kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

BEYİN VURGUNUNDA SADAKAT AKLI

Posted by kaniyasor 25 Nisan 2012

Kani Yado -25/04/2012

Türkiye’deki siyasal manzaranın insanlığın aleyhine şekillenmesi insani düşündürüyor. Genel manzaraya bakıldığında gericilerin onayını alma rezilliği siyasal alışkanlık halini almıştır. Bazı devrimciler ‘zülfikar’ ve diğer şiddeti çağrıştıran gerici simgeleri kullanırken, bir kısmı şiddetin başka araçlarını ilericiliğin vazgeçilmez araçları olarak simgeliyor.

Kimse yarın bu simgelerin benimsenmesi halinde gericiliğin sevdalandığı bu şiddet tarzı ile ne yapabileceklerini hesap etmiyor. Iran devrimcileri gericilere verdikleri taviz ile kendi hayatlarından oldular. Türkiye’de bu hatayı yapanlar Alevi ve Sünni gericilerden mükâfat mı alacak?

Günübirlik siyasetlerin insanı ne kadar çirkinleştirdiğinin hesabı yapılmıyor. Gericiliğin desteğini almanın bir maliyeti vardır. Gericilerin hoşuna gitmek için kullanılan her söz, her araç insana düşman olan gericiliğin vuruşunu güçlendirmektir. Biz insanlardan destek almayı değil, insanların geleceğini esas alıyoruz. Günümüzde gericiliğe taviz verile verile hem çağdışı dini gericilik, hem sol ırkçı gericilik ve sağ faşist ırkçı gericilik dizginlenemez duruma geldi.

Gününüzün sol ve sağının geriliği nereden kaynaklanıyor? Biz bu gün Taksimde sol gericilerin ve MHP’li ırkçı faşist gericilerin Ermenilere karşı eylem birliğinde olduğunu görüyorsak Türkiye’de artık beyin vurgunu şokundan bahsedebiliriz anlamına geliyor.

Galiba, beyin, niyet, düşünce, siyaset ilişkisinin sakatlığında, bunun teori ve pratik yansıması ve bunun diyalektiği üzerinde iyi yoğunlaşmak gerekiyor. İnsanlar nasıl beyin vurgunu olur, nasıl despot liderlere sadakat köleliğine bağlı olunur?

İnsanların siyaset kanalıyla nasıl düşkünlüğe sürüklendiğinin mutlaka beyin, akıl, bilinç ilişkisinin izahı vardır. Kimlerin kurguladıkları bilinmeyen siyaset için insanlar beyin vurgunu olarak muzdarip olup, fanatik sadakatin etkisiyle kendini yakabiliyor.

Beyin vurgunundan muzdarip olanlar sadece tabuları uğruna kendilerini kurban etmezler, aynı zamanda bu gün Taksimde görüldüğü gibi derinlerin istemiyle katliam mağduriyetinin oturma eylemine karşı saldırı şeklinde eylemsel edepsizlikte de bulunulabilir.

Bir buçuk milyondan fazla insanın katledildiği bu coğrafyada özür dilenmesi beklenirken bu gün oturma eylemi ile katliamı hafızalarımızdan dışarı istihraç eden protestoculara saldırma düşüncesi hala yaşıyorsa insanlık utanmalı! Tüm dünya utanmalı. Bu ne haldir? Ne çirkin insanlar senin üstünde yaşıyor ey dünya!

Beyin organik bağımsızlıkta varlığını sürdürür. İnsanların şekil aldığı bilinç niyetlere bağımlı olarak düşünceyi üretir. Niyetler insanın iradesinin dışında yönlendirilir. Bu yönelim dıştan gelen bir tahriktir. Niyetler, ortaya çıkan düşünce ve eylemi kurgulayan bir sınıf tercihi, bir grup tercihi, bir tuzağın tercihinde olabilir.

Özgür bilinç yoktur. Çünkü bilinç niyetlere bağımlıdır. Biz bunu açıklarken bir bilinç çemberinin her hangi bir başlangıç faraziyesinde yola çıkarak açılıyoruz. Bu çember bir “www(world wide web)” sistemi gibi bir dairede tezahür eder. İnsan bu çemberin neresinde ise orada görünür.

