kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

YASAKLI COĞRAFYADA ÇOCUK OLMAK

Posted by kaniyasor 9 Mayıs 2014

PİRO

Süleyman Doğan
20 Kasım 1975 tarihinde Karakoçan Lisesi öğrencileri olarak bir yürüyüş yaptık. Bayağı suleyman11kalabalık bir yürüyüş oldu. Liseden yola çıkarak kaymakamlığa doğru gidiyoruz. Çarşının içine girdik. Yürüyüşün ön tarafı çarşının ortasına varmıştı. Tepe mahallesinden gelen sokaktan  bir de hükümet konağına doğru, yani Dr. Halit Rıza’ya ait ve eczanenin olduğu sokakta askerler, polisler ve sivil halk karışık yürüyüş yapanların üstüne saldırdılar. Taşlar atıldı, sopalar, silahlar kullanıldı. Öğrenciler geri çekilince arkadan yürüyenler olduğu için insanlar üst üste yığıldı. Orada Hüseyin A. isminde bir arkadaşımız ağır yaralanmıştı.  Bir çok yaralı vardı. Kafası gözü kırılanlar, ayak altında ezilenler! Bir panik başladı. İnsanlar sağa sola koşturuyor, bir kaos hali vardı ortada.

Saldıranlar kendi halkından insanlar, biz ise bu halka ait öğrencilerdik. nasıl karşı karşıya geliyoruz, kim bizi karşı karşıya getiriyor? İşçiler işleri ve güçlerindeydi, çiftçiler tarlalarında  çalışıyorlardı ama çarşıda boş/betal olup öğrencilere saldıranlar kimdi? Dershanelerde olması gereken öğrenciler nereye yürüyordu? Kimi devletin kutsal namusunu  koruyordu, kimi işçi sınıfının yanında olduğunu iddia ediyordu. Gerçekten devletin ve dinin namusu  çarşı cambazları tarafından korunmasına muhtaç olacak kadar zayıf mıydı, işçi sınıfı öğrencilerin desteğine muhtaç olacak kadar nasırsızlaşmış mıydı? Ortaya sürülen halkın bir kısmı  köle sadakatinde devletin muhafızlığına soyunurken, öğrenciler kendileri hayata atılmadan hayatı mı kurtarıyorlardı?

Meselenin perde arkasını da görmeliyiz. Kenan evren ve ekibi ta o zamandan beri bir hazırlığın içindeydiler. 70’lerin ikinci yarısı aynı zamanda bölge dengelerini sarsacak hazırlıklar vardı ama insan müneccim değil, gelecekte ne hazırlıklar yapıldığını bilmek mümkün değildi. Yönlendirici güçler “vatan bölünüyor, vatan elden gidiyor, din elden gidiyor, komünizm kapıya dayandı!” şeklindeki kışkırtmaların neden yapıldığını anlamak zordu. Düşünün ki, Hala  ” ÖRGÜT” kelimesi kullanılmıyor. Bir öcü gibi görülüyor. Oysa örgütsüz toplum sürüye benzer. Kaldı ki demokrasinin olmazsa olmazlarından biri örgütlü toplumdur. Bizde dernek, sivil toplum v.b gibi laflarla geçiştiriliyor. “Vurun bu Komünistlere! Komünistler Moskova’ya!” diyerek komünizme karşı örgütlenen gizli Gladionun uydurduğu masalları bir şekilde devreye girerek bilinçsiz insanlar kandırılmış. Oysa laf açıldığında “geçlik bizim geleceğimiz, bizim teminatımız” derler. Genç cumhuriyetimiz gençliğe hitabeyi armağan etmiş! Kargaların gak dediği armağan şu:” EY TÜRK GENÇLİĞİ, VARLIĞIN TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

