kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

DÜDÜKÇÜ PAŞALAR ÜLKESİNDE 12 EYLÜL

Posted by kaniyasor 12 Eylül 2013

Kani Yado -12 Eylül 2013: Bu yıl 12 Eylül askeri darbesini anlatırken Düdükçü aaa-kaniyado.2Kenan Paşanın Türkiye sathında faaliyete soktuğu kadrolarını sol ve sağ maskeli aktörlerini siyasal oyuna soktuğuna şahit olduğumuzu söyleyerek özetlemeye çalışacağız. Bu maskelilerle darbenin gerekçelerini yarattığına şahit olduk. 12 Mart 1971 yılında da bu sahneleri görmüştük.
Biz dönemin mağduru ve tarihi tanığı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önceden hazırladığı provokatörlerle darbenin ön koşullarını yarattığını açıklama vicdani sorumluluğuna sahibiz.
Aynı zamanda devrimci düşüncenin gözden düşürülmesi için her türlü yönlendirme hareketleri TSK tarafından yapıldığını deşifre etmek vicdani bir sorumluluk yükü altında gerçekçi yaklaşımlarımızı sunmak zorundayız.
TSK paşalarının hazırlayıp sahneye koyduğu darbe oyununu nasıl bir düdükle paydos ettiklerini böylece sivil hükümet dönemine nasıl bir düdükle son verildiğini geçmişteki anılarımıza dayanarak yaptığımız tahlillerimizi sunarak konuya daha gerçekçi anlam katalım.
Biz 68 devrimci kuşağı olarak üç defa düdükçü/Ergenekoncu Türk Silah Kuvvetlerinin bir düdükle toplumu nasıl hazırola geçirdiğine şahit olduk. Bu konuda deneyimli olma avantajlarımız vardı. Ben 6 yaşında 1950 yılından önce geçirdiğim çocukluğumdan bazı sahneleri hatırladığım gibi bu tarihten sonraki dönemleri çok net olarak hatırlıyorum.
Annemi, babamı, Kürd giysileri içinde fırtına gibi esen ve erkekleri köy odasında dinletebilen nenemi bile hatırlıyorum. 1950 sonrası Menderes sivil hükümet dönemini de dün gibi hatırlıyorum.
Günümüzde gizli görüşmelerle Kürdlerle alay ederek gündeme gelen MİT, önce M. Kemal’in Selanik’teki evine patlayıcı atıyor, arkasında halkı gayri Müslim işyerlerini talan etmeye yönlendiriyor. Sonradan bu plan deşifre oldu. Sivil hükümeti dünyanın gözünden düşürerek ileride darbe yapmanın koşullarını yaratmışlar. Böylece bir düdükle Osmanlı Mezarlığı sakinleri dediğimiz Türkiye toplumunu ‘hazır ol!’a hazırlamışlar.
27 Mayıs 1960’ta Albay Alparslan Türkeş’in borazan gibi sesiyle yaptığı darbe ilanıyla her kes haberdar oldu. Türkiye, General İsmet Paşanın düdükçü yaveri General Cemal Gürsel’in düdüğüyle sivil halk hazırola geçti.
15 yaşındayken bir düdükle sivil hükümete son verildiği günü net olarak hatırlıyorum. Bu açıdan birey olarak yarım asırlık siyasi tarihin canlı tanığı olarak hala bu dünyaya çivimizi çakmış, seyrediyoruz.
Darbe dediğimiz askeri düdükçülüğün tarihi çok eskidir. İnsanların insan üzerinde tahakküm etme pratiğinin binlerce yıllık lanetlik tarihi vardır. İnsanların tanrı-krallara itiraz etmesi karşısında tahakküm daha korkutucu bir şekilde başladı.
Mekke köleci sisteminin bölgede yarattığı tahribatlara Selçuklular ve Osmanlılar da eklenince Ortadoğu ruhen bir mezarlığa dönerken toplumların gördüğü zulüm bir taraftan katmerleşince bir taraftan toplum ile devlet yapılanması birbiriyle benzeşiyorlardı. Bu benzeşme sonucunda insani değerler erozyona uğrarken toplum içinde oluşan mihraklar Arap talan biçimini taklit etmeye başladılar, Anadolu ve Mezopotamya bu travma ile ruhen karanlıkta yaşadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Osmanlının yapısı Mekke’de devşirme kölelerden oluşan ordu gibi devşirmelerden oluşan Yeniçeriler talanlarda kullanıldı. Osmanlı devleti üç kıtada talanlar ve gasplardan sonra gerileme döneminin son yıllarında dedem otuz yaşlarında ve babam henüz on yaşına girmeden İttihat ve Terakkiciler 1913 yılında darbe yapmışlar.