Biz bu bakış açısında yola çıkarak Kürtlerin özgürlükten kaçan bir niyetin pratik olgunluğunda, kendi özgürlüğünü engellediği düşünce mantığına varmıştık.

Özgürlük mantığımızı çeşitli konuların başlığı altında izah etmiştik. Kürdî olarak yazdığımız sosyal psikolojinin çeşitli konu başlıkları altında da dile getirdik. Bu düşünce mantığına göre özgürlüğün bir yaşam biçimine çevirmek için özgür düşünceyi savunabilecek bağımsızlıkta olmak gerekiyor.

‘’Çok yaşa padişahım’’ anlayışında çakılı kalan tabu sadakatinin bağımlıları nasıl özgürlüğü bir sosyal yaşam biçimine çevirebilirler?

Özgür olma isteği, bir başkasından özgürlük istemek değildir. Siyasi oyalamacıların yaptığı şey, başkalarından özgürlük talep etmektir. Özgürlüğü biz savaş koşullarının yarattığı bir sonuç olan esir düşme olarak tanımlayamayız.

Esir düşmek özgür olamayan insanoğlunun içinde bulunduğu dramatik bir durumun sonucunda oluşur. O koşullarda esaret hali ve ya esaretten kurtulma hali olabilir ama insan esaretten tahliye olduğu koşullarda da özgür olmayan düşüncesiyle beraber bağımlı varlığına devam eder.

Biz siyasal mantığımızı bilimsel düşünce mantığından uzak tuttuğumuz zaman günümüzdeki Kuzey Kurd toplumunun kendi iradesi dışında ortaya çıkan özgürlüğü engelleme niyetine takılı kalır. Siyasal mücadeleler bazı denge niyetlerine göre kurgulanabilir. Bu niyetlerin oluşturduğu siyasal çizgiler o niyetlerin amaçlarına bağımlıdırlar.

Toplum özgürlük talebi sadeliğinde ve saflığında söz konusu yaptığımız niyetlere can katar, kan katar. Olayın acıklı yönü budur. Tutsak alınan iradenin toplumun kendi arzularının dışında bir sonuca malzeme olması toplumsal kader trajedisidir.

Biz özgürlük konusu ile ilgili hangi olaya bakarsak bakalım bu sonuçlarla karşılaşırız. Özgürlük alınmaz, satılmaz, ancak yaşanır. Siyasal özgürlük ise özgür iradenin ürünü olacağına göre Kürdistan Özgürlük konusu ne kadar özgürdür? Toplum  ’’ben muhatap değilim, irade değilim“ dediğinde özgürlük niyeti kendine ait değildir. Bu özgürlük kimlerin niyetlerinin takıntısındadır?

İnsan karanlıkta el yordamıyla yürüyemez. Mutlaka bir yerlere toslar! Biz siyasal özgürlük konusunu bilimsel düşüncenin özgürlük anlayışının dışında ele alırsak siyasal amacın yönü değişir.

O zaman özgür irade, toplumsal iradenin oluşturduğu somut toplumsal muhatabı ortaya çıkarır. Toplumun muhatap kabul edilmemesinin mantığı kime ait olabilir? Topluma mı yoksa toplumun dışındaki engelci erklere mi?

Şimdiye kadar bilimsel düşünce mantığının dışına çıktığımızı iddia eden kimse çıkmadı. Bilimsel düşünce mantığı kimsenin niyetlerine bağımlı olamayacağına göre o bağımsız mantıkta incelendiğinde karşı çıkılacak bir durumun, çağımızın biliminin evresinde olması muhtemel değildir.

İşte siyasette aldanma,  topluma ‘’Otur yerine cicim, ben senin adına her şeyi yaparım, yeter ki Roma köleci sisteminde olduğu gibi benim için savaş“ anlayışı toplumun üstünde oluşan gücün tercihidir. Bu tercihler geçmişten günümüze kadar ‘irade gaspıyla tutsaklık’ dediğimiz özgür olmayan yaşamı isteyen kölecilerin günümüzdeki anlayışıdır.

