Sosyal ve Siyasal Denge Oyunları
Posted by kaniyasor 11 Aralık 2012
Toplumu iyi incelemek gerekir. Bazı hareketleri incelediğinizde çok önemli sonuçlarla karşılaşırsınız. Suriye’deki gerici Arap köleci Sünnî barbarlığının tehdidi altındaki Nuseyri’ler Asuri, Arami, Ermeni ve Êzdî’ler neden bu kadar tedirgindirler?
İnsanların güvenlik şemsiyesi amacıyla kolektif güç yaratma alışık bir durumdur.
Toplumların şiddet ve karşıtlıkların esas alındığı barbarlık dönemlerinde kabile ve aşiret gücünün etrafında kenetlenme korunma içgüdüsüyle ilgilidir. Toplumların güvenlik ihtiyacından doğan bu eğilimini bilen sınıf veya tahakkümcü erkler inançlar üzerinden veya günümüzdeki siyasal sistemler üzerinden insanların bu eğiliminden yararlanması günümüzde din veya siyaset istismar konusu olarak gündeme geliyor.
Diktatörleri bile savunma zorunluluğunun altında çok önemli gerekçeleri inceleme varken bu insanları suçlamak korkunç bir sorumsuzluktur. İnsanların yaşam hakkı çerçevesinde denge-güvenlik-politik tercihlerini hesap etmek çok zor değildir.
İnsan eğer insan ise, eğer canavar değilse Arap Şeriat gericiliğinin tehdidi altındaki insanların korkularını, tedirginliklerini anlar. Osmanlı şeriat zulmünün neden olduğu
acılar insanları CHP’e yani yılana sarılma ihtiyacını hissettiriyorsa Alevileri suçlamadan önce insanlar aynaya baksınlar, kanlı ellerini incelesinler.
Erdemsizliği yaşam düsturu olarak alma alışkanlığı içindeki din istismarcıları neden bu insanların bu doğal haklarını görmezden geliyorlar? Barbarlığa karşı liberal tavrı seçen mudahil uluslararası güç eğer kendi ülkelerinde bu insanların yaşam hakkını garantiye almadan bir çözüme gitmeye kalkışırsa bunun bedeli çok ağır olur.
Suriye’de yaşanan durum Kemalist bir kafa ile kestirilip atılamaz. Hafız ve Hafızzade Esad Mustafa Kemal gibi despot olduğu için ya destekleniyor ya da karşı çıkılıyor. Şeriatçı yamyamlara karşı % 30 civarında farklı inanç gruplarının durumunu biliyor musunuz? Onlar barbarlardan ne zulümler gördüler ki kendilerine bir güvenlik şemsiyesi oluşturmaya bu denli çaba içinde oluyorlar, bilmek gerekmez mi?
Barbar Şeriatçı İslam köleci toplum gelenekçi Arapların ve Osmanlıların cinayetlerini görenler ve bu acıları çekenler bilir. Bu gerici toplumlar yaşam biçimindeki çelişkiler çok ilginçtir. Gerginliklerin temel kaynaklarına indiğiz zaman toplumun üstünde tahakkümcü güç olmak isteyen geleneksel parazit güçlerle karşılaşırsınız.
İnsan nasıl insana zulüm eder, insan nasıl kurtarıcı rolüne girerek insanı aldatarak üzerinde diktatör olur, zulüm mekanizması olur?
Zalimlere bu soruyu sorduğunuzda çok ilginç cevaplar alırsınız. Onlara göre toplumu insan yerine koymak hatadır. Zalimlere göre toplum güdülmesi gereken bir sürüdür, onlara yüz vermeye gelmez.
Aslında onların söylediği gibi değildir. İnsanlar farklı gösterilerek birbirileri hakkında önyargılar oluşturularak toplumlar biri birilerine karşı güven duyması engellenmiştir. Böylece çevrenin tümü despot yapılanmanın kontrolüne alınması amaçlanır. Biz yaşamımızda basit mahalle mafya türü yapılanmalarda dahi görebiliyoruz. Hatta din istismarcılarını oluşturduğu sömürü alanlarında da bu edepsiz çember oluşturulabiliyor.
Şer güçleri ailelerin içinde dahi karşıtlıklar yaratarak aileyi çirkinliğe yönlendirip ailenin üzerinde kontrol sağlandığını siyasiler çok iyi bilirler. Biz bu çirkinliklerden uzak kalmak için siyasetlerden uzak kaldık, toplumumuzun sorunlarını çirkin siyasetlerle değil yaşam gerçekleriyle hep ele aldık.