CHP’nin militarist geleneğini sivilleştirmeye çalışan Ecevit pek farklı bir tanım getirememiş,  O da ” TÜRK HALKI ” demişti. Bizim Karaoğlan Mazlum Doğan ise  “Halklar” demişti, Karakoçan’da kıyamet kopmuştu. Haydi diyelim evet. Peki bu geleceğimiz dediğiniz bu gençliğe bütün harp gücünüzle saldırıyorsunuz, o da yetmiyor o zavallı kasketli , tespihli, sarıklı, çember sakallı insanları da yanına alarak saldırma niye? Saldırıya uğrayanlar komünist! Kasketli, şalvarlılar da komünizmi çözümlemiş, tehlike olduğunu sezmiş, sabah, akşam komünizm denilen şey geldi gelecek kanaatine varmışlar ki, var gücüyle gençlerine taş, silah atıyorlar! Hale bakın! Tam bir cahiliye dönemi. Hayatında devletin nimetlerini hiç görmemiş bir halkın devletine nasıl sahip çıktığına bakın! Bu havayı yaratanlar dün de vardılar bugün de varlar. Önemli olan zamanı iyi incelemek, çünkü zaman en iyi ilaçtır ve belirleyicidir.

Daha komünizmin ne olduğunu tanımlayamadan komünist olmak ile komünizmin canlı veya cansız bir  varlık olduğunu bile bilmeyenlerin din ve devlet adına saldırma misyonuna sahip olmak irade dışı olduğunu söylemek yetmiyor, buna daha derin tahliller yapılmalıdır. Var olan sınıfsal çelişkinin, haksızlık ve yok saymaların, adaletsizliğin, asimilasyona karşı koymanın toplumun  ortak sorunu iken birilerini  taraftar, birilerini karşıt yapma başarısı TC’nin marifeti olduğunu bilmeli. Aslında devrimciliği de buna dahil edebiliriz. Böyle bir durumda, sistem bunu ters yüz yaparak “Kominizim ana, baba, bacı tanımamak, Din, iman, tanımamak” olarak lanse ediyor topluma. Bu şeytani planı  Ermeni, Aleviler için de kullanıldığını görmek mümkün. Dikkat edilirse bu sistem ağzına doladığı bu sloganı ne zaman kendisine karşı hak aramakta bir kıpırdama olursa ortaya atılıyor. Tabi bizim cahil bırakılmış insanlar da bu oyuna rahatlıkla inanıyor.

