezen ile ezilenin dostluğudur, işbirliğidir bu. Mağdur olan kimse yoktur, sadece zulmetme sırası vardır. Ezilenler güçlendiği zaman ezer. İşkence mağdurları güçlendiği zaman işkence eder. Soyulan insan fırsatını bulduğu zaman soyar. İşgale uğrayan toplum güçlendiği zaman işgalci olur. Özgürlük, bağımsızlık, insan hakları gibi kavramları kullanan siyasal aktörlerin bu kavramları maske yaptığına tarih şahit oldu.
Artık insanlar eskici pazarlarına düşen siyasal umutlara güvenmiyor. Bu yüzden iradesini tanrılara kaptırmadan, birey kendini kendinde inşa etmeyi esas alarak geleceğini belirleme işaretlerini veriyor. Bunun gerçekleşmesi Demokrati Uygarlıkta olanaklıdır.
KANi YADO
Erdemli olmak o kadar kolay değildir. Hiç bir zaman büyük konuşmayın ki kendinize olan saygınız baki kalsın. Adım adım … Etrafınız kuduzlarla çevrilidir. Acele etmeyiniz. sağlıklı düşünmek için sağlıklı kalmalısınız. Ailelerimizin içine sızmış Ergenekoncular sizi rahat bırakmazlar. Kendimi sofuluga verseydim, başka bir bahane bulacaklardı. Bu durum yeni değildir. Önce beni AK PARTi ‘yi desteklemekle suçladılar. Sonra taktik değiştirdiler. Ben Türkiyenin demokratikleşme sürecinde elbette iktidarın desteklenmesini isteyecektim. Türkiyenin iyiliğini istemeyenler Türkiyede yaşayan Kürtlerin iyiliğini istemedikleri için demokratik adımlarını desteklemiyorlar. istiyorlarki sürekli savaş olsun, onlar da sürekli Kürtleri kandırıp çıkarlarını sürdürsünler. Şimdi de söylüyorum şimdiki iktidarı desteklemeyenlerin insanlığından süphelenirim. Bu hükümet toplumun demokratik mutabakatıyla kuruldu. Sade onurlu ve vicdanlı olanlar destek veriyor. soldan namuslu olanlar da destek veriyor. Sadece uyuzlar destek sunmuyor. Türkiye önce demokrasiye geçmeli daha sonra kim ne bok yerse yesin. Avrupa hukuk devleti olduğu için, demokratik olduğu için zenginleşti ve bizde gelip onların tuvaletlerini temizliyoruz. Biz demokrasiye, hukuk devleti sistemine layık değilsek size baskı eden namusuzlarin egemenliğinde kalmaya devam ederiz. Ben Almanyada ve Holandadakilere sürekli dikkat ederim, yoksa namussuzlar oradan erdemsizlige yönlendirmeyi denerler. Namusluk olmak ve namuslu kalmak da emek ister. Yorular dökülür, başka seçenek yoktur. vahşi ormana ait olmak o kadar kolay değildir. Güçlü olan zayıfı alt edecektir, insanlıktan mahrum edecektir. Siz zayıf olduğunuz müddetçe sizin üzerinizden tahakküm etmeyi başarırlar. Sizi kendilerine benzetemedikleri zaman, size iftira tarak gine istedikleri sonucu alırlar. namussuzluk dünyada en cikilmez bir yaşam biçimidir. Hazirliginiz olmadan ona karşı olmak yenilgiyi getirir.
EZİLEN BİREY VE TOPLUM KENDİ MAĞDURLARIDIRLAR
İnsanlar zalimliğe özendiği müddetçe onları zalimler yönetecektir. Onlar Alah adına söylenen yalanlara inandılar, onlar diktatörlerin söyledikleri yalanlara kandılar. Böylelikle kendilerine benzeyenler tarafından yönetiliyorlar. Her toplum kendi niyetini yansıtan devlet oluşumlarına sahip olur. Hiç bir temiz toplumun kirli devleti yoktur. Kirli bir milletin temiz devleti de olamaz. Her toplum kendi cehennemini kendi eliyle inşa eder. Siyasi üfürükçüler gerçekleri saklarlar. Gerçekle yüzleşmek için insanın kendinden kurtulması gerekir. Kendi bilinçaltına tutsak düşen insan gerçeklerle yüzleşmekten korkarkar, O yüzden aynaya bakmaktan korkarlar. Gine de kendi yarattığı musibetler kendi yarattığı çirkinliklerden kurtulmasına neden olur. İnsanların kendi canavarını yarattıktan sonra kendi yarattığı canavar tarafından mağdur edildiği sürecindeki feryatlarından sonra güçlendiği zaman, tekrar canavar yaratmaya başlar. Bunun için mağdur, güçsüz kaldığı sürece mazlum rolünü oynar. İnsan vicdanı mağdurluğa karşı acır ama mazlum rolünü oynayan mağdur yaşamdan ders almayabilir. İnsan dünyayı nasıl görmek isterse kaderi o şekilde tecelli eder. Toplumlar niyetlerine göre iyi veya kötü şekilde yönlenirler. Suçu başka yerde aramak meseleyi kavramamaktan kaynaklanır. Sosyal dengeler de doğal dengeler gibi yaradılış nedeni gibi Yaradanın kudretiyle ilgilidir. İnsan kendisiyle yüzleşmeden, kendi bilinçaltı korkuluğundan kurtulmadıkça ne kendini tanımlayabilir ne de kendi dışında zuhur eden vakaları kavrayabilir. İnsan kendisini yaratan kudreti kendi yüreğinde ve bilincinde bilimin aydınlığında görmedikçe tuzaklardan müteşekkil siyasal kalıplardan kurtulamaz. Arılar çiçekten çiçeğe konarkan bal üretirken çamurdan yaratılan insan kendi niyetinden zalim diktatörlerini yaratırlar. Diktatörlerin ortaya çıkması aldatılmış iradenin sonucu olsa dahi bu gerçeği değiştirmez. Lütfen düşünsel kalıplardan kurtulunuz. Doğru düşünmek için kendi beyninizi zorlayınız, o sizi size ait olan yere götürür.
EVRİM KAZASINA MI UĞRADIK?
