kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

DAYILAR

Posted by kaniyasor 18 Nisan 2012

Kani Yado – 18/04/2012

Biz hemşehrimiz Kiğılı Xêro’yu şehirlerde varoşların yiğitlik sembolü olarak yazmıştık. Şehir kabadayılarına dayı da söyleniyor. Dayılar devlet ile pek barışık olmazlar.

Kasımpaşalı Recep Tayyip’in de dayılık eğilimi olduğu söyleniyordu. Spor ve din öne çıkınca o eğilimini bırakıp müminler kervanına katılmış ama dayılık şuuraltında iz bırakmış olacak ki askerlerin karşına dikilip Adnan Menderes gibi ölümü göze almış.

Recep bu eğilimini gizleyemiyor. Dayı kesiliyor her seferinde. Dayılık küfürsüz olmaz. Recep küfürlerini polise taş atan küçük Kürt çocuklarının ceplerinde taşıdığı taşlar gibi hep cebinde taşıyor. Diğer partilerin provokatörlerine karşı kafasının tası attığı zaman “ananı da al git” diyebiliyor. Bunun dayıca tercümesini bilirsiniz.

Ben hayvan dostu olarak hem ayıları hem de dayıları severim. Hayvan severlik insan olmanın ilk şartıdır. Mesela hayvan isimleriyle insanlara küfredenler faşist eğilimli insanlardır. Bunlar kendilerini kamufle etmekle beraber insanlaşamadıklarını gizleyemiyorlar. Canlıların içinde sicili en bozuk olanlar insanlardır. İnsanlar bu haliyle hayvan isimleriyle küfretmeleri ayrı bir komedi!

Ben bu küfürleri burada sıralamayacağım, siz bir dakika kendiniz aklınızdan geçirin!  Bu küfürlerin insanların seviye düşüklüğünü yansıttığını fark ettiniz mi şimdi?

Hayatta eşeklerin eşekliğini referans aldığım için kara gözlerine meftun olduğum eşeklere yapılan hakaretler ile mazlum koyunları diktatörlerin sürülerine benzetme çok zoruma gidiyor. Mazallah(!) koyunlar elifi bilmeyen nebilere, Ali’lere,  Ömerlere, velilere, diktatörlere biat eden insan sürülerine benzeyeceğine toplu halde intihar edip insanlardan kurtulsalar daha iyi olur!

Yazarlarımızdan güzel insan Fikret Yaşar yıllar önce  bana “sen o kel kafanla kelebekleri, kuşları konu alan çocuk masallarını yaz, siyaset sana göre değil” demişti. Elbette insanın kendine değil, başkasının insana tuttuğu ayna doğru gösterir. Zaten yazdığımız yazılar siyaset değil, siyasetin tahlilleridir. Yeni nesil bunlara siyasal çözümleme der. Güzel kuşların, renk renk kelebeklerin diliyle bile yazsak bununla güzel insanı gönül bahçesine gönderirken çirkin insanı teşhir ederek cehenneme gönderiyoruz.

İster siyasette ister yaşamın diğer alanlarında temel aktörler olarak ayıları ve dayıları göreceksiniz. Bu yüzden yazımızın başlığını bu şekilde yazdık. Bu espride tüm olayların abartılmasında dayılar öne fırlarken, doğanın gücünü temsil eden ayılar güçleriyle boy gösterirken, çoğunluk ise seyircidir.

Düşüncede yaşamın fotoğrafları tasvir edilirken çok somut gerçekler ortaya çıkar. Yaşam bir laboratuar gibi gözlenmezse insan bu yaşamın mistik ve gülünç bir aktörü olarak kalır.

Güzel insan Süleyman Doğan www.gomanweb.net  yerel sitesinin yazarı olarak yazdığı yazılarını yayınlamadan önce bana gönderir. Mazlum Doğan ile anılarımız canlı kaldıkça bu dostluk da doğal olarak canlı kalıyor ki birbirimize yazılarımızı paylaşmaktan geri kalamıyoruz.

Kim nereye, hangi renklere girerse girsin devrimin bizde yarattığı dostluk toprağa kök saldığı için dostluklarımız baki kalır. Dostlukların gönül bağındaki devrimcilerde çelme, arkadan vurma, tasfiye edip mahallenin horozu kalma oyunları yoktur. Sadece dostluğun erdemleri vardır. Şakalarımız, esprilerimiz, hikâyelerimiz, ezgilerimiz hep bu çerçevede kalır. Devrimciliğimiz rantları fethetmek değil, kalıcı insanlığı fidan gibi toprağa dikmek  amacında olduğundan dolayı Zarathustra gibi hep güneşte aydınlanır, dostluklarda  ısınırız.