Karakoçan’da liseli gençlerin yürüyüşündeki olaylarda halktan bize taraf olan üç insan olmuştu. Bunlardan biri Halam Kebire Doğan, biri Tepe cami imamı Mılle Reşat, Biri vardı ki bizi Xan çeşmesine doğru kovalarken, aniden ortaya çıkan, bakkalın önündeki biranda direğini sökerek “gençler kaçmayın bunlar dün bize düşmandılar bu gün de size düşmanlık ediyorlar” diyen İmam Hüseyin ‘dir. Hüseyin  amca elindeki değneğiyle gelenlere saldırınca biz de bundan cesaret alarak toparlandık ve kendimizi savunduk. Tepe cami imamı Melle Reşat da saldıranların önüne geçerek “Yahu Gençlerden ne istiyorsunuz?  Onlar haklarını istiyor size ne olur?”  diye halka seslenmişti. Olaylar tüm şiddetiyle devam ederken Karşıyaka mahallesine doğru öğrenciler kaçarken kavak bahçeleri arasına dağılırken Halam Kebire çıka gelir “Min qedayê we gırtıno, nerevın haydi em herın hevalê we nav şerdane” deyip toparlayıp getirdikleriyle biz kendimizi daha güçlü his ettik. İki taraf da Kürd olduğu halde düşman taraflar gibi biri birimizi taşlamaya devam ettik. Aniden silah sesleri çoğalıp karşı taraftan taşlarla beraber kurşun yağdırdılar. Biz yine paniklendik kaçışmalar başladı.
Tam da o esnada toprak renkli montlu ve dizlerini altına kadar uzanan, uzun boğazlı, ayağı botlu başında İbrahim Kaypakkaya kasketli biri aniden fırıncı Menco’nun dükkânın köşesinde belirdi. Halk arasında ” Xızır gibi yetişti” derler ya; aynen öyle oldu. Bu kasketli adam belinden bir ondörtlü çıkardı mermiyi silahın ağzına verdi ve demirci Aziz,   Sofi`nin kahvesi ve Ziraat Bankasının olduğu sokağın başında durarak karşı tarafa ateş etti. Bu sefer bize saldıranlar kaçarken üst üste yığıldı. Bu insanımız tekrar Menco’nun duvarını kendine siper alarak şarjör değiştirdi. Bu arada trafik polisi olan Çorumlu İsmail isminde bir polis aşağıdaki caddeden gelerek Fırıncı Menco’nun dükkanının yanında yukarı çıkmak istedi . Köşeyi dönünce burada silahının şarjörünü değiştiren toprak montlu adamla kucak kucağa geldi. Polis İsmail’in elinde bir tomson silah ve belinde tabancası da var. Toprak renkli montlu militan polis İsmail’e seslenerek, “silahını omzuna as!” diyerek bağırdı. Polis hemen anı bir hareketle silahını omzuna astı ve geri döndü, geldiği yöne tekrar hızlı adımlarla gitti. Bu arkadaş tekrar karşı taraftan gelen ateşe karşı koyarak lojmanlara doğru gitti. Karşı tarafta yaralanmalar olmuş ve toplanan halk dağıldı. Aniden polis ve asker de azaldı. Meğer herkes ateş açan adamın peşine takılmış. Adam çatışarak Kalecik deresine doğru kaçıyormuş. Fakat yaralanmış. Kalecik deresini geçince yarası iyice soğuyunca takatsiz kalmış ve düşmüş. Bizi liseye doğru bırakmıyorlardı. Asker, polis o yönü kapatmış. Bu adamı vuran da yine Polis İsmail olmuş. Bu arkadaşın yarası fazla ağır değilmiş, çünkü bacağından yaralanmış. Ama fazla kan kaybı olmuş. Askerler ve polisler bunu yanına vardığında bu yerde yarı baygın yatıyormuş, sırt üstü düşmüş. Yanına varan polis yerde bir kocaman taş alarak yüzüne vurmuş. Aslında en ağır darbeyi burada almış ve oracıkta kendini kaybetmiş. Bu montlu, botlu, başında Kaypakkaya kasketi olan insan sonradan tanıştığım sevgili Dostum PİRO yani Hüseyin Tekin olduğunu sonra öğrendik. Piro hayatı pahasına öğrenciere yönelmiş saldırının yönünü kendi üstüne çekerek gericilerin, askerin ve polisin hedefi yapmıştı kendini. Gerçekten büyük bir fedakarlık. Devrimci mücadeleye emek veren bir insan, aynı zamanda bir değer. Nesli tükenmekte olan yürekli militanlardan biri diyebiliriz.