Mezopotamya ve Anadolu üstün uygarlığının temelindeki ALAWI inancının MS 650 yıllarından itibaren barbar İslam orduları tarafından ortadan kaldırıldıktan sonra, Alawilerin adım adım şeriatçı Ali’nin kanlı Zülfikarına sahip çıkılmasına itildiler. Daha sonra Şii Türkmen gericiliğinin misyonerleri Alawilerin içinde çalışarak İslamlaştırma ve Şiileştirmeyi gerçekleştirerek Mezopotamya ve Anadolu topraklarında bir imparatorluk kurmayı denediler. Bu sırada Şiilerin egemenlik denemelerine karsı Sünni şeriatçı Osmanlı-Kürt ittifakıyla bu gerici Şii güçlerine karşı Çaldıranda darbe vurulurken en çok kılıç ve Zülfikar darbesi ala ala kendi kasabına sevdalanan eski Kürt Alawiler, yani yeni Şiilik adayları, Şii Türkmenlerle birlikte göz yaşı döktüler. Bu durum boğulmaktan kurtulmak için yılana sarılmak gibi bir olaydır. İslamiyet’in, diger inançları da kendine benzeterek coğrafyamızda gericilik yarışı büyük boyutlara ulaşmasına neden oldu. Seyitler, dedeler, babalar itibar kazanıyor, pirler susturuluyordu. İslam gericiliğinin şeriatçı ve karanlığın temsilcileri olan imamlarını ALAWİliğe mal ederek daha iflah olmaz bir çıkmaza sürüklendik. Gelişen muhafazakarlık Alawilerin ibadet biçimlerinde Sünnilerde olduğu gibi insana yaraşır biçimde yeniden düzenlenmesine engel oluyordu. Hatta 1900 yılların başlarında gelişen faşizmin etkisiyle ibadetlerde bayraklı, resimli donanımlar ön plana geçiyordu.
Muhafazakârlar maddede iptilayı ve manada körlüğü yaşıyorlar. Sadece kendi biçimlendirdikleri tabularını Tanrı olarak tanırlar. Ortadoğu inançları Sünni’siyle Şii’siyle, Allah’ı gökyüzünün 7. katında hükümranlık sahası kuran ve sadece Arapça bilen bir Şirk olarak tanımlarlar. İbadetlerinde Arapça kavramlar kullanırlar. Allah’ın adını Arapça anarlar. Dünyayı kendi ufku kadar tanır ve Allah’ı bu küçük ufkuna göre sınırlandırır ve kendi bilinç düzeyinde ve kendi kapasitesinde görür. Gece ve gündüzleri kendi yaşadıkları coğrafyaya göre tanımlar. Oysa Dünyada bazı yerlerde ve bazı zamanlarda gece veya gündüz zuhur etmez. İbadetleri, köle-efendi ilişkilerindeki sadakate göre biçimlendirilir.
Bunlarda kulluk vardır. Kul olmak köle olmanın diğer ismidir. Putperestliğin insanlara miras bıraktığı bir kavramdır. Burada yaratan ve yaratılan ilişkisi ve bütünlüğü yoktur. Köle sahibi ile köle, yani kul vardır. Allah insanı kendi vasıflarından yarattığına göre insana nasıl kulluk veya kölelik reva görülür? Başka bir deyimle Allah kendi vasfını nasıl kendine kul veya köle eder. Kulluk maddedir, bir insanın fiili pozisyonudur, manada kulluk olamaz. Kul Yere kapanarak secde eder, çünkü köle sahibine karşı sadakatini öyle icra ediyordu. Secde eder, çünkü krallarına karşı itaatkârdı. Efendisine sırtını dönmez, hatta sürünerek geriye çekilir. Huzurunda bulunduğu tabu onun sahibidir, hatta yaşam hakkı onun elindedir.
Ortadoğu inançlarında gördüğünüz gibi insanlar sıra sıra olurlar. Allah’a dua ederken avuçlarını yukarıya kaldırarak O’na bir yer belirlerler. Allah’ı gökte sandıkları için ona avuç açarak yukarılarda ararlar. Hatta O’na 7. katta tapu-sicil memuru gibi yer tayın ederler. Sadece putların belli yeri olur. Allah sonsuzluluğun kudretidir, her yerdedir, aşağı veya yukarı yanılgıdır. Bir imamın refakatinde yağmur duasına çıkılırken yüzlerini ve avuçlarını yukarıya kaldırarak nezaketle Allaha yağmur yağdırma talimatı verilir.
Aslında aradığı nesne kaybettiğini sandığı putudur. Aşağıları çok severler, çünkü hep aşağılanmışlar. Yerlerde sürüne sürüne ibadet ederken cağın imkânlarını kullanarak özgür bir insan olarak ibadet etmekten çekinirler. İbadethanelerde rahat sıra ve sandalyelerde oturmayı kafalarından geçirmezler. Eskiye karşı olan bu muhafazakârca sadakatin nedeni, köleci toplumun genetik olarak zamanımıza intikal eden aidiyetidir. Köle sahipleri geçmişte kölelere rahatça oturma imkânı tanımamışlardır. Hep aşağılanır, aşağılara layık görülür, aşağılarda ibadet ettirilir. Camilerde ve cem evlerinde yerde ibadet etmeyi Allahın emri olduğunu kimse iddia etmiyor ama bu tarz ibadetin köleci toplum itaatçi geleneğinden geldiğini de kimse itiraf edip ibadette reform talebinde de bulunmuyor. Neden biz Sünnilerin camilerde arka arkaya dizilerek yarattıkları gülünç ibadet pozisyonundan farklı bir görüntü veremiyoruz?
21. Asrın özgür insan cağı olduğunu kimse hatırlatmayacak mı? Hani Aleviler ileriye açıktı! Hıristiyanlar bir sürü reformlar gerçekleştirerek insanlarını köleci toplum ibadet geleneğinden ve biçiminden kurtararak ibadethanelerine cağın imkânlarını koydular. Rahat oturaklar, sıralar koydular. Bize Arap bedevilerinin ibadet şeklini dayatanlar utanmayabilir ama biz insan olduğumuzu hatırlayalım onlara. Türkiye’de Aleviler her çağdaşlığın öncülüğünü yaparken ibadette Arap-İslam köleci sistem ibadet şekline reva görülmesi büyük çelişkidir. Öyle biliniz ki İslam olmak insan olmak değildir. İnsan olmak bir uygarlık ve erdem sorunudur. Toplumsal gelişimde evrim kazasına uğramayan Aleviler, özgür insan ibadet biçimini çoktan hak ettikleri halde bunda çok geciktiler.
Aleviler öncü sorununu yaşıyor. Öncülük yapması gerekenlerin bazıları inançları ve bu inançlara bağlı ibadetleri küçümsüyor kimi de muhafazakâr karakterinden ödün vermiyor. Hıristiyanlar, Vatikan merkezli din otoriteleri, ilkel yaşamı ve düşünce tarzını ilkel ibadet şeklini insanlara dayattığı için insanlıktan özür diledi. Bize en ilkel tarzda köle talimi yaptıran, yerde süründüren dini otoritelerimiz ne zaman bizden özür dileyecekler? Yoksa eski Ortadoğu üfürükçüleri gibi insanları en ilkel tarzda yerde süründürmekten zevk mi alıyorlar? Bir an evvel ibadette reforma gitmelidirler. Yeni nesil ibadetten uzak durmakla yetinmez, bir gün ilkelliği dayatanlardan hesap sorar, bunu iyi bilmeliyiz.