Darbe geleneğini ulus-devlet anlayışında dünyanın girdiği yeni süreçte Osmanlı şeriat düzeninin gaspçı ve talancı geçmişlerini aratmayan barbarlıklarıyla talan ve gasplarına devam ettiler.
Bu darbe ile Avrupa’nın ulus-devlet yapılanmasının faşist müstakbel partnerleri olacak olan Türkiye Cumhuriyetinin temeli oluşturulacaktı. Cumhuriyet döneminden önce ve sonra Avrupa faşist ittifakında yer alan İttihat ve Terakkiciler, Osmanlı artığı Anadolu koşullarına uygun faşist sistemin Kemalist anlayışı Avrupa’nın faşist devletlerinin oluşumunda rehber kabul edilir.
Daha sonra Hitler hayranı İsmet İnönü ikinci adam olarak faşist Avrupa devletleri ile uyumda başarılı diplomasi geliştirdi. İkinci Dünya Savaşında da faşist müttefik devletlerle birlikte oldu.
27 Mayıs 1960 ordu darbesi, 12 Mart Ordu Müdahalesi ve 12 Eylül Ordu darbesini anlamak için İkinci Dünya Savaşını ve bu savaşta Nazi Hitler Almanyasının öncülük ettiği faşist ittifakı iyi anlamak gerekiyor.
Bu cephede yer alan Japonya’nın atom bombasıyla ehlileştirilmesi insan hakları açısından etik görülmedi ama faşizm öyle bir darbe aldı ki bir daha başını kaldıramadı.
Türkiye de faşist cephenin müttefiki olmasından dolayı Almanya ve Japonya faşizminin ezilmesinde dünyada en fazla Türkiye tarafından acısı derinden derinden gözyaşları içe akıtılarak duyuldu.
İkinci Dünya savaşının faşistlerin mağlubiyetleriyle sonuçlanması faşistlerin dünyadaki bileği bükülmez imajı yıkıldı. Böylece Kemalist faşizm sivil muhafazakar toplum karşısında hep zorlanarak günümüze kadar geldi.
Türkiye’de faşizm siviller karşısında her zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah avantajıyla yaşatıldı. Ordu darbelerinin gerekçeleri hazırlanırken sürekli Yeniçeri Bektaşi geleneğini sürdüren kesimden yararlanmaları tesadüf değildir. Bu süreçlerde Alevilerin Bektaşi devlet misyonerleri tarafından aldatılıp yönlendirilmesi bir talihsizliktir. Oysa Bektaşiler Alevilerin katili Yeniçeri gelenekçileriydiler, Alevi değildiler.
Silivride işkenceci generallerle birlikte yargılanan sol görünümlü sivil faşistlerin doğru tanımak için bu tarihi geçmişlerini iyi incelemek gerektiği kanaatindeyiz. Her önümüze çıkan sol maskeli insanları ilerici kabul edersek çağımızın ilericiliğine ve ileri demokratlına bir anlam veremeyiz.
12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbeleriyle çağdaş toplumsal dinamiklerin neler çektiklerini anlatmaya gerek yoktur. Önemli olan vücudumuza yapılan işkence ile acılarımızdan mürekkep yapıp lanetimizi ve kinimizin sivri kalemimizle düşünsel savaşla da karşılık vermektir.
Tüm dünyayı kan gölüne çeviren askeri diktatörlükleri solda ve sağda görmek mümkündür. Bürokraside, devlette, dernekte, orduda, hükümette protiplerini görmeniz de mümkündür. Genellikle inanç kurumlarını ele geçirerek toplumu arkalarından sürüklerler. Eğer bu gerçeği doğru inceleyemezsek Alevi inancını yok etmeye yönelik Cem Evi ve Cami ile Cami-Cemevi komplesine bir anlam veremeyiz.
