kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

BU GÜNE NASIL GELİNDİ?

Posted by kaniyasor 4 Kasım 2011

Avrupa’da 68 kuşağının sol dalgası Türkiye’yi etkisine katarak yeni fikirler hızla yayıldı ve toplumu etkilemeye başladı. Bu gelişmeler üzerine telâşa düşen NATO, Türkiye’de İslam partisinin kurulması için Kemalist devleti ikna etti. Böylece derin şahsiyetlerden Süleyman Arif Emre ve Necmettin Erbakan’a bir parti kurulması talimatı verildi.

 Bu süreçten sonra bir taraftan İngiliz istihbarat albayı Kıbrıslı Alpaslan Türkeş’in Türkçü-İslamcı faaliyetlerine paralel olarak İslamcı-Türkçü milli görüş çizgisi siyasal sahada yerini aldı. Gericilik askeri vesayete taze kan taşıyacak duruma geldikten sonra 12 Mart Askeri müdahalesiyle Türkiye 12 Eylül Gladio iktidarının alt yapısını hazırlama sürecine girdi. Bizim Kemalist kokteylli heyecanlarımızı bu ihtiyacı karşılamak için kullanmakta zorlanmıyorlardı.  

 Türk Silahlı Kuvvetleri  Gladio’su 1980 yılına kadar kendi solunu, Türk sivil faşist yandaşlarını ve  Türk Silahlı Kuvvetlerinin istediği tarzda  savaş paradigmasına cevap olabilecek Kurd sol oluşumunun olgunlaşmasını bekledi. Bu sırada Doğu Perinçek siyasi kadrosu milli ordu övgüleriyle militarizmi desteklediğini açıkça savunuyor ve bölücülük tehlikesini sürekli işliyordu.

 Doğu Perinçek kadrosu, bir taraftan Kurd düşmanlığı, diğer taraftan  karşıtının gelişmesinde yoğun çaba içinde bulunması onun TSK’nin ihtiyacına göre savaşı tırmandırma amaçlı olduğu ortaya çıkıyordu. Gerilimi yaymak için yayınlar yapıyordu. Aslında oyun net olarak görünüyordu ama siyasi ağabeyler gençliği önüne katmış sürüklüyorlardı. Bu dinamik Kurd gençliği mutlaka savaşta bitirilmeliymiş!

 Avrupa ülkelerinde meydana gelen demokratik zihniyet ve Sovyetlerin ciddi tehlike olmaktan çıkmasıyla NATO politikası değişmeye başladı. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki çelik zırhlı bir Gladio oluşumu Türkiye’de sivil yönetimlerin prestijini kırmak için önce kendi bağlantıları marifetiyle sol ve sağ provokatörler yetiştirdi. Bu provokatörler İspanyol boğaları gibi siyasal alana salınarak her tarafta şiddeti tırmandırdılar.

 Türk Silahlı Kuvvetleri Sivil halkın canından bezmiş duruma geldiğini gördükten sonra 12 Eylülde darba yaptılar. Türk Silahlı Kuvvetlerinin dizayn ettiği siyasal ortamın elverişliği militarizmin saltanatının zirvesini yaşatırken insanlara yapılan işkenceler tarihin hiçbir döneminde rastlanmayan türdendi. Kimi canından oldu, kimi dağlara çıktı, kimi ülkeyi terk etti. İşkencelerde pek soru sorulmuyordu, kinlendirmeyi esas alıyorlardı.

 Avrupa ülkeleri askeri yönetime karşı sivil iktidarın oluşumunu sağlamak için kısa sürede Turgut Özal’ı öne çıkardı. TSK’nin kurduğu partiye karşı sivil toplum Turgut Özal’ı destekleyerek Anavatan Partisini iktidar yaptı.

 Bu dönemde Kemalizm’in demokrasinin önünde oluşturduğu engelleri aşmak için önemli demokratik iyileştirmeler sağlandı. Bu iyileştirmeler aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açıyordu. Özal, Kurd sorununu gündeme getireceği gün ortadan kaldırılması dikkati çekti.

 Kurd sorununun resmen konuşulması TSK’nin hesabına gelmiyordu. TSK bu sorunun illegalitede kalmasını ve savaçın düşük yoğunlukta sürmesini istiyordu. Kurdlerin Türkiye’ye karşı düşük yoğunlukta savaşmasının imkanları da sağlanmıştı. Böylelikte Türk Silahlı Kuvvetlerine muhtaç olmuş Türkiye üzerinde vesayetinin pekişmesini sağlarken savaş rantları inanılmaz boyutlara kavuşuyordu.

 TSK 1990’larin başında savaşı tırmandırarak sınır uyuşturucu trafiğinin yanında silah ticareti ve sair gelir kaynaklarına sahip oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri bu esnada Tansu Çilleri öne çıkararak ANAP’ı ele geçirdi. 1990 yıllarının başları savaş sektörünün en kazançlı olduğu yıllardı. Bu kazançların yüksekliğine denk Kurdlerin heyecanının yüksekliği biri birine oransal olarak da uyum içindeydi.

 Kürdistan silahlı mücadelesini kontrollü olarak gelişmesinden yana olan TSK Turgut Özal’ı etkisizleştirmek için Tıp silahını kullanarak ölmesini sağladı. Bu tıp mücahidi Turgut Özal ve onun gibi sivil yönetimden yana olan Bülent Ecevit’in katili olarak insan belleğinde kaldı. Bir doktor bu sırada hala Silivri Cezaevinde yatmaktadır.

