kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

Türkiye’de Barış Siyasetinin Dili De Müzekkerdir-4

Posted by kaniyasor 21 Ocak 2013

Kani Yado – 21.01.2013rojbasdede-e1413219006683

Tarihte insanın, insanı en fazla tutsak ettiği, sömürünün belirgin bir biçimde ranta dönüştüğü zamanda politikanın toplum yaşamında aktifleştiğini görüyoruz. Bununla bağlantılı olarak insanın insan üzerinde tahakküm kurma güdüsünün kamçılandığı köleleştirme istemi yoğunlaşarak kudurmuş aklın diktatörleşerek toplumsal yapıların üstünde tabulaştığı, devletlerin ülkeleri sömürgeleştirdikleri görülüyor.

Tüm politik aktiviteler, danışıklı politikalar, yararlı ve zararlı politik çizgiler bu gerçeğin etrafında biçimlenirler. Çünkü karşıtlıklar biri birilerini tahrik ederek yollarına devam ederler. Politikasız bir insan yaşamı mümkün değil miydi? Hayır, buna imkan yoktur. Politika insanın bir canlı olarak yaşamdaki refleksleriyle ilişkilidir.

Politik yaşamda önemli olan insanların tahakküm niyetlerine karşı yine politik cevap olup, toplumun kendi iradesini korumasıdır.  Rabbimiz korkuluk gibi gösterilerek insanlar iradesizleştirildi.  Egemen tahakkümcü erkek yönetimleri tarafından zorla toplumun iradesinin gasp edildiğini gördük.  Devrimler bahane edilerek toplumun iradesi gasp edildiğine şahit olunduğu gibi suskun toplumların yaratıldığını gören günümüzün insanları tarihin şahitleri oldular.

Her canlı kendi yaşamını idame etmek için ya doğal yapısındaki organsal gelişmelerle ya da  tasarlayarak pusu, avlama yeteneklerini geliştiriyorsa, akıllı bir canlı türü olan insanlar bu becerileri daha fazla geliştirirler. Bu çerçevede politikaya sadece olumlu yönden bakmak saçmalıktır. Politika aldatmadır, dindir, itaattir, boyun eğdirmedir, pusudur, zulümdür, geriliktir, direniştir, ilericiliktir, çözümdür, danışıklılıktır, yalandır, yalancılıktır, dürüstlüktür, danışıksızlıktır…

Kısacası politika yaşamın kendisidir. Politika egemen erkek diliyle yapılınca politika da erkeleşir, erkekleştikçe çirkinleşir. Gaspın en büyüğü budur. Örneğin, bu gasp Suudi veya Kemalist kadın tipini yaratarak yaşamı kendine benzetir. Günlük yaşamınızda gördüğünüz iki yüzlülükler, vefasızlıklar, bir güce sırtını verip nara çeken soysuzların davranışları, çarpmalar, çarpılmalar hepsi insanın politik davranışların yaşamdaki pratikleridirler.

Aynı zamanda bunun tam tersi erdemli insanlar örnek fedakârlıklar olup yaşama ortak kadının ve farklılıkların barış dilinin egemen olduğu ortaklaşmalardır. Biz buna insanlaşma diyoruz.

İnsanlar yaşamlarını devam ettirirken tüm canlıların ihtiyaç duyduğu yaşamın temel ihtiyaçlarına sahip olma istemi yoğunlaşıp siyasal biçimlerde ona sahip olma çabalarına dönüşür. İnsanlarda bu çaba çok acılara neden oluyor. İnsanlar diğer canlılara göre çok doyumsuz özelliklere sahiptir. Sömürü insanın bu ihtiraslarında çok tahripkâr olabiliyor. Tahakkümlere bu çerçevede ihtiyaç duyar.

Erkek egemenliğinin tahakküm ve sömürge biçimleri toplumların sosyal olma düzeylerine göre çektikleri acıların şiddeti ayrı olabiliyor. Türkiye Cumhuriyetinin ortaya çıkışından günümüze kadar topluma çektirdiği acılar bu devlet yapısını oluşturan zihniyetin niteliği ile doğru orantılıdır.

Bu acıların şiddeti erkek egemenliğinden kaynaklanıyor. Erkek egemenliğinde politikanın dili sivri, acı ve pervasızdır. Günümüzde horozlanan erkek dilinin ne denli çirkin, küstah, ukala ve sorumsuz olduğunu, kendini mahallenin tek hakimi saydırmak için ne denli soysuz olduğunu coğrafyamızda her gün görüyoruz.