DARBELER İNSANLARIN BOZULMASINA NEDEN OLUYOR
İslam tarihine bakıldığında kendi yatağında ölen devlet adamlarına pek rastlanmaz. Burada insanlık bu devecilerin ayakları altında ruhen ve bedenen ölürken ve onlar ölümlerimiz üstünde tepişirken birbirilerine karşı darbeler yapıyorlardı.
Bu karanlık zihniyetin ürünü olarak bu coğrafyada ikinci adam da pek olmaz. Tek adam ve esaret sadakatinde diktatörlük gücü ortaya çıkar. Türkiye Avrupa modelinde bir devlet olduğu için tek adamlığı Kemalist kurucu önderliğini putlaştırılarak sürdürür VE Kürdler ise bunun taklidinde Kürdlere acılara neden olan despotik kirlenme şeklinde ortaya çıktığını biz yaşayarak gördük..
Liderleri putlaştırma, tanrılaştırma veya tanrıçalaştırma, köleci sistemin aşağılık sadakat geleneğinden ortaya çıkararak günümüze kadar geldi. Devlet başkanları, başbakanlar değişir ama bu Kemalist Önderlik denen put baki kalır. Kurdler de bu bulaşıcı faşizm virüsünü kaparak bu hastalığa yakalanıp Atakürtler yaratmak istediler ama dünya koşulları uygun olmadığından gerçekleşemedi.
Bundan sonraki liderlikler insan erdeminde kalma toplumsal baskısında, günümüzün demokratik siyasetinin dışına çıkamazlar. İnsan insanlıktan çıktığı zaman her kes düdükçü Kenan Evren’i aratmaz duruma gelir.
“İradem kralımdır, iradem şahımdır, iradem liderimdir” diyen köle sadakatinin günümüzdeki sesi her zaman görmek mümkündür. Toplumsal irade yerine, iradeyi tek bir kişiye sunan her zihniyet köle sadakatidir. Bunun siyasal bilimlerdeki ismi faşizmdir. O zaman toplumunun iradesini tek bir kişiye bağışlamanın Düdükçübaşı Kenan Evren’in zihniyetinden ne farkı var?
‘’Biji düdükçü Saddam, canımla kanımla seninleyim ey Saddam, ey Kaddafi, Ey Esad” sloganlarından beslenen bu köle sadakatinin fedai sloganı, bu gün dünya vicdanında sorgulanıyor, yargılanıyor.
Siz siz olun iradenizi kimseye kaptırmayın! İrade onurdur. Toplumsal sorunların çözümünde sorunun tarafı toplumun iradesidir. Toplumun iradesini tek bir şahıs kullanamaz. Kullanırsa bunun ismi faşizm olur.
Diktatörlüğün her şekli dünyanın “dur” ihtarına takıldı. Diktatörlük diktatörlüktür, renginin kızıl olması, kara olması, sarı veya yeşil olması fark etmiyor.
BİNGÖL DÜDÜKÇÜ KENAN PAŞAYA GEREKEN DERSİ VERDİ
Kim ne derse desin, düdükçü Kenan Evren’e en iyi dersi Bingöl verdi. Düdüğü geri gerisine Kenan Evrenin bir yerine tıktı. Tüm Kürd şehirlerin şahı Bingöl, Çabakçur, Çolig, Çewlig isimleriyle anıldı. Her zaman düdükçülere gerekli dersi vermiştir. 1925’te bir Kurd direniş birliğinin komutanı YADO, bu Kurd SASA şanını tarihe tescil etti.
Bingöl’ün düdüklere düşmanlığı yeni değildir. Kargaların Bingöl ismini verdiği Çabakçur veya Çolig küçük bir kasaba görünümündedir ama şanı büyüktür. Şirin bir yayladır Çolig. Dağları sarp, arıları bal yapar bu dağların kır çiçeklerinden.
Çewligli Zaza Şair İlhami Sertkaya’nın şiirlerinden dökülür mısra mısra, resim resim, kesk û sor û zer ile özgürlüğü nakşederek şamar olurlar düdükçülerin suratına! ‘’Düdükçü Kenan Evren Paşa’ın Anayasası bu şehre girmez’’ tabelası astılar şehrin girişine.