Muhafazakar Araplar, Allah’ı peygamberlerine ve peygamberlerinin ümmetine kadın ihsan eden kurum sanır. Oysa O tektir ve kimseye yarattıklarını peşkeş çekmez. Çok sayıda kadına veya bilimin seks kölesi olarak tanımladığı cariyeye sahip olmak edepsizce bir gelenektir. Ortadoğu egemen erkeği bu edepsizliği Kuran’a ayet olarak yerleştirmiştir. Aleviler tarafından Kuranın değiştirildiği iddiasına karşılık köktendincilerin neden hopladıklarına bir anlam verebilmeliyiz. Yüz yıllardır Arap kültür misyonerleri Anadolu’yu bu edepsizliğe çekmek için büyük çaba harcıyorlar. Allahın bu konuda insanlardan isteği edepli olmaktır. Ortadoğu egemen erkeği, Allahın adına yalan söyleyerek kutsal kitaplara kendi kirli emellerini yerleştirmişlerdir. Onlar başarılarıyla öğünürken tüm kötü eylemlerini ‘kader’ olarak Allah’tan bilirler, yani Allah’ı suçlarlar. Oysa Allah kimsenin cüz-i ihtiyari kötü eylemlerinin suçlusu değil, izleyicisidir. Gericilere göre Allah korkunç bir kudrettir. Oysa korkunçluk vasfı, beyinleri canavarca düşüncelere esir düşmüş kötü insandır.
Akli selim insan Allah’ın nurunu sevgi olarak yüreğine nakşeder. Gericiler Allahın nurunu korku hissi olarak yüreğine indirir. Suçluluk duygusuyla şuuraltında şekillenen korkular insanın kendisi için hazırladığı korkuluklarla dolu cehennemdir. Putlara ve her türlü şirklere çekinmeden karşı çıkınız. Gericiler İslam olmayı insan olmak sanır. Oysa insan olmak bir erdem sorunudur. İnsanlaşma bazılarının edep ölçülerine uymayabilir ama kimseye insanlaşmayı kötü gösterme hakkı tanınmamalıdır. Bunda ısrar etmek Allah’ın takdir yetkisini kullanmaktır. Gericiler korkudan inanır gözükürler. Korkudan ibadet edenler kendilerine korkuluklarla dolu bir cehennem yaratırlar. Eğer gericilerin istediği olsaydı insanlar hala ağaç kovuklarında veya mağaralarda yaşamış olacaklardı. Bunlar doğrulara karşı direnirken çokturlar ama doğrucular her zaman lokomotif gibi vagonlardaki her kesi ileriye doğru sürüklerler. Yüce Mevla temiz işler yapanlara yardımcı olsun.
KANİ YADO
KİRLİ POLITIKA KİRLİ İNSANIN FOTOĞRAFIDIR
Kani Yado, 04.04.2011
Politika köleci toplum ile birlikte ortaya çıktı. Canlıların doğal yaşamında politikaya ihtiyaç duyulmaz. Bunun etkili çalışabilmesi için her kes birbirinin yalancısı olmak zorundadır. Politik vahşet insanların hayatı için büyük tehlike olduktan sonra her kes birbirinin yalancısı ve kurbanı olmaktan kısmen kurtulmak için tarihin belli dönemlerinde bazı uzlaşmalar olmuş, İkinci Dünya Savaşından sonra insan hakları konusunda önemli gelişmeler göze çarpmaktadır. Yerel ilkel dinsel yapılanmalar ve devlet güdümündeki dini kurumlar da politika konusuna girdiği için ayrıca ele almaya gerek duymuyorum. Dinler ilkel toplumların siyasal ve yönetsel biçimidir. İster talimatlarını Tanrılar adına versinler, ister tanrı elçisi olarak kendileri versinler fark etmiyor. Bu ilkel politika en az çağımızın faşizmi kadar insan yaşamını çekilmez hale getirir. Buna rağmen ilkel toplum kendi elleriyle yarattıkları tanrılarıyla ilgili yalanları, masalları, efsaneleri anlatmaktan geri durmaz. Bu gelenek köleci toplum kurallarıyla birlikte hala yaşamını devam ettirebiliyor. 21. Yüzyılda hala topluma rağmen toplumun iradesini kendi tekelinde tutan despotizm bu geleneği sürdürüyor. Diktatörlüğe özenen siyasal palyaçolar 1900 yıllarının ilk elli yıllarının biçimini, özgürlükçü görünüm altında yeniden öne çıkmaya çalışırlar. Aslında bu kapılar çoktan kapanmıştır. Politikacılar eski çağlarda köle sahipleri olarak Tanrı olduklarını iddia ettiler, yüz yıllarca tanrı olarak emir ve talimatlarla toplumu bir sürü gibi yönettiler, sonra toplumun evrimsel değişimiyle itirazlar başladı. Bu kral-tanrılar bu süreçten sonra, tanrı değil de, tanrı elçisi olduklarını iddia ettiler. Bu köleci toplum geleneği 20. Yüzyıla önderlik tarzında da öne çıktı. Biz politikayı yorumlarken o renge girmeyiz, sadece politikanın rengini gösteririz. Bize ait bir dil vardır, biz o dille konuşur o dille yazarız. Aldatanlar ve aldatılanlar bizim dilimizi sevmezler. Siyasal boyutlarda aldatılan insan futbol fanatikleri gibi sadıktırlar. Bizde sadece erdemlere sadakat vardır. Siyasi renklere sadakatimiz yoktur. Biz çok inciticiyiz, arı gibiyiz, iğnemiz zehirlidir. Çiçekten çiçeğe konup bal toplarken ayaklarımızda taşıdığımız çiçek tozlarıyla özgürlüğü dölleriz. Özgürlük her kesin ona kavuşması için her türlü fedakârlıklar göstermesine değer bir erdemdir. Unutmamak gerekir ki, yalancılar en çok doğruluktan, sahtekarlar en çok hak ve hukuktan, diktatörlüğe eğilimli despotlar en çok özgürlükten bahsetme ihtiyacının duyarlar. Erkek egemen sistemlerine karşı en çok annelerin hassas olması gerekiyor. Anneler egemen erkeklerin sahtekarca vesayetine aldanmaması gerekiyor. Egemen siyasal erk yalancıdır. Kadın haklarında saygılı gibi gözükür sadece. Kadının özgürleşmesine tahammülü yoktur. Dışarıda demokrat, evde despottur. Sosyoloji siyasal bilim için bu gerçeklerin kaynağı niteliğindedir. Politik bilimler politikacının tersine gerçekleri açıklarken kendine siyasal bir renk tercih edemez. Bilim bu konuları böyle açıklarken, politikacının yaklaşımı, bu konulara bakışı farklıdır. Biz yalancıları, egemen erki, siyasileri çileden çıkarıp faili meçhulü hak ederiz veya cezaevlerini mesken ederiz. Cezaevlerinde de rahat durmayız. Kalemimize ve kâğıdımıza dokunmasalar bizim için içeri ile dışarı arasında fark yoktur. Fazla şikâyetçi olmayız mahkûmiyetten. Orada da yalanlara karşı saygısızlığımıza devam ederiz. Fizikte, kimyada, felsefede, her şeyde yanlışa karşı ciddi bir durşumuz vardır. Bizim yalanlara karşı toleransımız yok ama biz gerçek bir sevgi ile topluma bağlıyız.
