kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

TÜRKİYDEKİ SOL HALA REAKSİYONER HAREKETTİR – 1

Posted by kaniyasor 3 Şubat 2012

Türkiye’de muhalif olarak ortaya çıkan siyasal durumlar her zaman reaksiyon hareketi şeklinde ortaya çıktı. 1950’erin sivil iktidarlarına karsı, 12 mart müdahalesi öncesinde, 12 Eylül öncesinde 12 Eylüldarbesine malzeme hazırlamak için yaratılan reaksiyonel-eylemsel sol ve sağ ile devletin terör talebini karşılayan Kurd sol muhalefeti reaksiyoneldir.

 Nerede bir silah patladıysa onun ardından devlet bir politika uygulamasına geçmiştir. Selanikte M. Kemalin müzelik evinde bomba patlar, arkasında terörist devlet Anadolu’da ve Trakyada yaşayan gayri Müslim  yerlilerin malları talan edilir ve bu insanlar göçe zorlanır. Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumları birlikte faşizme karşı omuz omuza savaşırken adaya sızan Türk Mukavemet Teşkilatı, Türkleri Kıbrıs’ta katlederek Rumları suçlar.

 Biz ilk devrimci meşaleyi yakanlar 60-70 yaşlarında hayatta kalanlar olarak kocaman çocuklar olduk. Devletin sır kapsamındaki bir çok bilgileri bize aktarabilecek mutlaka komşularımız, arkadaşlarımız, yakınlarımız vardır devlet içinde. Dün belki bunları açıklasaydık bir Kurd soydaşımızın, bir solcunun veya bir ülkücünün  kurşunuyla veya devlet güçlerinin kurşunuyla ölme tehlikesi vardı. Şimdi yavaş yavaş tartışılmaya başlandı.

 Bu gün artık legal siyaset alanında hem Türkler hem de Kurdler dünya standartlarına geçiyorlar. Şimdi hepsi güdümlü değildir. Sadece Silivri kapılarında göz yaşı döken bazı sol maskeliler ve aynı ağlamalara renk katmak için bazı yapay Kurd gruplarının dışında her kes devlet terörünü lanetliyor.

 Terörist devlet gücü kudurmuş, kendi Türk Silahlı Kuvvetleri Cumhuriyeti sahasındaki çocuk kaçakçılarını öldürmeye başladılar.

 Neden insanlar meseleyi çözemiyorlar?

 Türkiye’de düşünme yeteneği siyasal şablonlara kurban edilerek anlaşılmaz duruma getirildi. Türkiye’nin sahipleri Avrupa’da faşizm modasının geliştiği dönemde Cumhuriyete uygun biçim verdikleri için insanı ve bilgiyi kirletme konusunda hayli becerilere sahiptirler. Bu gün ortaya çıkan belirsizliklerden dolayı insanlar ne yapacağını şaşırıyor.

 Türkiye’de dünyaya benzemeyen bazı durumlar var, onu iyi tespit etmek gerekiyor. Normal olarak yanlışların neden olduğu musibetler toplumun dönüşmesine neden olabiliyor. Yanlış doğruyu, doğru yeni düşünceyi, yeni düşünce insani uyarır. Normal olarak yanlışlardan korkmamak gerekir. Yanlışlar doğruların hocasıdırlar. Bazen musibetleri doğururlar ki o zaman evrimin hızlanmasına neden olurlar. Devrimler bu evrimlerin sonucunda olur.  

Türkiye’de ne yanlış doğruyu ne de doğru yanlışı tahrik ediyor. Yanlışlar ve doğrular da devletin askeri gibi emir ve talimatlara amade olarak hizaya girmişler.

 İnsan ilişkilerinde aynı düşünenler birbirinden bir şey öğrenemez. Hep farklı düşünenler ve yanlış düşünenler insana hoca olurlar. Eğer insanlar hala Osmanlı mezarlığında yaşayan uyurgezerler değil iseler etkilenmeler pozitif olması gerekiyor.

Bu görüşü ispatlamak için dünyanın en büyük filozoflarını örnek göstermeye gerek yoktur. Bu filozofların yaşadığı koşullardaki yanlışlar onları felsefi düşünce üretmeye sevketmiş, dünya ilericiliğinin teorik altyapısını oluşturmuştur.

 Nietzsche’nin felsefi düşüncesi, acımasız yaşam koşulları ile gülünç dinsel ve diğer yanlış düşüncelere karşı bir aksiyon olarak en sert biçimiyle ortaya çıktı. Bu düşüncenin sertliği, yanlışların acımasız dozuna göre biçimlendi.

 Türkiye’de faşist yapılanmada  toplumun güçlü liderlerin tutsaklığında yaşama istemi de bu felsefenin eskiye karşı güçlü kişi yaklaşımından ileri geliyor.

