kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

KANSERLİ TOPLUMLAR

Posted by kaniyasor 1 Ekim 2011

Tıpta kanserin daha çok kalıtsal mutasyonlar ve diğer genetik nedenlerden kaynaklandığı bilinmektedir. Sosyal arızaların kansere benzetilmesi belki insana tuhaf gelebilir ama toplumsal olaylarla doğal olayların benzerliği bilim tarafından ispatlanmıştır. Kanser bir insanın bir organında ortaya çıktığı gibi kanserli bir toplum Anadolu’nun belli bölgelerinde çıkabilir.

 Bilimsel çalışmalarını profesyonelliğin dışında yapan bilim adamları tahlilleriyle  çevresel bağımsızlığı avantajından dolayı bize toplumu tanıma imkanlarını sağlıyorlar. Siyasetin münafıklığı, bu imkanların siyasal ortamda da görünmesini engelliyor.  

 Biz bu güzel insanların dili ve yöntemiyle doğru sonuçlara varabiliyoruz. Bu sayede toplum ile ormanı birbirine benzetebiliyor bu toplulukları oluşturan canlı birimini tahlile yöneliyoruz. Biri toplum, biri orman. Biri insan, biri ağaç. Biri öldüğü zaman odun olur, diğeri öldüğü zaman ceset olur. Ölen ölür fakat hem ormanda hem de toplumda yaşam devam eder.

 Bu iki topluluğa ait yasalar vardır. Orman denen ağaçlar topluluğunun kendine özgü ‘orman Kanunları’ vardır. Tıpkı şiddeti esas alan toplumların baskıcı kanunları, ilkel toplum yaşam ilkeleri, kanunları ve şeriatı gibi…

 Kanserler bu canlıların kalıtsal gibi içsel nedenlerle bulduğu gibi, dış etkilerle de bu acımasız hastalığa yakalanmak mümkündür. Anadolu yerlilerinin kanserli toplumların istilâsına uğraması büyük bir talihsizliktir. Kanserler bilindiği gibi hücre çoğalması ve hareketleri barbardır. Kanserli Orta Asya ve Mekke talancılarının kalıtsal olarak taşıdığı gasp ve talan geleneğinden bahsediyoruz. Yerleştiği coğrafyalarda binlerce yıllık mayalanmış erdemleri yerle bir edenlerden bahsediyoruz.

 Bizim yöremizde her gün her kesin en çok dile getirdiği “ver eline tezeği, al elinden ekmeği” atasözü yöremize yerleşen Hazerilere aittir. Bununla, işgalci barbar durusuyla yumuşak huylu, sakin bir Kurd insani anlatıyor.  Kurdler de  kendilerine ait olmayan bu sözü sık sık kullanmaya başlamışlar son yüz yılda. Bu bir benzeşmedir, hatta bu benzeşme birbiriyle derinden ilişkili, siyasetin toz ve dumanı içinde bariz bir şekilde dikkati çekerek son otuz yılda zirveye ulaştı.

 Yerleşik düzendeki Anadolu ve Mezopotamya, Arap ve Orta Asya barbarları tarafından istila edilince toplum çok yönlü talihsizliklere uğradı. İstilalarla yerleşen aşiretlerin beraberinde getirdikleri de vardır ancak, daha fazla götürmüşlerdir. Yaşadığımız alan olan Palu, Xarpêt, Meleti bu yüzden çok şey kaybetmiştir.

 Osmanlı devletinin son zamanlarında Arap kültür gelenekçileri dediğimiz şeyhler ve Şii seyitlerin din istismarıyla bereketli toprağın mütegalibe ve serflerini etkisizleştirip toplumda ağırlıklarını koyunca, denge Osmanlı kanserlilerinin lehine döndü. Osmanlının  son aktörleri olan İttihat ve Terakkiciler  bu durumu kendi lehine çevirmeyi kolaylıkla sağladı. Çünkü bu köleci toplum misyonerleri hem cağın hem de ittihat ve terakkicilerin çok gerisindeydiler. İttihatçılar Avrupa’da gelişmekte olan ulus-devlet eksenli, orduya dayalı milliyetçi-ırkçı karakterin dinamik avantajını kullandılar.