HİNDİ TUZAKLARI
Biliyorsunuz hindi gibi kafası küçük, gövdesi büyük bir kuştur. Allah kimseyi hindiye benzetmesin derim! Tıpkı Türkiyelilik kimliği heyecanını yaşayan Kurdler gibi sersem mi sersem, salak mı salak, bir o kadar da sevimli… Hani ‘heval ben Kurd’um ama Kurdçe bilmiyorum diyen mağrur hindiler gibi…Çok değer verdiğim bir yazarımız “hümanist yaklaşımınla siyasete karışma, çocuk masalları yaz“ demişti. içeriğini anlatmadı ama ben doğru anladım. Çok hoşuma gitmişti. Ezberci olmayan bir fikir üreticisiyle karşılaşmak her zaman beni heyecanlandırır. Bilinçli insanlar insanın iç dünyasını, dış dünyasındaki duruşuyla çözebilirler. İnsan çok sıradan bir konunun ne kadar önemli olduğunu fark edemeyebilir. Hatta günlük yaşamınızda size değer veriyor gibi sizinle ilgilenenlerin sizi kullanmak için basit bir araç olarak değerlendirdiklerini fark edemezsiniz. Çocukluğunu terk eden her kes, insan ilişkilerinde insanları kullanmak için ilişkileri geliştirirler. Aşk numaraları da bu Ortadoğu çamurunda debelenen insanların hayvansal istemlerin veya maddi çıkar beklentisinin dışında bir şey değildir. Ruhsuzlaştırılmış, iskeletten farksızlaştırılmış insana, elinde tespih, kafasında cehennem zebanisi küllahı veya sarığı ile gelen yobazın trenine atlamaktan bir sakınca görmez. Hemen çıkar cehennem yolculuğuna! İmamlar ordusuna ablaları veya abileri vasıtasıyla her gün katılımlar çoğalır. O gider başkası gelir ‘’yoldaş ben seni kullanmaya geldim“ dercesine nursuz yüzündeki sahte tebessümle başka bir avcı dalar. O insan ’’oh be ne kadar seviliyormuşum“ dercesine hindiliğini sergiler. Karşısındakilerin ne kadar insan olup olmadığı hiç aklına bile gelmez. Kendisi de insan olmak için bir çaba göstermeye hiç vakti olmamış. İnsanı tanımak için de insan olmak gerekmez mi? Kıbrıs meselesinde her kes gavura karşı onursuzluğunu zirveye çıkarıp gönüllü savaşa gitmek için askerlik şubelerinde sıraya giren Kurd ve Türk hindilerin şimdiki gülünç durumunu seyredin. Kıbrıs zaptedildi ve orası kerhane, kumarhane ve meyhane cennetidir şimdi! Patronları da generallerdir! Şimdi marifetinizi gördünüz mü? Kıbrıs’ın zaferinin ismini terbiyem müsait değildir söylemeye. Gelin siz düşünün o ismi! Her zaman söylerim, siyasetin görünmeyen yüzünü fark edemeyenler koşturulan bir av tazısından başka bir şey değildir. Kıbrıs’ın işgali bir musibet olsun sizin için. Şimdi kimlere patronluklar kazandırmak için kullanıldığınızı düşünün, belki uykudan uyanırsınız! Silivride deprem olduğu zaman siz rahat rahat oturun yerinize, onları kurtarmak sizin göreviniz değildir. Silivri oprerasyonu yapan kocaman bir Demokratik Uygarlıktır. Hindi kafasıyla bu dünya gücüne karşı çıkmak mümkün değildir. Mümkün olsaydı başta Teşkilatı Mahsusa’nın varisi Tayyip Fethullah İbni Said-i Nursi karşı çıkardı
islamiyetin ilanından sonra iradelerini köleci tanrılara veya tanrı elçilerine kaptıran toplumlar hiç bir zaman kendi kaderlerini tayin edebilecek derecede tekamül edemediler. Tüm sorunları onlar adına tanrılar ve vekil palyaçolar çözmüştür. Toplumu kendi kaderinin tayin konusunda yetkilendirdiginiz zaman eskiye özlem ön plana çıkacaktır. O zaman ya köy imamları ya da yerel SS güçleri yaşamı çekilmez hale getirecektir. Kurdlerde 21. Yüzyılın önderlik biçimlerinin ortaya çıkması mümkün değildir ama 20 Yüz yılın önderlikleri şimdiki durumuyla Kurd toplumunundan çok ilerdeler. 1900 yılların başındaki despotik siyasal moda hala etkisini yitirmedi. Anadoluda ve tüm Ortadoğuda despotizm sağda ve solda hakim oldu. Toplumun iradesini hiçe saymada sağ ile sol arasında hiç fark oluşmadı. örgüt sempatizanları da bir güce sığınarak kendileri gibi ezilenlerin üzerinde tahakküm kurma egilimi ağır basar. Devrimcilik, yurtseverlik bunun cilasidir sadece. Eğer bu gün Kurd’ler biribirini bitirmiyorlarsa TC’nin ve diğer işgalci güçlerin, güvenlik güçlerinin caydırıcılığından dolayıdır. Mezopotamya üstün uygarlığının barbar islam güçleri ve barbar Türk boyları tarafından işgalinden sonra humanizmin yerini şiddet almıştır. Şimdi demokratik toplumların uluslar arası güçleri tarafından farklı bir yaşama çekmek için bazı projeler var ancak kanıksanan vahşi yaşam biçiminin etkilerinin kaç yüz yıl devam edeceği tahmin edilemiyor. Türkiyede çeteleşen derin gücün tasfiyesinden sonra buna endeksli sağ ve sol oluşumların çözülmesinden sonra bunun olumlu eksinin olup olmayacağını veya derin bağlatılardan kurtulduktan sonra Kurd toplumunun bizzat kendisinin çözümde taraf olamaya aday olup olmayacağı konusunda tahmin yürütmek biraz güçtür.
