kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKEDEN HİÇ BİR TOPLUM TUTSAK KALMAZ

Posted by kaniyasor 25 Ekim 2011

Özgür olmak yaşamın temel amacıdır. Hangi canlı tutsak olmak ister? O halde özgür kalmak tüm canlıların ortak yaşam amacıdır. Tutsak olmak bir cezadır. Ya insan kendine karşı suç işlediği zaman bu cezaya müstahak olarak birine tutsak olur, ya da bir başkasına karşı suç işleyerek tutsak kalır. O halde tutsak kalmanın nedeni suçtur.

 İlk bakışta anlaşılmaz gibi görünen bu yaklaşımı iyice incelediğiniz zaman ne denli önemli olduğu ortaya çıkar. İnsan kendine karşı nasıl suç işler? Toplum kendi değerlerini terk edip başka toplumlara sadakatle bağlı kalınca kendine karşı suç işlemiş olur. Sadakat insana değil, insan sevgisine karşı olur.

 İnsanın insana sadakati köleliktir. Çünkü insan kendisi için vardır. Kölelik bir anlaşma ile olmaz. Aldatma ile olur. Aldatılan taraf kendine karşı olan saygı bağını koparır. Bu insanın kendine karşı işlediği suçların en büyüğüdür.

 Politikada genellikle insanın mağduriyeti konu edilir. Mazlum ve zalim ilişkisi işlenir. İnsan bir başkasına güç yetirdiği zaman zalim olur. Mazlum ise insanın başkasına gücü yetmediği koşullarda ortaya çıkar. O zaman mazlum ile zalim arasında sıkı bir ilişki vardır.

 İnsanın en kötü hali budur. Güçlü olduğu zaman zalim, gücüsüz olduğu zaman mazlum ve mağdur olmanın saygı duyulacak hangi yönü vardır? Dinlerin ve politikanın bu konuya bakışı hiç de doğru değildir. Çünkü insanın zaaflarını saklıyorlar. Hastalığa neden olan bakteriyi görmezlikten gelmek gibi bir olaydır.

 Canlıların yaşamı doğru çözümlenmeden hiç bir sorun çözülmez. Sorunlar hep geçici tedbirlerle ertelenir. Kurd sorununun suça bulaşmış şekli bu durumdadır. Toplum tamamıyla kendinden uzaklaşıp dilde ve zihniyette Araplaştığı zaman, Türkleştiği zaman kime karşı suç işlemiş olur? Kendine karşı bu suçu işleyen toplumun alacağı ceza başkaları tarafından tutsak alınmasıdır.

 İnsanların ayaklarından biri ileri, diğeri geri giderse insanın yol kat etmesi mümkün değildir. Yol yürünmesi gerektiriyorsa ayaklar ileriye atılmalıdır. Tüm organların birbiriyle uyumlu olma gereği insani kendi doğasının gereğidir. Göz kendisi için görür, kulak kendisi için duyar.

 Çağlar boyunca devam eden insanın insan üzerinde tahakkümü burjuva devrimleriyle yeni bir sürece girdi. Bu durum bilincin ve özgürlüğün paralel geliştiğini ortaya çıkarıyor. Rönesans ve reforma nedenleri insan ufkunun genişlemesiyle başladığına göre bu durum dünyayı inanılmaz ilişkilere doğru sürükleyecektir.

 Bizim gibi yaşları ileri olanlar dünyanın gelişme hızının inanılmaz boyutta olduğunu yaşam süreçlerinde gördüler. Biz tren raylarının döşenmesini, telgraf direklerinin dikilmesini, ilk fabrika, ilk defa medrese yerine okul inşaatlarını gördük. Çarık yerine fabrika üretimi Ankara lastikleri, ilk defa motorlu araçlar için yol yapımı, ilk defa motorlu araçları gördük.

 CHP döneminin zulmünü gördük. Jandarmalar köye geldiği zaman muhtardan başka her kesin ormana kaçtığını gördük. Acaba biz mi kendimize karşı daha çok zalimdik, yoksa jandarma mı daha çok bize karşı zalimdi? Doğal olarak bu soruyu kendimize soruyoruz. İşte suç ve ceza konusu burada netleşiyor. Kendine, komşularına, kendinin ve komşularının yaşamına karşı saygılı olmayanlar, jandarmaya karşı ya esas duruşta olur ya da korkudan ormana kaçıp saklanır.