Avrupa’nın “Gladio’nun tasfiyesi” hala Türkiye ayağında operasyonlarla devam ediyor. Tüm insanlık diktatörlüklerden zarar görünce, dün Avrupa’nın, Amerika’nın desteklediği faşizm yine onlar tarafından zincire vuruluyor. Uluslararası gücün Gladio operasyonu kapsamında Ergenekon’un tasfiye süreci başlayınca Düdükçü başı Kenan Evren kötü rüyalar görmeye başladı. Tüm düdükler ve düdükçüler soruşturma kapsamına alındı ve Silivri tımarhanesine kapatıldılar.
Faşist darbecilerin sorgulanması, göbek bağı ile ilişik olan maskeli sol ve sağ birey ve örgütleri çok kötü vurdu. Onları hayli tedirgin etti. Bu tedirginlik her zaman faşizmin koruyucusu olan muhalefetin daha sert olmasına neden oldu. Kendi işkenceci tutuklularına utanmadan insan hakları kapsamında sahip çıkıyorlar. Tüm ölümlerden, Kürd gençlerinin zayiatından, faili meçhul cinayetlerden bu düdükçüler ve onlarla derin bağlar içinde olanlar sorumludur. Türkiye’de hiç bir şey bunların bilgisinin dışına gerçekleşmedi.
Köy yakma gerekçelerini yaratıp köyleri yakma planlarında da bu düdükçüler sorumludur. Cinayetler, suikastlar, faili meçhul, kaybolma vakaları, kendi askerlerine mayınlı tuzaklar, kendi askerlerini pusuya düşürüp imha ettirilmeler devlet sırları kapsamından çıkarılıp soruşturulursa her şey gün yüzüne çıkar.
Bazı Kürtlere Can Yücel tarzından enteresan küfürler sallayan Musa Anter nasıl olduysa JİTEM’in ağzına atıldı. Uğur Mumcu Cinayeti gibi bu derin cinayet de bilindiği halde askıda kalıyor. Güzel insan, vicdanlı aydın İsmail Beşikçi’ye derin Kürdler üzerinden uyarı geldi. Koşulların değişmesiyle bir çok sayıda vicdanlı aydın, yazar, düşünürün infaz edilmesi gerçekleşmedi.
Şiddeti planlayan ve uygulatan güç Türk Silahlı Kuvvetleriydi. Bundan dolayı TSK darbenin zeminini hazırlamak için sağ ve sol provokatör kadrolarını eğitmişti. Solu ve sağı şiddet hareketlerine çevirmek pek zor olmadı. Provokatörlerin tek kıvılcımı yangının tutuşmasına yetiyordu. Provokatörler yangını tutuşturup ortadan kayboldular. Tüm devrimciler, demokratlar bu yangının sorumlusu olarak ilan edilip öldürüldüler, yargılandılar veya göçe zorlandılar.
TÜRKİYEDE SOSYAL SINIFLAR SINIFTA KALDI
Çarşambadan Perşembenin geleceği misalindeki mutlak doğruluğu gibi 12 Eylülün 11 Eylülle belli olduğu gerçeğinin de mutlak bir doğru olduğunu gösterir. Arap kültürüyle iradesizleştirilmiş, Türkiye toplumu gibi uyutulmuş toplumların yönlendirilmesi pek zor değildir.
Toplum derin devletin yönlendirdiği sağ ve sol yapay aktörleri vasıtasıyla Türkiye öyle bir noktaya çekildi ki doğal yaşam özgürlüğüne sevdali bir toplum özgürlüğünden vaz geçerek “birileri gelsin nasıl gelirler gelsin“ şeklinde düdükçü paşaları davet eden temennilerde bulunurlardı.
Ulusal solcu gibi düdükçü siviller tasdik ediyorlardı. Kendi gazetelerinde “çok yakında paşalarımız düdüklere üfürürler“ diye yayın yapıyorlardı.
Eylül ayı daha gelmeden her kes artık düdük generallerin düdüğe üfüreceğini biliyordu. O zamanın Genelkurmay başkanı Düdükçü Nenan Paşa askeri tatbikatlarda askerlerini sivil giyindirerek düşman tarafı göstermekte sakınca görmüyordu. Her kes bir düdüğün sesinin duyulmasını bekliyordu. Eylül aylarında damlarda yatma alışkanlığındaki insanlarımız sıcak odalarında yataklarda bir sağa bir sola dönerek derin düşüncelere dalıyorlardı.