Aslında ben Xwuda’ya inanıyorum, başkaları Allah inanıyor, ikisi de aynı yola çıkıyor. Geleneksel kalıplardan dolayı ortak dili yakalayamiyoruz. Ben yalan söylemesini bilmiyorum. Ben de kendime tepki gösteriyorum ama kendimle başa çıkamıyorum. islam içinde çok farklı anlayışlar var. Kendi köyüne göre değerlendirme yapmak yanlıştır. Ben islama inanıyorum ama putperestlerle bir anlaşma yaparak putpeserestliği de islama katmalarını biz hala kabul etmiyoruz. Hz. Haticenin vefatından sonraki hiç bir tasarrufu kabul etmiyoruz. Araştırın, sonuca kendiniz ulaşın. Bana inanmak zorunda değilsiniz. Ondan sonra sapık erkek eğiliminin İslamiyeti ve Haticenin servetinin nasıl güç olarak kullanılıp cariye ticaretine ve fahiş eğilimlere süreklediklerini göreceksiniz. Ben bir KURD olarak XWUDA’nin bir delisiyim, deliligim ben ile Allahın arasındadır. Kimse aramıza giremez. Allahimin ismi El İlah değil, XWUDA’dir. Arapça biliyorum ama kendi dilimde o yüce kudretin ismini anmak çok anlamlı olur ve yüreğime cennet kokusunu indiriyor. Bizim secdemiz sağ elin kalp üzerine konarak görlerimizi bir süre kapatıp yüregimizla O Yüce Kudretin nuruyla bütünleşiriz. Ondan korkmuyoruz çünkü o canavar değildir. O sınırsız bir kudret, sınırsız bir nurdur. Büyüklüğünün matematiksel ispati, eksi sonsuz ile artı sonsuz sayılarin arasındaki sonsuzluktadır. Hikmetleri fizikteki ve kimyadaki sonsuz hikmettedir. Arap develeri dünyanın bazı yerlerinde yazın aylarca gündüz olabileceğini veya aylarca gece olabilecigini bile bilememişler ki Allahın adına bir sürü yalan söylemişler. Biz camiye gidip birbirmizin kıçında Allahı aramayız. Xwudaya olan bagliligimizda dolayı sinirlenmeyi, asık yüzlü olmayı unutmuşuz. Ben kimseye kızmam, çünkü ben kimseyi yaratmadim ki ona kızayim. Biz Xwudanın kudretiyle ilgili konularda çok hassasız. Ama Xwuda adına bir sürü dinler ilan ederek yalan söyleyenlerin ihtiraslarının nedenlerini biliyoruz.
KARANLIKLAR AYDINLIKLA PARÇALANIRLAR
Kani Yado, 22.05.2011
Sosyoloji geri toplumları kaderci olarak belirliyor. Geri insan her şeyin kendi iradesinin dışında tecelli ettiğini sanır. Onlara göre Allah verir, Allah alır. Kendisi cinayet işler, suçu Allaha yükler. Kendi yarattığı canavar tarafından mağdur edilir, buna ‘kader’ der. Allah’ın yarattığı sevgili kullarını öldürür buna ‘meşru hak’ der. Başarılarını kendisi için övünç kabul ederken, başarısızlıklarının günahını Allaha yükler. Gerici aklını eşekten, kurnazlığını tilkiden ödünç almış sanki. Bilinçatına hakim olan korkuluklar ile bilinçüstündeki sahte kişilik arasında gelip gider. Onun için tabulara hep esir kalır.
Toplumların maddi yaşam şeklinin değişmesiyle insanların ruhsal-düşünsel şekilleri de değişir. Maddi çevresel değişim insanların ruhsal değişimlerinin temel nedeni olur. Yaşam raslantılara bırakılmaz, belirsizlikler yerine planlama esas alınır. Çocuk sayısını ekonomik ve sosyal durumuna göre kendisi belirler.
İlkel toplumlarda bir ailede erkek sayısının çokluğu onun için askeri bir güçtü, Baba bu askerleriyle öğünür, bununla kendi güvenliğini sağlar. Bu askeri güçler köleci toplum öncesi klan ve ilkel komün yaşamında canavar karakteriyle savaşırken, köleci toplum ve sonrası kavimler, aşiretler ve uluslar halinde yaşarken tazı karakteriyle savaşırlar ve tazı karakterinde kavga ederler. Çünkü artık sahipleri vardır. Sahiplerine sadakatle bağlanılır. Cemaatler, krallar, şeyhler, seyitler, parti başkanları, devlet başkanları sıfatlaryla oluşan erklerin kapıkulluğuna dönüşür yaşam. Doğal özgürlüklerle çelişik bir yaşam kendi siyasal becerilerinin yapay kurallarında devam eder.
Dikkatlice incelendiğinde eski yerleşim yerleri dağ eteklerindedir, çünkü insanlar korkunç vahşidirler, bir taraftan canavarla, doğayla boğuşurken, bir taraftan birbirileriyle savaşırlar. Normal canlı özelliklerinden uzaklaştıkça daha vahşi canavarlara dönüşürler. Canavarları bile hayrete düşüren insan becerileri 21. Yüzyıla gelinceye kadarki faturası çok ağır oldu insanlara. Türkiye hariç diğer toplumlar yaptıkları canavarlıklarından dolayı vicdanlarının sesine uyarak mağdur olan tarafladan özür dilediler.
Aile içi şiddetin bir ist boyutu köylerde yaşanıyor. En geri bırakılmış kesimler ibret verici olaylarla insanı daha fazla düşündürüyor. İslami kültürün en fazla derinlemesine nüfuz ettiği yerlerde katliam boyutunda siddet uygulanıyordu.
Çewlik yörelerinde birçok örnek bulmak mümkündür. Bu şiddetin eğitimsizliğin koşullarında çok yoğun olduğunu misallerle ispatlamak olanaklıdır. Sarıcan Zaza köyünde kavga başladığında, kim önce tepeyi zapt ederse o zafer kazanır. Eski yerleşim alanında o deredeki eski Sarıcan Köyü öyleydi. Her sene çok sayıda insan ölürdü kavgada. Ayrıca komşu köy Okçuyan’la kavgaları bir savaş boyutunda büyüktü.
Son zamanlarda erkek çocuklarını okula gönderen köyde taş devri gelenekleri darbe almaya başladı. 1960 yıllarında köyde genç üniversiteliler görünmeye başladı. Düşman kamplara bölünmüş köyün gençleri karşı tarafın gençleriyle konuşma özgürlükleri yoktu. Kışkırtıcı hacı hoca takımının söz sahibi olduğu köyde gençler bu sorunları konuşmaya başladılar. Üniversite öğrencileri ailelerinden habersiz köyün dışındaki mağaralarda toplanarak köy hakkında radikal kararlar almışlar.
Rahmetli Ramazan Adıgüzel buna öncülük yaptı. Ramazan bu vahşetin kurbanıydı. Babası daha 2 aylık evliyken kavga çıkıyor. Henüz damatlık elbisesiyle köyde dolaşan babası kavgaya girmek istememiş. Biri “sen kârının tumanında saklanıyorsun, ne duruyorsun, sen erkek değil misin?” deyince o da silahını alıp zaza Okçıyan’ı dediğimiz köy ile çatışmaya giriyor ve vuruluyor. Ramazan o zaman daha ana rahmindeyken babasını kaybediyor ve bu geleneksel vahşetin yetimler kervanına katılıyır.