 Özgür olmamanın nedenlerini başka yerde aramanın iki yüzlülüğü, sorunu gizlemekten başka ise yaramaz. İnsan cesaretle kendini sorgulayabilmelidir. Kendini sorgulayamayan bireyler, kurumlar, örgütler ikinci şahısa karşı kendini savunma araçlarına sahip olamaz. Çözülmesi gereken  sorunun sürekli ertelenmesine neden olur.

 Toplum bireylerden oluştuğuna göre bu bireyler topluluğu için de sorun aynıdır. Birinci Cihan Harbinde hala Osmanlı kafası taşıyan Kurdlerin özgürleşmesi mümkün değildi. Arap için ağlayan, Kerbela için matem tutan bu kendine yabancı unsurların ne kendilerine ne de insanlığa verecek hiç bir şeyleri yoktu. Bir çoğunun eli Ermeni kanına bulaşmıştı. Sadece kendilerini cezalandıracak, kendilerini tutsak edecek kendilerine karşı sadakatsizlik vardı.

Bu koşullarda sonucun ne olabileceğini kavramamak mümkün değildir. Koşulların verebileceği tek ceza tutsaklıktır. Hala kendilerine ceza vererek Kurd nüfusunun yarısından çok fazlası kendine ceza vererek ulusal özgürlüne sırtını çeviriyor. Kimi ihale karşılığında, kimi vicdanını satarak, kimi tırşık sofrasına oturmak için…

 Geçmişte din yoluyla aldatıldılar, şimdi bozarak kendilerine ters düşürdüler. 1980 sonrası bozulma insanlık değerleri yok etti. Değersizlikler aileleri esir aldı. Çıkarcılık had safhaya ulaştı. Düdükçü Kenan Paşa bunun iyi hesabını yapmıştı. Çok sayıda insanı Kurd köy korucusu yaparak hem ihaneti kurumlaştırdı ve hem de Türkçe öğrenmelerini sağladı.

 Kurdçe konuşan ailelerin çocukları artık kendi dilini bilmiyor. Anne ve baba Kurd ama çocuk Türktür. Bir çocuğa sordum, çocuk anne ve babasının Kurd olduklarını söyledi, ama kendisinin Türk olduğunu söylüyordu. İşte Elazığı Elazığ yapan buydu. Hem Aleviliğin karşıtlığında siyasal tercih, hem de Kurd olan atalarını terk etmek!

 İki toplumun birlikte yaşadığı tüm Kurd şehirleri böyledir. Aleviler Sünnileri kendi karşıtlığında bileyip Türkleştiriyor, Sünniler Alevilerin karşıtlığında Türklükle bütünleşirken Aleviler  CHP’ye giden yolda Türkleşiyordu. Birileri böyle ayar vermişti. Böylelikle her kes derin ayarlanıyordu.Camiler ve cem evleri Türklükte yarış içine girmişlerdi.  

 Derin devlet bunları karşıtlıkta birleştirmişti. Birini Ali’ci yaparak İslam’la buluşturmuş, diğerini Osmancı veya  Velici yaparak İslam üzerinden Türklükle buluşturmuş. Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşıtlıkta birliği sağlamakta çok ustalaşmış. Kurdler ise bu karşıtlıkta kendini cezalandırdılar. Ulusal değerlerini kaybettiler. Öyle bir duruma girdiler ki artık bunlardan döl olmaz. Kısırlaştılar. Güzel Türkçe konuşma yarışması organize edilse her kes katılır. Yani kendilerine verdikleri cezayı böyle kutlarlar.

 Sonuç itibariyle Kurdler özerk bir yapıya kavuşurlarsa Kurdlerin okullaşmasına ilgi duyulup duyulmayacağı merak konusu oluyor. Türkiye’nin Kurdleri sürekli oyaladığına göre bu ince hesapları yapmaktan geri kalmıyor. Türkleştirme, köyleri yakarak, Kurdlerin şehirlere kaymasıyla daha da kolaylaştırılıyordu. Kurdler genellikle şehir ve ticaret dilinin Türkçe olduğunu sanıyor.

 Anne ve babalar okula giden çocuklarıyla Türkçe konuşmayı ihmal etmiyor. Çocuk artık okumuştur. Çocuk Türkçe konuşmayı hakketmiştir. Çocuk büyür daha büyük insan olur. Bu sefer anne ve baba Kurdçe konuşur, çocuk Türkçe cevap verir. Kurdçeyi iyi anlar ama Türkçe konuşmaz. Dili köylü dilinde ağırlaşmıştır. Türkçe ona daha kolay gelir. Artık rüyalarını Türkçe görür, Türkçe düşünür ve Türkçe hayal eder.

Yorum bırakın