kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

YAVUZUN PALASI TAYYİP’İN BADEM BIYIĞI-2

Posted by kaniyasor 7 Nisan 2013

Kani Yado – 07.04.2013: Günümüzde toplumu da tartışmaya katan sorunlar aaa-kaniyado.2toplumların taleplerinden kaynaklanmıyor. Bölge güç dengelerinin değişmesiyle devletlerin talepleri topluma tartıştırılıyor. İslam toplumlarının gasp edilen iradeleri kendi sorunlarını devlete dayatacak durumda değildir.

İrade, tekçi inanç, tekçi sistem, tekçi liderlik tercihlerinde felç olmuştur. Siz ne derseniz deyin, tutsak irade “Allah bilir, ağam bilir, liderim bilir” şeklinde  köleci toplum davranışlarıyla karşılaşırsınız.

İradesizleştirilen toplumların köle itaat ve köle fedai sadakatinin siyasal ortamında Yavuz Sultanlar pala bıyıktan badem bıyıklı Recep olmaya terfi etmemeleri için ortada bir neden kalmaz.

Son yıllarda polis ile asker arasındaki çelişkiler, askerler arasındaki çatlamalarda ölümlere neden olan olaylar gelişti. Bunlar Kürdistanı bölen sınır karakollarındaki gelirleri paylaşamadıkları için onların kavgalarının neden olduğu gerilimde kaçakçı Kürd çocuklarının üzerine yine bombalar yağdı. Acılar, göz yaşları ortaya çıktı.

Burada yaşayan Kürdler, özellikle Brovski’de yaşayan çocuk kaçakçılar her zaman dikkat etmelidir.

Polis, Polis İstihbarat birimleri ve MİT sivil yönetimden yana teşkilatlanmaya hız verirken, askeri kurumlar, askeri istihbarat eski savaş rantlarına kavuşma umutlarını kaybetmeye başladılar.

Kürdler sanki ulusal taleplerini unutmuş, Kürd ulusal mücadelesi için gerekli olmayan eğilimlerin içine girmişti. Tanrıların, cinlerin, perilerin doğum günlerini kutlamaya yönlendirilerek müminlerin imanları güçlendiriliyordu.

Askerler ve askeri istihbaratı JİTEM devre dışı kaldıktan sonra MİT daha büyük ataklar yapmaya başladı. MİT ile çeşitli görüşmeler yapıldı. Dışarıda olanlarla görüşülerek onların Türkiye’ye gelmeleri sağlandı. Bunun yorucu bir çalışma olduğu muhakkaktır. Yine Yavuz Sultan Selim döneminde olduğu gibi devlet ile Mirlerin anlaşmaları gibi hiçbir güvencesi olmayan bireysel tercihler milyonların toplumsal çıkarlarının önüne geçti.

Kimi Ergenekon ile, kimi cemaatlerle, kimi TC’nin sivil siyasetiyle ilişkide kalarak hesaplarını yaptılar.

Bu koşullarda biz siyasetle uğraşmayan Kürdler olarak “bu adamlar TC’nin dostları ise, biz Kürdlerin dostlar kim?“ diye kendimize haklı olarak sorular sormaya başladık.

Devlet sırları kapsamına giren faaliyetler ve bu faaliyetlerin kapsamına giren bilgiler açıklansa da biz Kürdler olarak birbirimizin yakasına yapışmaktan kurtulsaydık diye hayal kuruyoruz.

Bizim alternatifimiz olsaydı ve bu alternatifi kullanamasaydık daha çok üzülürdük.

Maalesef Kuzey Kürdlerinin siyasi çıkış yolları iki patikadır ve her iki patika da ulusal alanlara çıkmıyor.

Biz neden kendimize ait değiliz?

Biz daha doğar doğmaz birileri kulaklarımıza bilmediğimiz dilden “Hasan, Ali, Hakan, Abbdulcambaz, Kağan, Ayşe, Abdulkerim, Hüseyin Fatma, Osman, Ömer“ diye bağırırlar.