Babasının katledilmesinden 8 ay sonra dünyaya gelen Ramazan’a her kes ‘‘intikamını alması gereken bir şovelye’’ gözüyle bakmış. İntikamını alacağı silahı bile sandıkta saklanıyormuş. Ramazan büyüdü, okula gitti, okudu. 68 kuşağının bilinçli gençleri, ilkel kavga geleneğini kaldırmak için bir araya gelerek hacı-hocaların, tahrikçi yaklaşımlarına karşı ölümlere neden olan ilkel kavgalara son vermeyi amaç edinerek, köydeki mağaralarda gece gizli gizli toplantılar yaptılar.
Biribirine düşman edilen tarafların gençleri kendi aralarında kararlar alıp bu düşmanlıklara son verdiler. Geri kafalı yaşlı kesimin ihanet suçlamalarına rağmen artık iş işten geçmişti. Gençler kazanmıştı, insanlık kazanmıştı. İntikam peşinde koşmayıp, köy kavgasına gençlerle birlikte örgütlü bir şekilde son veren yetim Ramazan ne yazık ki daha sonra arkasında terör yetimlerini bırakarak terör kurşunuyla can verecekti. Hem de uğrunda canını vermeye hazır olduğu Kurdlerin kurşunuyla can verdi.
KAPI KULU SADAKATİ VE ÖZGÜR DÜŞÜNCE
Kani Yado, 21.05.2011
İnsanın kendini değersiz bir varlık olarak görmesi, kendi iradesini başka bireylere, başka tabulara veya başka palyaçolara kullandırmasına neden olur. Bireyleşmemek insanın kendini yok saymasıdır. Bireyleşmek tanrılara karşı saygısızlık olarak kabul edilir diye insanın kendisi olmasından vazgeçmesi ruhen intihar etmek anlamına gelir. Kölelerin esaret birliği böyle sağlanmıştır.
“Bijî Padişahê min!, çok yasa padişahım” dedirtilmiştir kölelere. Köleler bu sloganlarla heyecanlarını yaşamış, bu sloganlarla karınlarını doyurmuşlardır!
Düşünce evrimi ve toplumsal değişimlerle birlikte köle-efendi iliksileri de değişti. Köleleri kendi sistemleri için savaştırabilmek için aldatma yöntemleri de değişti. Daha evvel kabilecilik, aşiretçilik, dincilik ile birlikte cennette huriler vaat edilirken, bu yeni süreçte değişen dünya koşullarıyla uyumlu yurtseverlik, ulusallık eklendi. 1900 yılları ile 2000 yılları arasında yüz yıl faşizmin etkisinin zirvede olduğu görülüyor. Bu durum köleleri efendilerin çıkarlarına yönlendirme ve onlar için savaştırılmada yeni taktikleri de beraberinde getirdi. Sol adete faşizmle ile bu konuda yarıştı.
İnsanoğlunun bu durumu bireyin özgürleşme ihtiyacını işaret ediyor. Özgürleşmeyen insan kolay aldatılır. Bağımlı olduğu öğeler bireyi kolaylıkla yönlendirebilir. Bireyin özgürleşmesi için yeteri maddi yaşam değişikliliği ve düşünce değişimine ihtiyaç vardır. Birey aynı zamanda özgürce düşünebilme refleksine sahip olmalıdır. Sağ ve sol hazır ambalajlı şablon sürümlerin kimseye faydası olmaz.
Dünyadaki gelişmeler baş döndürecek ölçüde hızlıdır. Ortadoğu coğrafyası dinlerin gazabına, yalanların tufanına uğradı. İnsanlar bu yalanlarla çok kirletildi, insan beyninin gelişmesine engel oldu. Dikkat edilirse Arap İslam hâkimiyetinden sonra coğrafyamız karanlığa girdi.
Bizim kendimize göre dünyamız varsa yollarımız ayrılmıştır demektir. Biz mutluluğa giden yolu çoktan bulduk. O yola girdik ve bunu yaşıyoruz. Bu yaşama nasıl girdik, hiç önemli değil. Milyonlarca insan ilkellikten kopup farklı bir dünyaya yüzünü dönmüş. Taşıdığımız gözler bize aitse kendi gözlerimizle dünyayı görürüz. Doğrucular mum gibidirler. Işığı sevmeyenler de onunla aydınlanırlar. Gericiler karşı çıktıkları her şeyi bizden daha fazla kullanıyorlar.
Devrim yenilenmektir. Eskiyi reddeden yeni yaşamdır.
Eskilikten kopup gelen her kes kendinde devrim yapmıştır. Devrim sadece siyasetle olmaz, devrim insanın içinde kopan fırtınadır. Devrimci siyaset devrimin nedeni değil, sonucudur.
Güzel olan her insan devrimcidir. Devrimci olmak güzelleşmektir, güzelleşmek bir hünerdir ve devrimin gerçeğidir. Devrimcilik eskiyi reddetmedir. Toplumun maddi yaşamı değiştikçe buna paralel düşünce de değişir, bu değişimin aktörleri devrimcidir.
Militanlık farklı bir şeydir, askeri olan her şeyde kan ve gözyaşı vardır. İnsan bazen nerelere sürüklendiğini bile bilmez. Bu uğurda hayatını ortaya koyan birçok yürekli insanlar başkalarının devrim karşıtı güçlerin hâkimiyet gerekçeleri olduğunu hayat deneyleri gösterdi. Bu gerginliğin getirdiği atmosferde öyle bir kin gelişti ki her kes insanlıktan çıktı, insanlıktan çıkıldığı zaman devrimcilik de biter.
Hayatın gerçekleri insana çok şey öğretir. TC’nin cehennem zebanileri bizi işkenceye tabi tutarken her zaman bize soru sormuyorlardı. Habire vurup bizi kinlendirmek istiyorlardı. Yani insanlıktan çıkarmak istiyorlardı ki insanlar şiddete yönlensinler. Canı incinen mağdur, nereye yönlendirilmek istendiğini düşünemez.
Demek ki birileri güreşecek minderi bile hazırlamış. Onların hesapları savaşa göre yapılmıştı. Savaşı kim istiyorsa savaş rantı hesabı da ona aittir. Savaştan kârlı çıkmışlardı, uyuşturucu satıyorlardı sınırlarda, silah satıyorlardı…
Onlar ceplerini doldurdular, her iki tarafın yoksulları öldüler. Onların ölümünü bile savaşın hizmetine soktular. Çünkü her şey onların planladığı şekilde yürüyordu.
Biz düşündürülmeyelim, düşünelim artık. Fırtınalar kopsun içimizde. Güzel dünyalar yaratalım, çocukluğumuza dönelim yeni baştan. Başkalarının çirkinliği bizim güzelliğimizi bozmamalıdır. Şiddetin barut kokuları değil, içimizdeki fırtınalardır bizi devrime savuran. Devrimin rengi, sevdanın rengi gibidir. Sevdanın rengi ise mutluluğun rengidir. O şiddet ile değil, sevgi ile beslenir.
