kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

ANILARLA YÖREMİZ VE DELİLERİMİZ

Posted by kaniyasor 28 Haziran 2015

rojbasdede-e1413219006683Kanî Yado – 28.06.2015:
Oxu’daki delilerimiz çevrenin en pazarlıksız sevgi ve dostluk simgeleridir. Oxu kendi delilerinden hiç zarar görmemiş. Topluma bir çok mesajlar bırakarak anılarda yaşamak üzere çekip gitmişler sessiz sessiz.
Son nesiller Oxu ovasının Palu’ya bağlı olduğunu bilmezler. Karakoçan ismi aslında Karkocan köyünün ismidir. Orada Tepe Köy denen bir Ermeni köyü ve Ermeni arazileri vardır. Tepeköy, hala Tepe Mahallesi ismiyle acılarıyla ve güzel günlerini anılarda bırakarak yaşıyor.
Belki eski taş yığma ve kerpiç evler artık yoktur ama Ermenilerin güzel yüreklerini taşıyan komşularımızın torunları bu acılı toprağın erdem bereketi olarak yaşıyorlardır.
Oxu’da Dep, Yığ ve Gırbo tanınmış Ermeni yerel yerleşim birimleridirler. Ermeni katliamında ne olduysa oldu, tüm arazi el değiştirdi. Oxu Palu’nun özerk yerel hükümetinin alanındaydı hep.
Bu topraklara sahip olmak için insan ihtirasları nasıl kudurduğunu tarihin çeşitli kesitlerinde görmek mümkündür. İkinci meşrutiyetten sonra Palu Özerk Hükümeti tek taraflı olarak Osmanlı devleti tarafından iptal edilmişti.
Daha sonra tarihin kara sayfalarından kara leke olarak hiç bir zaman unutulmayacak müsebiblerin anlında kara leke olarak kalacak Ermeni katliamı!
1924 idari yapılanmalardan sonra yapılan bir çok değişikliklere ragman 1960 yıllarının ortalarına kadar Özerk Hükümet atamaları olan Palu beylerinin ağırlığı hala hissediliyordu. Genel olarak bu beylerle Arap kültür misyonerleri dediğimiz din istismarcılarının ağırlıkları toplum üzerinde görülüyordu.
Toprak ağaları ve bunlara bağlı ırgatlar toprağa bereket katarken, din ile ilgilenen otoriteler ve onların müritleri, talipleri Allahın askerleri gibi ihtişamlı görünüyorlardı. Hele sarıkları ve cübbeleri görmeye değer!
Toplumda sınıfsal mevzilenme çarpıktı. Üretmeden üretimden pay almak isteyen asalak ruhani sınıfa karşı pek memnun görünmeyen toprak sahipleri ve toprağa bağlı serfler Avrupa’da olduğu gibi bu asalak sınıfa karşı şiddeti dayatamadığı için geniş coğrafyada olduğu gibi bu alanlar da hala çöl karanlığının korkulu atmosferinden çıkamıyor. İnsanlar din ile, Allah ile korkutula korkutula insanlar korkuluğa dönmüş gibi sendromu hala yaşadığını gözlemleyebiliyor.
Cumhuriyetten önce topraklar Osmanlı Şeriat düzenine göre Allah’ındı. Mütegalibe dediğimz ağalar Allah’ın vekili Osmanlı halifesinin kiracıları sayılırdı.
Toplumlarda, ev sohbetlerinde köy odalarında bu iki sınıfa ait olaylar anlatılıyordu. Yani övülüyorlardı. Beylerin devlet ile ilişkileri ve idari gücü anlatılırken, şeyhlerin ve seyitlerin akıl almaz uyduruk meseleleri anlatılır. Biri devlet erkinin gücünü, diğeri insanların yüreğine korkular salarak hakimiyeti ve sömürüyü amaçlıyordu. Beylerin sınıfsal varlığı üretimle iligili olmasına rağmen dini sınıf toplayıcılığı esas alıyordu.
Bu koşullarda cumhuriyetin yapılanması kendine özgü sorunlara neden oluyordu. Seçimler Jandarmanın denetiminde yapılırdı. Çok partili döneme geçildikten sonra seçim sonuçlarının ilanından evvel sandıklar jandarma karakolunda yapılan değişikliklerle istenen sonuçlar ilan ediliyordu.
Bu koşulların biçimlendirdiği insanların içinde en dürüst olanları, en gerçekçi olanları delilerdi. Nasıl ki din adamları beylere rakip durumdaysa, deliler de ekseriyeti teşkil eden ahmaklara muhaliftiler.
Toplum, görünürde yasal kurumlara sahip olmakla birlikte sorunlar şeriat kanunlarına göre çözülürdü. Şeriat yasaklı olduğu için bu uygulama çok gizli yapılırdı. Alvilerin gizli cem yaptıkları gibi Sünni Müslümanlar da gizlilik içinde tüm sorunlarını İslami esasları uygulayan dini otoritede çözerlerdi.
Din istismarcıları sınıfı diyebileceğimiz toplayıcılar ve bunların takıntıları ile toprağa dayalı üretim ile iştigal eden mütegalibe dediğimiz ağalara bağlı emekçi sınıfların dışında delileri unutmamak gerekiyor.
Delilerin en fazla sevmedikleri insanlar ahmaklardır. Eşekler bile ahmakların haline gülerken, delilerin bilgiçleri hayrete düşüren dürüstlükleri ve gerçekçilikleri vardır.