Hüseyin Tekin`nı ( PİRO) yakalamışlar. Fakat kimselerin haberi yok. Sağlık ocağına gitmek imkansız, ayni zamanda cesaret ister!  PiRO ` yu Karakoçan sağlık ocağına getirmişler. Halam Kebire gençlerden yaralı olup olmadığını öğrenmek için sağlık ocağına kadar gitmiş. Sağlık ocağının içine girdiğinde birinin sedyede yattığını görüyor. Bunun kim olduğunu soruyor. Ve bu kanlar içinde yatanın bir devrimci olduğunu öğreniyor. Ama yaralı olan kişiyi içerde sobası yanan bir odaya koymuşlar. Bu çok sakıncalı bir durum, bir yaralı için. Hemen orada müdahale yapıyor. Sağlık ocağında çalışan Ebe Cemile Aytaç`la, yaralıyı serin bir yere aldırarak. Ambulans teminine gidiyorlar. Neticede yaralıyı Elazığ’a yolluyorlar. Bir devrimcinin Elazığ`da tedavi olması zor bir mesele! Oradan sağ kurtulmak şans işi! Elazığ Devlet hastanesinde röntgenci olarak çalışan bir genç devrimci, radyo haberlerini dinlerken Karakoçan’da olayların çıktığını, ölü ve çok sayıda yaralının olduğunu duyar. Mesai saatinin bitmesine rağmen mesaisini bırakmaz. Karakoçan`dan gelecek olan yaralılara yardım etmek için hastanede bekler. Bir ara acile giderek , Karakoçan`da yaralı gelip gelmediğini sorar. Evet derler Karakoçan’dan bir ölü geldiğini, morga kaldırıldığını söylerler. Bu devrimci genç hemen morga yönelir ölüyü görmek ister. Morgdaki adamı görür ve nabzını yoklar. Hemen bağırarak “bu adam ölmemiş kim bunu ölü diye morda atmış!”  der, isyan eder ortalığı biri birine katar. Sevgili Piro`yu morgdan çıkarırlar. Ve Piro bu vesileyle yine bir daha ölümden döner, tedavi olur.

Bu Karakoçan’daki olaylar biri birini kovalamaya devam etti. Okul bir süresiz kapanıyor, bir açılıyor. Öğretmenler de sürgüne yollanılmış. Karakoçan’a tayini çıkanlar da İstifa ediyor. Karakoçan lisesinin bayağı namı çıkmış. Hatta Karakoçan Üniversitesi deniliyor. Öğrenciler saçlarını uzatmış durumda. Askeri usul saç kesmek kalkmıştı ortadan. Koca ortaokul ve lisede bir tek öğretmen kala kalmıştı. Oda okulun kapanmaması için direnen Değerli hocamız  ŞEVKET kendisine çamur Şevket diye lakap taktığımız Hoca kalmıştı.

Piro Cezasını çeker, aramıza döner. Tesadüfen de olsa Sevgili Piro yaşıyor. Fakat yüzüne aldığı darbenin izi ve diğer işkence izleri hala öylece duruyor. Dikkatinizi çekmek istediğim şey bu yardımda bulunanlar ve yardımı alan Piro da dahil olmak üzere hiç bir şekilde biri birlerini tanımıyorlar. Burası çok önemli. Tabi bu olay Piro’nun maceralarından ve ölümden dönüşünün hikayelerinden yalnızca  biri. Daha ne kadar ölüme meydan okumamaları var!

Hiç unutmadığım bir olayı da Piro’nun gazetecilik yaptığı İstanbul yılları. Faili meçhullerin çoğaldığı, gazetecilerin, siyasetçilerin,  iş adamlarının, hatta gazetede çalışan işçilerin vurulup ortadan kaybettikleri ve insanları çıkıp ölülerini dahi soramadığı yıllardı. Sevgili Piro Diyarbekir ve çevre illere de gönüllü gazeteci olarak gitmişti. Zaten bu oluşumun başında yer almıştı o demokrat tavrıyla…

Sevgili Piro bir gün bana misafir oldu. Avrupa’da . Yanında üç arkadaş daha vardı. Bunlardan birisi çok eskiden beri tanıdığım bir arkadaşım Oxciyanlı Mustafa A. İki erkek iki de bayan . Bayanlar Avrupa’da doğmuş büyümüş, okumuş. Bunlar bizim farklı siyasi tercihlerimizin olduğunu öğrenince çok şaşırmışlardı. Hatta çok ilginç bulmuşlardı. Biz hepimiz masanın etrafında oturmuşuz. Piro ile koyu bir sohbete girmiş diğerlerini unutmuşuz. Öbür taraftan biraz nostalji de ver. Meğer bu iki bayan bizi çok ilgiyle ve hayretle bizim anlattıklarımızı, bahsi geçen konuların çoğunu kitaplarda veya dergilerde okumuşlar. Bu yüzden şaşkınlıkla bize bakınca, Piro bir ara bayanlara dönerek: “Ne bakıyorsunuz öyle bize? Bizim üstümüzden üç darbe geçti. Bırakın da konuşalım” dedi. Bayanlardan biri: “Aslında bu manzarayı herkesin görmesini isterdim. Sizler ayaklı kitaplar gibisiniz.” demişti.