XWUDA’YA İNANMAYANLAR O’NDAN KORKARLAR, KORKTUKÇA KORKUNÇLAŞIRLAR
Xwuda’dan korkmuyorsanız, yüreğinizle O’na inandığınız içindir. O’na inanmak, inanmak gibi görünmek değildir. O’nu yüreğinizle seviniz. Adetten severseniz ondan korkarsınız. Çünkü O, suç işleyenlere karşı korkutucudur.
Şüpheciler ibadethane duvarlarının altına sığınmakla Xwuda’ya yakın olamazlar. Onlar suçluluğun sığıntılarıdırlar. Onlar kendi suçunu bilen ve gizleyen ise, Xwuda her şeyi bilendir. Mana dururken madde etrafında pervane olmak putperestlik âdetindendir.
Müşrikler erkek dinlerini kurdular. Müşrik meclisleri erkeklerin saltanatını ebedi kılmak için idareyi zulüm ile icra ettiler.
Erkekler gaddar oldukça çocukların çocukluğu tehlike altındadır. Çocuklar çocukluğundan koparılmamalıdır. Evlilik yaşını 9’a indirenlerin vay haline!
Reşit ve mümeyyiz olmayanlarla evlenenlerin zihniyetleri ne kadar kirlidir biliyor musunuz?
Edep Xwuda’ya inanmanın ispatidir. Çok eşlilik edepsizliktir. Edepli insanlar Xwuda’nın sevgili kullarıdır. Evlilik kurumu domuz çiftliği değildir. Yalancı erkekler insanları kandırabilirler ama Xwuda’yı kandıramazlar.
Çocuk yaştaki kızlarla evlilik yapan erkekler kim olursa olsunlar cehennemde yerlerini kendileri hazırlamışlardır.
Kız çocuklarının evlenme yaşlarını 9’a çekmekle çocukluk katili oldular. Xwuda kendi nurunu en iyi yansıtan çocukluk evresini gasp edenlerin canavarlığını görmezden gelmez.
Her tarafa halifeler gönderip erkek hâkimiyetini dünyaya yaydılar. Cenkler yaptılar, cenklerinden övgüyle bahsettiler. İnsanlar onların şerrinden korunmak için ovalarda kurdukları medeniyetleri terk ettiler, güvenlikli dağlara sığındılar. Hâkimiyet kuranlar savaşlarda kadın tutsakları ganimet olarak Mekke köle pazarlarında satarak cariye sektörünü daha fazla canlandırdılar.
Tarih boyunca köle sahipleri köleleri savaştırmak için hep şehitlik ve gazilik rütbeleriyle aldatıp moral aşılamışlar. Bu köleler öbür dünyada her birine huri denen güzel kadınlarla müjdelenmişler. Yalancılar bu sahtekârlıkla yetinmiyorlar, aynı zamanda Xwuda’yı da kendi yalanlarına ortak ediyorlar. Xwuda her şeyi bilendir. Tüm sahtekârları aidiyet ayırımı yapmadan kendi yalanlarının ateşi olan kendi cehennemlerinde cezalandıracaktır. Xwuda edepli kullarıyla beraberdir.
Eğer müşrikler sizi lanetlemezlerse imanınızdan şüphe edilmelidir. Eğer manayı terk edip maddenin etrafında pervane olursanız size putperest demeyenin imanından şüphe duyulmalıdır.
Xwuda’nın matematikte büyüklüğünü, fizikte, kimyada hikmetlerini, ışıkta O’nun nurunu göremezsen onu nasıl tanımlayabilirsin? Matematikte Xwuda’nın büyüklüğü eksi sonsuz ile artı sonsuz arasındaki mesafenin sınırsız büyüklüğü kadardır, yani sonsuzdur. Hikmetleri kimyadadır, o hikmetlerin kimyadaki sayısı da büyüklüğü gibi sonsuzdur. Xwuda’nın nuru bilimsel düşüncededir, tekâmülü sınırsızdır.
Saçlarınıza, çehrenize, gözlerinize, ellerinize yansıyan o nurun yansımasını iklimden dolayı zorunlu olmadıkça kapatmayınız. Edep sınırlarını aşıp açılanlarla, efendilerinin talimatıyla belli forma göre kapananlar aynı azaba müstahak olurlar. Kapanmak imandan değildir. Modadan dolayı açılmak veya kapanmak edepten değildir. Xwuda edepli insanları sever.
O nurun insana yansıması, güzelliğin en güzeli, doğruların en doğrusu, aydınlığın en aydınıdır. Düşüncenin gelişimi de Xwuda’nın büyüklüğü gibi sınırsızdır. Her şey O’nunla ilgilidir. O’nunla ilgili olan her şey onunla uyumludur. Onunla ilgili olmayan hiç bir şey yoktur. Onun yeri yukarılarda değil ki avuçlarınızı yukarıya kaldırıp temenni ve dualarınızla ona yer tespiti yapıyorsunuz!
Putperestler yağmur duası gibi isimlerle organize ettikleri etkinliklerle Xwuda’ya talimat verir gibi yağmur talebinde bulunuyorlar. Xwuda yaptıkları ve yapacakları hususunda yarattıkları kullardan talimat beklemez. O ne yapacağını çok iyi bilir. O her şeyi bilendir. O her yerdedir. Onun amiri misiniz ki ellerinizi ve yüzünüzü yukarıya çevirip ona yer tespiti yapıyorsunuz? Onun için yer belirlemek putlara yer belirlemek alışkanlığından ileri geliyor.
Etrafında pervane olduğunuz putlardan umut kestiyseniz sizi Xwuda’ya götüren yüreğinizin kapısı açılır. O kapıdan içeri girdiğinizde her şey bir başkadır. O zaman deniz mavisini gökten, yaprak yeşili cennetten, çiçek kokusunu miski amberden, yüzünüz güzelliğini Xwuda’nın nurundan alır. Korkusuz inananların kinle kırışan çehresi yerini tebessüme, merhamete, sert bakan gözleri şefkatin yumuşaklığına terk eder kendini.
Her putperest diyor ki: En güzel din benim dinimdir. O zaman günümüzde sayıları çok fazla olan putperestler neden dünya güzeli değildirler? Ey putperestler! Putlara o kadar şiddetli taptınız ki uğruna evlatlarınızı kurban ettiniz. O sevdanız hala bitmedi mi? Neden canlı katliamını kutluyorlar? Neden savaş denen insan katliamını zafer bayramları olarak kutluyorlar? Siz putların etrafında pervane oldukça, ışıkta karanlığı yaşarsınız. Xwuda’ya sığının! Maddenin etrafında pervane olup Xwuda’ya şirk koşanlar tövbe etmelidir.
Ey putperestler! Siz tövbe etmemek için mi umreye gidip küfrünüzü tasdik ettiniz? Kâbe’niz ve Xwuda’ya açılan pencereniz yüreğinizdir. O pencereden bakmadıkça vicdanınız size isyan edip sizi terk eder ve gerçekleri göremezsiniz. Vicdanınızın gözüyle bakmadıkça gerçekleri göremezsiniz.