Çağımızda özgürlük niyetlerinin gizliliği yoktur. Nerede siyasal karanlıklar, gizler varsa orada özgürlük talepleri yoktur, farklı niyetlerin tuzakları vardır. Bizim özgürlük konusunda kimseden sakladığımız bir şey yoktur. Ağız dolusu özgürlükten bahsedilmelidir. Biz çok iyi biliyoruz ki Özgürlük yaşandığı takdirde özgürlüğe layık olunur.

Özgür olmayan siyasal ortamların konuştuğu özgürlük değildir, toplum dışılığın kendi kurgularıdır. Kimse özgürce yaşamadı ki özgürlüğü meclislere kadar taşıyabilsin. Cemaatler, siyasi partiler toplumun özgürlüğü için değil, kendi parti erkleri ve cemaat amaçları ve bu cemaatlerin arkasındaki güç için vardırlar. Özgürlük kavramı onlarda sadece propaganda aracı olarak kullanılan bir slogandır.

Bireyin özgürlüğü toplumun özgürlüğüne, toplumun özgürlüğü siyasal ortamın özgürlüğüne neden olur. Şimdi ortaya çıkan siyasal partilerin ve cemaatlerin temel amacı özgürlüğün önüne engel teşkil edip toplumsal iradeyi gasp edip amaçlarına ulaşmaktır.

Özgürlüğü amaçlamayan örgütler ve cemaatler tanrısal iradeyi kullanarak insanları kul statüsünde, siyasi anlayışlar, iradeyi gasp edip belli amaçları için kullanmaktır. BU kullaştırma insan ile Yüce Rabbimiz arasındaki manevi ilişki değil, kendilerine kul yapmayı amaçlıyorlar.

Eğer farkındaysanız neredeyse tanrı elçiliğine veya Mehdiliğe soyunma niyetlerini ima ediyorlar. Bu durum toplumu kendine kul etme niyetinin dışa vurumudur. Bunu hem karanlık güçlerin kullandığı plastik İslamcılar yapıyor hem de çağın siyaseti olarak kendini dayatan siyasetler yapıyor. Bu iki amaç arasında fark yoktur. Sadece amaç için kullanılan araçlarda farklılıklar olabilir.

Bu tahlilde sol anlayışla topluma rağmen toplumun iradesini gasp edip diktatoryal bir amaca ulaşmak ile sağın aynı şekilde toplumsal irade iğfaliyle amacına ulaşmak arasında fark yoktur. O zaman sol diktatörlüklerle, sağ ve dinsel diktatörlükler arasında özgürlük esas alındığında fark yoktur.

Kurdlerin ‘’bijî paşay mın“ demesiyle Türklerin ’’çok yaşa padişahım“ demesi arasında bir fark var mı?

’Ayıptır, birilerinin niyetleri için birebirinizi kırmayın! Oturun paşa paşa, oturun adam gibi, toplum olarak kendinizi muhatap ve irade kabul edin ve muhatap olarak görün ve meseleyi konuşup çözün!’’ diyebilecek kolektif irade ne zaman uykudan uyanacak?

Toplumun iradesi futbol topu gibi paslaşılınca insanın onuru aşınıyor!

Cemaatlere, karanlıklara, iradesizliklere, muhatapsızlıklara takılı kalınırsa sorunlar karanlıklarda konuşulur, geleceğimiz karanlıklara gömülür. O kahrolası Ankara’nın karanlık köşeleri var ya…!

Mehmet Ağarların hayat garantili cezaevine yolcu edildiği bu günden sonra konuşulamayanlar da yavaş yavaş konuşulmaya başlanacaktır. Danışıklı dövüşlerle Kurd sorununun çözümü, geciktirilmişliğin kalleşliğine maruz kalmadan tetikçi sivil ve askeri generallerin hışmına uğramadan mahrem konular konuşulamaya başlanabilecek süreci yaşamalıyız.

Yorum bırakın