Altı yaşını bitiririz ve okula gider ilk önümüze çıkan bir resimde mavi gözlü bir adamın ismini öğreniriz. Her sabah uyduruk ve devşirme Türklük yemini ederiz.

Gençlik dönemimizde Kürd olmak yasaktı ama komünist olmak serbestti, fakat dayak yemeyi göze almak gerekiyordu. Amerika ve Sovyetler Birliği pazar kapma yarışına girmişken her ülkede dost faşist ve komünist siyasi gruplar teşkil ederlerdi.

Türklerin kardeş komünist ve faşist partileri vardı, biz yine yasaklıydık. Bize faşist kardeş parti bulmak bile yasaklanmıştı! Türk komünistleri Sovyetler Birliğinden izin almadan öksüremezlerdi. Bu konuda biz serbesttik, fakirlikten dolayı giyinemediğimizden dolayı sık sık ciğerlerimizi üşüttüğümüzde bol bol öksürürdük. Sıklaşan öksürüklerle bazen bronşit, bazen zatürre ile yaşam yolculuğumuz son bulurdu.

1970’lerden önce kendimize “doğulu” deyip yasakları delmeye çalışıyorduk. Yasakları deldiğimizde ise bir baktık ki yönümüz Selanik’e doğru dönmüş! Bu sefer derin devlet Kürdlere devlet olmayı yasaklamıştı!

1970’lerde solcuların toplantılarında bu yasakları delmeye çalışıyorduk. Kimse Kürd ve Kürdistan kelimelerini sevmezdi. Toplantılara katılıp kendimizi ifade etmeye çalışıyorduk ama gözler üstümüzdeydi. Bakışlar Atatürk gibi, jilet gibi keskindi.

Bir gün Taksim durağında indiğimde Mazlum ile karşılaştım. Biz Dersim’li hemşerilerimizin çoğunlukta olduğu bir derneğin seminerine katıldık. İkimiz de söz alıp konuştuk ama “Kürdistan” kelimesi ağzımızdan çıkar çıkmaz bütün kelleler bir anda bize dönüyordu!

Cevapları “zaten ya yarın ya da yarından daha yakın bir tarihte devrim yapacağız ve hakkınız ne ise alırsınız” şeklinde hazırdı. Biz artık bu hazır cevaplara alışmıştık. İki kişiydik onlara posta da atamazdık.

İnsan böyle komedileri, kendilerini ilerici sayanlarda gördüğünde, komedileri seyretmek için tiyatrolara gitmeye gerek duymaz! Bunların çoğunun bakışları savaş uçaklarının Kürd çocuklarının üzerine yağan bombalardan farksızdı.

Bu nazarların altında konuşmak zordur değil mi?

Biz Kürdler doğup ölünceye kadar başımızdan geçenler pişmiş tavuğun başına gelmez! Sağa bakarsınız Ali, Osman, Ömer, Atatürk gibi bize ait olmayan kafalılar; sola bakarsınız yine bu kafalar. Kimi Yavuz gibi pala bıyık, kimi Recep gibi badem bıyık! İnsan bu yaşamda kendini Mekke’nin zifiri karanlığında hisseder.

Askere gitmezsek hayatımızın sonuna kadar kaçak kalmanın stresiyle yaşarız. Askere gittiğimizde Kürd olduğumuz için aşağılanırız, hatta öldürülür kaza süsü veya intihar süsü verilir.

Kürdler de kaza ile adam öldürmeyi Osmanlı artıklarından öğrenmişler. Güney erkekleri ikinci eş almaya razı olmayan birinci kadınlarını gazocağı kazası süsüyle yakarak faili belli ederler. Kuzey Kürdleri bilinçli arkadaşlarından kurtulmak için ateşli silahlar kazası yaptırırlar veya “bir çatışmada ölmüşlerdir” denir. Bu Osmanlı mezarlığının ölüsü de dirisi de beladır. Her kes arabesk dualarıyla biribirine kopyalanmıştır, benzersizlik yoktur bu mezarlıkta.

Yorum bırakın