kaniyasor

kaniyasor.WordPress.com

KARANLIĞIN BİNBİR SURATI VARDIR

Posted by kaniyasor 6 Temmuz 2016

k.y.Kanî Yado – 06.07.2016:

Eski siyaset biçimi olarak tanımladığımız hurafe eksenli gericiliğe dayalı yalancılığın neden olduğu karanlığın bin bir suratı vardır.  Günümüzde, en çirkin yüzün birinde zalim Sünnîliğin şımarık himayesinde, çöl barbarlığının dünyanın başına bela İslam’ın en orijinal ve selefî biçimi IŞİD vardır.

Diğer bir karanlık yüzü aynı şekilde abdestli, secdeli/namazlı, tekbirli 12 imamlı, şeriatçı ve zulfikarlı Ali’li Arap gericiliğinin kapkara yüzü Şiilik!

Gel çık bu işin içinden nasıl çıkarsın! Gel çöz bakalım nasıl çözersin bu bin bir yalancı suratlı dinci, cinci gericiliği!

Dünyanın büyük bir bölümünü etki altına alan çöl yalanlarının mahsulü dinlerin bu karanlık sahalarda ortaya çıkması tesadüf değildir.

Çöl dinleri ortaya çıkış nedenleri doğal inançlardan farklıdır. Üretmeden toplum üzerinde hakimiyet kuran köleci toplum erkek egemenliği sistemidir. Hakimiyet gayet planlı ve projelidir ama buna inanmak insanların en korkak ve zayıf tavrıdır.

Dikkat edilirse, en çok yeşilliğe, tatlı suya hasret yerlerde dinler ortaya çıkmış. Sağlıklı insan  nasıl dinciliğe, cinciliğe ihtiyaç duyar?

Roma Katolik Hıristiyan çöl şeriatı Avrupa’yı kan gölüne çevirmeye neden olurken insanoğlu bu sistemin menşeinin çöl karanlığı olduğunu unutmadı… IŞİD terörü bu Katolik şeriatçı terörün devamı olarak kabul edilmelidir. Dünya insanlığı bu musibeti gördükten sonra IŞİD’in İslam şeriatına izin vermeyecektir!

Güneşin insanlarla barışık olduğu ve doğayı kavurmadığı yerlerin insanları pozitif düşünür. Sihirbazlıklar, dinler ve her türlü yalancılığa dayalı işler sıcak bölgelerde gelişiyor. Orta Amerika’nın sıcak bölgesi, hurafelere dayalı yaşam koşulları, Suudî yaşam koşullarının ürünü olan karanlık kafalılığı eşittirler.

Hindistan’ın sıcak bölgesinde olduğu gibi yakınımızdaki çölde milyonlarca, falcı, yalancı, dinci, cinci, palavracı, sihirbaz, cambaz, hilebaz vardır. Doğanın yaşamaya elverişsiz sahalarında böyle mahrum olmak kaçınılmazdır.

Bir kaç çöl delisi vahşi çölde bir kuyuya bir taş atarlar, dünyanın tüm akıllıları bu taşı çıkaramazlar! Bütün kötülükleri TC Cumhurdiktatörü Recep Tayyip Erdoğan’a yükleyip Müslümanların kirliliğini gözden kaçırmak mümkün değildir.

Yaşam koşulları aklıselimin ortaya çıkmasını engelliyor. Bu alanlarda karşıtlıklar çatıştırılarak bundan sonuçlar  elde edilmeye çalışılır.

İnsanların bir kısmı Sünnîlik üzerinden ruh dünyaları  çölleştirildi, bir kısmı Alicilik oyunuyla Şiîleştirilerek çölleştirildi. İnsanlarımızın  yaşam erdemleri, ruh dünyaları çölleştirilerek insanlar bir hortlağa çevrilmek isteniyor.

TC  bir taraftan Alevileri Şiiliğe yönlendirerek özünden uzaklaştırıyordu, bir taraftan Aleviler Sünnîlere düşman gibi göstererek Alevilik karşıtlığında Sünni Müslümanlar faşist çizgiye çekiliyordu.

Bu karşıtlık bir plan dahilinde geliştirildi. Siyaset, siyaseti planlayanlar için ekmek, göbek ve gemi sahibi olmaktır. Siyasetin fanatiklerine gelince, efendisi için ölümü göze almaktır. Köle ölürse efendi yaşar. Köle kaybederse efendi kazanır. Bölgede dinlerin ve siyasetin hikayesi budur.

Biz özgürlük mücadelesini verirken özgür bir yaşamı kazanırız, ekmekten ve sudan daha azizdir özgürlük. Özgürlüğü olmayan toplumlar zalimlerin av tazısı olmaktan öteye bir anlam taşımazlar.

Talancıların hala aktif olduğu bu vahşi coğrafyada Kürdlerin ulusal ordusu ve devleti olmak zorundadır. Aksi durumda Kürdlerin ayakta kalması mümkün değildir. Kürdler için devlet olma olanaklarına karşı olmak TC devletine hizmettir.

Mekke köleci toplum sisteminin kültürel yaşam biçimine veya Kemalizm’e ruhen tutsak düşen Kürdlerin ne özgürlükleri olabilir ne de bağımsız devletleri olabilir. Özgürlük ve bağımsızlık çağdaşlığı ve erdemli bir duruşu gerektirir.

Devlet güdümlü aktörlerin, Kürdlerin devlet olmalarına karşı olması Kürdler tarafından doğru anlaşılmalıdır.

Özgürlükten ve bağımsızlıktan kaçışın nedenini köylü hareketinin kendine özgü karakterine mi bağlamalıyız yoksa TC’in başarısı olarak mı görmeliyiz şeklinde doğru tahlil etme noktasında kararsızız.

Toplum kendi statüsünün kurucusu değilse, yol gösterici mutlaka başka bir gücün misyoneridir.

İradesi elinden alınmış, ruh dünyası çöle dönmüş Kürd toplumu kendi kaderini belirleme konusunu hiç gündeme getirmez, birilerinin  kurtarıcı olarak beyaz atla çıkıp gelmesini bekler. O zaman TC bir kara katırı beyaza boyayarak kurtarıcı olarak siyasal sahneye sürebiliyor!

Eşekleri, katırları boyayarak piyasaya sürmek olayında Kayserililer hatırlanır ama bu propjenin sahibi aslında siyasettir.

Bu açıdan dini ve siyasi  taşeronlarla halkın öncü güçleri arasında büyük farklar vardır. Mesela çağdaş öncü Selahattin Demirtaş’ın özgürlük ve demokrasi anlayışı ile toplumu tutsak alma paradigmasına sahip bir siyasetçi arasında taban tabana zıtlık vardır elbette.

Selahaddin’in mimiklerinden fışkıran insanlık insanı celbediyor. Gerçekten tek tanrılı siyasetin somurtan yüzü toplumu ürkütüyor. Halk lideri olmak, halkın nebisi olmak korkuluk gibi toplumu korku atmosferine sürüklemek ve korkuların tutsağı yapmak değil, böyle bir şeydir işte.

Gandhi de bu özelliklere sahipti. Bir lider halkını seviyorsa, o sevgi liderin yüzünde açan bir gül olur, bir tebessüm olur…

Yorum bırakın