kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

Tanrı-Şirk Kazığı Kamusal Mülkiyet

Posted by kaniyasor 25 Mart 2016

Kanî Yado – 25.03. 2016k.y.

Doğal koşulların yerel bölüşümcü toplumdan sonra sınıfların ortaya çıkmasıyla, köleci toplum sisteminden günümüze kadar gelen sınıflar tarihine baktığımızda, üretim ve sosyal biçimler değiştikçe, gasptan başka bir anlama gelmeyen kamusal mülkiyet de yeni biçimler aldı.

Emek sınıfı kölelikten yarı köleliğe, oradan da özgür vatandaş olarak tekâmül eden toplum içinde çağdaş emekçi sınıfı olarak yerini aldı.

Bu konuya açıklık getirmek için geçmişten günümüze kadar sınıflar arasındaki karşıtlığın belirlediği gelişmeleri doğru kavramak gerekiyor.

Ortaçağ’da Hıristiyan şeriatının koyu karanlığında acımasız bir diktatörlüğe dönüşen Roma Katolik Kilisesi Avrupa’daki yaşamı işkenceye çevirdi. Burada bu kudreti kamusal mülkiyetten alıyordu.

Burada insanların doğal haklarını Şirk-tabu adına gasp edip üzerinde tasarruf imtiyazı sağlayan Hıristiyan din adamları veya ruhani sınıf denen asalak bir sınıfın kamusal mülkiyeti kendine dayanak ettiğini görüyoruz.

Binlerce din üretmekle rekor kırmış çöl zihniyetinde en fazla taraftar bulmuş Hıristiyan ve İslam şeriat anlayışlarında mülkiyet Allah’ındır.

Bu mülkiyet üzerindeki tasarruf hakkını nebiler veya onun adına en üst dini otorite mensup olduğu dini esaslara göre kullanır. Böylece köle sahipleri ve asalak din adamları sınıfı hem Allahı ve hem de kullarını dolandırmış oluyorlar!

Devrimlerle tarihe karışan kanlı Hıristiyanlık şeriatından sonra İslam şeriatçı selefi hareketler de 6 asır farkla aynı tarihi kaderle karşı karşıya geleceği için günümüzdeki belirtiler iyi okunmalıdır.

Kamusal mülkiyetin tanrısal tasarruf imtiyazına sahip kiliselerin saltanatı nasıl yıkıldığını yakın tarihte görüldü.

Feodalizmin çöküşüyle genç burjuvazi devrimlerine yenilen Ortaçağ karanlığına dayalı çöl inançsal sistemi olan Hıristiyanlık şeriat sistemi yeni koşullarda ortaya çıkmak için pusuya yatarak dinsel yaşamını sürdürdü.

1.Dünya Savaşı koşullarında insan ihtirası kamusal mülkiyeti egemen kılmak için devlet sektörünün güçlendiği görülmektedir. Gine tanrısal korkuluk mülkiyet gücüyle yeni biçimde ortaya çıkıyordu!

Bu ortamda özgürlükçü sistem anlayışıyla devletçi korkuluk dünyayı sarsan karşıtlıkta büyük bir yarış başladı.

Kamusal mülkiyetin zirvesine oturmuş nasyonal sosyalizm ile Sovyet sosyalizmi kamusal mülkiyetin kudretiyle rekabetine girdiler.

Özgürlükçü dünya bu ortamda ayakaltında ezilip yok olmamak için çağdaşlığa en yakın duruşta olan Sovyetlerle ittifak yaptılar.

Bu ittifak günümüzdeki özgürlükçü kapitalist dünyanın DAEŞ’e karşı Rusya ile yapılan ittifakın koşullarına çok benziyordu.

2. Dünya Savaşında Avrupa faşizmi yenilgi alınca, kamusal mülkiyete dayanan diktatörlüklerin tahtları yıkılmaya başladı. Bu dönem Nazi’lerin müttefiki Kemalizm’in de çöküşe geçtiği dönemdir.

Çünkü faşizm gücünü iktisadi devlet teşekküllerinden alıyordu. Avrupa halklarını hegemonyasına alan Kamusal mülkiyet Ortaçağ köleci toplumların, özellikle İslam ekonomi modeli benzerliği olarak göze çarpıyor.

Sosyalizm Sovyet devriminde dünyada yeni bir sistem olarak emekçilerin iktidarını tescil ettirdi; fakat insan ihtirasını yok edebilecek koşulların zayıflığından dolayı özgürlükçü kapitalizm karşısında direnemedi. Bu devrimle ezilen sınıflara siyasal moral ve devrimci dinamizm kazandırarak insanlığa mal oldu.

Özgürlük ortamı içinde paylaşım ancak demokratik uygarlık ile mümkündür. Toplumun tekâmül etmediği koşullarda geleneksel köleci zihniyet yeni maskelerle ortaya çıkabileceğini gösteriyor.

Sosyalizmin nihai hedefi, devleti yok etmek olduğu halde, devletin kölesi olmak özgürlük anlayışına çok ters düştü. Ekonomi politik okuyanlar bu konuya hiç yabancı değildirler.

Biz kamusal mülkiyet konusunu ekonomi-politik açısından ele almayı bir yana bırakarak günümüzde savaşa neden olan kamusal mülkiyetin tabulaştığı alanlardaki siyasal sorunları ve sonuçlarını ele alalım.