 Dikkat ederseniz Nietzsche gibi düşünenlerin aynı zamanda Nasyonal Sosyalist Hitler gibi güçlü ve zalim önderlikleri yaratmıştır. Biz sadece Hitler ve Mussolonie’yi tanıyoruz. O zaman her kasaba, her şehir güçlü despot zalimlerle doluydu. Bu düşünce bireyin etkilendiği geri düşünce ve yaşam biçiminin tahriki ile biçimleniyordu.

 Tüm değişim alanlarına baktığımızda benzer durumlar vardır. Nietzsche 1840’in ortasında dünyaya geldi, bilimsel sosyalist düşüncenin ve onun taklidi olan nasyonal sosyalist sistemlere neden olan ortamların en çelişkili dönemde yaşadı. Buna karşı bilimde felsefede ve siyasal aksiyonel düşüncenin ortaya çıkması beklenen bir olaydır.

1900 yıllarının başlarından  itibaren  dünya gündemine giren  devrimler ve karşı devrimler bu ortamın ürünüydü.

Türkiye Cumhuriyeti de bu dönemin ürünüdür. Aksiyon olarak İttihat ve Terakki’yi doğurmuştur. Sovyetlerde devrim şeklinde ortaya çıkarken, Osmanlı mezarlığı özelliklerinden ziyade İtalya ve Almanya’da gelişen faşist düşüncenin protipi olarak Kemalizmi doğurmuştur. Daha çok burada aksiyonel güç olarak Balkan-Selanik Yeniçeri devşirmeleri nesli öne çıkmışlardır. Kemalist Alevilerinin sevdasının nedeni de bu aksiyonel durumdur.

 Faşizmin protipi yeniçeri geleneksel becerilere sahip Cumhuriyetçilerin yanında reaksiyonel güç olarak çeşitli Şarklı halklardan bediüzzahirler de vardı. Bunlar sadece Osmanlı denen talancı, çapulcu yapıyı revizyonla yenilemeyi düşündüler. Anadolu ve Balkanlarda Osmanlı yapısı içinde hayli etkin olan Arnavutların temsilcisi Mehmet Akif Ersoy’du. Bunlar çok öne çıktıkları için her kes tanıyor.

 Günümüzün doğru anlaşılması için geçmişteki durumu bilmek gerekiyor. Gericiliği temsil eden Türk siyaseti sağıyla soyluyla sadece Osmanlı egemenliğinin dağılmasına hayıflanıyorlar. Hatta İttihat ve Terakkicileri yeteri kadar bu coğrafyadaki halklara zulmedemedikleri için eleştiriyorlar. Gasp edilmiş topraklara sahip çıkılmadığı için eleştiriyorlar. Bu konuda günümüzde faşistlerle bazı sol kesimler farklı düşünmüyor.

Bu gerici sol ve sağ zihniyet çağdışı Pantürkist İslamın öncülüğünde iktidardadırlar. Bazı sol grupların Ak Parti’yi desteklemeleri Kısrak’ın gövdesinin Orta Asya’da, kısrak başının hala Anadolu’da işgalini sürdürme anlayışından ileri geliyor. Bu yüzden evrensellikle barışık olmayan kımızcı kısrakçılar Nazım Hikmet’i seviyorlar. İslamcı Pan-Türkist Başbakan soldan daha fazla Nazım Hikmeti seviyor olması anlaşılması gerekiyor.

 Biz 1920’lerden sonradan itibaren Anadolu’da kök salan faşizmin 1946’da kesin yenilgiyle birlikte CHP günümüze kadar kendine gelemedi. CHP’nin alternatifsiz faşist diktatörlük dönemine ait olduğunu biliyoruz. 1946 öncesi Cumhuriyet gazetesi arşivlerine baktığınızda sık sık CHP’nin Hitler ve Alman faşizmine yaptığı övgüleriyle karsılaşırsınız.

 Faşizmin yenilgisinden sonra iktidara gelen sivil Demokrat partisi döneminde halk CHP nümayişlerinde genel başkanı İsmet İnönü Paşa’ya tepki olarak yumurta ve domates atmaya başladılar. Bir gazetede 1950’lerde gördüğüm karikatürde TBMM’nin çöp kutusunda İsmet İnönü’nün suçluluk duyguları yüklü bir görüntüyü hala hatırlıyorum. Bu Türkiye basın tarihinde Kemalist despotları eleştirmede bir ilkti. Sivil iktidarın 1950’lerdeki on yılki döneminde sivil iktidarlaşmaya karşı sol muhalefet CHP denen Nazi hareketinin dirsek temasında örgütlenmeye başladı.

 1961 askeri anayasa ile sivil sol ve sağ destek sağlamak için demokratik örgütlenme zemini hazırlandı. Bundan sonra sol ve Kemalist ülkücü hareket reaksiyoner olarak sürekli sivil politikaya karşı ordu darbelerini davet etti veya onlara zemin hazırladı.

Yorum bırakın