Anlaşıldığı gibi burada Piro`nun tesadüfen de olsa yaşamasının sebebi, Hele Kebire ve Ebe Cemile hanımın payları büyük. Bu insanlar toplumuz için nadide insanlar, aynı zamanda birer değerdirler. Ne kadar değer biçtiğimiz meçhul. Piro, bana çok zoruna giden bir hikayesini şöyle anlattı. Kendini bilmez biri kendisine ” Kürdistan’da biz kurşun sıktık sen ne yaptın ki?” şeklinde zırvalamış. Bu zırvalama, defalarca ölümden dönen ve tesadüfen yaşayan sevgili Piro’yu oldukça üzmüştü. Bana dönerek “na bıra kimse görmedi hele, sen de mi görmedin; yıllarca koşuşturmalarım, benim sıktıklarım neydi?” dedi.

Daha evvel dile getirdiğim gibi boş boğaz geçmişlerinde bir sürü rezillikleri olan, konjonktür gereği veya çıkarları gereği açığını kapatmak adına sağa sola ateş edenleri bertaraf etmek lazım. Bu nadide insanlarımızı olabilecekleri yere koymak lazım.

Aradan zaman geçti. Ne yazık ki, sevgili Piro bana darılmış. Bizim Haydar amca zaman, zaman sert acımasız eleştiriler yapıyor. Haklı olarak Piro ve diğer dostlar da eleştiri haklarını kullanmak istiyorlar. Bana kalırsa en doğal haklarıdır. Bu işin özü de böyledir. Ne yazık ki biz henüz eleştiri ve öz eleştiri çağına ulaşamadık. Bir gün bana da bu konuda bir yazı yollamıştı, belki de bu dostluğun verdiği samimiyetten de olabilir, Gomanweb’te yayınlatmak istedi . Oysa benim öyle bir yetkimde yoktu. Kendisine söyledim. Ben Piro`mun bu isteğini Gomanweb`e ilettim, neticede yayınlanmadı . (Oysa hayatında pencereden kafasını çıkarmayan kuru kalabalık ve ucuz kahramanlık yapan, sağa sola tehditler savuran boş teneke o kadar insan var ki.) Piro bana kızmış sanırsam. Olsun ben eminim ki bir gün nereden karşılaşsak yine aynı sıcaklıkla biri birimizi kucaklarız. Ben yinede kendi namıma kendisinde özür dilerim.

Not. Bu yazıyı sevgili Piro’ya yolladım. Onun Rızasını aldıktan  sonra yayınlamayı düşündüğüm için biraz geç oldu. Yazdığı kısacık not aşağıdadır:

Gözlerine, akıl ve hafızana, daha çok da adaletli yüreğine selam. Derler ya “tarih nasılsa öyle yazılmalı” Küsmek ve darılmak mı? Piro o kadar becerikli değil ki! Hepinizi öpüyorum. H.T. ( Piro)

Süleyman Doğan

Bir Yanıt to “YASAKLI COĞRAFYADA ÇOCUK OLMAK”

  1. kaniyasor said

    Ah Pîro ah! Senin kim olduğunu öğrenmek için işkenceciler nasıl gençlere işkence yapıyordu! Ben ise işkence gören bu gençlerin başında gece nöbet tutuyordum sabaha kadar. Ağızlarına işkence görenler için ayırdığım sudan damla damla su veriyordum, sabaha kadar inliyorlardı…

Yorum bırakın