 Palu, Elaziz ve Malatya’nın Seçim sonuçlarına baktığınızda oyların dağılımında da anlaşıldığı gibi Kürdistan’ın genelinden çok farklı olduğu görülüyor. Bu coğrafyaya gelenler Selçuklular ve ondan sonra gelen muhacirlerdir ama gözleri çekik değildir. Kendilerini Türk veya Tırkıman olarak ifade ederler. Azeri lehçesiyle konuşurlar. Okula gidenler çoğaldığı için belki bu lehçe ile konuşanlar bu gün fazla göze çarpmıyor.

 Ben çocukluğumda Palu’ya gidiyordum. Misafir olduğum yakınım Ermeni mimarisine sahip bir konakta kalıyorlardı. Kimse nasıl bu konaklara sahip olduğunu anlatmaz. İnönü ailesi gibi  katliamın ganimetleri şeklinde görürler.  Anadolu’da yaşsayan toplumlar bu utançla beraber yaşamaya devam ediyolar.

 İlkokul çocuklarının ‘Doğu Anadolu’ dedikleri Güney Ermenistan topraklarlarında Şii Hazeriler, Sünni Hazerilerden daha fazlaymış. Şiî Hazeriler, Ehli-Beyt politikası istismarıyla toplumu kolaylıkla etkilemişler. Osmanlılar ve Kurdler, Iran Şiî potansiyelini büyük bir tehlike olduğunu fark etmişler. Yavuz’un verdiği destekle Bitlis, Palu, Amid, Cizre ve diğer Kurd Mirlikleri güçlerini birleştirerek yerel beylik ordularıyla Şiî Hazeriler  kovulmuşlar.

 Şiî olanlar kovulmuşlar ama Şii olmayanların kirliliğine ortak olmuşlar. Kanserli toplumun yaşam tarzı hızla Kurdlere bulaşmıştır. O esnada Kurdleri inanç ortaklığı kolaylığında asimile etmede zorlanmamışlar. Asimilasyon hızlandıkça bu kanserli toplumun nüfusunu artırmıştır. Palu, Kovancılar, Elaziz. Malatya yörelerinde Selçukluların fiziki görüntülerinden veya varsa yüzlerinde yama şeklinde yara izleri bulunmaktadır.

 Bu göcmen topluluk Anadolu toprağıyla barışık olmadığı için vücutlarında yara çıkıyor, iyileşiyor ve iz bırakıyor. Bu yara yüzlerinde değil de vücutlarının diğer tarafında çıktığı zaman seviniyorlar. Yavuz döneminde Kurd yerel ordularıyla kovulan çoğunluktaki Şii Selçuklular kovuldular ama çeşitli bölgelerde kalan Sünni olanları basta Zazalar olmak üzere toplumu kanserli yapmaya yetiyordu. Kurdler aynı inançlara sahip oldukları için iç içe geçmeler kolaylıkla oluyordu.

 Bir dükkana girip bir mala baktığınızda onu almadığınız takdirde hakarete ugrardiniz, hatta şiddet uyguluyorlardı. Esnaf Hazeri, Kurdt müşteri. Bu durumda Kurde dayak atmak için her bahane hazırdı. Hazeri esnafı köylülerin üretip satmaya getirdikleri ürünlerini ucuz almak için çok usta olmuşlardı. Bir nevi cambazlık yapıyorlardı. Köylüyü aralarına aldıkları zaman zavallı nefessiz kalıyordu. Bir an evvel onlardan kurtulmak için malını ucuz verip uzaklaşıyordu. Çelişki uzlaşmazdı! Hem köylü- şehirli, hem de ırka dayalıydı.

