kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

İNSAN PAYLAŞABİLDİĞİ KADAR İNSANDIR

Posted by kaniyasor 25 Nisan 2013

Kani Yado – 25.04.2013: Seçtiğimiz konuya geçmeden önce bu konuyla ilişkiliaaa-kaniyado.2 olup Kuzey Kürdistan ve Türkiye açısından önemli bir gelişmeye değinmeden geçmeyeceğiz.

Sorunu toplumdan gizlemek için “barış” ismiyle medya kanalıyla devletin toplumla paylaştığı Kürd Siahlı Güçlerinin mevzi değiştirmesi, yani Kuzey’den Güney’e geçmesi çekilme olarak isimlendirilemez.

Çekilme sadece işgalci güçlerin silahlı güçlerinin işgal ettiği yeri terk etmesi eylemine denir. Kuzeyiyle, Güneyiyle, Batı ve Doğusuyla Kürdistan bizim anavatanımızdır. Biz her parçasında yaşayabiliriz; TC kendi güçlerini çekmelidir.

Devletin ve devletin acenteleri şeklinde çalışan bazı Kürd siyasi misyonerler mevzi değiştirmeye “çekilme” dediler ve bu mevzuyu bilerek çarpıttılar. Biz bu bilgilendiremeye iyi niyetli bir paylaşım diyemeyiz. Eğer TC savaş uçakları bu gençlerimizi bombaladığında TC’nin işbirlikçi Kürdlerine söyleyeceğimiz ağız dolusu sözlerimiz vardır!

Genel anlamda paylaşım birden fazla insanın birlikte veya toplum halinde yaşadığı koşullarda önem kazanıyor. Bu ise alie, klan, aşiret ve millet olma durumunda sistemleşerek daha kapsamlı hale geliyor.

İnsanların toplu halde yaşamaya başlamasından çok sonra sınıflar ortaya çıktı. Sınıfların ortaya çıktığı koşullarda sömürü insan yaşamına girdi.

Sömürü sadece emeğin zaman itibariyle gaspı değildir, aynı zamanda bireyin ve toplumun iradesinin gasp edilmesi şeklinde başlar.

Sömürü paylaşımın adil olmadığı biçimidir. Paylaşımın adil olmaması için başta irade gaspı gerçekleşmesi gerekiyor. Kürdlerin “iradem köyümün muhtarıdır” demeleri bu gaspın günümüzdeki biçimini yansıtıyor.

Sömürünün ve paylaşımın insan yaşamına girmesine paralel olarak politika ortaya çıkar. Sınıflar arasındaki ilişki ve çelişki derinleştikçe politika daha aktifleşir.

Doğru paylaşımın ismi sosyalizmdir. Sosyalizmi gönüllü ve doğru paylaşım olarak ifade etsek sanırım yanılgı değildir. Her ne kadar yapay sosyalistler sosyalizmi 20. Yüzyılda yaşanmış olduğu şekliyle tanıyorlarsa da bu doğru değildir.

Biz paylaşımı gönüllü ve iradi olması gerektiğini düşünürsek sosyalizmi de gönüllülüğün ve irade birliğinin en demokratik ve liberal sistemi olarak kabul etmezsek özgürlükçü olamıyor.

Sosyalizm özgürlükçülüğü dışladığında sosyalist olma vasfını kaybeder ve despotizm biçiminde insanı köleleştirir.

Türkiye’de Kemalist fabrikada üretilen sosyalistler insanı köleleştirmek için canı gönülden uğraş verdi ama çağ geçit vermedi. Ankara’da üretilen naylon Kürt siyasiler de  Kemalizmin ürettiği tekçi sistemin Kürd versiyonudur.

Osmanlı mezarlığında, feodalizmin ömrünü doldurmuş haliyle Osmanlı işgalci devletinin tüm imkanları hilafetin saltanatına akıttıkları için sermaye birikimi olmadı. Bu yüzden Cumhuriyet Türkiyesi Avrupalılar tarafından kurulduğunda Kapitalist sistemi de yapay koşullara aittir.

Türkiyede yaşayan sosyalistlerin hala anlam veremediği sosyalizmin tarihi insanların toplu halde yaşamaya gereksinim duyduğu tarih kadar eskidir. Sosyal gelişmeler ve sosyalizmin tarihsel-kültürel antropolojisi doğru incelendiğinde paylaşımın esas alındığı yaşam biçiminin çok eski olduğu görülecektir. Bu yüzden Türkiye’de yaşayan gerici ümmet, Türk solcularından daha sosyalisttirler.