Süleyman, devrimcilerin aynı zamanda savaş karşıtı ve doğa dostu olabileceğini unutmuş olacak ki, kendi köylerinde yaşanmış bir olayı hikâye eden yazıyı göndermekte bir sakınca görmemiş. Yazdığı hikâyede sabahın seher vaktinde Alevilerin güneşe dönerek Yüce Rabbimize dua etmeye hazırlandığı zamanda köye misafir olan bir ayının canına nasıl okunduğunu anlatıyor!

Güneşe dönüp Yüce Rabbimize dua etmek ile bir canlının canına kast etmek nasıl uyumlu olabilir? Bu gösteriyor ki insanlar Alevilikten uzaklaştıkça Kerbela’ya,  belanın her türlüsüne ve Mekke’ye yaklaşıyor.

Alevilerin büyük piri Zarathustra  insanların ve diğer canlıların yaşam haklarına, emeğe, sevgiye, üretime çok önem verdiği gibi güneşin, ışığın, aydınlığın karşıtlığında karanlığı ve cehaleti, savaşları ve şiddeti sevmez.

Aslında bu yazıda insanların katil yüzünü değil, ‘Kerim Dayı’ tiplemesinde kendini hep övgülerle, şovlarla tanıtmaya çalışan bir tıp anlatılıyordu. Kerim Dayı övgüye değer bir insandır ama toplu Karadağ tabancası yüzünden neredeyse canından oluyormuş!

Hikayede bir ayı köyün çeşmesine su içmeye geliyor. Kadınlar ayının çeşmede su içtiğini görünce feryat figan ediyorlar. Sabahın erken saatlerinde her kes ayının peşine düşer. Köyün bıyıklarının ucu bükülü en kabadayısı geçinen Kerim Dayı herkesten önce öne fırlayarak çok sevdiği toplu Karadağ tabancasını çekerek ayıya şöyle bağırır:

Eyyyyyyyt ulan ayı! Ben Kerim Dayı! Ulan  sen benden izin almadan nasıl köyün çeşmesinde su içmeye gelirsin ayı!“ diye nara atarak tabancasını, ceviz kadar taşı polis panzerine attığı için 7 yaşındaki Kürt çocuğuna doğrultan Türk polisi gibi 25 metrede ayıya doğrultur. Ve tetiğe basar! Tabanca patlamaz!

Ayı Kerim Dayı’ya bir tokat(lep) indirip onu altına alır. Kerim dayı Ayıyı vurduktan sonra tabancasıyla tepenin altında seyirci durumundaki köylülere Kocatepe’de poz verir gibi poz vermek istemişti ama şimdi kocaman gövdesiyle ayının altında bir kuş kadar küçülen kahraman Kerim dayı’nın iniltileri aşağıda duyuluyor!

Ayı bir ayağını Kerim Dayı’nın göğsüne koyup ayağa kalkarak seyirci durumdaki tüm köylülere bakar ve horultular çıkarır. Hayvanın dilinden anlayan yok!  Aslında ayı horultusuyla şöyle demek istemiş:

’Ey insanlar! Hayvanları sevmeyen insanlar insan sevgisinden de mahrumdurlar, yüreğinde insan ve hayvan ve orman ve kuş ve karınca ve kelebek ve çiçek sevgisi taşımayanlar yüreklerinde nefret, kafalarında cehalet, yaşamlarında hezimet taşırlar! Ben istesem burada  Kerim’i parçalayabilirdim, neden anlamıyorsunuz?’’ demek istiyor.

Ayı başka ne yapsın! İnsanlar ne insanlığın ne de ayının dilini biliyorlar. Mekke’den, Kerbela’dan, her türlü beladan, evlad-ı resulden dolayı Zarathustranın, İbrahim’in,  Süleyman’ın sevgi dilini çoktan unuttular!

Erkeklerin elinde silahlar vardır, av tüfekleri çoktur köyde ama kimse ateş edemiyor. Kerim Dayı, ayı tarafından rehin alınmıştır, Kerim Dayı da isabet alabilir!

Osmanlı devrinden kalan ve son iki Osmanlı padişahı Sultan Reşat, Sultan Vahdettin ve son halife Sultan Abdülmecit’i gören bir yaşlı dayı, ayıyı Osmanlı oyununa getirmek için şöyle der:

’Bekleyin ben o ayıyı Osmanlı oyununa getireceğim ve onu öldüreceğiz’’ der.