 Kuş kapmış kartalın sevinciyle kendi aralarında Kurdün elinden mali nasıl kaptıklarının övgülerini kahkahalarla anlatırlardı. Birçoğu Kurd kelimesinin konuştuğu zaman kuyruk takmayı ihmal etmiyordu. Onlar üretmiyorlardı, Kurdlerin ürettiklerini bir şekilde kapıp ticarette kârlı olmayı beceriyorlardi. Ticareti Ermenilerden öğrenmişlerdi ama Ermenilerin temiz ahlakını almamışlardı.

 Kurd olan ve olmayan her kes Şeyh Ali Efendi üzerine yemin ederler. Onun Şeyh Said’in dedesi olduğunu ilk olarak Palu’da çocukluğumda öğrenmiştim. Her kes bağlıydı, çünkü halka Peygamber soyundan geldiklerini söylüyorlarmış. Şehire yerleşen Zazalar kendilerini Kurd saymazlardı. Onlar da Azeri lehçesini konuşuyorlardı. Artık çocukları Zazaca konuşamıyordu. Bir çoğu köylüleri sadece Kurd sayardı.

 Kurd olmayan kesim, çocuk istismarı konusuyla ilgilenenler için iyi bir alandır. Tavsiye ederim. Bunlar Kovancılara, Elazığ’a ve Türkiye’nin her tarafına dağıldılar. Elazığ’a yerleşenler kolaylıkla Türk ırkçı yapısıyla bütünleştiler.

Öyle bir görüntü vardı ki sanki Kurdler göçmen, bu Hazeriler yerliymiş gibi bir pozisyon çıkıyordu! Yavuz hırsız misali dedikleri budur her halde.

 Birini övdükleri zaman” çok iyi bir insandır ‘’ver eline tezeği, al elinden ekmeği” derlerdi. Bu söylem bir tesadüf değildir. Kurdlerde bir insan iyi olduğu zaman kafasına vurup ekmeği alınmayacağına göre bu durum Orta Asya asaletinden gelen bir ihtiyaçtan kaynaklanan talancı bir söylemdir. Kurdler kimsenin eline tezek verip ekmeğini kapmazlar. Biz ekmekleri kapmayız, bölüşürüz. Bu olsa olsa Malazgir’ten Anadolu’ya giren akıncıların yaşam biçimidir.

 Yöremizde Şii misyonerler hala Şah İsmail sevdalarını türkülerinde dillendirirler. Bu yüzden yöremizdeki Şii misyonerliği yapan Seyitler Palu Özerk Kurd hükümetiyle barışık olmadılar. Geleneksek Kurd pirlik kurumları bu Şii sahtekârlığının misyonerleri arasında eriyorlardı. Bu karşıtlıkların yarattığı husumetler hala devam ediliyor ve konuşuluyor.

 Hazeriler, Palu, Malatya, Elaziz dışında Urfaya ve Diyarbakıra yerleşenler vardır. Türk Devleti Urfa yöresindekiler için ”Kürdleşen Türk Aşiretleri“ diyor ve el altından destekliyor. Bunlara devlet imkânları sağlanıyor.

 1990 yıllarında JiTEM tetikçilerinin iktidarı döneminde Aslen Türk olan fakat Kurd sanılan insanlara bir çok imkanlar sağlanmıştı, ihaleler veriliyordu. Eğer JİTEM’in piyasadaki ortaklarını araştırmak isteyenler varsa 1980 ile 2000 yılları arsındaki devlet ihalelerini, askeri iaşe ihalelerini alanlar karşımıza kolaylıkla çıkıyor.

Onlar güçlendikçe Kurd Savaşı büyümüştü, onlar zayıflayınca her ne hikmet ise savasın şiddet dozu düşüyor.  Urfa’da Araplar gibi  farklı unsurlar da eklenince Türkiye’nin lehine siyasal bir ortam oluşuyor. Köy koruculuk sistemin de bu coğrafyada kolaylıkla oturduğu hatta çok sayıda tetikçilere sahip örgütlü bir güç olarak Türkiye gündemine girdiği görüldü.

Yorum bırakın