 Böylece Galdio dediğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri korucu başlarının desteğinde Kurd ortaklarıyla birlikte savaş rantının getirisinin ibresini yükseltti. Bu sırada batılı ülkeler Turgut Özal’ın misyonunu ANATO’nun mümin ve kamil sadık dostu Milli Görüş içinden bu günler için hazırlanan İslam ulemalarının şımarık evladı Tayyip’e vererek Turgut Özal’ın öldürülmesiyle yarıda kalan sivil mutabakat hareketini tekrar harekete geçirdi. Soldan ve liberallerden ciddi destekler aldı.  

 Tayyip de Turgut Özal gibi Nakşibendi olması tesadüf değildir. Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlanırken tüm Türkiye’de apartman katların altında sürekli beyin yıkama görevlerini icra eden Arap kültür misyonerleri olan abi ve ablaların toplumun beynini cacık yaptıklarını biliyor muydunuz?  

 AK PARTİ Türkiyenin Kurd düşmanlığında hazır malzeme şeklindeki ırkçı muhafazakar  Türk potansiyelin desteğini almak için dünya ahlak ölçülerine benzemeyen siyasal yöntemleri dayatıyordu. Kurdlere Arap hurması karşılığında Kurd ulusal taleplerini terk ettirmelerini istiyordu. Merhamet Metiner gibiler hurmayı severler, bu tekife dayanamadılar!

 Arap köleci toplum sistemleri yıkılırken Türk-ırkçı-gerici Osmanlılaşma hazırlıkları yapılıyor. Misyoner Başkomutan Abdulfethullah ‘’ordular ilk hedefiniz Kurdistan!’’ diye hedefi gösterdiğine göre hazırlıklar önemli safhaya gelmiştir. Avrupa Anadolu’yu kendi güç dengesine almak için Ermeni katliamına seyirci kalmıştı. Bu misyonerler Birinci Cihan harbi sıralarında vuku bulan bu talihsizliğin tekerrürünü istiyor. Eğer utanmasalar Kurd soykırımını hemen başlatırlar!

 Avrupa’nın demokratik uygarlık sistemine entegre olmasını isteyen Avrupa Amerika ile uyum içinde Ortadoğu köleci toplum sistemlerinin tasfiyesini sağlamak için Anadolu gericiliğini iktidarda tutup iktidar rantıyla meşgul ettirerek  demokrasiye muhalefet etmesini engelledi ve kolaylıkla Türkiye’de değişim için gerekli olan yasaları çıkardı.

 Bu yıllarda Ergenekon’a paralel olarak Kurd Özgürlük mücadelesinin de darbe alması Kurdleri şaşırtıyordu. Bu paralelliğe bir anlam vermeye çalışıyordu. TSK mensupları Silivri yolcusu oldukça Türk sol hareketinden ve Kurdlerden tepkiler gecikmiyordu. Siyasetin bu çirkin yüzü benim gibi delilerin siyasetten nefret etmesine neden oluyordu.

 Öyle bağnaz süreçler gördük ki Kurd demokratik hareketinin seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları ağızlarını açamaz oldular. Kurdlerin demokratik kazanımlarını dile getiren her bir insanımız bazı Kurdlerden tehdit alıyordu. 2011 yılının son zamanlarında Kurdlerin sesi yükselmeye başlayınca KCK üyesi olarak suçlanmaya başlandılar ve tutuklanmaya başlandılar.

 Bu olaylar daha yeni yeni Kurdlerin meseleyi anlamasına neden oluyordu. İnsanlğın her zaman akıllı insanlardan zarar gördüğünü baştan beri biliyoruz. Bizim gibi deliler aklı da yenmişler. Bu yüzden böyle deli deli şeyler yazıyoruz. Deliliğimizin Genel Kurmayın kozmik sırlarını bile deşifre edebilecek öngörüleri var ama aklımız yok.

 Akılsızlık kimseye çıkar sağlayamadığı için politik başarıları olamaz. Politika akıl, rant, kalleşlik, ikiyüzlülük, münafıklık, acımasızlık, derinlik ve incelik…gerektirir. Bilimin delileri ayna gibidir. Kendi deliliği dışında her şeyi görüntüler.

 12 Eylül öyle bir nesil yarattı ki insanlık erdemleri ve vicdan, insanları terk etmiş olup onları bir çıkar robotuna çevirmiştir. Bu nesil belki Türklerin ve Kurdlerin genel karakterinin yeni alt yapısını oluşturacaktır. Her kes kendi yakın çevresini inceleyerek sonuçlar çıkarmalıdır.

 Türkiyeye ve Kurdistana  gidip kendi gözleriyle bakıp kendi bilinciyle anlam veren  arkadaşlamızımızın izlenimleri bizimkinden farklı değildir. İnsanlığın, vicdanın firar edip terk ettiği bir ülke ülke olamaz. Çok yakında cacık beyinlilerden geçilmez olan bu coğrafya politik kazanımlara kurban edilecektir.

 Biz sadece kendi penceremizden bakıp gördüklerimizi anlatıyoruz. Bu konuyu psikologlara ve sosyologlara bırakmak gerekiyor. Bizi umutsuzluğa düşürmeden tahlil sonuçlarını yayınlamalarını bekliyorduk.

 Psikologumuz beceriksiz. Avukatlarımız yağcı. Bir Leyla’mız vardı, tehdit altında dut yemiş bülbül oldu. İsmail Beşikçi Hocamız konuşabilecek ortamı bekliyor. Hasan Bildirici hoca için dünya öyle daraltıldı ki çok hızlı üreten beynine karşı daraltılan fikir piyasasının lanetlik ambargosuna takıldı.

Aydınlarımızı kim bu hale getiriyor? Biz faşizmi döktüğü kanda boğacağımızı beklerken ayaklarımız bize çelme oldu. Dünyadaki imajımız yerle bir oldu?

Yorum bırakın