kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

TEK ADAM MERKEZİYETÇİLİĞİ YANİ AŞAĞILIK DİKTATORYA

Posted by kaniyasor 4 Mayıs 2012

 Kani Yado – 05/05/2012

Tüm diktatörler ve diktatörlükler topluma yukarıdan aşağıya baktıkları için aşağılık olarak adlandırmak çok isabetli bir tanımlamadır. Diktatör hangi ulusa bağlı olursa olsun, bilinçaltı aşağılık kompleksinde müzdarip şizofren oldukları  biliniyor ve aşağılık olarak tanımlanması antifaşist bir tavır olarak değerlendiriliyor.

Kürt toplumu tarafından 21. Asırda bile hala ciddi katılımla tartışılmamasına karşın, çok uluslu Osmanlı Merkezi otorite karşıtlığında Âdem-i merkeziyetçilik 1908 yılında ikinci Meşrutiyetle Osmanlı siyasal literatürüne girdi. Yerel yönetimlerinin özerkliğini esas alan bu sistemde azınlık haklarının yerel temsilini gerektirir. Bireyin temel hak ve özgürlükleri merkezli bu sistem tartışılınca ırkçı milliyetçileri tahrik oldu.

Türk milliyetçileri dediğimiz ulus-devlet kurma çalışmaları içinde olan İttihat Ve Terakkiciler bu tahrikin etkisiyle 1913 yılında darbe yaparak Âdem-i merkeziyetçilik günümüze kadar kesintiye uğradı.

Osmanlının son dönemlerinde adem-i merkeziye fazlaca tartışıldığı için bunun olumlu etkisi 1921 anayasasına yansıdı ancak milliyetçiler Kemalist faşistler kendilerine emin olduktan sonra 1924 anayasasında bunu gündemden düşürdüler ve günümüze kadar İtalya faşist sistemi hem hukuk hem de idari merkezi sistem oturdu.

Merkezi sistemde dernekler, siyasi partiler, siyasal hareketler despotik yöntemlerle yukardan aşağıyı yönetim şeklinda esas olan emir-talimat-rapor askeri faşist  merkezi sistemi benimsendi.

Biz bu merkezi sistem anlayışını savunanları aşağılık olarak değerlendirirsek tepkimiz anlaşılır sanırım.

Türkiye’de Osmanlının son döneminden kalma bir kavramla âdem-i merkeziye Kemalizm ile gündemden düştü. Yani devlet diktatörlük devleti olunca diktatör tanrılaştı ve toplum kullaştı yani kölelik esasında sürüleşti! Avrupa bu dönemde ulus-devlet biçimlerinde faşist sistemler güçlenince âdem-i merkeziyenin talep olarak ortaya çıkması da mümkün olmadı.

Osmanlı’nın dağılması ve Kemalist hareketin gerçekleştirdiği ulus-devlet Hitler’e referans teşkil edebilecek faşist zenginlikte olunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merkeziyetçi sistemi pekişmiş oldu. Kürt ve Türk dernek, örgüt, parti ve cemiyetlerini incelediğinizde Kemalist geleneğe çakılı kalan muhafazakârlığından dolayı dünya çapında araştırmanın değerinde önemli sonuçlarına varmak mümkündür.

Merkezci zihniyete ve sisteme karşı, günümüzde dünyaya damgasını vuran büyük olaylar, büyük bölgesel çalkantılar toplumu yukardan yönetmeye çalışan despotların oluşturdukları güçlere karşı çıkışlar olarak değerlendirirsek yerinde olur.

İnsanlar kısa sürede iradesini diktatörlere kaptırabilecek derecede zayıf bir tutsak durumuna gelmez. Bunun tarihi vardır elbette. Günümüzün politikasında olduğu gibi geçmişin politik sistemleri olan dinler de kendilerine özgü yöntemleri kullanırlar.

Köle sahipleri başta tanrı sıfatıyla kendi adına, daha sonra tanrı elçileri sıfatıyla tanrı adına toplumu etkilemeyi başardılar.

Dünyanın Birinci Bunalım Dönemi’nin siyasal özelliklerinde ırkçı milliyetçiliği temsil eden Mustafa Kemal kolayca kendini merkeziyetçilikte tanrılaştırabiliyorsa, bunun geçmişe dayalı altyapısı vardır. Bu talihsiz süreç Kürdlerin yaşadığı coğrafya da yaşandı. Bu yüzden tarihsel tanrı-Kral despotik diktatörlük biçimleri kolayca toplumda yer bulabiliyor.