Köylüydüler, köylü çocukları işçi sınıfı mücadelesinin içinde olduğunu söylüyorlardı. Köylülerin kafası karışıyordu. Köylü ne kadar işçidir, işçiler ne kadar köylüdür diye sorular soruyorlardı kendi kendilerine ama bir türlü oyunu anlayamıyorlardı.
Eğer aile Aleviyse sol görüşlü olmak zorundadır sanki. Kim mecbur etmişti? Aleviler azınlıktır, sağ görüşlü olsalar büyük çoğunluk Sünni olduğu için sol görüşlü olurdu kesinlikle. Neden Aleviler marijinal olmayı kader haline getirdi ki?
Hani cemaatlerinin abileri ve ablaları vardır. Türkiye’nin her tarafına dağılmış her kese bir şeyler söylüyorlar ya. Hani Türkiye’yi arabesk bir koyun sürüsüne çevirmeye çalışıyorlar ya! Her zaman birileri toplumları bir yerlere yönlendirirler. Bir hesap vardır. O hesaba göre bir sonucun ortaya çıkmasını sağlıyorlar.
O zaman darbenin koşullarını yaratmak için abiler, ablalar derinden derinden dolaşırlardı. Toplumu çatıştırıp bundan bir sonuç almayı hesap etmişlerdi. Bir bakarsınız mahalleniz tam Texas! Sağcılar ve solcular vuruşuyorlar!
Köylü hemen yatağından fırlıyor ve bağırıyor! Yok mu bir düdükçü paşa ? Silahlar sustu, her kes 11’den sonraki 12’yi tutturmak için sabahı beklemeye koyuldular.
Her gün televizyona çıkıp boy gösteren Düdükçübaşı Kenan Evren Paşa düdüğüne üfürecek: Demokrasi oyunu bitti paydos! diyordu.
Bir birçok ülkenin sınıfsal mevzilenmesini bilmeyebiliriz ama yaşadığımız toplumun sınıfsal mevzilenmesini biliyoruz. Her kes kendi kasabasının sınıfsal mevzilenmesini bilmez mi? Tahlillere yöneldiğimiz zaman somut gerçekleri esas almak zorundayız.
İnsan mensup olduğu sınıfın mücadelesindedir. Bunun dışında bir tarz sakatlıklara neden olur. Türkiye Cumhuriyetinin ortaya çıkışı dünyadaki dengelerle ilgili olduğu için suni denge unsuru olduğu gerçeğini unutmamak gerekir.
Siyasal mücadele tahlilleri bu suni denge durumlarından dolayı sağlıklı olamıyor. Ayrıca tahlillerdeki sunilikler de konuya karışınca tamamıyla gerçekten sapmaktadır. Bunun temel nedenlerinin başında Türkiyedeki yaşamın askeri karargâh olarak biçimlenmesi olduğudur. Hala askeri karargahın sosyal yaşamı her konuya damgasını vuruyor.
Siyasal sorunu ele aldığınızda karşınıza bu yaşam, Alevi sorununu ele aldığınızda Yeniçeri-Bektaşi askeri karargahının inançsal suniliği tam konunun ortasında belirir. Yani İslam öncesi Alevilerin inançlar tarihindeki yeri Osmanlı yeniçeri Bektaşiliğine zemin kaydırılmasıyla karşı karşıya gelirsiniz.
İşçi sınıfı adına, sosyalist mücadelesine bir göz attığınızda Özel Savaşın tercihleriyle solun Hasan, Hüseyin, Alilerden müteşekkil arabesk kitle yoğunluklu tabana kaydırıldığını, sağ siyasallaşmaların ise Ömerler, Osmanlarla, Şabanlarla, Abdullarla kapkaranlık arabesk renklerinde görürsünüz. Bu istenilmeyen görüntüler neden toplumun sağlıklı istemi biçimde değil de Özel savaş stratejik yönlendirmelerinin damgasını vurduğunu kimse merak etmiyor.