Toplumu bozup onun üzerinde denge unsuru olmak konusu yaşamın bir çok alanında bulmak mümkündür.
Türkiye’de özel savaş kapsamında yerel sömürü piyasasını inançlar temelinde oluşturulmuş biçimde kendilerini Alevi ve Sünni diye ifade eden insanlarımızı aldatarak biri birilerine karşı kışkırtan özel savaş birimleri şeyh, seyit, baba ve dedelerin kullanıldıklarını gördük.
Bu elemanlar gece buluşuyorlardı, gündüz düşman rolü oynuyorlardı. Hatta aynı siyasal partilerde oldukları için Ankara’da birlikte gazinolarda eğlendikleri de görülmüştür.
Biribirine dost olan bu elemanlar karşıtlıklar yaratarak toplumu karşıtlıklarda denge kurarak onları kendi çıkarları doğrultusunda kontrol altına alıyorlardı ve devletin insanların içinde güvensizlikler yaratıp toplumun devlete karşı temel haklarını alabilmek için birleşmeleri engelleniyordu.
Toplumları egemenlik altına alarak geniş coğrafyada aile şirketi halinde toplumu sömüren güçler yaşam alanı bulabiliyor. Bunlar geçmişin köle sahiplerinin dinsel mümessilleri olarak kurumlaşırlar. Siyasallaşmış mafya türü bir yapılanma olarak dini erk olarak sömürü mekanizmasını oluştururlar. Uluslar arası bağlantılarla yoğun bir çabanın sahipleri oldukları faaliyetlerinden anlaşılıyor.
Bu güçler Ortadoğu coğrafyası ve bu coğrafyanın biçimlendirdikleri geleneksel köleci toplum ilişkileri yüzyıllarca toplumları din istismarıyla uyuşturup inançsal korkularla etki altına aldığını görüyoruz. Köle sahiplerini temsil edip havada bulan ve tavada yiyen asalak sınıf hadsiz ve hesapsız bir zulüm mekanizmasını kurarak toplum üstü statülerini kurarlar.
Toplumu çirkin bir yöntemle soyup soğana çevirmek için çirkin ilişkilerin içine çekme gereği duyduklarına göre Ortadoğu hep bu soygun çetelerinin planlı programlı tuzaklarıyla karşı karşıya çıktığı ortaya çıkıyor. Bu yüzden bu coğrafya diktatörlük biçimindeki önderlikler içim çok caziptir. Çünkü böyle köle sadakatiyle yaşama geleneğini sürdüren yerlerde aile şirketi olmak çok kolaydır.
Sömürü çetelerinin geleneksel köleci biçimi olan şeyh ve seyit Şii biçimlerini incelediğinizde geniş coğrafyada bu yapıların ilişki içinde olduğunu görürsünüz. Tarikat şeklinde örgütlenen bu asalak sınıfların organizasyonları devletle ilişkilerde ilginç desteklerini görmemek mümkün değildir.
İttihat ve Terakkinin Osmanlının son dönemlerinden günümüzdeki ardıllarının vasıtasıyla tarikatlarla ilişkileri bir şekilde duyuldu. Birinci Dünya Savaşı koşullarında Talat paşa onun İstihbarat teşkilatı(Teşkilat-ı Mahsusa) ile cemaat ilişkisi gibi günümüzdeki İstihbarat ve tarikat ilişkileri sürekli devam etti.
Bunlar ortaya çıktığında sadece TC derin ilişkileri olmadığı ve Arap kültür yayılmacılığı faaliyetlerinin de birincil neden olduğu ortaya çıkıyor. Türküye Cumhuriyeti Devletinin Kürdistan’ın özgürlüğünü ve bağımsızlığını engellemek için girdiği ilişkileri incelediğinizde dengelerin çok geniş bir yelpazede yayıldığı ortaya çıkıyor. Türk faşizmi İslam üzerinden Türk milliyetçiliğini geliştirmeyi esas aldığı için inançsal kurumları kullanmakta çok ustalaşmıştır.
Kürdistan’ın ücra köşelerine kadar din istismarcılarının malikanelerinde çifte minareli camiler inşa edildiğini görürseniz bu teşekkülün devlet destekli ve toplum istismarında ortaya çıkmış bir faaliyetin ürünü olarak düşünebilirsiniz.