Tanrı, tanrı elçisi, padişah, diktatör yaratma hususunda yaratıcı köle ustalığında gayet başarılı olan Ortadoğu, insanlık için potansiyel tehlike olmaya devam ediyor. Bu toplumlarda bu yüzden üfürükçüler, muskacılar, diğer din istismarcılığı için uygun ortam olduğu gibi diktatör cambazları da kolaylıkla yerleşebiliyor. Hastalık üreten bataklıklar gibi Ortadoğu da siyasal hastalıklar üretiyordu.

Bu cambazlıkta Ortadoğu’da toplumun üzerinde tahakküm kuran hastalıklı şizofren önderliklerin köle sadakatini örgütleyerek veya toplumu aldatarak bu tür sadakatler oluşturarak siyasal partilerin veya devletlerin en tepesinde aşağılık taht kuran despotlar insanlığın uyanış rüzgarına uğrayarak tahtları sallanmaya başladı.

Kölelerin tanrılaştırdığı bu zebaniler tarihin çarklarını ters çevirerek eski köleci toplumun günümüzdeki uzantısı olan diktatoryaları ucube önderliklerin beslendiği köle ruhları muhafaza etmek için canla başla çalışmaktadırlar.

Tüm bölge ucube diktatör zihniyetlerinin dayanışma içinde oldukları gözden kaçmıyor. Eğer farkına vardıysanız Ergenekon yapılanması ve bu yapılanmanın sivil bağlantıları Saddam Huseyin’in ve Kaddafi’nin, Esad’ın gidişlerine razı değildirler.

Bu deneyimli yapılanmalar, köleleştirilen iradeleri, ruhları ve fiziki sadakat tutsak ve tutucularının siyasal dinamizme itilmeleri için çeşitli hipmo-propaganda ile uyuşturup uyurgezerliğe mahkûm etmektedirler.

’ Çok yaşa padişahım’’ sadakatinden başka hiçbir erdeme sahip olan bu ‘çok yaşa’cılar insanlık için büyük bir yük, büyük bir potansiyel sorun teşkil etmektedirler.

Hasan Sabah’ın da amacına ulaşmak için uyguladığı kendi çağının düşüncesini kullanarak hipmo-propaganda ile insani düşürme, insani avlayıp kullanma yöntemi bu diktatörlük ideallerinin başarılması için hala kullanılmaktadır. Dünyanın tüm ucube diktatörleri Hasan Sabah’ın bu tarzlarını uygulamak için sadakat kölelerini bu şekilde hazırlamaktadırlar.

Bize göre demokratik uygarlığın estirdiği fırtınanın geri toplumları etkileyerek bu ucube önderliklerin son bulmasının başlangıcına getirmiştir. Coğrafyamızda sular durulduktan sonra despot siyasal partilerin, devletlerin yarattığı komedi konuları bol malzeme yaratmış olduğu için tiyatrolara, sinema sektörüne bol malzeme yaratmış olduğu göreceğiz. O eski acıları unutup acılara neden ucube diktatörlerin ve onların sistemlerinin komedilerinde neşeleneceğiz.

Düşürülmüş, kandırılmış, zavallılaştırılmış, iradesizleştirilmiş siyasal fanatik taraftarlığı pratik olarak merkeziyetçiliğin uygulayıcısı ve merkeze etik olmayan ölçülerde bağlılığıyla net veriler elde etme imkânları vardır.

Bir deneysel sağlık örneğiyle, verem hastalığıyla ilgili doğru bilgilere varmak için veremli bir hastanın üzerinde inceleme yapma gereğini biliyoruz. Bununla veremin ‘tubrculosis’ denen mikrobun bu hastalığa neden olduğunu tespit ederiz. Bu yüzden bu hastalığa ’tüberküloz’  de denir.

Köleci sistem siyasal geleneğinin günümüze kadar uzanan şekli olan despot diktatörlük, insanları kendine bağlamak bir mikroptan daha tehlikeli ve daha zararlı köle sadakati mikrobunun insanlara bulaştırılması gerekiyor. Çağımızın değişen koşullarının gereği olarak eski gerici düşünce yerine çağımızın düşünceleri bu iğrenç diktatörlük emelleri için kullanılmaktadır.

Ortadoğu’nun İkinci Dünya Harbinden sonraki süreçte eski sistemlerin kokmuşluğu yerine bu süreçte kabul edilen insan hakları ile ilgili evrensel düşünceler kavram olarak ve siyasal propaganda malzemesi olarak siyasette kullanılmaya başlandı.

Eski toplumsal sistemlerde egemen olan köle sahipleri sınıfı Allah’ın adına yalanlara başvurup insanları ikna ederek ruhlarını ve iradelerini tutsak alırken, bu süreçte egemen olan küçük burjuva potansiyeli çağın kavramlarını ve sloganlarını kullanarak köle sadakatinin tekrarını sağladılar.