Toplumculuk olarak ifade ettiğimiz sosyalizm Türkiye ve benzeri kapalı toplumlarda doğru tanımlanamamaktadır. Bu toplumlarda insanlar sosyalist örgütlenme ismi altında reaksiyoner bir hareket olarak devlete kafa tutmanın aracı olarak kullanmaktadır.

Çağımızda sosyalist düşünce burjuva demokratik uygarlığının bağrında gelişen sosyal adaletin temelinde gelişir. Modern kapitalizmi hazmedemeyen köylülüğün köleci toplum ve feodal yaşam gelenekleriyle biçimlenen muhafazakârlığı ya dinsel ya da çağımızın siyasal şablonlarıyla karşı çıkabilirler.

Türkiye’de ucube Kemalist-faşist sistem, sosyalizmi öcü gibi gösterdiklerinden dolayı her kes onu Kaf Dağının arkasında devler ülkesinin rejimi olarak algıladı.

Bu algıları biz tek başına TC Devletinin Kemalist-faşist sistemine başlayamayız. Geri toplumsal yapının ürünü olan kişiliklerin gerici unsurları kendilerini sosyalist korkuluk olarak teşhir ettiler! Bir kısmı ise Sovyet devletinin bekçiliği şeklinde siyasal misyonerliği icra ettiler.

Coğrafyamızın talihsiz kaderi, havada bulup tavada yiyen asalak sınıfların, toplumsal evrimi kazaya uğratarak günümüze kadar sürmekte olan tanrı-liderler cehennemine çevirdiler. Kaderini belirleme yerine tanrıdan bekleme, tekçi liderlerden bekleme şuuraltına geçti. Kuzey Kürdistan Kürdleri bu derin etkiyle kolaylıkla tekçi tanrı-lider takıntılısı oldular.

Sınıflı toplum sistemine geçildikten sonra ortaya çıkan yaşam köle ve efendileri tarafından sürekli baskı altında tutuldu. Avrupa bu baskıdan Rönesans ve reform hareketleriyle aştı. Avrupa’ya sürekli din ihraç eden Ortadoğu hala yerinde saymaktadır.

Mekke cahiliye toplumunun ve Orta Asya barbar akınlarının Mezopotamya’yı yaşanılır olmaktan çıkarmadan önce, Avrupa’nın  Mezopotamya üniversitelerinden yararlanmak için yapılan çalışmalar ve seyruseferler göze çapacak kadar yoğundur.

Bilim, cahiliye sistemlerinin karşısında göçmen kuşları gibi her zaman dünyadaki yaşam alanını değiştirdiğini görüyoruz. İnsanlar bağnaz sınıf ve despot tanrı-liderlerin mağduru olduğu gibi bilim de mağdur olmuştur. Günümüze kadar Ortadoğu’da insanı ve bilimi mağdur eden temel faktörün insan ve doğa ilişkisi olduğunu unutmamak gerekiyor.

Ilıman iklimi yaşamayan sıcak coğrafya topluluklarının dinsel yalanlarla talancılığı ve insani erdemlerden yoksun yaşam biçimleri bölgemizin dokusunu bozdu.

Yaşadığımız coğrafyada yapılan tahlil yanlışlıkları bu ilişkileri düşünememekten kaynaklandığını unutmamak gerekiyor.

Çöl verimsizliğinin içinde insanların temel maddi ihtiyaçlarının karşılanması için verimli alanlara talanların yapıldığını görüyoruz. Avrupanın doğal koşulları üretimin artırılması için emekçilere ihtiyaç duyar. Okyanus bulutlarının sürekli bereketi artıran yağmuru Avrupaya taşıdığına göre doğa sürekli yeşillik ve bereket üretir.

Avrupa’da üretimin artırılması burjuva devrimciliğinin ve emekçi sınıfın serf olarak aktif işçi hale gelmesi karşısında Avrupada palazlanan asalak din adamları sınıfının karşısında ciddi bir güç oluştu.

Tanrılarla korkutarak insanları egemenliğinin altına alan ruhani sınıf fazla direnemedi ve yenilerek kiliselere bağlı ve yola gelmiş bir sınıf olarak kaldı. Darısı İslam ülkelerinin başına!

Yorum bırakın