Toplum birbirine yakın oransallıkta erkek ve kadından oluştuğu halde kadının yaşam içindeki varlığı hala vesayet altındadır. Bu özellik günümüzde lanetlenen faşizm karakterlidir. Kendini toplumun kurtarıcısı sanan mahallenin tüm erkek egemen  horozları bu geri vasıflarını ısrarla devam ettiriyorlar ki acılar taşlardan dolu olup yağdığı zaman kaçacak delik aramak zorunda kalırlar.

Geçmişte din siyasetinin çirkinlikleriyle, insanlar arasında yaratılan ayrılıklarla toplumlar felaketlerden felaketlere uğradı, günümüzde Rabbimizin elçisi oldukları yalanlarını topluma kabul ettiremeyecekleri için bazıları mehdi olarak kendini dayatıyor, bazıları Şaban… Şöyle ki, “atam sen kalk ben yatam” köle sadakatli zihniyetinde kendini dayatan Şabanların ürünü değil mi?

Bu gerçekleri göz önünde tutuğumuzda coğrafyamızın talan, zulüm, sömürü biçiminin tarihine baktığımızda çok ilginç durumlarla karşılaşırız. Yahudiler kendilerini tanrının aziz torpillileri olduklarını iddia ederek diğer komşu halklarla Tanrıların torpilli aziz kulları yarışına giren erkek dilini yalan bataklığında çirkinleştikçe çirkinleşti.

Bu coğrafya tüm kötülükleri Rabbimiz adına yaratarak bu politik biçimi Avrupa’ya taşırarak Avrupa’da Papalar zulmüne dönüştüğünü görüyoruz. Gericilik öyle tırmandı ki şirklerden, Tanrılardan geçilmezliğin yoğun kargaşasında erkek egemen dili sivrildikçe kirleniyor,  kirlendikçe yalancılığa batıyordu ve günümüzün çekilmez erkek tiplerine kendine özgü biçim veriyordu..

Kimse çağımızın geçmişe nazaran daha kötü olduğunu iddia edemez. Çağımızın insanı kendi iradesine sahip çıkarak demokratik erdemlerle buluşmak istiyor. Bütün sıkıntılar bu önemli gelişmelerden kaynaklanıyor. Sömürücü ve sömürgeci erkek zihniyeti, sağ ve sol zihniyeti egemenliği kaptırmamak için toplumların özgürlük taleplerine hep hile ile karşılık verirler. Bu şekilde çözümsüzlükler bir kördüğüme dönüşüyor.

Bu süreçte tek tipliliğin sembolü haline gelen erkeğin dili tek başına geriliği ifade eder;  bu dille iftihar etmemeli ve bunu kullanmamaya alışmalıyız artık. Özgürlük çığlıkları Kürdistan’ın dağlarında yankılanan Kürdistan kadının dilini anlamaya çalışmalıyız. Dünyaya örnek olan Kürd kadını Paris’te vuruldu. Bu unutulmamalıdır. Bu kalleş kurşunlara inat kadının dilini ısrarla çözüm dili haline getirmeliyiz.

Bölgemizin aldığı talihsiz biçimli incelediğimizde çok ilginç sonuçlarla karşılaşıyoruz. Bu ortamda şekillenen insanların bilinçaltı incelendiğinde çarpık kişiliğin dünyada görülmemiş biçimleriyle karşılaşabiliyoruz. Her konuda olduğu gibi politik kişilik çok çarpıcıdır.

Bu çarpıklıklarda sömürüyü en fazla dillendirenlerin sömürüye eğilimli oldukları, hakikati dillendirenlerin gerçek dışılığa eğilimli oldukları, özgürlüğü ve eşitliği erkek egemen dili olarak kullananların toplumun iradesini tutsak almaya ve eşitsizliğe eğilimli olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum insanlardaki düşünce düzeylerinin yükselmesiyle erkek dini ve erkek siyasetinin değişen koşullarda aldatmanın yöntemleri olarak karşımıza çıkıyor.

Bizim yaşadığımız coğrafyada erkek kurtarıcılar kendilerini öbür dünyanın da kurtarıcısı olarak ilan edip ürettikleri yalanlarıyla insanlara cennetler vaat ederken adil görünme kisvesi altında sömürüyü meşrulaştırdıkları gözden kaçmıyor.

Onlar, sömürüye karşı olma görüntüsü altında sömürme eğilimindedirler, hırsızlığa karşı oldukları görüntüsünde müthiş çalma eğilimi vardır onlarda. Özgürlük görüntüsü altında toplumu esir alma talepleri çok keskindir. Toplum bu yapay değişimcilerin oyununa gelip mutsuz olduğunda, hayalleri yıkıldığında güvenlerini kaybederler. Bunun korkunç sonuçları vardır. Toplum dejenere olmaktansa devrimlerini gelecek şafaklara devrediyorlar.

Yorum bırakın