Anlattığımız bu manzaraların yansımaları da vardır. Ortaya çıkan bu istismarlar Türkiye’deki sol ve sağ siyasal ortamlarla uyumludur. Bu gösteriyor ki organizasyon bir örümcek ağı gibi yaygın bir yapıya sahiptir. Bu çerçevede karşıt gibi görünen Alevinin siyasal reaksiyonları aslında bu yapılanmaları güçlendiriyor.
Derin ilişkilerin, reaksiyonel tavırların sağladığı yararlar devletin temel amacını destekler niteliktedir. Devrimin objektif ve sübjektif koşullarının olgun olmadığı bu koşullarda ciddi bir hareketlilik görüyorsanız düşünmelisiniz. Alevi misyonerlerinin Sünni anlayışıyla yeniden yapılandığını gördüğünüzde daha ciddi durumla karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Aleviliğe İslam’ın yeşil cübbesini giydirmekten başka bir şey olmayan bu olay iyi anlaşılıyor.
İster Arap misyonerliği dediğimiz Sünni cemaat ilişkilerini inceleyin, ister Alevilik ismiyle yine Arap Şii şeriatçı kültürü misyonerliğini inceleyin hepsinin dinamizmi aynı devlet kanallarına akıyorlar.
Kürt ayarlarında Mustafa Kemalden sonra ikinci bir defa Anadolu’da Türklüğü diriltmek ile Alevi ve Sünni cemaatlerin devlete sağladığı dengeler tek tipli yani tek inanç, tek dil, tek millet ve tek devlet anlayışlı ikinci cumhuriyetin ilanını gerektireceği şimdiden belli olur.
Devletin oluşturduğu bu dengelerin üzerindeki başarılı kontrol mekanizması ikinci cumhuriyet bayramını resmileştirebilir. Şimdilik bunun yasal temelini oluşturup yeni yasaların yeni sivil anayasa ile uyumu aşamasında seyrediyor.
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dediğimizi korsan devletlerin Anadolu’da ve diğer coğrafyalarda halklara yaşattığı acılar bilindiği halde toplumu aldatarak yönlendirmesi başlı başına ciddi bir meseledir.
BİZ BU HALE NASIL GELİYORUZ?
Coğrafyamızda toplumlar beyinden vurgun olduğu için onlarla bu şekilde oynanıyor.
Yaşamımızda anılarımızın bir kesitini sizinle paylaşarak bu konunun derinliğinde cevabını arayalım.
1969’da Apollo’nun aya inişini heyecanla beklediğimiz aylarda bir yerde cemaatin rütbeli elemanlarından iki kişi ve onların etrafında onlara itaatkar köle sadakatiyle bağlı mollalar arasında kalırken onların kahkahalarla bu önemli olayı bizimle tartışırken “ay nurdur hiç kimse o nura yaklaşamaz, erir kül olur” anlatımlarını unutamıyorum.
Onlara çok ciddi bir anlatımla izah ettim ama onların guya yanlış düşündüğüm için küfre girdiğimi ima ederek bana “Allah seni islah etsin, Allah seni bu yanlış yoldan ayırıp cennetlik yapsın” şeklindeki dualarına hiç de teşekkür etmedim ama acıdıklarını fark ettiğimde sadece içimde “keşke kara gözlü eşeğim kadar akıllı olsaydınız ” şeklinde düşünmekten başka bir çarem yoktu.
Ben Rabbimin dini dediğimiz bilimsel düşündüğüm için onlar bana acıdılar. Ben ise onlar, Arap üfürükçüleri gibi düşündükleri için ben onlara acıyordum. Bunlar düşman değildi, yakınlarımızdı, ırkımızdandı, canımızdandılar, kanımızdandılar.
İnsan bu manzarayı görünce bir kısmının Selaniklilerin bataklığında Arap üfürükçüleri tarafından kandırılmıştı. Bu gün Aleviler nasıl tuzağa düşürülüp Arap Şii üfürükçülüğüyle, Yeniçeri Bektaşiliğiyle tanıştırıldığı için acıyorsak o şekilde Arap Sünni üfürükçülüğü tarafından aldatılanlara da acıyoruz.
ankara rehber said
Öncelikle yazınız için teşekkür eder çalışmalarınızda başarılar dileriz.