Ey putperestler! Xwuda’nın nimetlerinden yararlanmanız için kullandığınız kelimelere bile hile yaptınız. Hırsızlığa kazanç, gasplara fetih, katliama cihat, hakikatlere yalan dediniz. NUH’a da inanmadılar, çok az sayıda insan kurtuldu o tufanda, hepsi helak oldu. Neden tufandan ibret almadınız? Kuzey Kutuplarına yakın yerlerde yazın güneş batmaz. Putperestler oraya gittiklerinde, vakitleri hangi ölçülere göre belirleyebilirler ki? Oysa putperestler kutsal manayı değiştirirken sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı gibi vakitlerden bahsettiler. Xwuda’yı ve Onun yarattığı her şeyi kendi ufkunuz kadar küçük görürseniz vay sizin halinize! O zaman siz, büyüğü küçük gördüğünüz kadar küçülürsünüz Xwuda’nın nezdinde. Ey birbirlerinin arkasına dizilip Xwuda’yı koro halinde veya putları sakladığı yerde arayanlar! Xwuda sizi siz olarak yarattı, siz kendiniz olmadıkça şirk ile arayışınız boşunadır. Onu kendi yüreğinizin penceresinden bakarak arayınız!
Puta secdeye çıktığında yüreğini Xwuda’ya kapatmak zorunda kalırsın. Çünkü etrafında pervane olduğun mana değil maddedir. O madde bir şirktir ve sen müşriksin. Putperestler maddeden ne fayda gördüler ki? Maddenin bilediği ihtiraslar insanları canileştirmedi mi? Eğer bir dinsiz, bir münafık ya da bir putperest seni lanetlemiyorsa sen kendi imanından şüphe etmelisin.
Yere kapanıp secde etmek putperestlerin puta ettiği secde geleneğidir. Xwuda’ya secde etmek manadadır, o zaman ona ancak yüreğinle secde edebilirsin. Her uyandığında ve her uyumaya gittiğinde bir elini kalbinin üstüne koy, gözlerini yum, vicdanınızın hakemliğinde Xwuda’ya yüreğinle bağlan. Xwuda yardımcınız olsun. İnsanlara yumuşak sesle hitap ederek güne başla. Rızkın için çalışıp didinirken ve yorgun evine dönerken yüreğin şefkatle dolu olsun, bu zenginliğin ve mutluluğun en büyüğüdür.
Hangi dili konuşuyorsanız o dille selamlaşınız. Xwuda yarattığı tüm insanların dillerini bilir. Özentiden dolayı başka dillerle selamlaşmak insanı çirkinleştirir ve kendi dilinin ve kültürünün katili yapar. Öyle biliniz ki katletmek Xwuda’nın yarattığını yok etmektir ve katil lanetlenmenin en büyüğüne müstahaktır. Dünyada en kötü şey kültüründen koparılmaktır. Kültür binlerce yıllık bir mayalanma ile oluşur. Onu farklı bir dile ve kültüre mecbur kıldığınız zaman o insani dayanaklarını kaybeder. Yeni kültürün oluşması için gene binlerce sene gerekir.
Din gericileri kör ve cahildirler. Xwuda’yı sadece Arapça bilen bir insan olarak tanımlarlar. Dünyayı kendi ufku kadar tanır. Gece ve gündüzleri bu coğrafyaya göre tanımlar. Oysa Yüce Kudret’in yarattığı bu Dünyada bazı yerlerde ve bazı zamanlarda gece veya gündüz zuhur etmez.
Müşrikler birbirinin arkasına dizilip Xwuda’yı birbirilerinin arkasında ararlar. Her birinin sırtı Xwuda’yla irtibatı kesen duvardır. Xwuda’ya dua ederken avuçlarını yukarıya kaldırarak O’na bir yer belirlerler. Sadece putların belli yeri olur.
Yedinci kata oturttukları kendi kendi yarattıkları ilahlarıdır. Onların ilahları çoktur. Onlar ilah yaratmada mahirdirler. Xwuda müşriklerin yarattıklarından değildir, kendi yaratandır, birdir ve her yerdedir, aşağı veya yukarı yanılgıdır. Gericiler Xwuda’yı kendi kapasitelerinde sınırlarlar. Oysa sınırsız ölçüde büyük ve her şeyi bilendir.
Gericiler Xwuda’yı peygamberlerine ve peygamberlerinin ümmetine kadın ihsan eden kurum sanır. Oysa O tektir ve kimseye yarattıklarını peşkeş çekmez. Çok sayıda kadına veya seks kölesi cariyeye sahip olmak edepsizce bir gelenektir. Xwuda’nın bu konuda insanlardan isteği edepli olmaktır. Gericiler başarılarıyla öğünürken tüm kötü eylemlerini Xwuda’dan bilirler yani Xwuda’yı suçlarlar. Oysa Xwuda kimsenin cüz-i ihtiyari kötü eylemlerinin suçlusu değil, cezalandırıcısıdır. Gericilere göre Xwuda korkunç bir kudrettir. Oysa korkunç olan beyinleri canavarca düşüncelere esir düşmüş kötü insandır.
Gericiler av tazıları gibi emir ve talimatla yürür. İmanlı insan manevi sadakatle yürür. Akli selim insan Xwuda’nın nurunu sevgi olarak yüreğine nakşeder. Gericiler Xwuda’nın nurunu korku hissi olarak yüreğine indirir. Suçluluk duygusuyla şuuraltında şekillenen korkular insanın kendisi için hazırladığı korkuluklarla dolu cehennemidir.
Putlara ve her türlü şirklere çekinmeden karşı çıkınız. Dünyanın hızına yetişmeyenler, Yahudi olmayı, Hıristiyan olmayı, İslam olmayı insan olmak sanır. Oysa insan olmak bir erdem sorunudur. İnsanlaşma bazılarının edep ölçülerine uymayabilir ama kimseye insanlaşmayı kötü gösterme hakkı tanımaz. Bunda ısrar etmek Xwuda’nın takdir yetkisini kullanmaktır.
Gericiler korkudan inanır gibi gözükürler. Korkudan ibadet edenler kendilerine korkuluklarla dolu bir cehennem yaratırlar. Yüce Mevla temiz işler yapanlara yardımcı olsun. Eğer gericilerin istediği olsaydı insanlar hala ağaç kovuklarında veya mağaralarda yaşamış olacaklardı. Bunlar doğrulara karşı direnirken çokturlar ama doğrucular her zaman lokomotif gibi vagonlardaki ileriye karşı direnen her kesi ileriye doğru sürüklerler
KANİ YADO-01.01.2011

Bir Yanıt to “DİGER 2011 YILI YAZILARI”

  1. […] XWUDA’YA İNANMAYANLAR O’NDAN KORKARLAR, KORKTUKÇA KORKUNÇLAŞIRLAR Share this:TwitterFacebookLike this:BeğenBe the first to like this post. […]

Yorum bırakın