Biz Türkiye’de ve Kurdistan’da siyasal yapıların hala bu yöntemde çakılı kaldıklarını görüyoruz. Dünya koşulları artık buna izin vermediği için dünyanın ağırlığı bu zihniyetin sağının ve solunun üzerine çöktüğü görülüyor, diktatörlerin kaderi fare deliklerinde son buluyor.

Dünya siyasal bilimleri merkeziyetçiliği demokratik olmayan sistemler başlığı altında inceler. Türkiye’de ise her kes merkeziyetçiliği kanıksayarak bunu her türlü örgütsel faaliyetlerde uygular. Hatta demokratik yapılanma şeklinde olduğunu iddia ettiği siyasal faaliyetlerde bile merkeziyetçiliği uyguluyor.

Bize göre Kürtlerin durumunu hiç incelemeye gerek yoktur. Kuzey Kürdistan’ın Kürtleri merkeziyetçilikte dünyadaki tüm tüzel yapılanmaları sollayarak merkeziyetçiliğinin zirvesini uyguluyor.

Kürtlerin İslam kültürünü içselleştirdikten sonra cumhuriyet döneminin talihsizliğine uğrayıp Kemalist atmosferde merkeziyetçiliği tamamıyla bir siyasal yaşam olarak antidemokratik trajedide uygulamayı sakıncalı bulmuyor.

Merkeziyetçiliği siyasal yaşam biçimi olarak kabul etmek, onu içselleştirmek demokratik erdemlere, insanlık erdemlerine karşı olmak demektir. Türkiye’de kanıksanan, bir yaşam biçimi haline gelen davranış ve düşünce biçimleri dünyada ayıp olarak görülüyor. Bu yüzden faşizm dünyada lanetleniyor.

Türkiye Kurd sorununu sırtına almış, Avrupa demokratik uygarlığına yetişebilmek için merkeziyetçiliğin iğrenç geleneksel yöntem veya biçimleriyle parlamenter sistemin nimetlerinden yararlanarak yasalar çıkarmaktadır. Fakat merkeziyetçi yönetim geleneğine, kanıksanmış siyasal yaşam biçimine çarparak âdem-i merkeziye sistemin vazgeçilmez tarzı olan özerklik taleplerine çarparak dağılıyor.

Geleneksel Devlet-i ali idare-i  merkeziyeyi terk edip âdem-i merkeziyeye gecmek TC ve ve fasist sistemde biçimlenmiş vatandaşları için ölümden beterdir!

Yani demokratik sisteme geçmek için yerel yönetimleri özerkleştirmesi gerekiyor. Kürtlerin utangaç siyasal programında da bu vardır. TC nasıl toplumun yerel kurumlarını âdem-i merkeziyeyi uygulayarak özerkleştirip toplumu karar gücü haline getirebilir, bu mümkün mü?

Sağıyla, soluyla her kes Kemalist despotizmi siyasal yaşamın vazgeçilmez biçimi olarak görüyor. Bu geriliğini terk etmesi için toplum ne sol düşüncede hazır hale getirilip yönlendirilmiş ne de sağ liberal veya faşist ırkçı siyasal biçimlerde.

TC Avrupa ile uyum yasalarını ve sivil anayasasını Avrupa demokratik standartlarında çıkardığında, Kurdlerin de talebi olan adem-i merkeziyeyi yani yerel özerklik kanunlarını çıkarması gerekiyor. Demokrasi sorunları yerellikte çözülür. Yani toplumu yerel yönetimde söz sahibi eden bir toplumsal anlaşma dediğimiz anayasal güvencede sistemleştirir. Türkiye’de bu mümkün mü?

Anayasalar genele münhasır olduğu için, yerel özerklik sadece Kürtlerin yaşadığı coğrafyada değil her yerleşim birimleri için uygulanır. Demokratik olan tüm toplumlarda yerel yönetimler özerktirler. Yani toplum yerinde kendi kararlarıyla yönetilir.

Bu durumlarda devleti temsil eden valiler ve kaymakamlar seçimle gelmedikleri için sıradan şehir ve kasaba müdürleri olarak kalırlar. Bu faşist Kemalist sistem demokrasi faziletinin cazibesine kapılıp demokratik sisteme tahammül edebilir mi?

Dı dıl û mejoyê xwe de ne dîktator û sazumana dîktatorî ava bıkın, nemıriya azadiyê zelal bıkın! Bıjî ronahiya Kurdîstan, bımre koletî!

www.kaniyasor.wordpress.com

Yorum bırakın