Bu gün Ramazan sohbeti olarak KORELİ’yi anılarla hatırlayalım:

Koreli, Koreden döndükten sonra, bir kıza gönlünü kaptırmış ama felek ona çok görmüş, kızı ondan ayırmışlar! Yunus olup dolaşıyor, siyasetçi olup konuşuyor kendi hayranlarına!
Seçim propagandaları dönemi Koreli dediğimiz insanımızın nutuk çekmek için belediye parkındaki heykelin önünde çocuklara ve diğer akıllı meraklılara nutuk atardı.
Bazen Korelinin dinleyicileri siyasilerin dinleyicilerinden fazla oluyordu. Koreli battaniyesini her zaman yanında taşırdı. Bir gün yine meraklılarına nutuk atarken tuvaleti geliyor. Belediye tuvaletine gitmekten başka çaresi yoktur. Yüzünü heykele dönrek:

– Bak Beton Atam! Benim bataniyem sana emanet, ben beş dakikada çişimi yapıp döneceğim!

Koreli belediye tuvaletine girer ama birileri her tarafa pislemişler! Ayak atacak boş yerler kalmamış, mayınsız yerleri arar gibi boş yerler bula bula tuvelete girmeyi başarmış ve kendi kendine ” Ulan bu millet sıçmasını bile bilmiyor seçmesini nasıl bilecek?” diye mırıldana mırıldana tekrar miting alanına geliyor.
Hayranlarından biri Korelinin battaniyesini saklıyor. Hayranları onu Belediyenin moklu tuvaletinden dönüşünü alkışlarla karşılıyorlar.
Koreli battaniyesinin yerinde olmadığını görünce köpürüyor! bu sefer ses tonunu yükselterek:

– Bak Beton Mısto! Sana bir battaniye teslim ettim, sen battaniyeme bile sahip çıkamadın. Bundan sonra eşeğimi bile sana teslim etmeyeceğim! Bak Beton Mısto! Milletin efendisi diye kandırıp pohpohladığın vatandaşın hali yaman! Ben tuvalete çişimi yapmak için gittim, gitmez olaydım! Tuvaletin ilk girişinde ayaklarımı basıp geçmek için sıçılmamış boş alan zorlukla buldum. Vatandaş sıçmasını bilmiyor. Size soruyorum! Sıçmasını bilmeyenler seçmesini nasıl bilir?

Bu olaya Korelinin kondisyon danışmanı Qero çok sinirlenmiş:

– Hakim dereden getirdi, tuvalete sıçtı! Bu ne biçim memleket sıçmasını bilmez, seçmesini bilmez, geçmesini, yemesini, içmesini bilmez!

Korelinin en yaşlı hayranı Deli Sabo isteklerini sıraladı:
– Karı isterem, karı isterem, kârı hoştur kârı hoştur!

Deli Sabonun hikayesi çok acıklıdır. Sabonun dramı gericilerin hanesine gelecek nesiller için ibret belgesi olarak anlatma ile sınırlı kalmayacaktır, gericilerin hanesine kara leke olarak kaydedilecektir. Meyer Palu’da ahmak bir mümin üç dalak üzerine karısnı boşuyor. Sonra pişman oluyor. Mümin Şeyhe gidiyor. Şeyh hülle yoluyla ancak yeniden karısıyla evlenebilir diyor. Yani karı başka biriyle evlenecek, bir süre birlikte olacak, sonra o evlendiği adam da onu boşayacak ve ancak eski kocasıyla yeniden evlenebilecek demiş. Bu hülle evliliğini Deli Sabo’ya teklif etmişler:

– Sabo sen evlenmek istiyor musun?
– He valla! Evlenmek isterem! Kârı hoştur, kârı hoştur ! der
Kadını getirirler, nikâhını yaparlar. Deli Sabo hayattında belki ilk defa mutlu oluyor. Kadının etrafında dört dönüyor. Mutluluktan uçuyor sanki. Ertesi gün ahmaklar geliyorlar. Sabo’ya diyorlarki:
– Sabo bu karıyı boşa! Bu karı başkasının karısıdır!
Sabo:
– Valla karı hoştur! Karı benimdir, karı nikahlımdır! Vermenem vermenem, karı hoştur, karı hoştur!

Başlarlar Deli Sabo’ya yalvarmaya. Rüşvet teklif ediyorlar, kabul etmiyor. Deli Sabo Nuh diyor peygamber demiyor! Artık hüllesiz işkence yöntemi devreye girer. Başlarlar Deli Sabo’ya işkence etmeye! Deli Sabo ölüm sınırına yaklaşınca karıdan vaz geçmek zorunda kalır. Sonunda gördüğü işkencelerden dolayı, ‘’karı üç talak üzerine benden boştur’’ söyleyebilecek takati kendinde bulur.

Yorum bırakın