Gizlice, tepenin arkasından dolanarak ayıya görünen bir ağacın dalına bir erkek ceketi asarak geri çekilir.

Ayı ceketi insan sanarak Kerim Dayı’yı bırakıp daldaki cekete saldırırken, Kerim dayı  kendini yuvarlayıp aşağı gelir, hepsi birden ateş ederek ayıyı vururlar, Kerim Dayı’yı rehin olmaktan kurtarırlar. Ayı yuvarlanıp aşağı gelirken, Kerim Dayı ile yan yana uzanmış durumda kalırlar. Kerim dayı ile ayı yüz yüze ve göz göze gelirler.

Ayı can verdiği için kımıldayamıyor, Kerim Dayı ayının darbesinden dolayı kımıldayamadığı için kader onları yan yana uzanmış vaziyette görüntüde acıklı bir komedi katıyor.

O esnada espriciler Kerim Dayı’ya laf atmaktan geri durmazlar. Biri bir ayağını ayının üstüne koyarak şöyle der:

’’Ulan ayı! Köyümüzün kahramanı Kerim Dayı’nın silahı patlasaydı sen yukarıda bize caka satamazdın! Ayı bak Kerim Dayı yaralı, öldürmeye kıyamadın, bari kalk yarasını derman et!“ der. Her kes zafer kazanmış gibi neşeli.

Hikâye burada bitiyor ama bu sefer sıra bende! Sılo’nun canını haşlamadan bırakır mıyım?

Sılo’ya bir mesaj yazdım:

Lo sıla, Silo’yê bê îman! Utanmadınız mı ayıyı vurdunuz? Ayı, kendi canını insanların vahşetinden kurtarmak için rehin aldığı Kerim Dayı’yı bir tokatta yere yığıp, bir ayağıyla göğsüne basıp size demiş ki:

Ey köylüler, ben isteseydim bu geri zekâlı Kerimi öldürürdüm. Siz insanlar neden böyle barbarsınız, neden laf anlayamıyorsunuz? Ben misafir olarak köyünüze gelip çeşmenizden bir kaç yudum su içmek istemiştim. Ey barbarlar! Bir canlı su içerken onun canına kast etmeyeceksin! Zarathustra size öğretemediyse ben hiç öğretemem!

Oysa ben hamileydim, kadınlar beni size ihbar etti, kadınlar da anadırlar analığın ne olduğunu bilmelidirler, yazıklar olsun! demek istemişti.

Sahi SİLO biz neden böyleyiz? Eşekler eşek olduğu halde insanların eşekliğinden bir şey anlamadılar. Ayılar insanlardan daha ayı olduğu halde, bize ne hayvanlığı anlatabildi ne de insanlığı anlatabildi. Bütün canlılar bu dünyanın hak sahipleridirler.

Ah Kerim Dayı ne yaptı sana ayı? Keleğinle bir çok insanı bir bu yana bir o yana geçirdin. Bir çok insanı o güçlü koların arasına alıp coşkun Peri Suyunda kurtardın, bir ayının mesajını alamadın!

Ayılar, ceylanlar, serçeler, şahinler, uğur böcekleri, karıncalar, her türlü canlı ve cansız doğa unsurlarının meydana getirdiği ahenk doğal senfonidir. İnsan bu senfonide sevgi ve neşe ile güzelleşir ve özgürleşir. Kinler, savaşlar, nefret,sevgisizlik birilerinin kendi bireysel, siyasal ve sair hırslarına, amaçlarına ulaşmak için kullandıkları araçlardır. Bu araçların kullanıldığı koşullarda insan sevgiyi kaybeder ve tüm hayvanların ve diğer canlıların karşısında gülünç duruma düşer.

Siz Kurdistan’ın ve Kurdlerin inkarında veya bunun evrensel haklarının istenmesi ihtiyacını fırsat bilen hastalıklı Kurd ve Türk mihrakların kurnazlığında şiddeti, savaşları, inkarları, fırsatçılıklarını, fesatlıklarını yaşama hakim kılan dil ile sevginin dili arasındaki farkı gördünüz mü?

Şiddeti yaşam biçimi olarak algılayan insanların dili artık çekilmez oldu. Sevgi dili şiddet dilinden farklıdır. Şiddet dilini ne kuşlar konuşabiliyor ne çiçekler ne de sevgiler ve sevgililer. Coğrafyamızın insanları bu dili bilmiyor. Şiddet karşıtları, savaş karşıtları sivri dili, sivri siyasilerin sivri ve pazarlıkçı dilini bilmezler. İşte çözümsüzlüklerin nedeni burada gizlidir!

Yorum bırakın