Şehirlere koşar adımlarla Osmanlı Şeriat enkazının Ortaçağ kalıntılarından hortlarcasına akan yeni dinamik nesil, ister bir komünist geçinsin, ister din istismarcılığını veya serf tutsaklığını kaybetmeyen feodal gerici olsun veya olmasın daha derin bir nefes almadan kapitalizme saldırır.

Burada farklı unsurlar arasında geri toplumsal ortak nokta vardır. Bu çeşitlilikte biçimlenmiş toplum şirk-tanrının kazığı olan kamusal mülkiyeti kanıksamıştır.

Solun iftiharla sahip çıktığı kamusal mülkiyetin tarihi, köleci toplum sistemine dayanıyor.

Toplum mülkiyet ile tanıştıktan sonra sınıflara ayrılmıştır. Sınıflara ayrılma ile sosyal sınıfların diyalektiğinde sınıfların karşıtlığı ve sınıfların birliği şeklinde tarihi gelişmeleree damgasını vudu.

Bu espri ile gerçekçi tarihçiler, tarihi sınıfların mücadelesi olarak tanımlıyorlar. Sosyal gelişmeler tarihi kapsamında sınıfların geçmişten günümüze kadar siyasal dinamizmin içindeki yeri anlaşılmadan günümüzü doğru tahlil etmek mümkün değildir.

Demokratik uygarlık sisteminin temel unsuru olan özgürlük dünyayı sardığında, köleci toplum gelenekçiliğinin tüm biçimlerinde sarsılmalar meydana geldi. Kamusal mülkiyetin esas alındığı İslam şeriat sistemlerinde ve sosyalist sistemlerde ciddi depremler oldu.

Sosyalist maske ile kamusal mülkiyeti esas alan eril ihtiras üst erkek egemen yeni bürokratik ve askeri sistem oluşturdu. Köle sahipleri sınıfının bir rövanşı gibi mülkiyet tabulaşarak emek köleleştirildi.

Günümüzde yenilikçilik, gericilik ve ilericiliğin bilince çıkarılmadığı karmaşıklıkta siyasal refleksler de anlamsızlaşıyor. Burada en gülünç duruma düşen kesim kamusal mülkiyete ilericilik adına sahip çıkanlar oldu.

Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olan kamusal mülkiyetin özelleştirilmesi gündeme geldiğinde gördüğümüz vaziyet, henüz çağdaş anlamda sosyalleşmemiş kamu çalışanlarının reaksiyonları toplumun demokratik kazanımlarına paralel olmaması dikkat çekicidir.

Faşizme alıştırılmış toplum kamusal mülkiyeti önemli bir barınak olarak gördüğünü biz pratik sonuçlarıyla gördük. Devlete esir düşmenin yansıması olan kul siyasetinin Şirk-Tanrı sevdası bir biçimiyle insan yaşamına böyle yansımış.

Günümüzde kamusal mülkiyeti savunanlara kaynaklık eden köleci toplum sisteminin ideolojileri olarak tanıdığımız Hıristiyanlık şeriatı ve İslam şeriatının kamusal mülkiyete dayanan zulmünü tarihi olaylarla tanıyoruz.

Hıristiyan âlemi bunun acısını milyonlarca ölümle tadarken, İslam âlemi hala “şeriatın kestiği parmak acımaz” anlayışıyla teslimiyeti savunuyor.

Feodal toplum sistemine karşı devrimci zaferi kazanan Kapitalist sistemi içten kemiren kamusal mülkiyete dayalı ve egemen erkek karakterinde yapılanan faşizm, toplumun geri zaaflarını kullanarak bu gün ayağa kalkan Müslüman toplumlarının şeriatçı DAEŞ ordusu gibi faşist ordular teşkil ettiler.

Feodalizmin asalet hastalığına dayalı katı sistemi insanı yarı köle gören erkeklik şizofren sınıfın oluşturduğu diktatörlükler genç burjuvazinin devrimci zırhlarına çarptıkça darmadağın oldu.

Dünyada meydana gelen bilimsel ve teknik gelişmelere paralel olarak tekâmül eden insan temel hak ve hürriyetlerinden etkilenen toplumlar için özgürlük rüzgârları hızla esmeye başladı.

Kölecilerin günümüzdeki uzantıları olan parazit güçler, köleci toplum sisteminin ideolojisi vasıtasıyla ve inançsal gelenekler üzerinden günümüze kadar yaşamını sürdürmeye çalışırken bir çok tehlikeyi göze alarak direnebiliyor. Hür dünya ile köleci toplum sistemi arasında açılan büyük mesafenin derin çelişkisi savaşa neden oldu.

Bu coğrafyada çöl vahşeti inanç merkezli dini ve siyasi oluşumlar toplumun üzerinde despotça tahakküm kurmak eğilimi genetiktir. Böylece bir dindar teşekkülü ile bir komünist teşekkül karşıt gibi görünse de tabulaştırılmış kamu mülkiyetinin kurumlaştırılması açısından birbirinin benzeridirler. Bunlar köle sahibi sınıfının günümüzdeki biçimi şeklinde bir misyona sahiptirler. Bu benzerlikler tesadüf değildir, tercihtir.

 

 

Yorum bırakın