Burada çok önemli bir gerçek çıkıyor. Sınıfsal mücadele odakları da toplumun sınıfsal mevzilenmesine göre değil, bu sınıfsal mevzilenmelerinin çıkarlarına olmayan bir biçimde ortaya çıkıyor. Köylü gençlik işçi sınıfının yerini alabiliyor, köylülük dinsel tercihlerle feodalizm öncesi köleci toplum inançları üzerinden o sınıfa kayabiliyor. Burjuvazi askeri kışla siyaseti olarak TSK partilerinin sosyal yaşamına damgasını vuruyor.
İşçi sınıfı mücadelesi konusunu açtığınızda öğrenci hareketlerinin işçi sınıfı partilerine dönüştürülerek tamamıyla anlamsızlaştırıldığını görürsünüz. Gençlk heyecanı, gençlik fedekarlığı işçi sınıfı dinamizmi şeklinde ifade edilerek tamamıyla sınıf mücadele esprisinden uzaklaşıyor.
Türkiye Osmanlı enkazı üzerinde kurulduğu için elbette sağlıklı olamayacaktı ama askeri kışla yaşamını sosyalizmin ve sosyal gelişmeler tarihinde görmek çok sakattır. Orta Asya talancılığı ve Mekke köleci toplum geleneğinin inanç avantajı üzerinden toplumda kalıcılaşması sosyal kader olmaktan çıkarılmalıydı.
Zülfikarlı İslam ile Muaviyeci kılıçlı İslam çağımızda Ortadoğuyu çok komik bir görüntüye mahküm ediyor. Toplum Mekkenin Kabe putperesliğne mahkum olduğu gibi Kerbelada yenik düşen zülfikarın intikam geriliği hayatın her alanına damgası vurmuştur.
Anadolu yerlisi Alevi, kendisini Kerbelada yenik düşen Arap sanıyor. Kılıçlı Osmanlar, Ömerler kendini Kerbelanın muzafferi kabul etmenin kahraman pozisyonunda kanıksamış. Bu kanıksanan ilkel anlayışlar biri çağımızın sosyalist düşüncesinin, diğeri çağımızın sağ düşüncesinde gözüküyor. Oysa bu kanıksanan rezil Arap Şii ve Sünni anlayışlarıdırlar.
Bu ilkel inançlar nesilden nesile insanlara bulaştırıldığı halde ne anlama geldiğini kimse bilmiyor. Her Alevinin komşusu olan bir Sünni üzerinde üstünlük özlemindedir. Hiç bir Sünni Alevi ile eşit koşullarda yaşamak istemez. Oysa Alevilik Sünniliğin karşıtı olan bir İslam mezhebi değildir, ayrı bir inançtır. Kim bu Şiiliği Alevilere bulaştırdı? Bu ilkel karşıtlık Mekke merkezli Arap güçleri arasında meydana geldi. Alevilerin bu çatışmalarla hiç ilgileri yoktur.

DÜDÜK KENAN PAŞANIN SİLİVRİ KADROLARI BİZİ ÇOK ACITTILAR
12 Mart ve 12 Eylül tanıklığında hala vücudumuzda taşıdığımız işkence acılarıyla 12 Eylüle karşı lanetimizin ve kinimizin sivri kalemiyle dile getirmeye çalışmamıza hak verirsiniz sanırım.
Düdükçülük deyip geçmeyin. Tüm dünyayı kan gölüne çeviren, faşizm denen bir zihniyetin argo ismidir. Düdükleri solda ve sağda görmek mümkündür. Bürokraside, devlette, dernekte, orduda, hükümette protiplerini görmeniz de mümkündür.
Düdük düdüktür. Gece bekçilerinin ağzında olsa, polisin ağzında olsa, askerin ağzında olsa fark etmiyor. İnsan canavar kaldıkça düdük düdükçüyü, düdükçü düdüğü bulur. Biz bu sisteme argoda “zırtoizm” demiştik. İster faşizm, ister reel sosyalizm, ister İslam şeriat faşizmi deyin, düdük düdüktür, düdükçü düdükçüdür. İnsan insanlıktan çıktığı zaman her kes düdükçü olur, artık Düdükçübaşı Kenan Evren’i aratmayan bir duruma gelir.

 

Yorum bırakın